Kıyamet Günü, Diriliş Ve Hesap Verme
Kıyamet Günü, Diriliş Ve Hesap Verme
“O gün Sûr’a üflenir; Allah’ın dilediklerinden başka göklerde
ve yerde kim varsa kıyametin dehşetinden çarpılıp cansız yere serilir. Sonra
sûra bir daha üflenir; bir de bakarsın ki, bütün ölüler dirilip kabirlerinde
ayağa kalkmış, merak ve endişe içinde etraflarına bakınıp duruyorlar.” (Zümer Sûresi,
68)
“Yeryüzü Rabbinin nûruyla aydınlanır. Kitap ortaya konur.
Peygamberler ve şâhitler getirilir. İnsanların arasında hak ve adâletle hüküm
verilir. Kimseye zerre kadar haksızlık yapılmaz.” (Zümer Sûresi, 69)
Sur’a İkinci Kez Üfleniş ve Ölülerin Diriltilmesi
Sur’a ilk olarak üflenmesiyle birlikte yer ve gök paramparça
edilmiş ve maddesel alem ölmüştür. Canlı hiçbir varlık kalmamıştır. Ayetin
ifadesiyle, “yer başka bir yere, gökler de başka göklere dönüştürülmüştür”.
(İbrahim Sûresi, 48) Bu dönüşümden sonra mahşer günü için hazırlanan ortam şöyledir:
Sana dağlar hakkında soruyorlar. De ki: “Benim Rabbim, onları
darmadağın edip savuracak”
“Yerlerini bomboş, çırçıplak bırakacaktır.”
“Orada ne bir eğrilik göreceksin, ne de bir tümsek.” (Taha Sûresi,
105-107)
İşte hesap
günü insanların üzerinde dirilip, biraraya gelip, hesaplarını ve akıbetlerini
bekleyecekleri yer budur. Artık sıra insanların diriltilip tek olan, kahhar
olan Allah’ın huzuruna çıkarılmalarına gelmiştir. Ve Sur’a ikinci kez üfürülür.
Dünya hayatında ahireti ve yeniden dirilişi inkar eden insan bir daha uyanmayı
hiç beklemediği kabrinin içinden dışarı atılır.
Sur’a bu ikinci üfürülüş ve insanların dirilmesi Kuran’da
şöyle geçer:
Sur’a üfürüldü; böylece Allah’ın diledikleri dışında,
göklerde ve yerde olanlar çarpılıp-yıkılıverdi. Sonra bir daha ona üfürüldü,
artık onlar ayağa kalkmış durumda gözetliyorlar. Yer, Rabbinin nuruyla
parıldadı… (Zümer Sûresi, 68-69)
Ölülerin Mezarlarından Çıkması
İnsanların dirilişleri esnasında ve dirildikten sonraki
durumları ayetlerde ayrıntılı olarak tarif edilmiştir. Kuran’ı kerimde haber
verildiğine göre o büyük diriliş şöyle gerçekleşir:
– Sur’a ikinci kez üfürülmesiyle birlikte toprağın altından
dışarı çağrılan insanlar, yayılan çekirgeler gibi ve hızla koşarak
kabirlerinden dışarı çıkarlar.
Gözleri ‘zillet
ve dehşetten düşmüş olarak’, sanki ‘yayılan’ çekirgeler gibi kabirlerinden
çıkarlar. (Kamer Sûresi, 7)
… Sonra sizi yerden (toprağın altından) bir (kere) çağırma
ile çağırdığı zaman, hemencecik siz (bir de bakarsınız ki) çıkarılmışsınız.
(Rum Sûresi, 25)
O gün yer, onlardan çatlayıp-ayrılır da (onlar,) hızla
koşarlar. İşte bu, Bize göre oldukça-kolay olan bir haşir (sizi bir arada
toplama)dır. (Kaf Sûresi, 44)
– Kendilerini çağıran çağırıcıya doğru yönelirler ve dikili
bir şeye doğru yönelmiş gibi boyunlarını çağırıcıya uzatmış olarak koşmaya
başlarlar. Ve bu çağrı daha önce benzerine rastlanmış bir çağrı da değildir:
… O çağırıcının ‘ne tanınmış, ne görülmüş’ bir şeye
çağıracağı gün… (Kamer Sûresi, 6)
O gün, kendisinden sapma imkânı olamayan çağırıcıya uyacaklar…
(Taha Sûresi, 108)
… Sanki onlar dikili bir şeye yönelmiş gibidirler. (Mearic Sûresi,
43)
Dünyada haz. Allah’ın sınırlarını tanımayan, haz. Allah’a
itaat etmeyen, kendi başının dikine giden, büyüklenen inkârcı, dirilir dirilmez
birden boyun eğici, bir hale gelmiştir. Ne olup bittiğini sorgulamadan,
kayıtsız şartsız bu çağrıya icabet eder. Dünyadaki imtihan sona erdiği için
başka seçim şansı da yoktur zaten. Aksini yapmayı istese de yapamaz. Hatta
isteyemez bile. Bu çağrıya karşı koymaya hiçbir gücü yoktur. O nedenle bu günün
“zorlu bir gün” olduğunu gerçekten hissetmiştir:
Boyunlarını çağırana doğru uzatmış olarak koşarlarken,
kafirler derler ki: “Bu, zorlu bir gün.” (Kamer Sûresi, 8)
– Kâfirler başlarını dikerek koşarlar, gözler dönmez, hareket
edemez. Herkes kayıtsız şartsız bir itaat içindedir. O gün insanların sahip
olabileceği tek geçerli ve değerli şey imandır. O da kâfirlerde yoktur. Bu
yüzden kalpleri bomboştur:
Başlarını dikerek koşarlar, gözleri kendilerine
dönüp-çevrilmez. Kalbleri (sanki) bomboştur. (İbrahim Sûresi, 43)
– Tek bir merkeze doğru dalga dalga süzülürler.
Sur’a üfürüleceği gün, artık siz dalga dalga geleceksiniz.
(Nebe Sûresi, 18)
Sur’a
üfürülmüştür; böylece onlar kabirlerinden (diriltilip) Rablerine doğru
(dalgalar halinde) süzülüp-giderler. Demişlerdir ki: “Eyvahlar bize,
uykuya-bırakıldığımız yerden bizi kim diriltip-kaldırdı? Bu, Rahman (olan
Allah)ın va’dettiğidir, (demek ki) gönderilen (peygamberler) doğru söylemiş”.
(Yasin Sûresi, 51-52)
Bu “eyvah” çok büyük bir panik ve hayal kırıklığının
ifadesidir. Çünkü kendi dirilişine bizzat şahit olan kafir, hayatı boyunca
kendisine bunu haber veren peygamberlere gerçekten doğru söylediklerini
anlamıştır. Dolayısıyla bunu inkâr edenlere müjdelenen, “dönüşü olmayan ebedi
azab”ı da bizzat yaşayacağını idrak etmiştir. Artık bundan hiçbir şüphesi
yoktur. “Ebedi uyku” diye bir şey olmadığını anlamıştır. Kendisine vaat
edilenlerin birer birer başına geleceğinden, hiçbir kurtuluş ümidi olmadığından
emindir.
