Allah'ü Teâlâ’nın Emir ve Nehiylerine Hürmetkâr Olalım


Allah'ü Teâlâ’nın Emir ve Nehiylerine Hürmetkâr Olalım
Yazar: Seyda Muhammed Konyevi

Allah-u Zülcelâl hiçbir kulunun amelini zayi etmez. İnsan ne yaparsa Allah-u Zülcelâl kıyamet gününde onun mükâfatını ona verecektir. Bu konuda Allah-u Zülcelâl bir ayet-i kerimede şöyle buyuruyor:

“Muhakkak ki iman edip de güzel davranışlarda bulunanlar (bilsin ki) biz, güzel işler yapanların ecrini zâyi etmeyiz.” (Kehf, 30)

Allah-u Zülcelâl zerre kadar insanın amelini zayi etmez. Ne yaptıysa muhakkak önüne gelecektir. Öyleyse bize düşen, hem fiili olarak hem kavli olarak Allah-u Zülcelâl’in istediği şekilde davranmaktır.

İnsan kıyamet gününde neyle ferahlanırsa bu dünyada onu yapması lazımdır, neyle mahzun olacaksa onu da yapmaması lazımdır. Mümin olarak hepimize Allah-u Zülcelâl akıl vermiştir. O aklı kullanarak ferahlanacağımız şeyi yapmak lazımdır, bize zarar verecek, sıkıntı verecek şeyleri de yapmamız lazımdır.

Her şeyin bir özü, cevheri vardır. İnsanın cevheri de akıldır. O aklını kullandığı zaman kıyamet gününde karlı çıkacak, kullanmadığı zaman da zararlı çıkacaktır.

İnsanın cevheri akıldır, aklın cevheri nedir? Aklın cevheri de tevfiktir, yani Allah-u Zülcelâl’in o aklı kullanıp salih amel yapmayı nasip etmesidir. Çünkü insan aklını kullanmayıp kendine zarar veren şeyleri yaparsa o akıl hiçbir şeye yaramaz. Demek ki o aklın cevheri de o aklı kullanarak salih amel yapmaktır.

Elimizden geldiği kadar, insanlara güzel ahlakla davranalım. Güzel ahlak, sadece bize iyi davranan bazı insanlara iyi davranmak değildir, bize karşı iyi davranmayan kişileri de affetmektir. Eğer bizler Allah-u Zülcelâlin bizim hatalarımızı affetmesini istiyorsak bizim de mümin kardeşlerimizin hatalarını affetmemiz lazımdır.

Kim kalbini, içini Allah-u Zülcelâl ile daima beraber olması için ıslah ederse Allah-u Zülcelâl de onun bütün zahiri azalarını düzeltecektir.

Bakmayın, bir insan diyor ki, “Benim kalbim temizdir.” Hatta namaz kılmadığı halde kalbim temiz diyor. Tam aksinedir, eğer onun kalbini Allah ıslah ederse, o bütün azalarını Allah rızası için kullanacaktır.

Hiç kimse, benim kalbim temizdir, diye kendini kurtaramayacaktır. Bir insanın kalbi temiz ise, eli Allah'ın razı olduğu şekilde amel yapacaktır, gözleri Allah'ın istediği yere bakacak, ayakları Allah'ın istediği yerlere gidecektir, konuşmaları Allah'ın istediği gibi olacak, bütün azaları Allah'ın razı olacağı şekilde amel yapacaktır.

Öyleyse benim kalbim temizdir diyorsan ben senin azalarına bakacağım. Eğer azalarının yaptığı ameller doğru ise senin kalbin de tertemizdir. Eğer senin azaların Allah'ın emrettiği gibi amel yapmıyorsa, senin kalbin, zannettiğin gibi değildir. İşte elimizdeki mizan, yani ölçümüz budur.

