Dini Konularda Kendini Kandırmanın 40 Yolu
Dini
Konularda Kendini Kandırmanın 40 Yolu
Dini yükümlülüklerini yerine getirmemek
için hem kendini, hem de çevresini kandırmada her türlü kurnazlığa aklı eren
ama Allah'ın apaçık emir ve delilleri karşısında kör, sağır ve dilsiz kesilen
insan. Allah'ın tüm uyarılarına rağmen şeytanın adımlarını izleyen, kendisini
Allah'a beğendirmesi gerekirken Allah'tan başka herkese kendini beğendirme
derdine düşen insan.
Zaten bir gün kaçınılmaz olarak
yüzleşeceğimiz hatalarımızla hemen yüzleşmek varken bunu ertelemek neden ve
nereye kadar?
1- BENİM KALBİM TEMİZ
"Benim kalbim temiz" ifadesi sıklıkla karşılaştığımız bir
cümledir. Hatta bu durum öyle boyutlardadır ki neredeyse kalbi temiz olmayan
tek bir kişinin bile var olmadığını düşünebilirsiniz. Şüphesiz insan için en
tehlikeli olanı, kalbinin temiz olduğu iddiasıyla dini buyrukları dikkate
almamasıdır.
Bunun için ileri sürülen bahaneler
genellikle "Ben namaz kılmam, oruç tutmam, ama kalbim temiz"
şeklindeki yaklaşımlarla ibadetleri önemsizleştirme ya da dinin tüm emir ve
yasaklarını "Allah'ın insanlardan istediği temiz bir kalbe sahip olmaları
değil mi?" şeklindeki kişisel anlayış ve yorumlara dönüştürmekle gösterir
kendini. Öyle kişilerdir ki onlar, günahın büyüklerinden ve iğrençliklerden
çekinip kaçınırlar. Bazı küçük sürçmeler hariç.
Hiç kuşkusuz, senin Rabbin affı geniş
olandır. Sizi en iyi bilen O'dur: 'Hem sizi topraktan oluşturduğu zaman, hem de
annelerinizin karınlarında ceninler halinde bulunduğunuz zaman. O halde kendi
kendinizi temize çıkarmayın; kimin sakındığını en iyi bilen O'dur.' Ayette de
dikkat çekildiği gibi kimse kendini temize çıkartmaya çalışmamalıdır.
2- DİNLERİN ÖZÜ İYİLİKTİR
İnsanı gaflete düşüren ve kendini kandırmasına sebep olan bir diğer yanılgı
ise, kalp temizliği iddiasına benzer şekilde tarih boyunca gelen tüm dini
buyrukların iyiliğe indirgenmesidir. Bu iddiada bulunan kişiler, kendilerini bu
duruma o denli inandırmışlardır ki, hani Kur'an'ı bilmeseniz, kurdukları
cümleleri ayet sanırsınız.
Bazı insanlar gerçekten de iyilik
yapmayı seven, kimseye kötülüğü dokunmayan, şunu bunu arkasından çekiştirmeyen,
hayır işlerinde sorumluluk alan kişiler olabilirler. Ancak insan bilmelidir ki
tüm bu sayılanlar ve benzerleri zaten Allah'a inandığını ifade eden kişilerde
bulunması gereken, dini buyruklara uygun olan doğal davranışlardır.
“Onları, bizim buyruğumuzla yol alan
önderler yaptık. Onlara iyilikler yapmayı, namaz kılmayı, zekât vermeyi vahiy ettik.
Onlar, yalnız bize kulluk ediyorlardı." Tüm dinlerin özü iyi insan
olmaktır" diyerek dini sorumluluklardan kurtulmak mümkün değildir.
İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı
tarafına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik, o kimsenin yaptığıdır ki, Allah'a,
ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır. (Allah'ın rızasını
gözeterek) yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenenlere ve
kölelere sevdiği maldan harcar, namaz kılar, zekât verir. Antlaşma yaptığı
zaman sözlerini yerine getirir.
Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında
sabreder. İşte doğru olanlar, bu vasıfları taşıyanlardır. İşte bunlardır takva
sahipleri. Yine, tek başına inanmak ya da ibadet etmek de Kur'an'da dikkat
çekilen inanan profili için yeterli değildir. İnanmak ve hayırlı işler yapmak
pek çok ayette bir arada geçen ve övülerek önemine dikkat çekilen inanan
özellikleridir.” Allah, inanıp hayra ve barışa yönelik işler yapanlara vaatte
bulunmuştur: Onlar için bir bağışlanma ve büyük bir ödül vardır.”
3- İLERİDE NASIL OLSA YAPARIM
Özelde ülkemiz, genelde ise diğer Müslüman ülkeler dikkate alındığında,
toplumun büyük oranda Allah'a inanan kişilerden oluştuğu görülür Gerek okul,
gerekse iş ortamında bir arada olduğunuz insanlarla dini konularda konuştuğunuz
zaman, genellikle çoğu kişinin inancının gereğini yerine getirmediğinin
farkında olduğunu, bunun için çeşitli bahaneler öne sürmelerinin yanında dini
vazifelerini ileriki yıllarına ertelediklerini görebilirsiniz.
Öncelikle ifade etmek gerekir ki,
insanın Allah'a olan kulluğu ana rahmine düştüğü andan başlayarak, son nefesini
vereceği ana kadar devam eder. Dolayısıyla inanan bir insanın ömrü iyi bir eğitim
için yetişme, dünya için çalışıp çabalama ve inancının gereklerini yerine
getirme şeklinde evrelere ayrılamaz. İnanan kişi tüm eylemlerinde inancının
gereğini yerine getirmeyi öncelemelidir
“Allah, günahlarınızı affetsin ve sizi
belirli bir süreye kadar ertelesin. Çünkü Allah'ın eceli geldiğinde ertelenmez.
Bir bilebilseydiniz!”
“And olsun akıp giden zamana ki insanlar
zarardadır. Ancak inanıp iyi işler yapanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler
ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka.”
Kendince yapılması gerekli gördüğü
şeyler için katlanmadığı zorluk kalmaz. Konforlu bir evde oturmayı ya da lüks
bir arabaya binmeyi ileriki yaşlarına ertelemez. Hemen edinmek ister bunları.
Maaşının yükselmesi için sabırla yılların geçmesini de beklemez. Hemen ve kısa
yoldan zenginleşmek ister. Sahip olduğunda kendisini mutlu edeceğine inandığı
şeyleri elde etmek için çırpınır. Oysa farkında değildir insan; ertelediği
şeyin var olma sebebi olduğunun.
“Hayır, hayır! Siz hemencecik geleni
seversiniz. Ve sonradan geleceği terk edersiniz.”
“Bunlar, hemen gelecek olanı seviyorlar
da ötelerindeki zorlu bir günü ihmal ediyorlar.”
Evet, insan peşinen elde ettiği şeyi
sevmekte, imtihan edilmek üzere geldiği ve sonsuz yaşamını belirleyecek olan
ömrünü ise bu peşin şeyler uğruna tüketmektedir. Oysa farkında olmadığı bir
gerçek vardır; sahip olduğu gerçek değerler, kazanarak elde ettikleri değildir
insanın.
Koca bir ömür dediği şey o kadar boş
uğraşlar içinde geçer ki insanın, örneğin 60 yıl yaşadığını sanan biri günde 8
saatten 20 yıl uyur. Kalan 40 yılda da ayakta uyur. Ömür dediğin; işte budur.
4- NASIL OLSA ALLAH AFFEDER
İnanan ama nefsine yenildiği için
inancının gereklerini yerine getiremeyen insanların bir kısmının yapamadıkları
şeylerden dolayı vicdan azabı duydukları görülür. Bir kısım insanlar ise
hataları sebebiyle pişman olmalarına rağmen Allah'ın affedici oluşuna güvenerek
hatalarını tekrar ederler.
Peygamberler dahi affedilmeyi
umarlarken, örneğin Hz. Yusuf Allah'a: "Rabbim, sen bana mülk ve
saltanattan bir nasip verdin. Olayların ve düşlerin yorumundan bana bir ilim
öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan! Benim dünyada da âhirette de Velî'm
sensin. Beni Müslüman sana teslim olmuş olarak öldür ve beni barışsever,
hayırlı kullar arasına kat" diye dua ediyorken, kimse nasıl olsa Müslümanız,
bir şekilde kurtuluruz ya da Allah nasıl olsa affeder zihniyeti ile günahlara
cesaretle dalamaz.
Kur'an bu konuda da uyarır
insanları: “Ey insanlar, Allah'ın va'di gerçektir; sakın dünya hayatı sizi
aldatmasın, o aldatıcı, sizi Allah(ın affına güvendirmek sureti) ile
aldatmasın.” “O yaman aldatıcı, sizi Allah ile aldattı.”
Kimi kötü niyetli kişiler ayetleri dahi
kullanarak aslında karşısındakinin iyiliğini istedikleri konusunda Allah'ı da
tanık tutarlar. Kişi ise farkında olmadan bu kişilerin sözüne itibar ederek
"Ne yapalım ben de insanım" der. Oysa, ayetler uyarır insanı. Bu gibi
kişiler dost görünümlü düşmanlardır: “İnsanlardan öylesi vardır ki, onun dünya
hayatına ilişkin sözü senin hoşuna gider ve o, kalbindekine Allah'ı tanık tutar.
Oysaki o, düşmanların en yamanıdır.” Bazı insanların düştüğü bir başka hata ise
"Cehennemde biraz yandıktan sonra nasıl olsa cennete gireriz"
düşüncesidir.
Oysa insanın aklından hiç çıkarmaması
gereken tartışmasız bir gerçek vardır hayatta: Nereye gidiyoruz? Hep birlikte
ölüme! Peki, yaşarken gittiği her yere hazırlık yapan insan, neden hazırlık
yapmaz ölüme? Ölüme çare yok madem, hazır olmak gerek her dem.