– Kafirlerin genel ruh halleri korku, dehşet, yılgınlık,
şaşkınlık ve çaresizlik, genel görünümleri ise daha da dehşet vericidir.
Yüzleri kapkaradır; toz, karartı ve zillet (aşağılanma) kaplamıştır:
O gün, öyle yüzler vardır ki, ‘zillet içinde aşağılanmıştır.’
(Gaşiye Sûresi, 2)
Ve o gün öyle
yüzler vardır ki üzerini toz bürümüştür. Bir karartı sarıp kaplamıştır. İşte
onlar da, kâfir facir olanlardır. (Abese Sûresi, 40-42)
Kıyamet günü,
Allah’a karşı yalan söyleyenlerin yüzlerinin kapkara olduğunu görürsün.
Büyüklenenler için cehennemde bir konaklama yeri mi yok? (Zümer Sûresi, 60)
– Kafirler kıyamet günü kör olarak haşredilirler.
Kim de benim
zikrimden yüz çevirirse, artık onun için sıkıntılı bir geçim vardır ve biz onu
kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz.
O da (şöyle)
demiş olur: “Ben görmekte olan biriyken, beni niye kör olarak haşrettin
Rabbim?”
(Allah da) Celle Celâlüh Der ki: “İşte böyle, sana
ayetlerimiz gelmişti, fakat sen onları unuttun, bugün de sen işte böyle
unutulmaktasın.” (Taha Sûresi, 124-126)
Allah, kimi
hidayete erdirirse, işte o, hidayet bulmuştur, kimi saptırırsa onlar için O’nun
dışında asla veliler bulamazsın. Kıyamet günü, biz onları yüzükoyun körler,
dilsizler ve sağırlar olarak haşrederiz. Onların barınma yerleri cehennemdir;
ateşi sükûn buldukça, çılgın alevini onlara arttırırız. (İsra Sûresi, 97)
– Kâfirlerin bu kör gözleri de korkunçluk ve iğrençliklerini
artırır bir şekildedir. Allah kafirlerin gözlerinin alacağı şekli şöyle ifade
etmektedir:
Sur’a
üfürüleceği gün, biz suçlu-günahkârları o gün, (yüzleri kara, gözleri) gömgök
(kaskatı ve kör) olarak’ toplayacağız. (Taha Sûresi, 102)
Bu korkunç, aynı zamanda da aşağılık görünümleriyle kafirler
ilk bakışta, müminlerden ayrılırlar. Dünyadayken kibir ve gösteriş içinde,
Allah’ın ayetlerine karşı savaş açan, büyüklenen bu güruhun sonlarının
başlangıcı işte böyle olur.
O Gün Dostluk, Akrabalık, Yakınlık Ve Yardımlaşma Yoktur
O gün insanın başkalarıyla, hatta kendi annesi, babası, eşi
ve çocuklarıyla bile ilgilenmeye ne hali ne fırsatı vardır. Mahşer gününün şiddeti
ve olağanüstü korkusu herkesi kendi derdine düşürür. Allah, o diriliş gününü,
öteki adıyla din gününü şöyle tarif etmektedir:
Din gününü sana bildiren şey nedir? Ve yine din gününü sana
bildiren şey nedir? Hiçbir nefsin bir başka nefse herhangi bir şeye güç
yetiremeyeceği gündür; o gün emir yalnızca Allah’ındır. (İnfitar Sûresi, 17-19)
Fakat
‘kulakları patlatırcasına olan o gürleme’ geldiği zaman, kişi o gün, kendi
kardeşinden kaçar,
Annesinden ve babasından, Eşinden ve çocuklarından, O gün,
onlardan her birisinin kendine yetecek bir işi vardır. (Abese Sûresi, 33-37)
Dünya hayatında kişinin en çok değer verdiği put edindiği
bağlar, böylece Allah’ın azabı karşısında paramparça olur. Artık insanlar
arasındaki dünyevi yakınlıkların, soy bağlarının hiçbir anlamı kalmamıştır.
Değeri olan tek şey, imandır:
Böylece Sur’a üfürüldüğü zaman artık o gün aralarında soylar
(veya soybağları) yoktur ve (üstünlük unsuru olarak soyluluğu veya birbirlerine
durumlarını) soruşturmazlar da. Artık kimin tartısı ağır basarsa, işte onlar,
kurtuluşa erenlerin ta kendileridir. Kimin tartısı hafif gelirse, işte onlar da
kendi nefislerini hüsrana uğratanlar, cehennemde de ebedi olarak kalacak
olanlardır.” (Müminun Sûresi, 101-103)
Dünyadaki bağlar ve ilişkiler öyle bir parçalanır ki, sözde
en çok sevilen oğullar, eşler, kardeşler, hatta bütün soy, inkârcılar
tarafından azaba karşılık fidye olarak teklif edilir:
(Böyle bir günde) Hiçbir yakın dost bir yakın dostu sormaz.
Onlar birbirlerine gösterilirler. Bir suçlu-günahkâr, o günün azabına karşılık
olmak üzere, oğullarını fidye olarak vermek ister. Kendi eşini ve kardeşini. Ve
onu barındıran aşiretini de. Yeryüzünde bulunanların tümünü (verse de); sonra
bir kurtulsa. Hayır; (hiçbiri kabul edilmez). Doğrusu o (cehennem), cayır cayır
yanmakta olan ateştir. (Mearic Sûresi, 10-15)
Mahşer günü yaşanacak olan bu “fidye teklifi”, inkârcıların
gerçekte ne kadar nankör olduklarının ve menfaatleri doğrultusunda nasıl
acımasızca hareket ettiklerinin bir göstergesidir. Bu teklif, dünya hayatının
ne denli boş olduğunu da gösterir. Dünya hayatında çoğu insan küçük çıkarlar
peşinde koşar. İyi bir iş, güzel bir ev, para, makam mevki sahibi olmak uğruna
bütün bir ömür çalışılır. Buna karşın, Kuran’ı kerimde haber verildiği üzere
tek bir kadın değil dünyadaki kadınların tümü, tek bir ev değil dünyadaki bütün
mülkler, yeryüzünün altın ve gümüş bütün hazineleri, hatta bütün dünya, mahşer
gününün azabından kurtulmak için fidye olarak verilmek istenecektir. Ama
elbette bu umutsuz bir çabadır ve insanı hiçbir şekilde kurtaramaz. O mülklerin
sahibi zaten Allah’ Celle Celâlüh’tür. İnsanın kurtuluşu ise, bir daha geri
dönemeyeceği dünya hayatında kalmıştır. Vakit çok geçtir ve cehennemin ateşi
ona vaat olunduğu gibi yanmaya başlamıştır.
İnsanların Hesap İçin Toplanmaları
Kuran’ı kerimde, insanın yaşamının gerçek anlamı şöyle
açıklanır:
Ey insan,
gerçekten sen, hiç durmaksızın Rabbine doğru bir çaba harcayıp durmaktasın;
sonunda O’na varacaksın. (İnşikak Sûresi, 6)
Hayatımız boyunca ne yaparsak yapalım, harcadığımız bütün
çabaların sonucunda ulaşacağımız son nokta, c. Allah’ın huzuruna çıkacağımız
andır. Tüm bu hayatın amacı, O’na kulluk etmektir. Hayatın en önemli anı ise,
haz.Allah’a hesap vereceğimiz mahşer günüdür.
