Bu da geçer Ya Hû!
Bu da geçer Ya Hû!
‘Bu da geçer Ya Hû’ sözünün aslı bundan bin kusur sene önceye, Bizans
dönemine uzanır. Bizanslılar, fena bir işe uğradıkları zaman ‘Bu da geçer’
manasına gelen ‘k’afto ta perasi’ demektedirler.
İbare, Selçuklular zamanında İran taraflarına geçer; ama
Farsçalaşıp ‘in niz beguzered’ olur.
Osmanlılar devrinde Türkçe söylenip ‘Bu da geçer!’
yapılır. Derken, tekkelerde ve dergâhlarda da benimsenir ve sonuna ‘Ya
Allah’ manasına gelen bir ‘Ya Hû’ ilave edilip ‘Bu da geçer Ya Hû’
haline gelir.
Bu da geçer ya Hû! Hikâyesi
Dervişin biri, uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra bir köye
ulaşır. Karşısına çıkanlara, kendisine yardım edecek, yemek ve yatak verecek
biri olup olmadığını sorar.
Köylüler, kendilerinin de fakir olduklarını, evlerinin küçük
olduğunu söyler ve Şakir diye birinin çiftliğini tarif edip oraya gitmesini
salık verirler.
Derviş yola koyulur, birkaç köylüye daha rastlar. Onların
anlattıklarından, Şakir’in bölgenin en zengin kişilerinden birisi olduğunu
anlar.
Bölgedeki ikinci zengin ise Haddad adında bir başka çiftlik
sahibidir. Derviş, Şakir’in çiftliğine varır. Çok iyi karşılanır, iyi misafir
edilir, yer içer, dinlenir. Şakir de, ailesi de hem misafirperver hem de gönlü
geniş insanlardır…
Yola koyulma zamanı gelip Derviş, Şakir’e teşekkür ederken;
“Böyle zengin olduğun için hep şükret.” der.
Şakir ise şöyle cevap verir:
“Hiçbir şey olduğu gibi kalmaz. Bazen görünen, gerçeğin kendisi
değildir. Bu da geçer…”
Derviş, Şakir’in çiftliğinden ayrıldıktan sonra bu söz üzerine
uzun uzun düşünü Birkaç yıl sonra, Derviş’in yolu yine aynı bölgeye düşer. Şâkir’i
hatırlar, bir uğramaya karar verir.
Yolda rastladığı köylülerle sohbet ederken Şakir’den söz eder.
“Ha, o Şakir mi?” der köylüler, “O iyice fakirleşti. Şimdi Haddad’ın yanında
çalışıyor.”
Derviş hemen Haddad’ın çiftliğine gider, Şakir’i bulur. Eski
dostu yaşlanmıştır, üzerinde eski püskü giysiler vardır. Üç yıl önceki bir sel
felâketinde bütün sığırları telef olmuş, evi yıkılmıştır. Toprakları da işlenemez
hale geldiği için tek çare olarak, selden hiç zarar görmemiş ve biraz daha
zenginleşmiş olan Haddad’ın yanında çalışmak kalmıştır.
Şakir ve ailesi üç yıldır Haddad’ın hizmetkârıdır. Şakir, bu kez
Derviş’i son derece mütevazı olan evinde misafir eder. Kıt kanaat yemeğini
onunla paylaşır… Derviş, vedalaşırken Şakir’e olup bitenlerden ötürü ne kadar
üzgün olduğunu söyler ve Şakir’den şu cevabı alır:
“Üzülme… Unutma, bu da geçer…” Derviş gezmeye devam eder ve yedi yıl sonra yolu yine o
bölgeye düşer. Şaşkınlık içinde olan biteni öğrenir.
Haddad birkaç yıl önce ölmüş, ailesi olmadığı için de bütün
varını yoğunu en sadık hizmetkârı ve eski dostu Şakir’e bırakmıştır. Şakir, Haddad’ın
konağında oturmaktadır, kocaman arazileri ve binlerce sığırı ile yine yörenin
en zengin insanıdır. Derviş eski dostunu iyi gördüğü için ne kadar sevindiğini
söyler ve yine aynı cevabı alır:
“Bu da geçer…”
Bir zaman sonra Derviş yine Şakir’i arar. Ona bir tepeyi işaret
ederler. Tepede Şakir’in mezarı vardır ve taşında şu yazılıdır:
“Bu da geçer!”
Derviş,
“Ölümün nesi geçecek?” diye düşünür ve gider.
Ertesi yıl Şakir’in mezarını ziyaret etmek için geri döner; ama
ortada ne tepe vardır ne de mezar. Büyük bir sel gelmiş, tepeyi önüne katmış, Şakir’den
geriye bir iz dahi kalmamıştır…
O aralar ülkenin sultanı, kendisi için çok değişik bir yüzük
yapılmasını ister. Öyle bir yüzük ki, mutsuz olduğunda ümidini tazelesin, mutlu
olduğunda ise kendisini mutluluğun tembelliğine kaptırmaması gerektiğini
hatırlatsın…
Hiç kimse sultanı tatmin edecek böyle bir yüzüğü yapamaz. Sultanın
adamları da bilge Derviş’i bulup yardım isterler. Derviş, sultanın kuyumcusuna
hitaben bir mektup yazıp verir. Kısa bir süre sonra yüzük sultana sunulur. Sultan
önce bir şey anlamaz; çünkü son derece sade bir yüzüktür bu. Sonra üzerindeki
yazıya gözü takılır, biraz düşünür ve yüzüne büyük bir mutluluk ışığı yayılır:
“Bu da geçer!” yazmaktadır.
Kaynak: Bir Yudum Hikâye
Yorumlar
Yorum Gönder