5- NASIL OLSA AFFEDİLMEM ARTIK
Şeytanın insanı kandırma yollarından
birinin Allah'ın rahmeti ile aldatma olduğu ifade edilmişti. Ancak bunun tam
aksi ile de kandırmaya çalışır şeytan insanı. İnsanların bir kısmı işledikleri
günahları sebebiyle çok kötü bir insan olduklarına ve artık geçmişte yaşamış
oldukları hayattan pişmanlık duysalar da affedilmelerinin mümkün olmadığına
inanırlar. Oysa Kur'an ayetleri bu konuda da uyarılarda bulunur: De ki:
"Ey benlikleri aleyhine sınırı aşan/aşırı giden kullarım! Allah'ın
rahmetinden ümit kesmeyin! Allah, günahları tümden affeder. Çünkü O, mutlak
Gafur, mutlak Rahim'dir.”
“Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin;
çünkü Allah'ın rahmetinden inkâra sapanlar topluluğundan başkası ümit kesmez.”
"Allah'a karşı hatam çok olduğundan
dua ve ibadet etmeye yüzüm yok," "İrademe yenildiğim için
hatalarımdan vazgeçemiyorum" şeklinde söylemler ile farkında olmadan kişi
kendini daha da uzaklaştırır Rabbinden.
Yeter ki kişi kendini kandırmadan
hatalarından vazgeçerek temiz bir kalp ile Rabbine yönelmek istesin. İnsan için
af ve tövbe kapısı sonuna kadar açıktır. “Rabbiniz içlerinizdekini daha iyi
bilir. Eğer siz iyi kişiler olursanız şüphesiz O, tövbe edenleri
bağışlayandır.”
Kişi, Rabbinin rahmetinden ümit
kesmemeli ve gönülden şunu bilip tekrar etmelidir: Ey Rabbimiz! Günahlarımız
boyumuzu aşsa da aşamayacağı tek şey senin rahmetindir. Sen bizi merhametinle
kuşat, rahmetinle sevindir.” Rabbinizden af dileyin! O, bağışlamayı çok
sevendir.
6- ÇALIŞMAK DA İBADETTİR
Bazı insanların en çok sevdiği ve bir
anlamda dillerine slogan edindikleri bir cümledir çalışmanın da ibadet olduğu.
Ancak anlamakta güçlük çekiyor insan. Bu nasıl bir ibadettir ki diğer tüm
ibadetlerin göz ardı edilmesini haklı çıkarabilmektedir.
Oysa inananlar bilir; yerde de gökte de
mülk ve yönetim yalnız Allah'ındır. Kur'an ayetleri bu konuya şu şekilde dikkat
çekerken aynı zamanda örnek bir inanan profilini de ortaya koymaktadır: “Öyle
kişiler vardır ki ne ticaret, ne alışveriş onları Allah'ı hatırlamaktan, namazı
kılmaktan, zekâtı vermekten alıkoyamaz. Onlar kalplerin ve gözlerin döneceği
günden korkarlar.”
Kısacası, dini konularda ileri sürülen
bahaneler sadece Allah'a ve dine gereken önemi vermeyen insanlar tarafından
değil, Allah'a ve dine önem verdiğine inanan ya da bunun için çalışan insanlar
tarafından da ileri sürülmektedir. Şeytani tuzaklardan korunmak için sürekli
olarak Allah'a sığınmak, uyanık ve dikkatli olmak ve nefsimize hoş gelen
şeyleri imanımızın önüne bahane olarak getirmekten sakınmak gerekir.
7- NEFSİME SÖZ GEÇİREMİYORUM
Allah'ı ve buyruklarını dikkate almadan
yaşayan etrafınızdaki kimi insanlara hatalarından vazgeçmeleri için nasihat
ederek onlara Allah'ın ayetlerinden örnekler verdiğinizde zaman zaman "Abi
haklısın ama ne yapayım nefsime söz geçiremiyorum," "Dünya nimetleri
tatlı geliyor," "İbadetlere üşeniyor, vakit bulamıyorum"
şeklinde bahanelere sığındıklarını görüyorsunuz.
Nasiplendirildiğiniz şeyler şu iğreti
hayatın yararından ve süsünden ibarettir. Allah'ın katındaki ise daha hayırlı
ve daha süreklidir. Hâlâ aklınızı işletmeyecek misiniz? “Nefsini temizleyip
arındıran, gerçekten kurtulmuştur. Ve onu (isyanla, günahla) örtüp saran da
elbette yıkıma uğramıştır.”
Hatalardan uzak durulamamasına
gösterilen nefse söz geçirememe bahanesi aynı şekilde yükümlü olunan kulluk
vazifeleri ve ibadetlerin yerine getirilememesinde de ileri sürülür çoğu zaman.
Arkasına sığınılan bahaneler ancak şu
geçici dünya hayatında paravan vazifesi görebilir insana. Ahirette ise yoktur
sığınılacak kimse; Allah'tan başka. Bununla birlikte esasen insan da kendi
durumuna ve ileri sürmüş olduğu bahanelere tanıktır, ama düşünmeyerek yaşadığı
için, hesap günü dünyadayken ileri sürdüğü bahaneler bir fayda sağlamaz
insana.” Der ki insan o gün: "Kaçılacak yer nerede?" Hayır, sığınacak
herhangi bir yer yok. O gün varıp durulacak yer, sadece Rabbinin huzurudur. O
gün, önceden takdim ettikleri ve erteledikleri şeyler insanın önüne getirilir.
Doğrusu, insan kendi kendisine tanıktır. Dökse de ortaya tüm mazeretlerini.”
8- EMİRLERİNE UYAMIYORUM AMA ALLAH'I ÇOK
SEVİYORUM
Bazı insanlarla konuştuğunuzda
hayatlarında dini pratiklere yönelik pek bir şeyin bulunmadığı, ancak Allah'ı
çok sevdiklerini ifade ettikleri görülür. Şüphesiz kulun Rabbini gönülden
sevmesi çok önemlidir. Ancak bazen bu anlayış insanın kendini kandırmasına
sebep olabilmektedir.
Dinde sevgi de vardır, hoşgörü de
vardır, Allah'ın Kur'an ayetleri ile belirlemiş olduğu emir ve yasaklar da
vardır. "Ben sadece Allah'ı severim, bu da bana yeter" anlayışında
olmak Kur'an'da tarif edilen inanan profiline uygun değildir. Hiç şüphesiz
inananlar Allah'a sevgide çok taşkındırlar: “İnsanlar içinde öyleleri vardır ki,
Allah dışında bazılarını Allah'a eş tutarlar da onları Allah'ı sevmiş gibi
severler. İman sahipleri ise Allah'a sevgide çok kararlı ve taşkındır.”
“İnananlar ancak, Allah anıldığı zaman
kalpleri titreyen, kendilerine Allah'ın ayetleri okunduğunda imanlarını artıran
ve yalnız Rablerine dayanıp güvenen kimselerdir.”
“Onlar öyle insanlardır ki, Allah
anıldığında kalpleri titrer; başlarına gelene sabrederler, namazı gözetirler.
Ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan infak ederler. “Ayetlerden de görüldüğü
gibi inanan insanların Allah'ın ayetlerine de Allah'a olan kulluk vazifelerine
de duyarsız kalmaları söz konusu değildir. Gerçek sevgi, gerçek bir teslimiyet
yani teslimiyetin gönülden ve samimi bir şekilde ifade edilmesiyle mümkün
olabilir.
9- HERKES BÖYLE YAŞIYOR
İnançlı olduğunu ifade eden insanların
önemli bir kısmının kendilerini inançsız insanlardan ayıracak nitelikler
taşımadıklarını gördüğünüzde, ilk başta oldukça şaşırabiliyorsunuz. Ardından
nedenini sorguladığınızda açık bir gerçeği fark etmeniz uzun sürmüyor.
İnsanların Allah var demelerine rağmen, yokmuş gibi yaşamalarının ardındaki en
öncelikli nedenin etraflarındaki kalabalık yığınların da benzer şekilde
yaşamalarından kaynaklandığını anlıyorsunuz.
Çoğu insan "İnsan hayattan ne
bekleyip, ne isteyebilir ki?" sorusunu soruyor kendine. "Herkes böyle
yapmıyor mu?" diye içinde bulunduğu durumu savunuyor bir de. Oysa Kur'an'a
göre çoğunluğa uymak hakikat adına bir şey ifade etmez: “Yeryüzündeki
insanların çoğunluğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırırlar. Sadece sanıya
uyarlar onlar ve sadece saçmalarlar.”
Yine Kur'an ayetleri dikkatli bir
şekilde okunduğunda çoğunluğunun değer açısından hakikat karşısında bir şey
ifade etmediği görülür. İnsan etrafındaki çoğunluktan güç alarak kendini
kandırsa da Allah'ı kandıramaz. Kandıramayacağı gibi güç aldığı kalabalıklar
ahirette ona yardımcı olamaz. Hüküm sürdüğünüz hayatı size verene hesap verilir
ahirette ve hiç şüphesiz Allah'ın hesabı şaşmaz, zerre ağırlığınca bir şey olsa
dahi Allah onu insanın önüne getirir; unutmaz.
Aslında insan kendini kandırarak çeşitli
bahaneler ileri sürse de Kur'an ayetlerinin açık bir şekilde dikkat çektiği bir
gerçeği unutur çoğu zaman: “(İnsan) Kimsenin kendisini görmediğini mi sanıyor?”
10- AİLEMDE YA DA YETİŞTİĞİM ÇEVREDE
GÖRMEDİM
Çevrenizdeki bazı insanların
yaşantılarına baktığınızda dini gereklilikleri yerine getirmek adına tek bir
belirti dahi görmeniz mümkün değildir. Kendileri ile konuştuğunuzda size hak
verdiklerini ama ailelerinde ya da yetiştikleri çevrede daha önce böyle
şeylerle karşılaşmadıklarını, bu konularda hiç düşünmediklerini bahane
ettiklerini görürsünüz.