Dünyadaki yaşamımız boyunca geçen her gün, bizi o mahşer gününe
biraz daha yakınlaştırır. Geçen her saat, her dakika, hatta her saniye, ölüme,
yeniden dirilişe ve hesaba doğru atılmış bir adımdır. Hayat, bir kum saati gibi
sürekli olarak bu yöne doğru akar. Saati durdurmanın ya da geri çevirmenin yolu
yoktur. Tüm insanlar, bu yolu izleyeceklerdir. Haz. Allah, Kur’an-ı Kerim’de şöyle
hükmetmektedir:
Şüphesiz onların dönüşleri bizedir. Sonra onları hesaba
çekmek de elbette Bize aittir. (Gaşiye Sûresi, 25-26)
Şu an dünyada yaklaşık 6 milyar insan yaşamakta. Bu sayıya
şimdiye dek yaşamış ve bundan sonra da yaşayacak insanların sayısını eklersek,
mahşer (diriliş) günü mezarlarından çıkıp toplanacak insan kalabalığı ve bunun
oluşturacağı olağanüstü tablo hakkında bir fikir edinebiliriz. İlk insan Hz. Âdem’den,
kıyamet günü canı alınacak son kişiye kadar yeryüzünde yaşamış insanların tümü
bu mahşer meydanında bir araya gelecektir. Sayısı milyarlarla ifade
edilebilecek bu insan topluluğunun oluşturacağı manzara son derece görkemli
olacaktır. Fakat aynı zamanda bir o kadar da ürkütücü ve dehşet verici olacağı kesindir.
Haz. Allah’ın huzurunda toplanma anı ve insanların durumu Kuran’ı kerimde şöyle
anlatılır:
O gün, kendisinden sapma imkanı olamayan çağırıcıya
uyacaklar. Rahman (olan Allah)a karşı sesler kısılmıştır; artık bir hırıltıdan
başka bir şey işitemezsin.
O gün, Rahman
(olan Allah)’ın kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimseden
başkasının şefaati bir yarar sağlamaz.
O, önlerindekini de, arkalarındakini de bilir. Onlar ise,
bilgi bakımından O’nu kavrayıp kuşatamazlar.
(Artık bütün) Yüzler, diri, kaim olanın önünde eğik durmuştur
ve zulüm yüklenen ise yok olup gitmiştir. (Taha Sûresi, 108-111)
Kafirlerin bütün bir ömür boyu göz ardı ettiği, müminlerin
ise şevkle hazırlanıp beklediği hesap anı gelmiştir. Bu büyük mahkeme için
görkemli bir mekan yaratılır. O gün, ayette bahsedildiğine göre, “Gök
yarılıp-çatlamıştır; artık o gün, ‘sarkmış-za’fa uğramıştır.’ Melek(ler) ise, onun
çevresi üzerindedir. O gün, Rabbinin arşını onların da üstünde sekiz (melek)
taşır.” (Hakka Sûresi, 16-17) Bir başka ayette ise, o gün, “… Ruh ve meleklerin
saflar halinde duracakları gün…” (Nebe Sûresi, 38) olarak tarif edilir.
Âlemlerin Rabbi olan Allah o gün yarattığı kullarından hesap
soracaktır. Beraberinde inkar edenler için Allah’ın azamet ve şanına yakışır
bir azap kaynağı da yaratılmıştır. Cehennem, cayır cayır yanmaktadır. Her şeyin
benzersiz ve mükemmel şekilde yaratıcısı olan Haz. Allah, kâfirler için aynı
mükemmellikte bir azap hazırlamıştır. Kimse o gün O’nun vereceği acının bir
benzerini veremez. Bir ayeti kerimede şöyle denir:
Hayır; yer, parça parça yıkılıp darmadağın olduğu, Rabbin (in
buyruğu) geldiği ve melekler dizi dizi durduğu zaman; O gün, cehennem de
getirilmiştir. İnsan o gün düşünüp-hatırlar, ancak (bu) hatırlamadan ona ne
fayda? Der ki: “Keşke hayatım için, (önceden bir şeyler) takdim edebilseydim.”
Artık o gün hiç kimse (Allah’ın) vereceği azap gibi azaplandıramaz. O’nun
vuracağı bağı hiç kimse vuramaz. (Fecr Sûresi, 21-26)
İnsan, eğer dünyadaki yaşamında Haz. Allah’a kul olmamışsa ve
bu büyük güne iman edip ona hazırlık yapmamışsa, pişmanlığın en büyüğünü
yaşayacaktır. Toprak olmayı, dirilmeye bin kere tercih edecektir. Ancak bu pişmanlığın
faydası yoktur; onu azaptan kurtaramayacaktır. Aksine, bu pişmanlık onun için
yeni bir azap kaynağı olacak, cehennemde çekeceği fiziksel acıların üzerine bir
de manevi işkence olarak eklenecektir.
Kitapların Verilişi, Teraziler Ve Hesaba Çekilme
Dirilmenin şaşkınlığı henüz atlatılmadan, hesaba çekilecek
olmanın verdiği korku ve sıkıntı başlar. İnsanın dünyadaki yaşamı sırasında her
yaptığı, her düşündüğü gözler önüne serilir. En ufak bir ayrıntı bile
unutulmaz. Bir ayeti kerimeye göre, yapılan iş, “Gerçekten bir hardal tanesi
ağırlığında olsa da, (bu,) ister bir kaya parçasından ya da göklerde veya
yer(in derinliklerinde) de bulunsa bile, Allah onu getirir. Şüphesiz Allah,
latif olandır, (herşeyden) haberdardır.” (Lokman Sûresi, 16)
Cehennemin ve cennetin en yakın olduğu bu anda herkes kendi
amel defterinden dünyada ahiret için neyi hazırladığını öğrenir. Kuran’ı
kerimde , o an şöyle anlatılır:
O gün insanlar, amelleri kendilerine gösterilsin diye, bölük
bölük fırlayıp-çıkarlar. Artık kim zerre ağırlığınca hayır işlerse, onu görür.
Artık kim zerre ağırlığınca bir şer (kötülük) işlerse, onu görür. (Zelzele Sûresi,
6-8)
Kuranı kerimde
bildirildiğine göre, hesap defterleri inkârcılara sol ellerinden, müminlere ise
sağ ellerinden verilecektir. “Sağın adamları”, bir ayette şöyle anlatılır:
Siz o gün arz olunursunuz; sizden yana hiçbir gizli (şey),
gizli kalmaz. Artık kitabı sağ-eline verilen kişi, der ki: “Alın, kitabımı
okuyun.” “Çünkü ben, gerçekten hesabıma kavuşacağımı sanmış (anlamış)tım.”
