Ahirette Hesaba Çekileceğiz
Ahirette Hesaba Çekileceğiz
Yazar: Seyda Muhammed Konyevi
Allah-u Zülcelâl insanın
dünyadaki bütün konuşmalarından, davranışlarından kıyamet gününde sorguya
çekecektir. Bu konuda Allah-u Zülcelâl bir ayet-i kerimede şöyle buyuruyor:
“Hakkında kesin bilgi sahibi
olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan
sorumludur.” (İsra, 36)
İnsan gözlerinden, kulaklarından
hatta kalbinden dahi sorguya çekilecektir. Bunun için Allah-u Zülcelâl’in emir
ve nehiylerine dikkat etmek suretiyle, bu azalarımızla nasıl amel yapmamızı
emretmişse onları yerine getirelim, haram ettiği şeylerden de muhafaza edelim.
Eskiden bir insan Arapça
öğrenmese ilim olarak bir şey bilmezdi. Bugün ise hemen hemen bütün ilimleri,
fıkıh istersen fıkıh ilmini, tefsir istersen tefsir ilmini, ne istersen iste,
tercüme etmişler, okuyabiliyorsun. Onun için şimdi bilmemek mazereti de
kalmamıştır, insan okuyup öğrenmekten mesuldür. Bu hazırlanan eserleri okuyacak
ve elinden geldiği kadar yerine getirmek suretiyle amel-i salih yapacak.
Bir kişi, çok çeşitli ilimlerle
meşgul olmuş, birçok eserler okumuştur. Sonra düşündü, “Acaba Allah-u Zülcelâl
neyle benden razı olacak?”
Bu kişi İmam Gazali hazretlerine
istişare etmek suretiyle ne yapacağını sormuş. İmam Gazali rahmetullahi aleyhi
ona demiş ki:
“Bu dünyada Allah'ın en gazap
ettiği şey, kişinin malayani ile, yani kişiye lazım olmayan, ne dünyaya ne
ahirete faydası olmayan şeylerle meşgul olmaktır.”
Onun için elimizden geldiği
kadar dini eserleri okuyalım, Allah'ın razı olacağı şeyleri yapalım, sevmediği
şeyleri de terk edelim.
Kırk yaşından sonra insan dünya
çarşısından ayrılıp ahiret çarşısına girmiş oluyor. Bu böyledir. İnsan kırk
yaşına kadar kuvvetleniyor, kırk yaşından sonra aşağıya iniyor. Bu sefer ahiret
yoluna girmiş oluyor.
Onun için denilmiştir ki, “Kimin
kırk yaşından sonraki işlediği hayırlar, kırk yaşına kadar işlemiş olduğu
hayırlardan fazla değilse o cehenneme doğru gidiyor, demektir.”
Demek ki insanın kırk yaşına
geldiği zaman işlediği hayrı, salih ameli, daha önce işlediğinden fazla olması
lazım.
Faydasız İlimden Allah'a
Sığınalım
Kıyamet gününde en şiddetli
azaba uğrayacak olan kimse, alim olduğu halde kendi ilminden menfaat görmeyen
şahıstır. Neuzubillah. Onun için okuyalım, ilim sahibi olalım, onunla amel
yapalım, inşallah.
Örnek olarak bir kişinin elinde
çeşitli silahlar vardır. Bir sahrada aslanlar ona hücum ettiler. Eğer o adam,
elinde silah olduğu halde onları kullanmazsa bir menfaat görür mü? Eğer o
silahı kullanıp kendini muhafaza etmezse o aslanlar onu parça parça yaparlar.
Ama silahlarını kullandığı zaman kendini kurtarır.
İlim de aynı öyledir. Okuduğun
kitapla amel yaptığın zaman, o ilmi, şeytan, nefs ve dünya canavarlarına karşı
kullanmış oluyorsun. Eğer ilimle amel yaparak onlardan kendini muhafaza
edersen, selamete kavuşmuş olursun. Ama kullanmazsan sana ne menfaati olacak?
Şeytan çok alimdi. Ama ilminin
ona ne faydası oldu? Allah'ın emrine itaat etmeyince, asi oldu, ilminin ona bir
faydası olmadı.
İşte o şeytan nefis yüzünden o
hale geldi. Allah-u Zülcelâl onu imtihana çekti. “Hepiniz Âdem’e secdeye
gideceksiniz,” dedi. O ise dedi ki: “Ben ondan daha iyiyim, “dedi.
Onun için denilmiştir, “Allah-u
Zülcelâl’in yanında en mebğud yani buğzedilen insan, nefsine uyandır.”
