Kayıtlar

Haber Ver!

Haber Ver!   Ey sevdiğim bırak cilveyi, nazı, Gül ile aram yok hardan haber ver, Ben çoktan terkettim baharı, yazı, Tipiden, borandan, kardan haber ver...   Mazlumun dostuyum, dostun sazıyım, Zalimin alnında kara yazıyım, Cehennem olmaya bile razıyım, Günahı yakacak nardan haber ver...   Hükmünü yitiren sözü neyleyim, Aslını bilmeyen özü neyleyim, Aval aval bakan gözü neyleyim, Görünmezi gören sırdan haber ver...   Gönlün ki, bir ömür olamaz metin, Hakka ayna olmadıkça siretin, Ben neyleyim, senin olsun suretin, İffetten, irfandan, ardan haber ver...   Sebebi var geldiysek bu yerlere, Niçin varım diye düşün bir kere, Esir etme canı özgürlüklere, Benliği çekecek dardan haber ver...   Mahrem bildim, sunamadım sevdamı, Çökertti gurbetin kederi, gamı, Yanımda olmuşsun umurumda mı, Bana benden yakın yardan haber ver…   Uğur Işılak

Nasıl Yaşarsanız Öyle Ölürsünüz Nasıl Ölürseniz Öyle Dirilirsiniz!

  Nasıl Yaşarsanız Öyle Ölürsünüz Nasıl Ölürseniz Öyle Dirilirsiniz!   Ölümü nasıl karşılamalıyız? “Kişi yaşadığı hâl üzere ölür ve öldüğü hâl üzere haşrolunur” hadisinin anlamı. Hayat, âdeta bir bardağı dolduran damlalar gibidir. Son nefes de, bardağı taşıran son damladır. Bardaktaki suyun berraklığı, damlaların berraklığına bağlıdır. Cenâb-ı Hakk’ın huzûruna tertemiz çıkabilmek için, o damlaların günah ve mâsiyet çamuruyla kirletilmemesi elzemdir. Son nefesteki mânevî hâlimizin en büyük habercisi, şu anki nefeslerimizi nasıl kullandığımızdır. Öyleyse bu fânî âleme güzel vedâ edebilmek için, alıp verdiğimiz her nefesin, son nefese hazırlık mâhiyeti taşıması zarurîdir. Zira: “Kişi yaşadığı hâl üzere ölür ve öldüğü hâl üzere haşrolunur.” buyrulmuştur. (Münâvî, Feyzü’l-Kadîr Şerhu’l-Câmii’s-Sağîr, V, 663) Yani dünya hayatında yaşadığımız ibadet, muâmelât ve ahlâk ile alıp verdiğimiz bütün nefeslerin mânevî keyfiyeti, son nefesimizin bir nevî pusulası hükmündedir. Ayn...

Karanlıkta Aslanı İnek Zannıyla Okşayan Köylü

  Karanlıkta Aslanı İnek Zannıyla Okşayan Köylü   Bir köylünün ahırında bir öküzü varmış. Bir gün bir aslan gelip öküzü yemiş ve sessizce öküzün yerine geçip oturmuş. Köylü o gece ahıra gitmiş, karanlık olduğu için, el yordamıyla bir o tarafa bir bu tarafa el atarak öküzünü ararken eli aslana değmiş. Öküzünü bulduğunu zanneden köylü, başlamış aslanın orasını burasını okşayıp, ineğini kaşıdığı gibi kaşımaya. Aslan kendi kendine şöyle diyormuş: "- Eğer ahır aydınlık olsaydı, bu adamın korkudan ödü patlardı. Hâlbuki şimdi beni pervasızca okşayıp, kaşıyor çünkü karanlıkta beni öküzü zannediyor!" Cenâb-ı Hakk Azze ve Celle de gâfillere: “- Ey mağrur kör! Tûr dağı bile benim ismimle paramparça olmadı mı? Eğer biz kitabımızı bir dağa indirseydik dağ parçalanır, yerinden kopar, başka bir yere göçerdi. Eğer Uhud Dağı, beni anlasaydı o dağdan ırmak ırmak kan akardı.” diye hitaba ediyor. Sen Allah’ü Teâlâ’nın adını anandan-babandan duydun da onun için bu ada gafilce yapışt...