Hiç bilmediği ama şimdi içinde bulunduğu
şartlar sebebiyle öğrenmek ve bizzat kendi başına yapmak durumunda kaldığı
sayısız şey olur insanın hayatı boyunca. Ve kişi ne yapar eder öğrenir bu
şeyleri.
Hiçbir bahane ardına sığınılamaz iş
işten geçip de hesap görüldükten sonra. Çünkü istediği takdirde akıl erdirip
gerçeği görebileceği bir süre verilmiştir insana: “(Cehennem ateşi) İçinde
onlar (şöyle) çığlık atarlar: 'Rabbimiz, bizi çıkar, yaptıklarımız yerine
hayırlı işler yapalım.' Size orada (dünyada), öğüt alabilecek olanın öğüt
alabileceği kadar ömür vermedik mi? Size uyaran da gelmişti. Öyleyse (azabı)
tadın; artık zalimler için bir yardımcı yoktur.”
11- HACIDAN HOCADAN KORKACAKSIN
Söz konusu bahanenin özellikle halkın
belirli bir kesimi tarafından her fırsatta dile getirildiği ve münferit
hadiselerin genelleştirildiği görülmektedir. Yapılan hata ya da işlenen suç
kendi başına hata ve suçtur. Kimin tarafından yapılıp yapılmadığı ancak ikinci
üçüncü dereceden önemli olabilir. 'Dindar' olan ya da o şekilde algılanan bir
kişinin işlediği suç da herkes gibi kendisini bağlar. Çünkü bu suçu işlemesinin
sebebi dini inancı değil, kendisidir.
Dindar insanlardan ahlâk dışı
davranışların beklenmemesi gayet doğaldır. Ancak burada önemli olan kişilerin
olaylar karşısındaki algılarında samimi olup olmadıklarıdır. İnsanlar
işledikleri bir suç karşısında kendilerini temize çıkarmak için dindarların ya
da dindar geçinenlerin de benzer şeyler yaptıklarını söyleyebilir. Ya da dine
inanmak istemediği için özellikle kötü örnekleri seçip bu örnekler üzerinden
dine ve tüm dindarlara iftirada bulunmak da istiyor olabilir.Din, daha ziyade
insanların manevi dünyalarına hitap eden yönüyle kötü niyetli insanların elinde
yanlış yorumlanmaya maruz bırakılabilir.
Koşulsuz güvenilip bağlanılacak tek söz
yalnızca ilâhî kelâm olan Kur'an'dır. Bu yüzden dini konulardaki iddia ve
öğretiler kabul edilmeden önce mutlaka Kur'an süzgecinden geçirilmelidir.
Allah'a iman, insanın tüm yaşamını olumlu yönde etkilemelidir. Eğer
etkilemiyorsa ya kişide ya da kişinin imanında bir sorun var demektir. Din
'hacının hocanın' ya da herhangi başka bir kişi ve kurumun tekelinde değildir.
İnsanlık için indirilmiştir.
12- DİNDARLAR SAMİMİ GELMİYORLAR BANA
İnsanların bir kısmının, dini gerektiği
gibi yaşamamasına neden olarak ileri sürdüğü gerekçelerden muhtemelen en
samimiyetsiz olanı, dindar kişileri samimi bulmadıkları yönündeki
önyargılarıdır. Bazı insanların dindar görünerek insanları kandırmaya
çalıştıkları doğru olabilir. Ancak bu, tek başına tüm dindarlara karşı
önyargılı olunması için geçerli bir sebep olamaz.
Bir kişi 'dindar' ve aynı zamanda
gerçekten samimiyetsiz biriyse bu samimiyetsizliğinin sebebi din değildir
hiçbir surette. Kişinin bireysel durumuyla alakalı hiçbir konu inandığını ifade
ettiği dine bağlanamaz. Bununla birlikte şayet gerçekten de bir kişi
samimiyetsiz bir şekilde dindar görünmek istiyorsa bu o kişiyi bağlayan bir
durumdur. Bu da çok acınası bir durumdur.
Kur'an'da dikkat çekilir ve kınanır
dindar görünümlü sahtekâr ikiyüzlüler: “Gerçek şu ki, münafıklar (sözde),
Allah'ı aldatmaktadırlar. Oysa O, onları aldatandır. Namaza kalktıkları zaman,
isteksizce kalkarlar. İnsanlara gösteriş yaparlar ve Allah'ı ancak çok az anarlar.”
Hiç şüphesiz Allah kimin gösteriş içinde
ikiyüzlülük ettiğini en iyi şekilde bilmektedir: “Dini yalanlayanı gördün mü?
İşte yetimi itip kakan, yoksulu doyurmayı teşvik etmeyen odur. İşte (şu) namaz
kılanların vay haline ki onlar, namazlarında yanılgıdadırlar, gösteriş yapar,
hayra da mâni olurlar.”
13- BU KADAR KÖTÜLÜĞÜN VE KÖTÜNÜN OLDUĞU
YERDE BEN YİNE İYİYİM
İnsanın kendini kandırma yollarından ve
içine düştüğü önde gelen yanılgılardan bir diğeri de, kendini kötü örnekler ile
mukayese ederek aklamaya çalışma yanılgısıdır.
İnsan dini konularda hep kendinden kötü
durumlarda olanlarla kıyaslar kendini. Dünyevi konularda ise hep üstün durumda
olanlarla. Bu da insanın ayrı bir samimiyetsizliğidir. Çünkü olması gereken tam
tersidir esasen. Dünyevi bir eksiklikten şikâyet etmek yerine, sahip
olduklarından yoksun bulunan sayısız insanın varlığı, şikâyet değil şükür
sebebi olmalıdır kişi için
İnsanların bir kısmı yaptığı şeyleri o
denli meşrulaştırır ve kendini temize çıkarır ki bir an cennetin o kişi için yaratıldığını
sanırsınız! “Bakmaz mısın, şu benliklerini ak berrak gösterip duranlara! 55
İnsan kendi yaptığını daima abartır. Kendine göre dindarlık belirtisi saydığı
bir takım şeyleri yapıyor olmayı yeterli görür.”
Şeytan da boş durmaz tabiî,
şiddetle destekler bu zanları. "Yahu baksana bir etrafına; millet ne kadar
kötü sen iyisin iyi, hem de çok iyi" vesvesesini düşürür insanın aklına.
İnsan nasıl olsa bir şekilde cennete girerim sanır. Oysa ayetler uyarır: “Yoksa
siz, Allah içinizden uğraşıp didinenleri seçmeden, sabredenleri seçmeden
cennete gireceğinizi mi sandınız?”
Oysa Kur'an ayetleri tokat gibi
vurur insanın yüzüne bu gerçeği: “O gün cehenneme: "Doldun mu?"
deriz. O ise: "Daha yok mu?" der. “Allah'ın cennetleri de cehennemleri
de alabildiğine geniştir. Herkese fazlasıyla yer vardır.
14- ŞEYTANA UYUYORUM
İnsanların bir kısmının
tekrarladıkları hatalar sebebiyle sürekli olarak şeytanı bahane ettiklerini ve
"Şeytana uyuyorum" sözü ile kendilerini savunmaya çalıştıklarını
görebilirsiniz. Oysa işin aslı, insanların iradelerine yenik düşmeleri
sebebiyle şeytanı bahane etmeleridir.
“Şeytanın adımlarını izlemeyin.
Çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır. “Şeytanın adımlarını izlemeyin. Kim
şeytanın adımlarını izlerse şeytan ona iğrençlikleri ve kötülükleri emreder.
“(Şeytan) onlara söz verir ve onları ümitlendirir; hâlbuki şeytanın onlara söz
vermesi aldatmacadan başka bir şey değildir.”
Oysa Kur'an şeytandan gelen
vesveselerden kurtulmanın formülünü verir insanlara: “Şeytandan bir dürtü seni
dürtüklediğinde hemen Allah'a sığın... “Aslında pek çoğumuz bir iş yapmadan
önce az çok biliriz yapacağımız bu işin doğru olup olmadığını ya da kimin
rızasına uygun olacağını. Ama söz geçiremeyiz nefsimize ve türlü bahaneler ile
görmezden gelerek bu gerçeği bile bile günaha sürükleriz kendimizi.
Şeytanın bizim apaçık bir
düşmanımız olduğunu ve bizi kötülüklere sürüklemek için elinden gelen her şeyi
yapacağını bilerek bizim de onu düşman bilmemiz gerektiği konusunda uyarıda
bulunur Kur'an bize.” Gerçek şu ki, şeytan sizin düşmanınızdır, öyleyse siz de
onu düşman edinin. O, kendi grubunu, ancak çılgınca yanan ateşin halkından
olmaya çağırır.”
Safını belirlemelidir insan. Kimin
tarafındasın? Yaratanın mı, aldatanın mı? Şeytanın tuzaklarına düşmekten
sakınarak safını belirlemeli ve bilmelidir insan: Hiç şüphesiz galip gelecek
olan Allah'ın taraftarlarıdır. “Kim Allah'ı, Rasûlünü ve iman edenleri dost
(veli) edinirse, hiç şüphe yok, galip gelecek olanlar, Allah'ın
taraftarlarıdır.”
15- PEYGAMBERLER VE ALLAH
DOSTLARI GİBİ OLAMAYIZ
İnsanlarla dini konularda sohbet
ettiğinizde ve özellikle tarih boyunca peygamberlerin ve gerçek inananların
Allah yolunda, O'nun rızasına uygun yaşamalarının bedeli olarak karşılaştıkları
zorluk ve sıkıntılardan örnekler verdiğinizde, bazı insanların "Biz kimiz
ki onlar gibi olalım" şeklinde yorumlar yaptıklarına şahit olursunuz.
Kur'an ayetleri, insanlar ibret ve
örnek alsınlar diye gönderilmişken ayetlerdeki hakikatleri sanki başkalarını
muhatap alıyor gibi okuyup dinlemek, insanların böyle yanılgılara düşmelerinin
sebeplerinden biri olsa gerek.
