Elest Bezmi: Rabbimizle Yaptığımız Sözleşme
Elest Bezmi: Rabbimizle Yaptığımız Sözleşme
Nurullah Toprak
Halk arasında
çocuklara: “Ne zamandan beri Müslümansın?” diye sorulur, çocuk da
öğretildiği şekilde: “Kâlû Belâ’dan beri Müslümanım” diye cevap verir. “Kâlu
Belâ”, insanların, Yüce Allah’ın birliğini ikrar, Raflığını tasdik
ettikleri vakittir. Elest bezmi, bu anlaşmanın yapıldığı toplantıdır.
Allah’ü Teâlâ,
kıyamete kadar gelecek bütün insanların ruhları ve baba sulbündeki zerreleriyle
bir anlaşma yapmıştır. Bu anlaşma, Kur’an-ı Hâkim’de şöyle anlatılır:
“Ey Rasulüm! Onlara
o vakti hatırlat, hani Rabbin, Ademoğullarından, bellerinden zürriyetlerini
çıkardı, onları kendi nefislerine şahit tutarak: Ben sizin Rabbiniz değil
miyim? Dedi. Onlar da: Evet, sen bizim Rabbimizsin dediler. (Onlarla birlikte
Biz ve meleklerimiz buna) şahitlik ettik ki, kıyamet günü: Biz bundan gafildik,
haberimiz yoktu demeyesiniz. Yahut bizden önce babalarımız Allah’a ortak koştu,
biz de onlardan sonra gelen bir nesildik; onların izinden gittik. Batıla
dalanların yüzünden bizi helak mi edeceksin? Şeklinde küfrünüze mazeret ileri
sürmeyesiniz diye böyle yaptık. (A’raf/172-173)
Allah’ü Teâlâ’nın
kulları ile yaptığı bu misakı (ilahi sözleşmeyi) şimdilik hatırlamıyor olsak
bile, Yüce Rabbimizin hatırlatmasıyla, bizim O’nunla böyle bir sözleşme
yaptığımızı kesin olarak kabul ederiz. Biz unuturuz, fakat Rabbimiz unutmaz,
biz yanılırız, ancak O yanılmaz. Biz zamana bağlıyız, O ise zamanı yoktan var
edendir, zaman ve mekân onu bağlamaz. İnsanoğlunun varlık âlemine ilk adımı,
ruhuyla oldu. İlahi ilimde bilinen ve ezelde takdir edilen insan vücudunun,
yokluktan varlığa geçişi ruhuyla gerçekleşti. Ruh, dünya âleminde kendisini
taşıyacak vücutla ana rahminde buluştu. İnsanın ilk zerreleri, ilahi kudretle
belli bir kıvam ve şekil aldıktan sonra, ruhla ayrı bir güzellik ve özellik
kazandı; böylece insanın madde âlemindeki hayatı başladı.
Ruhla bütünleşen bu
et ve kemikten meydana gelen vücutta, insani özellikler ve kabiliyetler oluştu.
İnsanın bünyesine, hayvanlardan ayrı olarak, kalp, akıl, düşünce, hafıza, şuur,
sevgi gibi insanı insan yapan özellikler yerleştirildi.
Bütün bu özellikler
ona Rabbini tanıması için verildi.
Her insan, Yüce
Yaratıcısını tanıyacak özellik ve kabiliyette yaratıldı. Yani
Allah’ü Teâlâ, ana rahminde şekil verdiği insanla
ikinci anlaşmayı yaptı. Ona, benliğini verirken, bir benlik şuuru da verdi.
Ayrıca onu, varlığının sahibini tanıyacak, onu hissedecek ve sevecek bir
özellikle donattı. Böylece Allah, kulu ile yeni bir anlaşma yapmış oldu. Sanki
insana “sana bunları verdim, onların gereği şunları isterim” dedi. İnsanın bu
şekilde iman ve İslam fıtratı üzere yaratılması, insani özelliklerle
donatılması, kendisinden iman ve İslam’ın gereklerinin beklenmesi için bir
sebep oluşturdu.
Bu sıfat ve
özelliklerle dünyaya gelen insana, Allah, onun zerreleriyle ve fıtratıyla
yaptığı anlaşmaları hatırlatacak ve gereğini öğretecek peygamberler gönderdi.
Peygamberlerin gelmesiyle üçüncü bir sözleşme gerçekleşti. Bu tebliğ, uyarı ve
fiili anlaşma buluğ çağında yapıldı. Yani buluğ çağına gelen her insana
Allah’ın daveti ulaştırıldığında, artık ruhuyla verdiği sözü tutması istendi ve
vicdanına yerleştirilen Allah inancına uygun hareket etmesi. Allah’ın davetine
uyması ve fıtratındaki gerçekle zıtlaşmaması gerektiği hatırlatıldı.
Aksi durumda insan mesul olacak, hesap verecek ve
ceza çekecektir. Buluğa ermeden ölenler, birinci ve ikinci sözleşmenin gereğini
yapmakla mükellef olmadıkları için, hesaba çekilmezler. Çünkü sözleşmenin
yerine getirilmesi, akıl ve buluğ şartına bağlı olarak istenmektedir.
Hz. Peygamber
Aleyhisselâm’ın başında bulunduğu İslam daveti kendisine ulaşan buluğa ermiş
her akıllı insan, ilk iki sözleşmenin gereği olarak bu davetten sorumludur. Akıllı
olup buluğa erdiği halde, Rabbiyle yaptığı sözleşmelerin hiç birisine sahip
çıkmayan, fıtratını bozan, insanlık değerlerini kaybeden ve Rabbini unutup
eşyaya tapan insanlık, dünyada ve ahirette mutlu olamayacaktır. Çünkü
imansızlık ve şirk, insan kalbi ve fıtratı için en büyük kötülüktür. Tevbe edilmezse
bunun cezası da büyük olacaktır.
Arifler demişlerdir
ki: Kalp, iman, ibadet, zikir, fikir ve sevgiyle uyanır, asli safiyetine
kavuşursa, Allah’ü Teâlâ’ya ruhu ve bütün zerreleriyle verdiği sözü hatırlar,
fıtratına konmuş Allah sevgisini tadar, her şeyin O’na şahitlik yaptığını
görür, kâinatla birlikte zikre geçer. Her şey O’nun varlığına, birliğine ve
sonsuz rahmetine şahitlik ederken, insanın kendi varlığını bile ihmal etmesi ve
küfre girmesi ne kadar acıdır. Allah’ü Teâlâ’dan kalp safiyeti ve iman selameti
dileriz.
http://gavsisanim
Yorumlar
Yorum Gönder