İnsan ıslah olduğu zaman mutlaka başka insanlar da onun ıslahıyla ıslah olacaktır. Bir insan da fesada uğradığı zaman mutlaka başka insanlar da fesada uğrayacaktır. Eğer insanlar, bir kişiyle ıslah oluyorsa demek ki o kişi ıslah olmuştur. Eğer bir kişinin arkadaşları yanlış işler yapıyorsa, o da yanlış iş yapıyordur.

Nasihati Sevmek Lazım

Hz. Ömer radıyallahu anh diyor ki,

“Başka insanlara nasihat etmeyen kişide hayır yoktur…”

Demek ki biz mümin kardeşlerimize nasihat ediyorsak o zaman biz hayırlıyız. Devam ediyor:

“…Nasihati sevmeyen kişide de hayır yoktur.”

Nasihat edenleri sevmeyenleri sevmeyen kişide hayır yoktur diyor, yani ya mümin kardeşlerimize nasihat edeceğiz veya nasihat edenleri seveceğiz. Yoksa onlarda hayır yoktur, ondan uzak durun diyor.

Abdullah bin Abbas radıyallahu anhuma ne kadar güzel bir şey söylemiş:

“Bir Müslüman, başka bir Müslüman hakkında konuşacağı zaman düşünsün; başkalarının yanında, kendisi hakkında konuşulduğu takdirde hoşuna gidecek olan bir söz ise o sözü konuşsun. Benim hakkımda konuşulsaydı hoşuma gitmezdi, dediği şeyleri de konuşmasın.”

İşte bu söylediği gıybettir. Çünkü gıybet nedir, bir kişi hakkında hoşlanmayacağı şekilde konuşmaktır. Demek ki bizim hakkımızda konuşulsa hoşumuza gitmeyecek olan şeyi konuşmamamız lazımdır. Yani kendimizi karşımızdaki kişinin yerine koyalım, kendimiz için istemediğimiz bir şeyi mümin kardeşimiz için de istemeyelim, razı olmayalım. Terazimiz bu olsun.

Peygamber aleyhisselatu vesselam buyuruyor ki:

"Allah katındaki hissesini öğrenmek isteyen kimse, Allah'ın kendisinin yanındaki hissesine baksın." (Suyuti, Camius Sagir 6/49, Hadîs No: 8386)

Yani sen Allah-u Zülcelâl’in emir ve nehiylerine karşı hürmet gösterme, ona ibadet yapmak suretiyle onun o yüksek makamına itibar ediyorsan, demek ki o zaman Allah-u Zülcelâl de sana kıymet verecektir, sana mükâfat yazacaktır. Ama neuzubillah bazıları Allah'ın hakkını hafife alıyorlar. Hatta onun emir ve nehiyleriyle alay ediyorlar. Hâlbuki bu küfürdür. İşte böyle davrananları da Allah-u Zülcelâl ona göre dereceye koyacaktır.

Biz Allah-u Zülcelâl’e karşı ne şekilde samimi olursak, Allah-u Zülcelâl de kıyamet gününde bize o şekilde bakacaktır. Onun için elimizden geldiği kadar Allah'a karşı samimi olalım. Allah'ın emir ve nehiylerine karşı hürmetkar olalım. Allah'ın emirlerine itaat edelim, nehiylerinden de ateşten kaçar gibi kaçalım.

O zaman Allah-u Zülcelâl de der ki, “Benim kulum benim emir ve nehiylerime hürmet gösteriyor, Ben de kuluma hürmet göstereyim,” diyecektir. Ve bütün kainata da emir verecek, hepsi bize hürmet gösterecek. Azrail de canımızı almaya geldiği vakit bize hürmet gösterecek. Kabir de bize hürmet gösterecek. Mizan, sırat köprüsü, ne varsa, bunların hepsi Allah'ın elinde olduğu için, biz Allah'a hürmet gösterdiğimiz zaman Allah da o yarattığı şeylerin bize hürmet göstermesini emredecek.