Aslan, Kurt Ve Tilkinin Hikâyesi

Aslan, Kurt Ve Tilkinin Hikâyesi   Mesnevî’de şöyle bir hikâye anlatılır:   Bir gün aslan, kurt ve tilki avlanmak için dağa çıkmışlardı. Avları yakalayıp birbirinin sırtına yükletmek ve taşımak için yardım edeceklerdi. Üçü birlikte o geniş kırda birçok av tutacaklardı. Aslında erkek bir aslan için kurt ve tilki ile arkadaşlık etmek ayıptı, lâkin aslan onlara ikram olsun diye, kendilerine yoldaşlığı kabul etti.   Bu cemaat, aslanın maiyyetinde heybet ü azametle dağa doğru gidince, bir yaban sığırı, bir keçi ve iri bir tavşan avladılar. Avlarını ormana getirdiler. Aslan kurda dedi ki:   “-Ey eski ve tecrübeli kurt! Bu avı aramızda taksim ederek bir adalet göster.   Kurt:   “-Şâhım, yaban sığırı senin payındır. O büyüktür, sen ise iri gövdelisin. Bu, sana lâyıktır. Keçi benim hissemdir ki, orta vücutludur. Ey tilki, sen de tavşanı al.” diyerek taksimâtı yaptı. Fakat bu taksimat aslanı hoşnut etmemişti:   “-Ey kurt! Sen ne dedin...

Düşünmeye Devam Etti

Düşünmeye Devam Etti   “Çöldeydi… Gecenin lâhûtî nağmeleri ile feyizyâb olmuştu. Kumlara uzandı, gözlerini semâya çevirdi. Sanki elini uzatsa, yıldızlara dokunacaktı. Biraz gayret etse bir seyyârenin fevkinde bütün semâyı dolaşacaktı. Çölü seviyordu. Hele çölde yürümeyi ve tefekkürü çok daha fazla… Peygamberlerin büyük bir kısmına yol olmuştu, yâr olmuştu, yâren olmuştu bu kum zerreleri… Düşünmeye devam etti, gökteki seyyâreler, çöldeki kum zerreleri gibi insan geçmişti dünya sahnesinden… Her insan ayrı bir deniz, her hikâye ayrı bir umman… Peki, “Eğer bana sorulsaydı dünyaya gelmek istediğim zaman, ben hangi zaman dilimini seçerdim, bu hayat defterini doldurmak için?” diye düşünürken… Şeyh, gecenin mehtâbı gibi göründü yeniden… “-Bak, evlât!” dedi… “Asrın içinde en kıymetli an, En Güzel’e tevâfuk eden buluşmalardır! Sen gül râyihaları almaya kur gönül saatini… Kıvamı tutmuş bir ümmetliğin mest eden efsûnunda, cânı cânâna fedâ etmenin bîhuş eden muştusunu arzula…” Mevlâ...

Beyhude Gamlanma

  Beyhude Gamlanma   Beyhude gamlanma, divane gönül! Cümle âlemlerin rızkını veren var… Yaptığın hatadan habersiz sanma, Kara karıncayı gece gören var…   Hakkın toprağına mülküm var deme, Dam ile harmanda hakkım var deme, Güçlü kuvvetliyim arkam var deme, Sırtüstü insanı yere vuran var…   Yoksul düşmüşsen de deme fakirim, Zenginliğin sonu nedir okurum, Ben güzelim deyi halı dokurum, Nice Züleyhalar Yusuf Kenan var…   Âşıklık satarsın beyhude gözüm, Olura olmaza yoktur bir sözüm, Her seher dergâha tutarım yüzüm, Âşıkların sonu Aşık Noksan var…   Sivaslı Noksani

Kıyamet Günü, Diriliş Ve Hesap Verme

  Kıyamet Günü, Diriliş Ve Hesap Verme   “O gün Sûr’a üflenir; Allah’ın dilediklerinden başka göklerde ve yerde kim varsa kıyametin dehşetinden çarpılıp cansız yere serilir. Sonra sûra bir daha üflenir; bir de bakarsın ki, bütün ölüler dirilip kabirlerinde ayağa kalkmış, merak ve endişe içinde etraflarına bakınıp duruyorlar.” (Zümer Sûresi, 68) “Yeryüzü Rabbinin nûruyla aydınlanır. Kitap ortaya konur. Peygamberler ve şâhitler getirilir. İnsanların arasında hak ve adâletle hüküm verilir. Kimseye zerre kadar haksızlık yapılmaz.” (Zümer Sûresi, 69)   Sur’a İkinci Kez Üfleniş ve Ölülerin Diriltilmesi Sur’a ilk olarak üflenmesiyle birlikte yer ve gök paramparça edilmiş ve maddesel alem ölmüştür. Canlı hiçbir varlık kalmamıştır. Ayetin ifadesiyle, “yer başka bir yere, gökler de başka göklere dönüştürülmüştür”. (İbrahim Sûresi, 48) Bu dönüşümden sonra mahşer günü için hazırlanan ortam şöyledir: Sana dağlar hakkında soruyorlar. De ki: “Benim Rabbim, onları darmadağı...