“İbrahim'le, beraberinde olanlarda
sizin için çok güzel bir örnek vardır. “Meryem'in oğlu, kendisine nimet
verdiğimiz ve İsrail oğullarına örnek yaptığımız bir kuldu. “Yemin olsun, Allah
resulünde sizin için, Allah'ı ve âhiret gününü arzu edenlerle Allah'ı çok
ananlara güzel bir örnek vardır. “Ayetlerden de görüldüğü gibi Allah'ın
peygamberleri ve yanlarındaki inananlarda insanlar için örnekler vardır.
Peygamberler de, yanlarındaki inananlar da her birimiz gibi insandılar. Üstün
insanlardı, ama insanüstü değillerdi.
16- DİNİ YAŞAYANLAR GENELDE
GELİR SEVİYESİ DÜŞÜK KİMSELER
Özellikle ülkemizde Allah'ı ve
ayetlerini gerektiği gibi takdir edememiş ve kendilerini 'elit' kişiler olarak
değerlendiren bazı kimselerin inancının gereklerini yerine getirmeye çalışan
kişileri, okumamış, gelir seviyesi düşük, görgüsüz ve cahil insanlar olarak
değerlendirdikleri görülür.
Okumuş ve kültürlü olmak dini
gereklerin yerine getirilmesine engelmiş gibi bir algıya sahip olan bu
kişilerin önemli bir kısmına sorsanız Allah'a inandıklarını ifade ederler.
Ancak söz ve davranışlarına baktığınızda Allah'ı da, dini de gerektiği gibi
kavrayamadıklarını anlarsınız
Kendini halk kalabalıklarından
ayrı gören ve dolayısıyla onların yaptıkları ibadetleri kendine yakıştıramayan
insanların kendilerini kandırmak için sayısız bahane bulmaları mümkündür.”
Onlara, "İnsanların inandığı gibi siz de inanın" dendiğinde,
"Yani biz de kafası çalışmayan zavallılar gibi mi inanalım?" derler.
Haberiniz olsun ki, kafası çalışmayan düşük seviyeliler onların ta
kendileridir; fakat bilmiyorlar.”
Ancak farkında olmadıkları bir şey
var ki, bu da kibirlenerek kendilerini üstün gördükleri şey alt sınıftan
gördükleri halk değil Allah'tır. İbadetleri kendine yakıştıramayan biri Allah'a
olan teslimiyetini kabullenmekten ya da fiili olarak ifade etmekten kaçınmaya
çalışan biridir. Oysa Kur'an ayetleri bu konuda da uyarılarda bulunur
insanlara: “Rabbiniz buyurmuştur ki: Dua edin bana, cevap vereyim size! Kibre
saparak bana ibadetten uzaklaşanlar, aşağılanmış bir halde cehenneme
gireceklerdir.”
Oysa inanan biri, Allah'a iman
etmenin ve kurallarına gerektiği gibi riayet etmek için çalışmanın yeryüzündeki
en onurlu şey olduğunun farkında olmalıdır. İnsanların üstünlüklerinin sahip
oldukları dünyevi imkân ve konumda değil Allah'a olan yakınlıklarında olduğunu
unutmamalıdır.
Her kim sanıyorsa kendini eşsiz
biri bilmeli; Allah'a yakınlığı kadardır insanın değeri. “Kibirlenerek
insanlardan yüzünü çevirme, yeryüzünde kasılarak yürüme. Allah, kurula kurula
kendini övenlerin hiçbirini sevmez.”
17- BANA DİNİ ANLATMASININ
ARDINDA BİR BEKLENTİSİ VAR MUTLAKA
Dini konularda insanların
faydasına olan çeşitli öğüt ve tavsiyelerde bulunmanız rahatsız edebiliyor
kimilerini. Üstelik bu tavsiyeleri olabilecek en uygun dil ve kibarlıkta
yapsanız da durum değişmiyor çoğu zaman. Ya da bazen çeşitli yakıştırmalara
maruz kalabiliyor, aslında ardınızda çok başka planlarınız olduğu şeklindeki
senaryoların kahramanı haline gelebiliyorsunuz.
İnsanların büyük kısmının
gerçeklerden ve bu gerçekleri onlara hatırlatacak kişilerden kaçmaları benim de
defalarca şahit olduğum ve etrafımda gözlemlediğim bir şeydir. Çoğu insan
aslında sizden hiçbir zarar görmemiş, hatta muhabbet ve iyilik görmüş olsa bile
yine de çok fazla yakın olmak istemez size. Sebebi sizin hayatınızın merkezinde
yalnız Allah'ın olması, etrafınızda ise sizin gibi gönülden Allah'a adanmış
samimi dostlarınızın bulunmasıdır
Öyle ki, kazara bir sürçme
yaşasanız da istemeden bir hata yapacak olsanız bunu fırsat bilip kendilerini
haklı çıkarmak için siperde beklerler. Ama Allah'a gönülden adanmış kişiler
Allah'ın izni ile onlara bu fırsatı vermezler.
Allah bizi doğru yola
ulaştırdıktan sonra ökçelerimiz üzerinde gerisin geriye mi dönelim? O kişi gibi
ki, şeytanlar kendisini ayartıp yeryüzünde şaşkın dolaşır hale getirmişlerdir.
Oysa onun, "Bize gel!" diye doğruya ve güzele çağıran arkadaşları
vardır." De ki: "Allah'ın kılavuzluğudur gerçek kılavuzluk. Âlemlerin
Rabbi Allah'a teslim olmakla emrolunduk biz."
İnsanlar kendilerini fazla
abartırlar. Olduklarından önemli kişiler olarak görürler. Başkalarının samimi
bir şekilde onların iyiliğini isteyebileceklerini anlayamazlar. "Acaba ne
beklentisi var" sorusunun cevabını aramaktan kendilerine verilen
nasihatlerden almaları gereken faydayı alamazlar.
“Allah bunların kalplerindekini
biliyor. Artık aldırma onlara; öğüt ver kendilerine ve nefisleri hakkında
etkili sözler söyle onlara. “İnsanların önemli bir kısmı dünyalık hesap, kitap,
beklenti ve menfaat peşinde olduğundan derdi dünya olmayan insanları
anlayamazlar.
18- BU KADAR HASSAS OLMA, İNCE
DÜŞÜNME
Müslüman bir toplum içinde dahi
dindar olmak lüks hale gelmiş adeta. Kur'an'da tarif edilen örnek bir inanan
olmaya çalıştığınızda en Müslüman geçinen insanlardan bile çeşitli tepkiler
alabiliyorsunuz. "Bu zamanda" diye başlayan cümleler vardır ki hiç
bitmek bilmez. "İşini bileceksin," "Akıllı olacaksın,"
"Fırsatları değerlendireceksin," "Dünyayı sen mi
kurtaracaksın," "Vakit nakittir" gibi sayısız sloganlaşmış kalıp
cümle ile aslında sizin çağa ayak uyduramadığınızı söylemek isterler bazı
kişiler.
Çoğu insan farkında değildir ama
insanın yaptığı her şey kayıt altına alınır. Ve zerre ağırlığınca hatta bundan
bile daha küçük olan her şey Hesap Günü kişinin karşısına getirilir. “Sen bir
iş ve oluşta bulunsan, Kur'an'dan bir şey okusan; siz herhangi bir iş yapsanız,
siz ona dalıp gitmişken biz üstünüzde mutlaka tanıklarız. Ne yerde, ne gökte
zerre ağırlığınca bir şey, ondan daha küçüğü de daha büyüğü de Rabbinden
uzakta/gizli kalmaz; tümü apaçık bir Kitap'tadır.”
Önemli olan insanın kendini
kandırmayı bırakarak hem dünyası, hem de ahireti için hayırlı olacak şeylere
karşı titiz davranması ve şeytanın tuzaklarına düşmekten korunmak için her daim
Allah'a sığınmasıdır. Aksi halde tüm yaşamı boyunca Allah'ın uyarılarından daha
fazla dikkate alması gereken daha ciddi bir şey olmadığını anlayacağı Hesap
Gününde, insanın işine yaramaz hiçbir bahane.
19- ELHAMDÜLİLLAH BİZ DE
MÜSLÜMANIZ
Halk arasında en fazla tekrarlanan
cümlelerden biri bu olsa gerek. Ama ne yazık ki genellikle yapılan uygunsuz bir
davranış karşısında uyarıda bulunduğunuz kişilerden duyarsınız bu sözü.
"Kardeşim bu yaptığın dinen sakıncalı değil mi?" dediğiniz bir
arkadaşınız ya da "Önce ekmeğinin derdine düşeceksin," "İş
ibadetten önce gelir," "Şimdi iş var akşam eve gidince kılarsın
namazını" cümlelerini söyleyen kişiler "Ama" ile başlayan bir
cümle dahi kurmanıza fırsat vermeden hemen yapıştırırlar savunmayı size:
"En nihayetinde biz de Müslümanız." Oysa hepimizin Müslüman olması
kişinin gerekçelerini haklı çıkarmaz şüphesiz.
“Tek başına inanmak yeterli
değildir. İnancın gereklerini yerine getirmek gerekir. “İnsanlar, inandık
demeleriyle kendi hallerine bırakılacaklarını ve hiçbir imtihana
çekilmeyeceklerini mi sandılar!“
İnsanların bahaneleri ve dini gerekleri
yerine getirmemeleri üzerine geliştirdikleri gerekçeler hiç bitmez. Şüphesiz
insanız ve hepimiz hatalar yaparız ama şayet bir hatamız varsa Müslüman
oluşumuzu hatamıza kalkan yapamayız. Aksine kendimizi kandırmayı bırakmalı,
olur olmaz bahanelerin ardına sığınmamalı ve hatamızı kabul ederek örnek bir
inanana yakışacak şekilde davranmalıyız. İşte o zaman gönül rahatlığı ile
"Elhamdülillah biz de Müslümanız" diyebiliriz.