Meşhur hadiste Peygamber aleyhisselatu vesselam buyuruyor:

“Şunu iyi bilin ki, insan vücudunda küçük bir et parçası vardır. Eğer bu et parçası iyi olursa, bütün vücut iyi olur, bozulursa, bütün vücut bozulur. Işte bu et parçası kalbdir.” (Buhari, Iman 39, Müslim, Müsakat, 107, 108)

Demek ki, insanın vücudunda bir et parçası var, bunu muhasebe yapalım, bu et parçasını ıslah etmek için elimizden geleni yapalım. Eğer kalbimizin ıslah olmasını istiyorsak, elimizden geldiği kadar ölümümüzü yakın görelim, uzun emel sahibi olmayalım.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

“Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a kasem ederim! Gözlerim her açıldığında göz kirpiklerimin bir daha kapanmayacağını sanmıyorum. Bu durum, Allah ruhumu kabzedinceye kadar devam edecektir. Ağzıma bir lokmayı aldığımda, onu yutamayacağımı ve öleceğimi sanıyorum.

Ey Âdemoğulları! Eğer aklınız yetiyorsa, kendinizi ölmüş sayın. Nefsimi kudret elinde bulunduran Allah'a yemin ederim ki size va'dedilen muhakkak başınıza gelecektir. Siz onu geri çeviremezsiniz.”

Uzun emel sahibi olmak, daha çok yaşayacağım zannederek dünyaya sarılmaktır. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem uzun emelden sakındırmıştır.

Daha önce de söylemiştim; bir adam çocuğuna bir ayakkabı almak istiyor. Birincisini giydiriyor, ikincisini giydirmeden ruhunu teslim ediyor. Bizim de böyle olmayacağımızı nereden biliyoruz? İşte bunu düşünerek, emelimizi kısa tutalım. O zaman kalbimiz ıslah olacaktır.

Kalbin Kapılarını Koru

Bazı hükamalar kalbin temsilini şöyle yapmışlar:

“Kalp, altı kapılı bir eve benzer. O altı kapıda bekçilik etmelisin. Eğer onları muhafaza etmezsen oradan bir düşman girerse o evi mahvedecek.

İşte kalbimiz de o ev gibidir. Gözümüz, kulaklarımız, dilimiz, elimiz o evin kapılarıdır. Eğer önümüze geleni yaparsak, kapıları muhafaza etmemiş oluruz. Gözümüzü muhafaza etmezsek, önümüze gelene bakarsak, dilimizi muhafaza etmezsek, dilimize geleni konuşursak o zaman şeytan kalbimize girecek ve onu mahvedecek.

Akıllı olmak, hayrı ve şerri bilmek değildir. Akıllı olmak, hayrı bilince yapmak, şerri bilince ondan sakınmaktır.

Bir kişinin hayrı ve şerri bildiği halde, hayrı yapmaması, şerri yapması ona fayda vermez. Aksine bile bile yaptığı için daha çok zararlı olur. Onun için hayrı bildiğin zaman yapmak, şerri bildiğin zaman o şerden kendini muhafaza etmek insana fayda verir. Öyleyse elimizden geldiği kadar bildiklerimizle amel edelim, çünkü bilmek yetmiyor, bildiklerinle amel etmek gerekiyor.

Kısa olarak bunu bilelim, kıyamet gününde bir kul diyor ki, “Ya rabbi ben sırat köprüsünden geçemiyorum. Benim bazı kardeşlerim rüzgar gibi gidiyorlar. Bazıları hızlı giden bir at gibi gidiyorlar. Benim ayaklarım titriyor, ben mesafe alamıyorum.”

Allah-u Zülcelâl ona diyecek ki:

“Ya kulum, sen de dünyadayken amel yapmakta böyle ağırdan alıyordun. İşte bu durumun, senin ameline göredir.”

İşte Allah'ın kulluğunda gevşek olursak, sonumuz böyle olacaktır. Allah'ın emrettiği bir şey önümüze geldiği zaman onu hemen yapalım, hiç tereddüt etmeyelim. Eğer Allah'ın razı olduğu bir amel ise hemen yapalım, Allah'ın razı olmadığı bir şey ise, ateşten kaçar gibi kaçalım.