İnsanın Allah-u
Zülcelâl’e teslim olması lazımdır.
Bunu bilelim, Allah-u Zülcelâl
bize, annemizden, babamızdan, arkadaşlarımızdan çok daha şefkatlidir,
merhametlidir ve hepsinden daha çok bizi seviyor.
Bizi daima Allah-u Zülcelâl
muhafaza ediyor. Eğer bizi muhafaza etmeseydi, etrafımızda bizi helak edecek
birçok şeyler vardır. Allah bizi onlardan muhafaza ediyor. Allah bize sahip
çıkıyor. Onun için biz de Allah'ı sevelim, Allah'ın dediğini yapalım, inşallah.
Kalbimizi Allah-u Zülcelâl’e
karşı ıslah edelim. Kalbimizde daima Allah'ın razı olacağı halleri
bulunduralım. Kalbimiz ve sırrımız böyle ıslah olduğu zaman azalarımız da daima
hayırla meşgul olacaktır.
Çünkü zahiri azalar, kalbin
hareketiyle oluyor. Kalbimiz ne kadar hareketli olursa, Allah'ı severse, o
kadar zahiri azalarımızı çalıştırıyor, hayra götürüyor.
Kalp bozulduğu zaman da bütün
azalar onun arkasından gidiyor. Onun için elimizden geldiği kadar diyelim, “Ya
Rabbi, bu senin mahlukundur, Sen onu yaratmışsın, bunu ıslah et Ya Rabbi!”
Böyle diyerek kalbimizi Allah'a
teslim edelim, Allah her şeye kadirdir. Onu ıslah etmesi, Allah'ın yanında
hiçbir şey değildir.
Allah-u Zülcelâl bir şeye ol
dedi mi, oluverir. Onun için Allah'tan isteyelim. Allah'a yalvaralım ve hatta
diyelim ki, “Ya Rabbi seni seviyorum, Sen’den başka hiçbir şey istemiyorum, ama
elimden Sana tam kulluk etmek gelmiyor. Sen beni ıslah et Ya Rabbi!”
Böyle daima yalvaralım. Çünkü
insanın sermayesi kalbidir ve ömrüdür. Kalp ve zaman… Zaman geçtiği zaman senin
sermayen bitiyor, bir de kalp öldüğü, bir şey hissetmez hale geldiği zaman bu
ikisi bitiyor.
Her zaman diyorum, bir kişi
dilenciler gibi kapı kapı dolaşıyor: “Bana merhamet edin! Ben sermayemi
kaybettim bana merhamet edin!” diyor. Ona soruyorlar: “Senin sermayen neydi? Ne
kaybettin?” “Benim bir kalbim vardı, Allah içindi, içinde Allah sevgisi vardı
onu kaybettim!” diyordu.
Ne kadar güzel düşünmüştü. İnsan
dünyada iflas ederse kaybettiği malı gene geri gelebilir. Ama ahirette iflas
ederse, bir daha amel yapma imkanı geri gelmez. Onun için ahirete düşkün
olalım, ahiret için salih amel yapalım, Allah'a yalvaralım, Allah da bize
verecektir inşallah.
Zikir Ağır Geliyorsa…
Büyük velilerden Ebu'l-Hasen
Şazeli kaddesallahu sırrahu der ki: “Nifak alametlerinin birisi de zikrin kalbe
ağır gelmesidir.”
Neuzubillah. O zaman tevbe
edelim, Allah'a yalvaralım, Allah-u Zülcelâl de kendi zikrini bize hafif
kılacaktır, inşallah. O vakit bize hafif gelecek, bize sevgili gelecek…
Kim kendi nefsinin isteklerine
icabet ederse, o İslami bakımdan geri gidecektir. Şöyle bir düşünelim; biz
istiyoruz ki, herkes bizim istediğimiz gibi yapsın, bize aksi gitmesin. Bir
kişiye “Şöyle yap,” dediğimiz zaman istiyoruz ki, bizim dediğimizi yapsın. Aynı
şekilde, ona söylersem, buna söylersem, şuna söylersem, herkes bizim
istediğimiz gibi hareket etsin istiyoruz. Ama bizim nefsimize “Zikir yap, namaz
kıl, sadaka ver, İslam hizmeti yap,” diyoruz, o dediğimizi yapmıyor.
Bizim imanımız var
elhamdülillah. Ahirete hazırlık için bunları yapmamız gerekiyor, buna iman
ediyoruz. Herkesin bize uymasını seviyoruz da niye nefsimiz Allah'ın emirlerine
uymuyor. Ondan bunu istemeyelim mi?