20- ARTIK DEVİR DEĞİŞTİ
İnsanların dine bakışlarını çok
çeşitli başlıklar altında değerlendirmek mümkün elbette. Ancak
yaklaşımlarındaki samimiyet derecesini kestirmeniz zor olmaz çoğu zaman. Kimi
insan yerine getiremediği dini gereklilikleri sebebiyle utanç duyarken kimileri
kendince birtakım bahaneler ileri sürerler.
Bu bahanelerden muhtemelen en
rahatsız edici ve samimiyetsiz olanlarından biri artık devrin değiştiği ve
eskiden çeşitli sebeplerle haram edilmiş ya da yapılması emredilmiş şeylerin
artık geçerli olmadığı iddiasıdır.
İnsani kurallar, içinde bulunulan
dönemin ihtiyaçları doğrultusunda şekillenir, tecrübe ile değişikliğe
uğrayabilir ya da tamamen ortadan kalkarak tarihe gömülebilir. Ancak ilahi
kurallar yapısı itibariyle insani kurallardan farklıdırlar. Zaten aynı olmaları
da beklenemez çünkü aynı olsalar ilahi olamazlar. Dolayısıyla ilahi buyruklar
açısından devrin değişmesi ya da Müslümanın çağa ayak uydurması söz konusu
edilemez.
Bunu görebilmek için bahanelerin
ve asılsız gerekçelerin arkasından çıkmak, önyargılardan sıyrılmış ve tarafsız
bir bakış ile Kur'an'ı okuyup anlamak gerekir.
21- ÖNCE GELECEĞİMİ GARANTİ
ALTINA ALMALIYIM
Şeytanın insanları kandırma ve
onları çeşitli vesveseler ile yanılgı ve bahanelere sürükleme yollarından biri
de hiç şüphesiz insanların gelecek ile ilgili sahip oldukları endişe ve
kaygılardır. Daha annesinin karnındaki çocuğa meslek seçmekle başlarız bu
endişelere. Seçilen bu meslekler ise genellikle çok para kazanıp rahat edeceği
mesleklerden olur her ne hikmetse.
Daha küçük yaşlardan itibaren bu
gelecek kaygı ve endişesi ile büyüyen çocukların da tüm hedefleri geleceğini
garanti altına almaya endekslenir. Üstelik geleceği bile garanti olmayan
geleceği! Öyle ki çoğu insan kısa yoldan köşeyi dönme mantığı ile girer işlerin
içine. Kur'an ayetleri bu konuda da uyarılarda bulunur insanlara: “Şeytan sizi fakirlikle
korkutur, sizi görünür görünmez çirkinliklere sürükler, Allah ise size
kendisinden bir bağışlanma ve lütuf vaat eder.”
İnsanın gereksiz dünyevi endişelerinden
sıyrılması, bir gün öleceği gerçeğini unutmaması, geçici olana değil kalıcı
olana yatırım yapması, kısacası daldığı derin uykudan bir an önce uyanarak
Rabbinin çağrısına kulak vermesi gerekir. Kendince geleceğini garanti altına
aldığını sanıyorsa da nefes aldığı her an, Allah'a muhtaç olduğunu bilmelidir
insan. “Ertelenmesine Allah'tan izin çıkmayacak o gün gelmeden önce Rabbinizin
çağrısına uyun. O gün, sığınacak yeriniz olmayacak; yaptıklarınızı inkâr
etmeniz de mümkün olmayacak.”
22- DÜNYAYA BİR KERE GELİYORUZ
İnsanların dini esaslara uygun bir
hayat yaşamamak için ileri sürdükleri bahanelerden bir diğeri de "Gezip
eğlenmene bak, bir daha mı geleceğiz dünyaya" anlayışıdır. Kendi
varlığının da dünyaya geliş amacının da zerre kadar farkında olmadan yaşamı,
hayvanlar gibi yemek ve içmekten ibaret gören kişilerin sayısı yazık ki azımsanmayacak
kadar çoktur.
“Allah'ın sana verdikleri içinde
âhiret yurdunu ara, dünyadan da nasibini unutma. Allah'ın sana güzel davrandığı
gibi sen de güzel davran/Allah'ın sana lütufta bulunduğu gibi sen de lütufta
bulun. Yeryüzünde fesat isteyip durma, çünkü Allah fesat peşinde koşanları
sevmez.” Ayetlerdeki emir ve yasaklar hem beşeri hayata, hem de toplum hayatına
düzen ve intizam getirir. İnananları adaletin, barış ve kardeşliğin temin
edilmesi için çalışmaya sevk eder.
İnsanlar ölmeden önce yapmak istedikleri
şeylerin içinde Allah'ın rızasını ve ahiret saadetini hedefleyen tek bir şeye
dahi yer vermemekte. Bu nasıl bir hayat anlayışıdır ki, öncesi ve sonrası konu
edinilmez. Bu nasıl bir çelişkidir ki, Allah'ın emirlerine uymaya çalışan
insanlar hataları sebebiyle Allah'tan af dileyerek affedilmeyi umarken, Allah'a
inanmasına rağmen Allah yok gibi yaşayan insanlar bu kadar umursamaz
olabiliyorlar.
Oysa bilmelidir insan: Hayatı anlamlı
kılan ne yaşadıklarıdır ne de sahip oldukları. Hayatı anlamlı kılan, ahireti
için topladıklarıdır. “Ahiret yerine bu dünya hayatına mı razı oldunuz? Dünya
hayatının nimetleri ahiret hayatına oranla pek azdır.”
23- DÜŞÜNDÜRMEYİN BENİ! HATIRLATMAYIN
BANA!
Etrafınızdaki insanların büyük çoğunluğunun
yaşantısına baktığınızda dünyasına da ahiretine de faydası olmayan sayısız şeye
karşı ilgi ve merak duyduklarını, gerekli gereksiz bir sürü şeyi düşünüp
hatırlarında tutmaya çalıştıklarını görür ama bunun yanında asıl düşünüp
akıllarından çıkarmamaları gereken şeyleri akıllarına dahi getirmeye cesaret
edemediklerine şahit olursunuz.
Üstelik hatırına getirmemenin gerçeği
değiştirmeyeceğini bile bile kandırır kendini.” Ey iman edenler! Allah'tan
korkun ve herkes, yarına ne hazırladığına baksın. Allah'tan korkun, çünkü
Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.”
“Şu bir gerçek ki, bize kavuşmayı
ummayanlar, iğreti hayatla tatmin bulup onunla rahatlayanlar ve ayetlerimizden
uzaklaşıp gaflete dalanlar; kazandıkları şeyler yüzünden varış yerleri ateş
olacakların ta kendileridir. “İnsanın gaflete düşmesinin en büyük nedenlerinden
biri de unutkan bir varlık oluşudur.
“Allah buyurur: "Ayetlerimiz sana
geldiğinde sen böyle unutmuştun; bugün de sen aynı şekilde unutuluyorsun."
24- GÜNAHI BENİM BOYNUMA
Bazı insanlar hayret edilecek şekilde
garip davranırlar. Bu davranışlardan en garip olanlarından biri ise hiç
şüphesiz "Sen yap. Günahı benim boynuma" söylemidir. Günah bu kadar
rahat taşınabilir bir şey midir ki, önüne gelenin günahını alır sırtına.
Kendince dini bir hassasiyet taşıdığı için günahlardan uzak kalmaya çalışan
birini çeşitli bahaneler ile kötülüğe sürükleyen bu gibi kişiler,
etraflarındaki herkesin kendileri gibi günahkâr olmasını isterler. “Her
benliğin kazandığı kendi üstünde kalır. Hiçbir günahkâr bir başka günahkârın
yükünü taşımaz.”
Bazı insanlar hayatı alaya alırlar. Bu
tutumları ilahi emirlere de ciddiyetsiz yaklaşmalarına sebep olur. Bu gibi
kişilerin nazarında önemli olan sadece içinde bulunulan anın tadını
çıkarmaktır.
Derin bir umursamazlık derin bir gafleti
doğurur aynı zamanda. Bir günahın insan üzerindeki ağırlığının farkında olmadan
önüne gelenin günahını taşımaya cüret ederler. Ölüme dahi meydan okuduklarına
inandırırlar kendilerini. Korkusuzdurlar ve hiç düşünmezler ölüm sonrasındaki
akıbetlerini. Oysa gerçek ile yüzleşme günü kaçmakiçin bir yol arayacak insan,
ama iş işten geçtiği için bir yol bulamayacak
25- DEDİKODU DEĞİL, BEN DOĞRULARI
SÖYLÜYORUM
Kur'an tarafından ortaya konulmuş ahlak
ilkelerinden biri olan insanların arkalarından çekiştirilmemesi yani
dedikodularının yapılmaması konusu inanan insanlar tarafından dahi en fazla
ihlal edilen yasaktır. Allah her konuda gerçek bilgiye sahip olunmasını ister.
Toplum içinde insanların arasını bozmak
için uğraşan ve yaptığı bu kötülükten zevk alan insanlara şahit olmak
mümkündür. Bu kişiler ufacık meseleleri dahi abartarak aktarmakta ve insanları
birbirine düşürmektedirler. İnanan biri etrafındaki haksızlıklara duyarsız
kalamaz. Şahit olduğu konulara umursamazca göz yumamaz. Gerektiğinde başkasının
hakkını savunmak ya da gerçeğin bilinmesi için çalışır. Ancak bunu yeterli
bilgi ve delile dayanmadan başkalarını zan altında bırakacak veya haklarında
yanlış düşünülmesini sağlayacak bir hataya dönüştürmemek gerekir.
Bu yüzden inanan bir kişinin önce
dinlemesi, araştırması, sorgulaması, üzerine düşünmesi ve delile dayalı hareket
etmesi gerekir. Yeri geldiğinde konuşmak kadar zamanında susmanın da erdem
olduğunu bilmek ve ancak halk arasındaki yaygın ifadesiyle haksızlık karşısında
susanın dilsiz şeytan olacağını da unutmamak gerekir.