Artık o, hoşnut bir yaşama içindedir. Yüksek bir cennette. Devşirilecek (meyve
ve eşsiz ürün)leri pek yakındır. “Geride kalan günlerde, ‘peşin olarak
sunduklarınıza karşılık olmak üzere,’ afiyetle yiyin ve için.” (Hakka Sûresi,
18-24)
Müminlerin bu sevinç ve coşkusuna karşın kâfirler öldürücü
bir utanç içindedirler. Ölmeyi hatta yok olmayı isterler. Üstteki ayetin
devamında kâfirlerin çaresizlikleri şöyle anlatılır:
Kitabı sol eline verilen ise; o da, der ki: “Bana keşke
kitabım verilmeseydi. Hesabımı hiç bilmeseydim. Keşke o (ölüm her şeyi) kesip
bitirseydi. Malım bana hiçbir yarar sağlayamadı. Güç ve kudretim yok olup
gitti.” (Hakka Sûresi, 25-29)
Başka
ayetlerde, sağın ve solun adamları arasındaki fark yine çarpıcı bir üslupla
anlatılır:
Artık kimin kitabı sağ yanından verilirse. O, kolay bir hesap
(sorgu) ile sorguya çekilecek. Ve kendi yakınlarına sevinç içinde dönmüş
olacaktır. Kimin de kitabı ardından verilirse. O da, helak (yok olmay)ı
çağıracak. Çılgın alevli ateşe girecek. Çünkü o, (dünyada) kendi yakınları
arasında sevinçliydi. Doğrusu o, (Rabbine) bir daha dönmeyeceğini sanmıştı.
Hayır; gerçekten Rabbi, kendisini çok iyi görendi. (İnşikak Sûresi, 7-15)
Kitaplardaki ameller, hesap günü için özel hazırlanmış
duyarlı terazilerde tartılır. Bu gün, Allah’ın adaleti karşısında kimse zerre
kadar haksızlığa uğratılmaz:
Biz ise,
Kıyamet gününe ait duyarlı teraziler koyarız da artık, hiçbir nefis hiçbir
şeyle haksızlığa uğramaz. Bir hardal tanesi bile olsa ona (teraziye) getiririz.
Hesap görücüler olarak Biz yeteriz. (Enbiya Sûresi, 47)
Dünya hayatında yapılan her amel, en küçük ayrıntılar bile
eksik kalmaksızın bu tartıya konulmuştur. Bu tartının ibresi sonsuz azaba veya
sonsuz kurtuluş ve mutluluğa götürecek kararı belirler. Eğer tartı ağır basarsa
cennete, hafif kalırsa ateş çukuruna girilecektir. Hiçbir güç veya yardımcı o
anda insana yardım edemez:
İşte, kimin tartıları ağır basarsa, artık o, hoşnut olunan
bir hayat içindedir. Kimin tartıları hafif kalırsa, artık onun da anası (son
durağı) “haviye”dir (uçurum). Onun ne olduğunu (mahiyetini) sana bildiren
nedir? O, kızgın bir ateştir. (Kaaria Sûresi, 6-11)
Ardından tüm insanlar tek tek hesaba çekilirler. Artık
dünyadaki makamların, mevkilerin hiçbir anlamı kalmamıştır. Bir devlet başkanı
da sıradan bir insan da, Allah katında aynı hesapla karşı karşıya kalır.
Herkese, kendisini yaratmış olan Haz. Allah’a kulluk edip etmediği, O’nun
emirlerine uyup uymadığı sorulur. Kâfirin tüm günahları, tüm pislikleri, tüm
kötülükleri, aklından, kalbinden bütün geçirdikleri tek tek ortaya dökülür:
Sırların orta yere çıkarılacağı gün. Artık onun ne gücü
vardır, ne yardımcısı. (Tarık Sûresi, 9-10)
Dünyadaki yaşamlarını Allah’ın gösterdiği şekilde değil de,
kendi istek ve tutkularına ya da içinde bulundukları toplumun çarpık değer ve
inançlarına göre yönlendirmiş olanların hesabı zorludur. Bir ayette, o büyük
hesap şöyle anlatılır:
Ve ‘diri diri toprağa gömülen kızcağıza’ sorulduğu zaman:
“Hangi suçtan dolayı öldürüldü?”
Sahifeler (amel defterleri) açıldığı zaman,
Gök, sıyrılıp-yüzüldüğü zaman,
Cehennem ateşi çılgınca kızıştırıldığı zaman,
Cennet de yakınlaştırıldığı zaman,
(Artık her) Nefis, neyi hazırladığını bilip-öğrenmiştir.
(Tekvir Sûresi, 8-14)
Bir kulun, Rabbimizin huzurunda yaptıklarını inkâr etmeye
fırsatı yoktur. İşlediği bütün hayır ve şer ortaya çıkarılmıştır. İnkâr etse
bile şahitler onu yalanlar. Dünya hayatında kendisine şahit olan insanlar da
hesap sırasında şahitlik yapmak için ortaya getirilir. Bir ayette şöyle denir:
Yer, Rabbinin nuruyla parıldadı; (orta yere) kitap kondu;
Peygamberler ve şahidler getirildi ve aralarında hak ile hüküm verildi, onlar
haksızlığa uğratılmazlar. (Zümer Sûresi, 69)
Hesap sırasında inkârcıları bekleyen başka şahitler de
vardır. İşitme, görme duyuları ve derileri Allah’ın izniyle dile gelip konuşur,
kendi aleyhlerinde şahitlik ederler. Bütün bir ömür boyunca kullandıkları,
kendilerine ait sandıkları uzuvlarının bile insana ihanet etmesi, o gün
yaşanacak olan psikolojik yıkımı daha da artırır. Bir ayeti kerimede, yaşanacak
olan bu gerçek şöyle açıklanır:
Allah’ın düşmanlarının bir araya getirilip-toplanacakları gün
işte onlar, ateşe bölükler halinde dağıtılırlar. Sonunda oraya geldikleri
zaman, işitme, görme (duyuları) ve derileri kendi aleyhlerine şahitlik
edecektir. Kendi derilerine dediler ki: “Niye aleyhimizde şahitlik ettiniz?”
Dediler ki: “Her şeye nutku verip-konuşturan Haz. Allah, bizi
konuşturdu. Sizi ilk defa O yarattı ve O’na döndürülüyorsunuz. Siz, işitme,
görme (duyularınız) ve derileriniz aleyhinize şahitlik eder diye
sakınmıyordunuz. Aksine, yaptıklarınızın birçoğunu haz. Allah’ın bilmeyeceğini
sanıyordunuz. İşte bu sizin zannınız; Rabbiniz hakkında beslediğiniz-zannınız,
sizi bir yıkıma uğrattı, böylelikle hüsrana uğrayan kimseler olarak
sabahladınız.” Şimdi eğer sabredebilirlerse, artık onlar için konaklama yeri
ateştir. Ve eğer onlar hoşnut olma (dünya)ya dönmek isterlerse, artık hoşnut
olacaklardan değildirler. (Fussilet Sûresi, 19-24)
Kafirler, kendilerini yaratan ve yaşatan haz.Allah’a isyan
etmekle, olabilecek en büyük suçu işlemişlerdir. Bu yüzden hesap günü
kendilerini savunmalarına dahi izin verilmez. Hatta seslerini çıkarmalarına
dahi fırsat tanınmaz. Aşağılanmış ve zavallı bir şekilde haklarındaki hükmün
verilmesini beklerler:
O gün, yalanlayanların vay haline. Bu, onların konuşamayacakları
bir gündür. Ve onlara özür beyan etmeleri için izin verilmez. O gün,
yalanlayanların vay haline. Bu, hüküm günüdür; sizi ve öncekileri ‘bir arada
topladık.’ Şayet kurabileceğiniz hileli bir düzeniniz varsa, durmaksızın bana
karşı kurun. O gün, yalanlayanların vay haline. (Mürselat Sûresi, 34-40)
Kafir o gün
kendi yaptıklarından şiddetle nefret eder ve kendi nefsine karşı da büyük bir
öfke duyar. Fakat Haz. Allah’ın onlara karşı duyduğu öfke çok daha büyüktür.