İnsanlar bize aykırı gitmesin,
bize uygun davransın istiyoruz ama nefsimize bir şey yaptıramıyorsak, o zaman
nefsimize itab edelim:
“Ya nefsim, sen yanlış yoldasın.
Allah'ın emrettiği şeyleri yapman lazımdır, belki ahirette rahata kavuşursun.”
Diyelim.
Biz şimdi dünyayı böyle, sakin,
hareketsiz, her şeyden habersiz gibi görüyoruz, hâlbuki öyle değildir.
Dünyadaki bütün mahlûkat, insanların işlediği günahları görüp ondan huzursuz
olmaktadır. Çok zayıf bir böcek vardır, insanlar günah işlediği zaman Allah'a
dua ediyor, “Ya Rabbi, bana kuvvet verseydin de, o günahı işleyen insana azab
etseydim,” der.
Biz dünyanın zahirini böyle
cansız gibi görürüz, halbuki maneviyat bakımından öyle değildir. İnsanoğlunun
Allah'a asi gelmesi sebebiyle mahlukat böyle rahatsız olmaktadır, Allah'tan
izin istemektedir ki, “Ya Rabbi kuvvet verseydin de ona eza etseydim,” diye
istemektedir.
Allah, Allah azze ve celle…
Allah'tan başka kim aziz ve üstün olmak istiyorsa o zelil olacak.
Allah-u Zülcelâl
buyuruyor ki:
“…Allah, kimi alçaltırsa ona
şeref kazandıracak hiçbir kimse yoktur. Şüphesiz Allah, dilediğini yapar.”
(Hacc, 18)
Yani Allah-u Zülcelâl ancak
kuluna ikram eder veya hor hakir yapar. Diyor ki, “Yalnız Ben insanı
yükseltirim veya aşağı düşürürüm!” öyle diyor Allah azze ve celle…
Her şeyin melcei, sığınağı
Allah-u Zülcelâl’dir. Kendimizi Allah'a dost yapalım, kendimizi Allah-u
Zülcelâl’e bağlayalım, her şey O’nun elindedir. Dünya da, ahiret de, kabir de,
mahşer de O’nundur.
Eğer Allah-u Zülcelâl’in yanında
kıymetin yüksek olursa, Allah-u Zülcelâl sana kulluğunu nasip eder, seni
hayırlarda kullanır. Eğer bize tevbe nasip olduysa, Allah'ın evine misafir
olduysak bu sadece Allah'ın lutfudur. Bunu kendimizden bilmeyelim. Allah'a hamd
edelim, şükredelim. Demek ki Allah-u Zülcelâl bizi iyi kişilerden seçmiştir.
Allah-u Zülcelâl size ilham etmese siz gelemezdiniz buraya.
Ataullah İskenderi
hazretleri şöyle demiştir:
“Allah katında değer ve
kıymetini öğrenmek istiyorsan seni hangi işte çalıştırdığına, seni hangi halde
bulundurduğuna bak.”
Peygamber Efendimiz sallallahu
aleyhi vesellem de buyuruyor ki:
“Allah katındaki hissesini
öğrenmek isteyen kimse, Allah'ın kendisinin yanındaki hissesine baksın.”
(Suyuti, Camius Sağir 6/49, Hadîs No: 8386)
Eğer senin yanında Allah'ın
sevapları kıymetli ise, ona rağbetin varsa, senin de Allah'ın katında kıymetin
var demektir.
Allah-u Zülcelâl’in bize
ibadetini nasip etmesi, bu camiye gelmeyi, bu tevbeyi nasip etmesi bize mükâfat
olarak yeter. Bakın, bunları size vermeyi, siz annenizin karnındayken takdir
etmiştir. Senin rızkını, senin imanını, senin amelini, her şeyi o zaman takdir
etmiştir. Öyleyse bunlara şükretmemiz gerekir.
Çünkü anne rahminde melaike
geliyor, “Ya Rabbi, senin bu kulunu şaki mi, said mi, yani cehennemlik mi yoksa
cennetlik mi yazayım ya Rabbi?” diye soruyor.
O sırada daha sen ne amel
yapmışsın, ne dua etmişsin, ne bir şey… Yalnız Allah nasip etmiş bize bunu…
Elhamdülillah, Allah'a şükrederiz ki, ta o zamandan beri Allah bizi mümin
olarak yaratmış.