26- ALLAH BENİ BÖYLE YARATMIŞ
İnsanların bir kısmına dini buyrukları
ciddiye alıp yaşaması gerektiğini hatırlattığınızda içinde bulundukları yaşam
ve çalışma şartları ile kişisel özelliklerini bahane ettiklerini görürsünüz.
Çoğu kişinin kendine göre geliştirdiği bir kader anlayışı vardır ve bu anlayış
içinde zaruri yaşamını idame ettirmek için gerekli şeyler dışında bir şeye
yaşam şansı yoktur.
"Çok ağır şartlarda çalışıyor ve
yoruluyorum," "Ben yaratılış itibari ile zayıf iradeliyim
yapamıyorum," "Allah beni böyle yaratmış ne yapayım," "Ben
böyleyim değişemem," "Hormonlarım böyle salgılanıyor,"
"Beni böyle kabul edin" şeklinde bahaneler ile karşılaşırsınız. Bunun
yanında Allah'ın yasak ettiği bir takım şeyleri yapan bazı kişilerin de aynı
zamanda "Bu benim kaderim" şeklinde bahane ve savunmaların ardına
sığındığına şahit olursunuz.
“Şirke batanlar şöyle diyecekler:
"Allah dileseydi, ne biz şirke sapardık ne de atalarımız. Hiçbir şeyi
haram da yapmazdık." “Bir de dediler ki: "Rahman dileseydi, onlara
tapınmazdık." Bu konuda hiçbir bilgileri yoktur. Sadece saçmalıyorlar.”
Ayetlerden de görüldüğü gibi kimi kişiler Allah'a ortak koşmalarını ya da
Allah'ın ayetlerini inkâr etmelerini dahi kaderlerine bağlamakta ve bu şekilde
sorumluluktan kurtulabileceklerini sanmaktadırlar.
Samimi bir insan "Hatalarım var ama
ne yapayım ben böyleyim" değil, "Hatalarımı düzeltmeliyim. Rabbim
bana fırsat ver" demelidir.
27- İBADETLERE GÜÇ YETİREMİYOR,
VAKİT BULAMIYORUM
Bazı insanların Allah'a olan kulluğunu
ifade etmek için ibadet etmesi gerektiğinin farkında olduğunu ancak yerine getiremediği
kulluk vazifeleri ile ilgili bir takım bahaneler ileri sürdüklerini görürsünüz.
Aslında her ne bahane ileri sürülürse sürülsün tüm bahanelerin ortak bir
noktada birleştiğini anlarsınız: üşengeçlik.
Oysa gerçek bir inananın ibadetlerine
vakit ayırması değil, ibadetlerini önceleyerek diğer tüm işlerini ibadetleri
dışındaki zamanlarına göre ayarlaması gerekir. Öyle ya kimilerince "Vakit
nakittir" ve şayet insanın boş bir vakti ya da bir fırsat yaratmaya imkânı
varsa bunu nakde çevirmek için çabalaması gerekir.
Allah için yapması gereken şeyleri
yapmayanların ileri sürdükleri bahanelerden birine şu şekilde dikkat çeker
Kur'an ayetleri: “Mallarımız ve ailelerimiz oyaladı bizleri.” Ve şu şekilde
buyurur Allah, kullarına: “Ey inananlar, mallarınız ve çocuklarınız sizi
Allah'ı anmaktan alıkoymasın. Kim bunu yaparsa, işte onlar ziyana
uğrayanlardır.”
28- DİN YETERİNCE AÇIK VE ANLAŞILIR
DEĞİL
İnsanların dini konularda kendilerini
kandırma yollarından bir diğeri de dinin yeterince açık ve anlaşılır olmadığına
kendilerini inandırmış olmalarıdır. Şüphesiz bu da şeytanın insanlara
hazırladığı tuzaklardan biridir.
Bazı insanlar, Allah'ın mesajını dikkate
almadıkları gibi aynı zamanda önyargılı yaklaşırlar mesaja. Yazık ki özellikle
ülkemizde Kur'an'ı açıp okuyan ve anlamaya çalışandan çok Kur'an hakkında
olumlu ya da olumsuz bilgi ve görüş sahibi olan insan vardır.
“Bu, Rabbinin dosdoğru yoludur. Öğüt
alıp düşünebilmesini bilen bir topluluk için ayetleri ayrıntılı bir biçimde
açıkladık. “Allah'ın emir ve yasakları son derece açıktır. Kula düşen, söz
konusu emir ve yasakları okuyarak Yaratıcısının kendisinden neler istediğini
öğrenmeye ve uygulamaya çalışmaktır.
“Biz bu Kitabı sana, her şeyin ayrıntılı
açıklayıcısı, bir doğruya iletici, bir rahmet, Müslümanlara/Allah'a teslim
olanlara bir müjde olarak indirdik.”
“Bu Kitabı sana yalnız şunun için
indirdik: Hakkında ayrılığa düştükleri şeyi onlara iyice açıklayasın ve Kitap,
iman eden bir topluluk için kılavuz ve rahmet olsun.”
29- DİNİN SÜREKLİ CEZA VURGUSUNDA
BULUNMASI RAHATSIZ EDİYOR BENİ
B azı kişiler dini buyrukları dikkate
almama ya da başka bir ifade ile Kur'an'ı okumamalarına neden olarak Kur'an
ayetlerinin sürekli olarak cehennem ve ceza vurgusunda bulunduğunu ileri sürerler.
Bu gibi bir iddiada bulunmalarının bir sebebi bilgisizlikleri ise bir diğeri
samimiyetsizlikleridir.
Her ikisi de bir denge içinde sunulur
insanlara. Herkesin anlayacağı dil bir olmaz şüphesiz. Kimisi sevgi ve şükrün
ön plana çıkartıldığı bir yaklaşımla tatmin olup Allah'ın emir ve yasaklarına
saygılı olurken, kimi insan ise ancak ceza ve tehdit ile hatalardan uzak
durabilir.
Allah'ın rahmet ve merhameti çok
büyüktür. Kullarını affetmek istediği için onlara uyarılarda bulunuyor
olmasının sebebi de rahmetinin büyüklüğü sebebiyledir. Kur'an'da ceza
uyarısından çok daha fazla Allah'ın hoşnutluğu ve cennet müjdesi yer alır. Bu
ise inananlar için çok büyük bir motivasyon kaynağıdır.
Ama pek çok insan Allah'ın ayetlerinden
habersiz oldukları için dini her konuya olduğu gibi bu konuya da önyargı ile
yaklaşırlar. “Rableri onlara kendisinden bir rahmet ve hoşnutluk ile kendileri
için, içinde tükenmez nimetlerin bulunduğu cennetler müjdeliyor.”
30- DİNİ KONULARA FAZLA DALMAK AKLINI
KAYBETTİRİR İNSANA
Bazı insanların dini yaşamamak için
ileri sürdükleri bir diğer bahane, dini konularla fazla ilgilenmenin insanın
aklını kaçırmasına sebep olacağı yanılgısıdır. Din adına uydurulan şeylere
itibar eden bazı kişilerin işin içinden çıkamayarak dini konulardan uzaklaştığı
ya da ruhsal bir takım sorunlar yaşadığı örneklerin görülmesi mümkündür. Ancak
bunun sebebi din değil, yanlış din algısıdır.
Dini konulara fazla dalmanın insanın
aklını kaçırmasına sebep olacağı inancındaki kişilerin yaşantılarına
baktığınızda sayısız şeye gereğinden fazla dalıp önem verdiklerini görürsünüz.
İçine daldığı işin sonunda maddi menfaate dönüştürülmeye müsait bir konu varsa
ne yapıp edip en iyi şekilde üstesinden gelmeye çalışır kişi bu işin.
Dini gerçek manada özümsemiş biri
dünyada sahip olunabilecek tüm zenginlik ve güzelliklere sahip olmuş demektir.
Dünyalık hiçbir şeyin kaybı üzemez onu. Allah'ın rızasına uygun olmayan bir
davranış, kılmakta gecikeceği bir namaz ya da yapacağı bir hayrın ertelenmesi
veya engellenmesidir onu mutsuz edecek şeyler. “Allah size ayetleri işte bu
şekilde açıklıyor ki, inceden inceye ve derinden derine düşünebilesiniz.”
31- AMAN 'DİNCİ' DEMESİNLER BANA
Dini hassasiyeti olan insanların bir
kısmının gerek okulda, gerekse işte bu hassasiyetlerini açık etmekten çekindikleri
görülür. Yapıyor olmaktan şeref duyması gereken şeyler utanılacak şeyler haline
gelir zamanla.
İnsanların bir kısmı günah olan şeyleri
yaptıkları için pişmanlık duyar ve yapmayan kişilere saygı göstererek takdir
eder. Ama bir kısım kendini bilmezler, kendilerinin günahkâr olması yetmezmiş
gibi, bir de günahlardan uzak durmaya çalışan insanları alaya alıp şeytani
yönlerini tatmin etmeye çalışırlar.
Oysa Kur'an, bu konuda da insanların
dikkatlerini çeker ve gerçek anlamda inanan kişilerin başkalarının kınamasından
korkmadıklarını ifade eder: “Ey iman edenler, içinizden kim dininden geri
dönerse, Allah (yerine) kendisinin onları sevdiği, onların da kendisini
sevdiği, inananlara karşı alçak gönüllü, inkârcılara karşı 'güçlü ve onurlu,'
Allah yolunda mücadele eden ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmayan bir
topluluk getirir. Bu, Allah'ın bir fazlıdır, onu dilediğine verir. Allah
(rahmetiyle) geniş olandır, bilendir.”
Kendini Allah'a beğendirmeyip
rızasına uygun yaşamadıktan sonra tüm dünya seni beğenip senden razı olsa ne
olur? Yeter artık koy bir kenara nefsini dinlendir; biraz da kendini Allah'a
beğendir.