Küfredenlere şöyle seslenilir:
… Allah’ın gazablanması, elbette sizin kendi nefislerinize
gazablanmanızdan daha büyüktür. Çünkü siz, imana çağrıldığınız zaman inkar
ediyordunuz. (Mümin Sûresi, 10)
Allah’ın gazabıyla karşı karşıya kalan inkarcıyı büyük bir
umutsuzluk ve üzüntü kaplamış durumdadır. Öldürücü bir utanç içindedir ve hiç
dirilmemiş olmayı ister. Ölümün kendisini ebediyen yok etmiş olmasını diler.
Oysa artık anlamaktadır ki, ölüm bir son değil, yalnızca bir başlangıçtır.
Bundan sonra başka bir ölüm de yoktur. Haz. Allah’ın, “O inkâr edenler Müslüman
olmayı nice kereler dileyecekler.” (Hicr Sûresi, 2) ayeti de inkârcılar
üzerinde tecelli etmeye başlar.
Buna karşın,
müminler için de kolay bir hesap olacaktır. Mümin hesaptan sonra, büyük kurtuluş
ve mutluluğun coşkusuyla sevinç içindedir. Dünyadaki yaşamını, kendisini
yaratan ve doğruya yönelten Haz. Allah’ın istediği şekilde sürdürmüştür.
Günahlarını ise, sonsuz rahmet sahibi Haz. Allah affeder. Böylece Allah’ın
sınırsız nimetleriyle dolu cennete kavuşur, sonsuz ateş azabından da uzak
tutulur:
Ey insan,
gerçekten sen, hiç durmaksızın Rabbine doğru bir çaba harcayıp durmaktasın;
sonunda O’na varacaksın.
Artık kimin kitabı sağ yanından verilirse,
O, kolay bir hesap (sorgu) ile sorguya çekilecek,
Ve kendi yakınlarına sevinç içinde dönmüş olacaktır. (İnşikak
Sûresi, 6-9)
İnkârcıların Çaresizliği
İnkârcı o gün kendisinden her isteneni yapmak ister, ama
başaramaz; gücü, kuvveti alınmıştır. Secdeye davet edildiğinde secde etmek
ister, ancak bunu bile başaramaz. Tıpkı insanın kâbus görürken bir şeyi yapmak
isteyip de yapamaması, bağırmak isteyip de sesinin çıkmaması gibi. Eli ayağı
tutmaz hale gelir. Korku, dehşet ve çaresizlikten adeta felç olmuştur:
Ayağın üstünden (örtünün) açılacağı ve onların secdeye
çağrılacakları gün, artık güç yetiremezler. Gözleri ‘korkudan ve dehşetten
düşük’, kendilerini de zillet sarıp-kuşatmış. Oysa onlar, (daha önce)
sapasağlam iken secdeye davet edilirlerdi. (Kalem Sûresi, 42-43)
Kâfirin secdeye davet edilmesinin amacı onun, bunu
dünyadayken yapmamasından dolayı üzüntü ve pişmanlığının artması, bir daha da
sonsuza kadar, ne kadar çok istese de bunu yapıp telafi etmesinin imkânsız
olduğunu görmesi, bunun keder ve ümitsizliğini ebediyen içinde taşıması
içindir.
Kuran’ı
kerimde mahşer günü müminlerin ve kâfirlerin nasıl bir çehreye sahip
olduklarından da haber verilir. Müminlerin içlerindeki coşku yüzlerine
yansımış, ışıl ışıl bakmaktadırlar. İnkârcılar ise yaptıkları nankörlüğün ve
akılsızlığın farkına varır ve kendilerine isabet edecek azabı beklerler.
Müminlerin coşkulu, ışıltılı ifadelerine karşılık onların yüzlerine karartı ve
pislik çökmüştür:
Hayır; siz çarçabuk geçmekte olanı (dünyayı) seviyorsunuz. Ve
ahireti terk edip-bırakıyorsunuz. O gün yüzler ışıl ışıl parlar. Rablerine
bakıp-durur. O gün, öyle yüzler vardır ki kararmış-ekşimiştir. Kendisine, beli
büken işlerin yapılacağını anlamaktadır. (Kıyamet Sûresi, 20-25)
Cehennemin Gösterilişi
Genellikle, ahirette cehennemle yalnızca inkârcıların muhatap
olacağı sanılır. Oysa bu ancak kısmen doğrudur. Meryem Sûresi’ndeki ayetler,
mümin ya da kafir, tüm insanların cehennemin çevresinde diz çökeceğini haber
vermektedir:
İnsan demektedir ki: “Ben öldükten sonra mı, gerçekten diri
olarak çıkarılacağım?” İnsan önceden, hiçbir şey değilken, gerçekten bizim onu
yaratmış bulunduğumuzu (hiç) düşünmüyor mu? Andolsun Rabbine, biz onları da,
şeytanları da mutlaka haşr edeceğiz, sonra onları cehennemin çevresinde diz
üstü çökmüş olarak hazır bulunduracağız. Sonra, her bir gruptan Rahman’a karşı
azgınlık göstermek bakımından en şiddetli olanını ayıracağız. Sonra biz ona
girmeye kimlerin en çok uygun olduğunu daha iyi biliriz. Sizden ona girmeyecek
hiç kimse yoktur. Bu, Rabbinin kesin olarak üzerine aldığı bir karardır. Sonra,
takva sahiplerini kurtarırız ve zulmedenleri diz üstü çökmüş olarak
bırakıveririz. (Meryem Sûresi, 66-72)
Ayetlerden anlaşıldığı gibi, mahşer günü tüm insanlar
“cehennemin çevresinde diz üstü çökmüş olarak” hazır bulundurulacaklardır. Tüm
insanlar, mümin ya da kafir, cehennemin korkunç uğultusuna ve içindeki akıl
durdurucu görüntülere şahit olacaklardır. Ancak sonra müminler kurtarılır ve
kafirler diz üstü çökmüş olarak bırakılır. Daha sonra da cehennemin içine
atılırlar.
Müminlerin de
o topluluk içinde olmalarının hikmetlerinden birinin, cenabı Allah’ın azametini
daha iyi kavramaları ve O’na şükretmeleri olduğu düşünülebilir. Cehennem
ortamını yakından gören mümin, Haz. Allah’ın kendisine verdiği imanın ne kadar
büyük bir nimet olduğunu iyice kavrar. Çünkü şahit olduğu cehennem o kadar
korkunçtur ki, yalnızca o azaptan kurtulmuş olmak bile, insan için büyük bir
mutluluktur.