Nefsimize Nasihat Edelim
İbrahim et Teymi rahmetullahi
aleyh, nefsini karşısına alıyordu:
“Ey nefsim, şimdi sen öldün. Ya
cennete gideceksin, nimetler içindesin. Yahut cehenneme gideceksin, azablar
içindesin. Eğer ölmüş olsaydın ne isteyecektin? Keşke dünyaya dönsem, daha çok
salih amel işlesem, cennetteki derecem yükselse veya dünyaya dönsem de
cehennemden kurtaracak ameller işlesem, diyecektin, öyle değil mi? İşte sana
fırsat ey nefsim. Bak daha dünyadasın, amel yap, kendini kurtar.”
İbrahim et-Teymi böyle yapmaya
muhtaç idi de biz muhtaç değil miyiz? Biz de muhtacız. Öyleyse biz de nefsimize
böyle nasihat edelim.
Hatta o zaman gece namazına
kalktıklarında, mum vardı o vakit, parmaklarını mumun alevine tutuyorlardı ve
“Ey nefsim, bak sen mum alevinin sıcaklığına dayanabiliyorsan günah işle, amel
yapma,” diyerek nefislerini imtihana çekiyorlardı. Tabi nefis dayanmıyordu,
hemen elini çekiyordu mum alevinden. “Öyleyse günah yapmayacaksın, kulluğunu
yaparak kendini kurtaracaksın,” diyerek nefislerini ıslah etmeye
çalışıyorlardı.
Hülasa bizim çaremiz, Allah'ı
razı etmektir, onun da yolu tevbe etmektir. Çünkü insan Peygamber değilse
muhakkak hata işliyor. Ya büyük günahtır, ya orta günahlardır veya küçük
günahtır. Ama herkesin hata ve kusurları vardır.
İnsan eğer samimi tevbe ederse,
insanın günahlarını yazmakla vazifeli olan sol tarafımızdaki melaike var ya,
Allah-u Zülcelâl ona dahi günahları unutturuyor, hatta ahirette ondan hesap da
sormuyor. İşte hakiki tevbe böyle kıymetlidir.
Tevbe insanın kurtuluşudur. Onun
için diyorum, anlatın tevbeyi insanlara… Din yabancı olmuş, insanlar tevbenin
kıymetini unutmuşlar. Arkadaşlarınıza anlatın, Allah'ın rahmet kapısından
mahrum kalmasınlar.
Bir zamanlar bir adam bazı
günahlar işlemişti, artık herkes onun ne kadar kötü bir adam olduğunu
söylüyordu. O adam bir gün hanımına dedi ki,
“Ben çok kötülük yaptım, artık
bu dünyada kimse beni sevmiyor, kimse bana şefaat etmez. Öyleyse benim tek
çarem, Allah'a kendimi affettirmektir.”
Bu adam kendini çöllere attı,
ağladı, günahlarını itiraf etti, pişmanlık duyarak yalvardı. Allah'tan çok
korkuyordu. Kendini perişan etti. Allah-u Zülcelâl o adama bir meleğini
gönderdi. O melek geldi dedi ki:
“Allah seni affetti.”
Adam dedi ki, “Kim bana şefaat
etti?”
Melek şöyle cevap verdi:
“Senin tevben, pişmanlığın ve
korkun şefaat etti!”
Allah korkusu Allah'ın yanında
çok makbuldür. Ashab-ı kiram bazen Allah korkusundan dünyayı terk etmek
istiyorlardı. Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem de onlara, “ Ben sizden
daha fazla Allah'tan korkanınızım,” demişti. Onlar hiçbir günah işlemedikleri
halde Allah-u Zülcelâl’den böyle korkuyorlardı.
Eski zamanda bir adam vardı,
hiçbir hayır işlememişti. Ölümü yaklaştığı zaman evlatlarına dedi ki, “Benim
vasiyetim şudur, ben ölünce cesedimi yakın, küllerimi dağlarda, denizlerde
savurun. Çünkü Allah-u Zülcelâl bana hiçbir kuluna yapmadığı azabı yapacak!”
Çocukları onun vasiyetini yerine
getirdiler. Allah-u Zülcelâl onu yine haşr edince ona sordu:
“Seni bunu yapmaya iten neydi?”
diye sordu.
O da:
“Senden korktuğum için böyle
yaptım ya Rabbi,” diye cevap verdi.
Allah-u Zülcelâl ona rahmetiyle
muamele etti. (Buhari; 3478, Müslim 2756/25)
İnsan Allah-u Zülcelâl’den böyle
korkarsa günah işlemez, bir hata işleyince de hemen tevbe eder. İşte bunun için
Allah'tan korkmak çok mühimdir.
Allah-u Zülcelâl hepimize tevbeyi
nasip eylesin, bizi rahmetiyle şefkatiyle muamele etsin, bizi nefisimize teslim
etmesin. Âmin!
Yorumlar
Yorum Gönder