32- KİMSEYE ZARARIM YOK KENDİ
HALİNDE BİR İNSANIM
Farkında olarak ya da olmayarak
günaha giren birini uyardığınızda çoğu zaman "Evet yapıyorum, ama kimseye
zararım yok" şeklinde ortak bir tepki ile karşılaşırsınız. Birilerine
zararı olup olmaması ile alakalıymış gibi değerlendirilir kimilerince mesele.
Şüphesiz herkesin günahı kendine. Dinde
baskı ve zorlama da yoktur amenna. Ama uyarı vardır. Dileyen dikkate alır
dileyen kulak arkası eder. Ama bilmelidir ki kişi, kimseye zararı olmaması
geçerli bir bahane değildir ve farkında olmadan kendini kandırdığı bir başka
yanılgıda ısrar etmektedir.
Şüphesiz her koyun kendi bacağından
asılacaktır. Ama Allah inananlara, birbirlerini uyarmaları için tavsiyelerde
bulunmalarını emreder. “Hatırlat/öğüt ver; çünkü hatırlatıp öğüt vermek
inananlara yarar sağlar.”
33- ALLAH İLE KUL ARASINA
GİRİLMEZ
Bazı insanların en sevdiği sözlerden
biri muhtemelen "Allah ile kul arasına girilmez" sözüdür. Bu söz
anlam itibariyle doğrudur. Ancak insanların bu sözün içini nasıl doldurdukları
ya da bu söze nasıl anlamlar kazandırdıkları ayrı pencereler açar önümüze.
Bakara Suresinin 256. ayetinde
"Dinde baskı, zorlama, tiksindirme olmadığı" ifade edilir. Şüphesiz
dinde baskı yoktur; Allah ile kul arasında herhangi bir aracı da. Kur'an, Allah
ile kul arasındaki her türlü aracıyı reddetmiş ve her fırsatta Allah'ın kula,
kulun da Allah'a olan yakınlığını ifade etmiştir
Yine kişi "Allah ile kul arasına
girilmez" derken buna nefsinin de dâhil olduğunu bilmelidir. Çünkü pek çok
insan Allah ile arasına nefsini sokar farkında olmadan. Nefsinin bitip tükenmek
bilmeyen istek ve tutkuları galip gelir insana. Tutsağı olduğu nefsi öyle bir
girer ki Allah ile arasına, hissettirmeden türlü bahaneler fısıldar insanın
kulağına. İnsan ise Allah'a kul olduğunu sanır ama Kur'an ayetleri bu konuda da
insanları uyarır: “Kendi istek ve tutkularını ilah edineni gördün mü?”
Neden yaratıldığını ve ne için
yaratıldığını unutarak şükretmesi gerekirken her fırsatta nankörlük eder ve
kibirlenir. “İnsan, Rabbine karşı gerçekten çok nankördür! Ve gerçekten,
kendisi buna tanıktır.”
34- ALLAH SEVENLERİ AFFEDER
İnsanın kendini kandırma, yaptıklarını
meşrulaştırma ve sonuçta kendini aklama konusundaki gerekçe ve bahaneleri hiç
bitmez. Ama bunlardan muhtemelen en garip olanı halk arasında yaygın bir söylem
olan "Allah sevenleri affeder" inancıdır.
İzlenen dizi ve filmlerdeki yasak
aşkların insanların kanını kaynatması, heyecan içinde yapılan kaçamakların
ahlaksızlık olarak değil de tutkulu bir aşkın masum belirtileri olarak
görülmesi kabul edilebilir değildir. İnsanların romantizm başlığı altında
Allah'ın sınırlarının dışına çıkmaları kendilerini kandırmak için buldukları
bir kılıftan ibarettir. Hiçbir aşk insanın yaptığı gayrimeşru bir şeyi meşru
kılamaz.
Bununla birlikte sevginin Allah
katında kutsal olduğu ya da sevdiği için ölümü dahi göze almanın aşkın
büyüklüğünün göstergesi olarak algılandığı da görülür. Kimi insanlar tutkulu
aşkları sebebiyle sevdiği için ya da yaşadığı yasak ilişki uğruna cehennemde
yanmayı ya da uğruna ölmeyi göze aldıklarını ifade ederler. Bu, cahilliğin ve
samimiyetsizliğin son noktasıdır.
Bu gibi iddialarda bulunan, ancak
ufacık bir zorluk ya da dünyevi menfaat uğruna canını vereceğini söylediği
sevdiğini yarı yolda bırakan sayısız örnek görmek mümkündür. Kimse kendini ve
başkasını kandırmasın. Uğrunda ölünecek tek bir gerçek vardır; o da Allah'tır.
35- ARDIMDA KALICI BİR İZ
BIRAKMALIYIM
İnsanların, yaşadıkları bu dünya
hayatını anlayıp anlamlandırma noktasında kendilerini kandırdıkları bir diğer
konu da ardında ölümsüz eserler ve izler bırakma yanılgısıdır.
Şüphesiz Allah kendi yolunda hayra
ve barışa yönelik ihlaslı davranışlar sergileyerek insanların faydasına işler
yapan ve ardında hayırlı izler bırakan kullarından razı olacaktır. Ama inanan
insanların yapacağı işler, bir gün yok olup gidecek olan bu dünya hayatında iz
bırakmak ya da kendisinden sonra da ismini yaşatmak için değil Allah'ın
rızasını ve ahireti kazanmak için yapılır. Kur'an dikkatlerimizi çeker bu
konuya: “Ölümsüz kılınmak umuduyla sanat yapıları mı ediniyorsunuz?“
Şüphesiz ayette eleştirilen şey
insanların sanat yapıları edinmeleri değil, bu sayede isimlerinin kendilerinden
sonra da anılmasını yani ölümsüzleşmesini istemeleridir. Oysa yeryüzündeki her
şey tıpkı onları inşa ettirenler gibi gelip geçicidir. Kalıcı olan ise insanın
Allah'ın rızasını gözeterek yaptığı ve ardında bıraktığı hayırlı iş ve
eserlerdir.
“Şu iğreti dünya hayatı, geçici
bir nimetlenmeden ibarettir. Ahiret ise sürekli durulacak yurdun ta
kendisidir.”
36- AKLIM VE MANTIĞIM YETER
BANA
Gerek eğitim amacıyla, gerekse
kültürlü olmak için doğal olarak pek çok kitap okuruz hayatımız boyunca. Gerek
isteyerek, gerekse mecburiyet sebebiyle hayatı boyunca bir sürü kitap okumasına
rağmen ilahi mesajdan habersizdir çoğu insan.
Yıllarca derin araştırmalar yapmış,
sayısız kitap makale okumuş ya da yayınlamış kimi ilim insanları vardır. Ama
aynı insanlar hayatları boyunca bir kez olsun açıp da yaratıcımın bana
gönderdiği mesaj nedir, diye ilahi kelamı okumamıştır. Sanki herkesin vardır da
kendisinin ihtiyacı yoktur ilahi uyarı ve bildirimlere.
Allah'ın varlığına bir şekilde
inanan ama bu inancının gereğini yerine getirmeye ihtiyaç duymayan bu gibi
kimseler günlük yaşamlarında Allah'a da ihtiyaç duymadıklarına inanırlar. Çünkü
bu anlayıştaki kişilere göre sahip oldukları her şey kendi bilgi ve becerileri
sayesinde edindikleri şeylerdir. Oysa insanın önce kendini, sonra da haddini
bilmesi ve sahip olduğu her şey için Yaratanına şükretmesi gerekir.
“Sahip olduğunuz her nimet
Allah'tandır. Sonra size bir zorluk/keder dokunduğu zaman yalnız O'na
yakarırsınız.”
İnsan kendini kandırmayı bırakmalı
ve sınavı kurallarına göre geçmesi gerektiğini unutmamalıdır. Gerçek kul;
kendini yeterli görmekten sakınan, her türlü şirk zincirini parçalayan ve
kendini yalnız Allah'a prangalayandır. “Ey insan! O sonsuz cömertliğin sahibi
Kerim Rabbine karşı seni aldatıp gururlu kılan nedir? Rabbin ki seni yarattı,
düzgün hale koydu, en güzel ölçülerle şekillendirdi. Dilediği herhangi bir
biçimde seni oluşturdu. Hayır, iş sanıldığı gibi değil! Siz dini
yalanlıyorsunuz. Ve şu kuşkusuz ki, sizin üzerinizde koruyucular bekçiler var.
Çok değerli yazıcılar, bilirler yapmakta olduğunuzu.”
37- DİN İLERLEMEYE MANİDİR
Eskiden beri dini, beşeri ve
toplumsal gelişme ve ilerlemenin önünde engel kabul eden çevrelerin var olduğu
bilinmektedir. Özellikle 17. ve 18. yüzyıllarda Batı toplumunun bu noktada
büyük bir değişim sürecine girdiği ve 'Aydınlanma' olarak kabul edilen düşünce
hareketinin bir neticesi olarak özellikle Batı düşüncesine yön veren kimi entelektüellerin
dünyevileşme sürecini yaşadığını görmekteyiz.
Aydınların din kurumlarına
bakışlarını, etkisi altında kaldıkları materyalist pozitivist felsefeler
belirlemiş, bilim karşısında artık dinin hiçbir geçerliliği kalmadığı inancıyla
Abdullah Cevdet gibi aydınlar tarafından artık modern dinin bilim olduğu ifade
edilmiştir.
Dini, toplumsal hayatın ve insan
hayalinin bir ürünü olarak gören ve çıkar elde etme arzusunun bir sonucu olarak
oluşturulup devamı sağlanmaya çalışılan bir kurum olduğuna yönelik inancın,
Abdullah Cevdet, Celal Nuri, Kılıçzade Hakkı ve Necmeddin Sadak gibi aydınlara hakim
olduğu görülürken, Gökalp de dinin toplumsal hayatın bir ürünü olarak ortaya
çıktığı kanaatindedir.