Mümin, cehenneme şahit olmakla, kıyas yapma imkânına sahip
olur. Böylece insana verilecek en güzel nimetleri barındıran, içinde ebedi
kalacağı cennetin değerini daha iyi anlar. Dünyada da acıdan kurtulmak büyük
bir nimettir. Örneğin dağ başında soğuktan donma tehlikesi geçiren biri için,
içinde ateş yanan köhne bir baraka, o an için en lüks otel odasından daha
güzeldir. Günlerce yemek yememiş birisi için kuru bir ekmek, normal zamanda
yiyeceği en mükellef ziyafetten daha lezzetli gelir. Acının sona ermesi, başlı
başına büyük bir sevinç, neşe, huzur ve dolayısıyla şükür kaynağıdır.
Cehennemi yakından görüp ondan kurtulan mümin, işte bu
sevince ulaşır. Bir de bunun üzerine cennet ile ödüllendirilmesi, Kuranı
kerimde sözü edilen “felah”ı (büyük kurtuluş ve mutluluk) eksiksiz bir biçimde tatmasını
sağlar. Var olan en büyük azabı gördükten sonra, cennete girip hayal gücünün
alamayacağı nimetlere kavuşan mümin cennetin değerini çok iyi bilir. Geri kalan
sonsuz hayatı boyunca da cehennem ortamını hiç unutmaz, bu sayede cennetten
aldığı zevk aynı oranda fazlalaşır.
Mahşer gününde insanlar, Araf (burçlar) üzerinde bulunan,
mümin ve kâfirleri yüzlerinden tanıyan kimselerin şu sözleriyle karşılaşırlar:
İki taraf
arasında bir engel ve burçlar (A’raf) üstünde hepsini yüzlerinden tanıyan
adamlar vardır. Cennete gireceklere: “Selam size” derler ki bunlar henüz
girmeyen fakat (girmeyi) ‘şiddetle arzu edip umanlardır.’ Gözleri cehennem
halkından yana çevrilince: “Rabbimiz, bizi zalimler topluluğuyla birlikte
kılma” derler.
Burcun üstündeki adamlar, kendilerini yüzlerinden tanıdıkları
(ileri gelen birtakım) adamlara seslenerek derler ki: “Ne (güç ve servet)
toplamış olmanız, ne büyüklük taslamanız (itibarınız) size bir yarar sağlamadı.
Kendilerine Allah’ın bir rahmet eriştirmeyeceğine yemin ettiğiniz kimseler
bunlar mıydı? (Cennettekilere de) Girin cennete. Sizin için korku yoktur ve
mahzun olmayacaksınız.” (A’raf Sûresi, 46-49)
Artık yaratılmışların en hayırlıları olan müminler (Beyyine Sûresi,
7) ile yaratılmışların en aşağılığı (Beyyine Sûresi, 6) olan inkarcıların
birbirlerinden sonsuza kadar ayrılmaları vaktidir. Ayırma günü Kur’an’ı kerimde
şöyle belirtilmiştir.
Ve resuller de (şahitlik için) belli bir vakitte getirildiği
zaman. (Bu,) Hangi gün için ertelenmişti? Ayırma günü için. Bu ayırma gününü
sana ne bildirdi? O gün, yalanlayanların vay haline. Biz, öncekileri helak
etmedik mi? Sonra arkadan gelenleri onların izinde yürüteceğiz. İşte Biz,
suçlu-günahkarlara böyle yapıyoruz. O gün, yalanlayanların vay haline.
(Mürselat Sûresi, 11-19)
Bu ayırma günü, ölümle başlar, dirilişle ve hesapla devam
eder ve insanların ebedi yurtlarına yollanmasıyla son bulur. Kaf Sûresi’nde
kafirlerin ve müminlerin ebedi yurtlarına yaptıkları yolculuk, şöyle anlatılır:
O, ölüm
sarhoşluğu, bir gerçek olarak gelip de, (insana) “İşte bu, senin yan
çizip-kaçmakta olduğun şeydir” (denildiği zaman da).
Sur’a da üfürülmüştür. İşte bu, tehdidin (gerçekleştiği)
gündür.
(Artık) Her bir nefis, yanında bir sürücü ve bir şahid ile
gelmiştir.
“Andolsun, sen
bundan gaflet içindeydin; işte Biz de senin üzerindeki örtüyü açıp-kaldırdık.
Artık bugün görüş-gücün keskindir.”
Onun yakını
olan (ve yanından ayrılmayan melek) dedi ki: “İşte bu, yanımda hazır durumda
olan şey.”
Siz ikiniz (ey melekler), her inatçı nankörü atın cehennemin
içine,
Hayra engel
olan, saldırgan şüpheciyi,
Ki o, Allah’la Celle Celâlüh beraber başka bir ilah
edinmişti. Artık ikiniz, onu en şiddetli olan azabın içine atın.
Onun yakın-dostu (saptırıcı) dedi ki: “Rabbimiz, ben onu
kışkırtıp-azdırdım. Ancak kendisi (haktan) uzak bir sapıklık içindeydi.”
(Haz. Allah
buyurur:) “Benim huzurumda çekişip-durmayın. Ben size daha önce ‘kesin bir
uyarı’ göndermiştim.
Huzurumda söz değişikliğe uğratılmaz ve Ben kullara zulmedici
değilim.”
O gün
cehenneme diyeceğiz: “Doldun mu?” O da: “Daha fazlası var mı?” diyecek.
Cennet de,
muttakiler için, uzakta değildir, (o gün) yakınlaştırılmıştır.
Bu, size vaat
olunandır; (gönülden Allah’a) yönelip-dönen (İslam’ın hükümlerini) koruyan,
Görmediği halde Rahman’a karşı ‘içi titreyerek korku duyan’
ve ‘içten Allah’a yönelmiş’ bir kalb ile gelen içindir.
Ona ‘esenlik ve barış (selam)la’ girin. Bu, ebedilik günüdür.
(Kaf Sûresi, 19-34)
Ölüm ile Başlayan Asıl Hayat
Ortalama 60-70 sene kadar kısa bir ömrü İslam’ın hükümlerini
koruyarak geçiren müminler ile tutkularının peşi sıra koşarak, Allah’ı ve din
gününü unutan kâfirlerin alacağı karşılık çok farklıdır. Bu farklılık ilk
olarak ölüm anında ortaya çıkar. Melekler müminlerin canlarını güzellikle
alırken, kâfirlerin canını zorluk içinde çıkarırlar. Melekler müminlere selam
verip, onları cennetle müjdelerler. Ayetlerde bildirildiğine göre, ruhları
bedenlerinden yumuşakça çekilip alınır. İnanan her kişi, kaçınılmaz olduğunu
bildiği ve bu yüzden yaşamı süresince hazırlık yaptığı sonsuz hayatın giriş
kapısı olan ölümle artık karşılaşmıştır.