Allah'ın dinine hizmet etmekte süratli olalım. Yarın kıyamet gününde, sırat köprüsünün üstünde pişman olmak istemiyorsak bugün pişman olalım. Eğer biz Allah'ın razı olacağı amelleri yaparken hiç duraksamadan, süratle yaparsak, Allah-u Zülcelâl de o gün sırat köprüsünde bize rüzgar gibi bir sürat verecektir. Hatta bazı kişilerin sırat köprüsünden şimşek gibi geçeceği bildirilmiştir.

Allah'ın emirlerini yerine getirirken hiç tereddüt etmeden yaparsak, yasaklarından kaçarken de sanki ateşten kaçar gibi kaçınırsak, Allah-u Zülcelâl bizden razı olacaktır. Şayet nefsimize mağlup olup bir hata işlediysek o zaman da hemen tevbeye kaçalım. O zaman da Allah-u Zülcelâl bize rahmetiyle muamele edecektir, inşallah.

Daima söylüyorum, mümin kardeşlerimize de tevbeyi anlatalım. Onları da sohbete getirin. Belki onlar da nasihat dinlerler. Çünkü bu dünya manzarası insanları aldatıyor.

Belki yaşlı olanlar bilirler, eskiden bu nimetler yoktu. Hatırlıyorum, çay yoktu, şeker yoktu, hatta buğday ekmeği yoktu. Ben Suriye’ye gitmiştim, orada görmüştüm çayı, şekeri, burada yoktu. İsmet (İnönü) zamanıydı, bu nimetler yoktu. Şimdi nimetler çoğalmış, ama bu sefer de gaflet artmış. Hâlbuki tersine olması lazımdır, nimet artınca şükrün de artması gerekir.

Dünyada bir insan sana çay ikram etse, onu takdir ediyorsun, sen de ona karşı hürmetkâr oluyorsun. Bu nimetleri de bize Allah vermiş, bu sofrayı bizim önümüze Allah koymuştur, öyleyse bu nimetlere şükretmemiz lazım. Ama gaflet içindeyiz. Sanki kendimiz kazanıyoruz veya filan kişi bize veriyor, zannediyoruz. Hâlbuki her şey Allah'tan geliyor.

Bir fakir, bir zenginin kapısına geliyor, ihtiyacını istiyor. İlk gün bir şey vermiyor. “Sen bana vermemiş değilsin, bana Allah vermedi,” diyor. İkinci gün geliyor, o gün veriyor. Düşünüyor ki, “Bugün vereyim bakayım ne diyecek?” Bu sefer verince o diyor ki, “ Sen vermedin, Allah verdi.”

Zengin adam dedi ki, “Ben vermesem, Allah vermedi, diyorsun, versem; Allah verdi, diyorsun. Halbuki ilk sefer vermek istemedim, vermedim, ikinci sefer vermek istedim verdim.”
Fakir ona dedi ki:

“Eğer Allah senin kalbine verme isteği vermeseydi veremezdin. Allah sana verdirdi, sen de verdin.”

Her şey Allah'tandır, sofrayı önümüze koyan Allah’tır. Bu manevi nimetleri, imanı, tevbeyi nasip eden Allah’tır. Öyleyse ona göre Allah'a karşı hürmetkar olalım. Elimizi vicdanımıza koyalım, bu nimetlerine göre daha güzel salih ameller yapalım, Allah-u Zülcelâl’e karşı.

Allah-u Zülcelâl cümlemize razı olacağı amelleri işlemeyi nasip eylesin, bizi hayırda kullansın, nefsimize bırakmasın. Âmin!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Esmaül Hüsna (Arapça- Türkçe) دُعٰٓاءُ اَسْمٰٓاءُ الْحُسْنٰى

Şifa Salavâtı (Salavâtı Tıbbil Kulubi/Salâvatı Tıbbiye)

Güzel Ahlakla ilgili 40 Hadis