İnsanlık tarihine bakıldığında dinin
insanların medenileşmesi, gelişip ilerlemesinde oldukça hayati bir yere ve
öneme sahip olduğunu görmek mümkündür. Peygamberlerin gönderilmesiyle birlikte
içinde bulundukları toplumların kısa bir zaman içinde sapkın inanç ve
uygulamaları terk ettikleri, sosyal, beşeri ve ahlaki anlamda üstün duruma
geçtikleri görülür. İnsanlık tarihi doğru bir şekilde incelendiğinde bu gerçek
açık bir şekilde ortaya çıkacaktır.
Bununla birlikte genellikle dini
ya da dindarları gericilikle suçlayan çevrelerin çoğu zaman suçladıkları
kişilerin 'geriliklerinden' daha da geri ve bağnaz bir şekilde insanların
inançlarına, kılık kıyafetlerine ve yaşam şekline müdahalede bulundukları ve
sadece kendileri gibi olan insanlara yaşam hakkı tanıdıkları, kendileri gibi
olmayan kişileri ise aşağıladıkları görülür. Bu tip insanların ilerici olmaktan
anladıkları insanların özgür bir şekilde inanma ve giyinme haklarını ellerinden
almaya ve tek tip insan modeli yaratmaya yönelik bir dönüşümdür. Oysa tarih
sahnesinin defalarca açılıp kapanan perdeleri, bu oyunun hiçbir bölümünün
insanların çoğunluğu tarafından itibar görmediğini açık bir şekilde gözler
önüne sermiştir.
38- DİNİN YERİNİ MODERN ÇAĞDA
BİLİM ALDI
Yaşamları içinde dine gerektiği
gibi yer vermeyen bir kısım insanlar buna gerekçe olarak dinin işlevini
yitirdiğini ve modern çağda dinin yerini bilimin aldığını iddia ederler. Bu
anlayışa göre, insanların artık dinin değil, bilimin yol göstericiliğinde
yaşamaları gerekmektedir.
Günümüze kadar gelen süreç içinde
bu inancı benimseyen ve halen dini, insanoğlunun ilerlemesinin önündeki yegâne
engel olarak algılayan kişilerin varlığı azımsanmayacak kadar çoktur.
İnsan yalnız evrendeki hadiselerin
nasıl olduğunu değil, aynı zamanda neden olduğunu da merak eder ve buna cevap
arar. Gerek evrenin, gerekse yaşamın kökenine yönelik yapılacak hiçbir bilimsel
açıklama hiçbir zaman tek başına insanı tatmin etmeye yeterli gelmemiştir ve
insan doğası değişmediği sürece de belli ki yeterli gelmemeye devam edecektir.
Bununla birlikte mesele sadece evreni anlamak ile sınırlı da değildir. Bundan
daha da önemlisi yaşamı anlamak ve anlamlı kılmaktır.
Şüphesiz din, akla da bilime de
karşı değildir. Aksine Kur'an'da aklın kullanılmasına, hem evrendeki, hem de
kendi benliğimizdeki delillerin üzerine düşünülmesine, evrenin ve yaşamın
incelenerek Allah'ın eşsiz sanatına tanıklık edilmesine vurgu yapılır.
Her ikisi de doğru bir şekilde
okunduğunda birbirlerinin alternatifleri değil tamamlayıcı ve destekçileri
oldukları görülecektir.
39- DİN İLE BİLİM ARASINDA
ÇATIŞMA VARDIR
Din ile bilim arasında çatışma
olduğunu iddia eden birisinin ya din anlayışında ya da bilime bakışında bir
problem var demektir. Bilim faaliyetlerini dış dünyada yani doğada
gerçekleştirir. Doğa ise yüce Yaratıcının üstün sanatını sergilediği bir
meydandır.
Bununla birlikte zannedilenin
aksine hak dinler, tarih boyunca bilimin ilerlemesine çok büyük katkılar
sağlamışlardır. Bu konuda tarihsel bir örneğe dikkat çekmekte fayda var. Bilim
tarihçisi Joseph Needham, Çin'de teknolojik gelişime rağmen tarih boyunca Batı'daki
gibi bir bilimsel çabanın olmamasını, doğada değişmez yasaların varlığına
duyulan şüphe ile ilişkilendirmektedir. Dahası var olsalar da, bu yasaların
öğrenilebilir olmasını garanti edecek bir Güç yani Tanrı da yoktur. Needham'a
göre yasaların varlığı, değişmezliği ve anlaşılabilirliğine yönelik bir inancın
olmaması Çin'de teknolojik gelişmelerin modern anlamda bilime evrilmesini
engellemiştir.
Yine özellikle Kur'an-ı Kerim'in
insanları evrendeki delillere tanık olmaya davet eden, yere, göğe, güneş, dünya
ve ayın hareketlerine, yıldızlara, yağan yağmura, gece ve gündüzün oluşumuna,
denizlere, dağlara, insan başta olmak üzere diğer canlıların yaratılışına vurgu
yapan ayetleri dikkate alındığında kutsal metinler açısından da din ile bilim
arasında bir çatışma ya da çelişki olduğunu iddia etmek gerçeği
yansıtmamaktadır.
40- DİNLER SAVAŞ VE KARGAŞAYA
SEBEP OLMUŞLARDIR
İnsanların bir kısmının yaşamları
içinde dine gereken önemi vermiyor olmalarına bahane olarak ileri sürdükleri
bir diğer konu da "Dinlerin savaş ve kargaşa sebebi olduğu"
yanılgısıdır. Bu sebeple kimi zaman "Ben dinle pek ilgilenmem ama Allah'a
inanırım" diyen kişilerle karşılaşırsınız. Dinlerin yeryüzündeki fesat ve
kargaşanın sebebi olduğu iddialarının tam anlamıyla olaya tek taraflı
bakılmasından kaynaklandığını söylemek mümkündür.
“Üç büyük din açısından insanların
ortak atadan yani Allah tarafından yaratılan ilk insandan geldiği inancının en
temel kabullerden biri olduğu söylenebilir. “Yani tüm dinlerin özünde insanlar
kardeştir. Kutsal Kitap içinde çeşitli konularda çelişkili yahut insanî
müdahalelere maruz kalmış kısımların bulunduğu bir gerçek olmakla birlikte
mevcut haliyle ilahi buyruk ve anlatımları ihtiva ettiği de bir gerçektir.
İnsanlık tarihi boyunca işlenen
suçların, zulüm ve baskıların dinsel temelli olduğunun iddia edilmesi de
gerçeği yansıtmamaktadır. Zira bu durum dinlerin özünden değil, o dine
mensubiyeti bulunan insanların bozukluklarından ve dini yanlış
yorumlamalarından kaynaklanmaktadır. Hiçbir dinsel metnin: "Yıkın,
yağmalayın, bozgunculuk yapın, haksız yere cana kıyın ya da fitne fesat
çıkartın" şeklinde emirlerde bulunduğu iddia edilemez.
Tarih içinde Kilise'nin ve onun
mensubu olan bazı din adamlarının insanlık dışı çeşitli uygulamalarda bulunmuş
olmaları söz konusu kurum ve mensuplarının tamamının da her dönemde aynı tutum
ve inançlarda olduğunu göstermez.
Doğal olarak bir din adamının
yaptığı hata, sıradan insanların yaptıklarından çok daha fazla dikkat çeker.
Ancak dini, insanlık için engel olarak gören zihniyetin kasıtlı olarak her
fırsatta dinler ve dindarlarla ilgili gerçekten uzak, abartılı bir takım
ithamlarda bulunmaya çalıştıkları görülür.
Kutsal Kitap'ta yer alan ahlaki
ilkeler gibi Kur'an da gerek ferdi, gerekse toplumsal manada eşsiz bir ahlaki
sistem koyar ortaya. Kur'an-ı Kerim, dini, ahlaki, sosyal ve beşeri ayetleri
ile tüm insanlığa rahmet ve kılavuz olarak gönderilmiştir. Ortaya koymuş olduğu
değerleri ile akıl, mantık ve insan yaratılışıyla müthiş bir uyum içindedir.
Tarihte dinsel ve mezhepsel bazı
savaş ve anlaşmazlıkların yaşanmış olduğu bir gerçek olmakla birlikte esasen
insanlık tarihindeki pek çok savaşın dinsel içerikli ya da mezhepsel
anlaşmazlıklardan kaynaklandığının iddia edilmesi gerçeği yansıtmamaktadır.
SONUÇ:
Allah yeryüzünde birbirinden güzel
sayısız nimet yaratmıştır. Yeryüzüne yaymış olduğu insan başta olmak üzere tüm
canlıları bu nimetlerle rızıklandırmıştır. Allah'ın tüm nimet ve lütufları bir
yana, yaratılmışlar içinde diğerlerine göre üstün ve özel kıldığı insana öyle
büyük bir nimet ve lütufta bulunmuştur ki, bu lütuf insan türünün yaratılışına
uygun hareket etmesini ve bu sayede diğer canlılardan ayrılmasını sağlayan din
nimetidir.
Halen hayatta olan bizler, yeterli
bir ömrümüz varsa, arkasına sığındığımız bahaneleri terk ederek samimi bir
şekilde Allah'ın rızasına uygun bir kul olabiliriz. Dünyalık her fırsatı en iyi
şekilde değerlendirmeye çalışan insan, başına gelebilecek en büyük fırsat olan
hatalarından dönerek Allah'a yönelme fırsatını kaçırmamalı ve kendisine verilen
ömür sermayesini yok yere tüketip boş uğraşlar uğruna harcamamalıdır. Dünyalık
tüm edinimler dünyada kalır. İnsanın yanına kâr kalacak olan, ahiretine yönelik
kazanımlarıdır.
Yrd. Doç. Dr. Emre Dorman'ın, 'DİNİ KONULARDA KENDİNİ KANDIRMANIN 40 YOLU' kitabından derlenmiştir.
Yorumlar
Yorum Gönder