İnkarcılar ise
hayatı boyunca kendisinden kaçıp durdukları, varlığını bildikleri halde gözardı
etmeye çalıştıkları ölümle, şiddetli sarsıntılar içinde karşılaşırlar.
Zebaniler ellerini onlara doğru uzatır, yüzlerine ve sırtlarına vurarak
ruhlarını en derinden acıyla sökerler ve onları alçaltıcı, yakıcı bir azaba
gönderirler(cenabı hak bizi böyle sondan muhafaza eylesin ). Bir ayeti kerimede
şöyle buyrulur:
Melekleri, onların yüzlerine ve arkalarına vurarak: “Yakıcı
azabı tadın” diye o inkâr edenlerin canlarını alırken görmelisin. (Enfal Sûresi,
50)
Müminler hayatları boyunca bu gün için hazırlanmışlar ve
Allah’a din gününde kendilerini küçük düşürmemesi için dua etmişlerdir. Al-i
İmran Sûresi’nin 194. ayetinde müminlerin bu duaları şöyle haber verilmektedir:
Rabbimiz, peygamberlerine va’dettiklerini bize ver, kıyamet
gününde de bizi ‘hor ve aşağılık kılma. Şüphesiz Sen, va’dine muhalefet
etmeyensin. (Al-i İmran Sûresi, 194)
Din gününde yaşanacaklar, müminlerin Allah’a karşı
korkularını artırmaktadır. Ancak Allah, müminleri o zorlu günün şerrinden
koruduğunu ayetinde şöyle bildirmektedir:
Çünkü biz, asık suratlı, zorlu bir gün nedeniyle Rabbimizden
korkuyoruz. Artık c.Allah, onları böyle bir günün şerrinden korumuş ve onlara
parıltılı bir aydınlık ve bir sevinç vermiştir. (İnsan Sûresi, 10-11)
Ayette de
görüldüğü gibi Haz. Allah’tan korkan ve ahiret günü için hazırlık yapan
müminler, yaptıkları hazırlığın bir karşılığı olarak din günü yaşanacak
zorluklara karşı korunacaklardır. Zorlu azap ise inkârcıları beklemektedir.
Din Gününde Müminlerin Durumu
O gün, mü’min erkekler ile mü’min kadınları, nurları önlerinde
ve sağlarında koşarken görürsün. “Bugün sizin müjdeniz, içinde ebedi kalıcılar
(olduğunuz), altından ırmaklar akan cennetlerdir.” İşte ‘büyük kurtuluş ve
mutluluk’ budur. (Hadid Sûresi, 12)
Din gününün korkusuna karşılık büyük bir güven içinde olan müminlerin
yüzleri bekledikleri karşılığı almanın güveni ve sevinci ile nurludur; onlar
mutluluk içindedirler. (Abese Sûresi, 39) Kuran’ı kerimde müminler ile
kafirlerin yüz ifadeleri arasındaki fark şu şekilde anlatılmaktadır:
Güzellik yapanlara daha güzeli ve fazlası vardır. Onların
yüzlerini ne bir karartı sarar, ne bir zillet, işte onlar cennetin halkıdırlar;
orada süresiz kalacaklardır. Kötülükler kazanmış olanlar ise; her bir kötülüğün
karşılığı, kendi misliyledir. Bunları bir zillet sarıp kaplar. Onları Allah’tan
(kurtaracak) hiçbir koruyucu yok. Onların yüzleri, sanki bir karanlık gecenin
parçalarına bürünmüş gibidir. İşte bunlar ateşin halkıdırlar; orada süresiz
kalacaklardır. (Yunus Sûresi, 26-27)
İnkarcılar ise iman edenlere yalvarmaktadırlar. Dünya
hayatında mücadele halinde oldukları müminlerin nurlarından istemektedirler. Bu
nurun anlamı bir aydınlık, güven ve bir sevinçtir. Sadece cenneti hak eden
insanlar üzerinde var olan bu nurdan, inkârcılar ne kadar isteseler de
faydalanamayacaklardır. Bu nurun kaynağı dünyada yapılan iyi işler olduğundan,
arkalarında hiçbir salih davranışı olmayan inkârcının buna sahip olması imkânsızdır.
Bu yüzden müminler tarafından onlara “Dünyaya dönün de bir nur arayıp bulmaya
çalışın” cevabı verilir. Konu ile ilgili olarak Kuran’da geçen ayet şu
şekildedir:
O gün, münafık erkekler ile münafık kadınlar, iman edenlere
derler ki: ” (Ne olur) Bize bir bakın, sizin nurunuzdan birazcık
alıp-yararlanalım.” Onlara: “Arkanıza (dünyaya) dönün de bir nur arayıp-bulmaya
çalışın” denilir. Derken aralarında kapısı olan bir sur çekilmiştir; onun iç
yanında rahmet, dış yanında o yönden azab vardır. (Hadid Sûresi, 13)
Müminler, dünyada Allah rızası için gösterdikleri çabaların
karşılığını almışlardır. Bu çabadan dolayı da hoşnutturlar. (Gaşiye Sûresi, 9)
Allah kendilerine tüm yaptıklarının en güzeliyle karşılık vermiştir. Zaten
beklentileri ve umut ettikleri de budur. Bundan dolayı hazreti Allah’a
şükrederler. “Bize olan va’dinde sadık kalan ve bizi bu yere mirasçı kılan Haz.
Allah’a hamd olsun ki, cennetten dilediğimiz yerde konaklayabiliriz” (Zümer Sûresi,
74) derler.
Müminlerin Alacağı Karşılık
İnkâr edenlere dünya hayatı çekici kılındı (süslendi). Onlar,
iman edenlerden kimileriyle alay ederler. Oysa korkup sakınanlar, kıyamet günü
onların üstündedir. Allah, dilediğine hesapsız rızık verir. (Bakara Sûresi,
212)
Ayette de
görüldüğü gibi görmedikleri halde Rabbimizden yana korku içinde olan ve kıyamet
saatini içleri titreyerek bekleyen müminler o gün Allah’ın koruması altında
olacaklardır. Müminlerin din gününde güvenlik içinde olacaklarını müjdeleyen
bir diğer ayeti kerimde şu şekildedir:
… O gün Haz. Allah, peygamberi ve onunla birlikte iman
edenleri küçük düşürmeyecektir. Nurları, önlerinde ve sağ yanlarında
koşar-parıldar. Derler ki: “Rabbimiz nurumuzu tamamla, bizi bağışla. Şüphesiz
Sen, herşeye güç yetirensin.” (Tahrim Sûresi, 8)
İnkar edenler benzeri görülmemiş bir aşağılanma içindeyken,
müminler din gününde hiçbir korku yaşamazlar. Haz. Allah’ın kendilerine vaat
ettiğine kavuşmanın sevinç ve neşesi içindedirler. Sağ ellerinden defterlerini
alıp, huzur içinde cennete sevk edilecekleri anı beklerler. Allah onlara
dünyada ve ahirette hiçbir nimeti yasaklamamış, tam tersine sonsuz nimetlerle
cevap vermiş, canlarını güzellikle almış ve din gününde de onları korumuştur.
Araf Sûresi’nin 7. ayetinde Haz. Allah’ın tüm nimetleri müminlere bahşettiği
şöyle bildirilir:
De ki:
“Allah’ın kulları için çıkardığı ziyneti ve temiz rızıkları kim haram
kılmıştır?” De ki: “Bunlar, dünya hayatında iman edenler içindir, kıyamet günü
ise yalnızca onlarındır.” Bilen bir topluluk için ayetleri böyle birer birer
açıklarız. (Araf Sûresi, 32)
Hesap anı bitip ateşi çılgınca kızıştırılmış olan cehennem
kendilerine gösterildikten sonra müminler cennete sevk olunurlar:
Rablerinden korkup-sakınanlar da, cennete bölük bölük sevk edildiler.
Sonunda oraya geldikleri zaman, kapıları açıldı ve onlara (cennetin) bekçileri
dedi ki: “Selam üzerinizde olsun, hoş ve temiz geldiniz. Ebedi kalıcılar olarak
ona girin.” (Zümer Sûresi, 73)
Kuran’ı
kerimde müminlerin sonsuz ahiret hayatında alacakları mükâfatlar ayrıntılı
olarak anlatılmaktadır. Tur Sûresi’nde ebedi yurdun nimetleri şöyle
sayılmaktadır:
Hiç şüphesiz muttakiler, cennetlerde ve nimet içindedirler;
Rablerinin verdikleriyle ‘sevinçli ve mutludurlar’. Rableri, kendilerini
‘çılgınca yanan cehennemin’ azabından korumuştur. Yaptıklarınızdan dolayı
afiyetle yiyin ve için.” Özenle dizilmiş tahtlar üzerinde yaslanmışlardır. Ve
Biz onları iri-ceylan gözlü hurilerle evlendirmişiz. İman edenler ve soyları
kendilerini imanda izleyenler; Biz onların soylarını da kendilerine
katıp-ekledik. Onların amellerinden hiçbir şeyi eksiltmedik. Her kişi kendi
kazandığına karşılık bir rehindir. Onlara, istek duyup-arzuladıkları
meyvelerden ve etten bol bol verdik. Orada bir kadeh kapışır-çekişirler ki,
onda ne ‘boş ve saçma bir söz’, ne günaha sokma yoktur. Kendileri için (hizmet
eden) civanlar, etrafında dönüp dolaşırlar; sanki (her biri) ‘sedefte saklı
inci gibi tertemiz, pırıl pırıl.’ Kimi kimine dönüp sorarlar Dediler ki: Biz
doğrusu daha önce, ailemiz (yakın akrabalarımız) içinde endişe edip-korkardık.
Şimdi Allah, bize lütufta bulundu ve ‘hücrelere kadar işleyen kavurucu’ azabdan
korudu. Şüphesiz, biz bundan önce O’na dua (kulluk) ederdik. Gerçekten O,
iyiliği bol, esirgemesi çok olanın ta kendisidir. (Tur Sûresi, 17-28)
Kâfirler Zor, Müminler Kolay Bir Hesaba Çekilirler
Dünyadaki yaşamlarını haz. Allah’ın gösterdiği yolu
bırakarak, kendi istek ve tutkularına uyan ya da içinde bulundukları toplumun çarpık
değer ve inançlarına göre yaşayan inkârcıların hesabı çok zorlu olacaktır. O
gün onlara karşı ne bir acıma, ne bir şefkat vardır, ne de azabı üstlerinden
hafifletecek bir güç… Bunun en büyük sebebi kendilerine dünyada Allah’ın
varlığına dair hatırlatıcılar gelmesine rağmen Allah’ın sınırlarını
korumamaları ve dünyaya tekrar gönderilseler de korumayacak olmalarıdır. Bu,
Kuranı kerimin ayetleri ile haber verilmiş kesin bir gerçektir:
Ateşin üstünde durdurulduklarında onları bir görsen; derler
ki: “Keşke (dünyaya bir daha) geri çevrilseydik de Rabbimizin ayetlerini
yalanlamasaydık ve mü’minlerden olsaydık. Hayır, önceden saklı tuttukları
kendilerine açıklandı. Şayet (dünyaya) geri çevrilseler bile, kendisinden
sakındırıldıkları şeylere şüphesiz yine döneceklerdir. Çünkü onlar, gerçekten kâfirlerdir.
(En’am Sûresi, 27, 28)
Hesaplarını
verirken bir yandan kızıştırılan cehennem onları bekler. Hiçbir yaptıkları
gözardı edilmeden yaptıklarının karşılığını görmek üzere cehenneme yollanırlar.
Bir ayeti kerimede o büyük hesap şöyle anlatılır:
Sahifeler (amel defterleri) açıldığı zaman, Gök,
sıyrılıp-yüzüldüğü zaman, Cehennem ateşi çılgınca kızıştırıldığı zaman, Cennet
de yakınlaştırıldığı zaman (Artık her) Nefis, neyi hazırladığını
bilip-öğrenmiştir. (Tekvir Sûresi, 10-14)
Müminler için
ise oldukça kolay bir hesap olacağı, İnşikak Sûresi’nde bildirilmiştir:
Ey insan,
gerçekten sen, hiç durmaksızın Rabbine doğru bir çaba harcayıp durmaktasın;
sonunda O’na varacaksın. Artık kimin kitabı sağ yanından verilirse, O, kolay
bir hesap (sorgu) ile sorguya çekilecek ve kendi yakınlarına sevinç içinde
dönmüş olacaktır. (İnşikak Sûresi, 6-9)
Müminler dünyadaki yaşamlarını, kendilerini yaratan ve
doğruya yönelten Rabbimiz’in istediği şekilde sürdürmüşlerdir. Günahlarını ise
sonsuz rahmet sahibi olan Allah affedecektir. haz.Allah pek çok ayette iman
edip salih amellerde bulunanların, günahlarını iyiliklere çevirip
bağışlayacağını bildirmiştir. O gün Rabbimiz’in vaat ettiklerine kavuşan
müminlere Haz. Allah şu şekilde buyurmaktadır:
Ey mutmain (tatmin bulmuş) nefis, Rabbine, hoşnut edici ve
hoşnut edilmiş olarak dön. Artık kullarımın arasına gir. Cennetime gir. (Fecr Sûresi,
27-30)
Böylece
müminler Allah’ın kendilerine olan fazlı ve ihsanı sayesinde sonsuz ateş
azabından kurtulur ve Rabbimiz’in sınırsız nimetleriyle dolu olan cennete
kavuşurlar. Kendisine “Cennete gir” denilen müminin cevabı Kuran’ı kerimde şu
şekilde haber verilmektedir:
(Onlar da) Dediler ki: “Bize olan va’dinde sadık kalan ve
bizi bu yere mirasçı kılan Allah’a hamd olsun ki, cennetten dilediğimiz yerde
konaklayabiliriz. (Salih) Amellerde bulunanların ecri ne güzeldir. (Zümer Sûresi,
74)
Cenab-ı hak son nefesimize kada son nefesimiz dahil imandan
itaatten allah yolunda hizmetten ayırmasın.
Huzuru ilahide Rasülullahın Livaül Hamd sancağı altında
olanlardan eylesin!
(Alıntı)
Yorumlar
Yorum Gönder