Mevlana’da Aşk Ve İlim
Mevlana’da
Aşk Ve İlim
Çağının ve yaşadığı
coğrafyanın sınırlarını aşan Mevlânâ; sufi kimliğinin yanısıra, alim, şair ve
mütefekkir bir şahsiyettir. O düşüncelerinin merkezine insanı ve ilahi aşkı
yerleştirmiş, bütün dünya insanlığını muhatap alarak eserlerini dile
getirmiştir.
Mevlana’nın yaşadığı
dönemden sekiz asır sonra bile düşüncelerinin rağbet
bulmasında, eserlerinin
günden güne artan ilgiyle okunmasındaki sebepler arasında ilim anlayışı ile
aşka bakış açısının önemli bir yeri vardır.
Bugün Amerika’da
Mevlana’nın eserleri en çok satan kitaplar arasında yer almaktadır. Mevlâna ve
Mevlevîlik Batılı aydınlar arasında da ilgiyle takip edilmekte ve olumlu
etkiler uyandırmaktadır.
Mevlana hakkında
araştırma yapan bazı kişiler ona hümanist, filozof vb. bir takım sıfatlar
ekleyerek onun gerçek kimliğini gözardı etmektedirler. Aslolan Mevlana’nın iyi
bir Müslüman olduğudur. Ondaki güzelliklerin kaynağı mensup olduğu İslam
dininden kaynaklanmaktadır. Ona eklenen hiçbir sıfat bu hakikati
gölgelememelidir. Mevlana’nın hayatta iken söylediği şu sözler kimliğini açıkça
göstermektedir:
“Canım bedenimde oldukça
Kur’an’ın kuluyum, seçilmiş Muhammed’in yolunun toprağıyım. Birisi, sözlerimden
bundan başka bir söz naklederse; ondan da şikâyetçiyim ben, bu sözden de şikâyetçiyim.”
Bu ifadelerde de açıkça
görüldüğü gibi onun temel referans kaynakları Kuran-ı Kerim ve Hz.
Muhammed’dir. O hayatı ve eserleriyle bu hakikatlere ayna olmuştur. Mevlana’yı
değerlendirirken onun kimliğinin doğru tespit edilmesi gerekir. O farklı bir
din, farklı bir mezhep getirmemiştir. Mensubu olduğu İslam dinini örnek bir
şekilde yaşamış bir gönül insanıdır.
Mevlana “Biz pergel
gibiyiz. Bir ayağımız din üzerinde sağlamca durur, öteki
ayağımız yetmiş iki
milleti dolaşır.” sözüyle de dini kaynaklara bağlılığını teyid ederek,
muhatabının bütün dünya insanlığı oluşuna vurgu yapmaktadır.
Mevlana “Gel, gel, ne
olursan ol yine gel. İster kafir, ister mecusi, ister puta tapan ol yine gel.
Bizim dergâhımız, ümitsizlik dergahı değildir. Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da
yine gel…” diyerek herkese kucak açarken de yine inancının temel kuralları
içinde bu davette bulunur. Çünkü Kuran-ı Kerimde Allah söyle buyurur: “Allah’ın
rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz.”1 Aynı manadaki su hadisi şerifte de kişinin
ümitvar olması tavsiye edilir: “Allahu Tealâ buyuruyor ki: Eğer kulum
göklerdeki bulutlara yükselecek kadar günah işlediği halde benden ümidini
kesmeyip af diledikçe, ben onu mağfiret ederim.”2
Ayrıca Cenab-ı Hak,
Kur’an-ı Kerim’de günahkâr kişiler hakkında, tevbelerinin
samimiyeti oranında
onların bütün günahlarının affedilebileceğinin yanında, bu kişilerin
günahlarını sevaba dönüştürebileceğini vadederek söyle buyurur :“Ancak tövbe
edip de inanan ve salih amel isleyenler baska. Allah iste onların günahlarını
sevaplara çevirir. Allah çok bağıslayandır, engin merhamet sahibidir.”3
Elbette Mevlana’nın
çağrısı bu kadar kuşatıcı olamaz. O bu ayet ve hadislerdeki
hakikatlerden ilham
alarak herkesi kapısına çağırırken, İslam’ın bakış açısından hareket eder.
Çünkü insanlarla iletişim kurmak için herhangi bir ön şarta gerek yoktur.
Kişilerin dini, inancı, rengi vb. her tür fark iletişim için engel teşkil
etmez. İnsan olmak herkes için ortak ve önemli bir paydadır. İnsan
yaratılanların en şereflisi ve en güzelidir. Herkes ilk insan olan Hz. Adem’e
üflenen ruhtan tevarüsle ruhunda Allah’tan bir parça taşımaktadır. Herkesi
yaratan yine odur. Bütün bu bakış açısıyla asırlardır herkese kucak açan
Mevlana’nın “gel” daveti hala canlılığını korumakta her yıl Dünyanın dört bir
tarafından binlerce insan bu çağrıya uyarak ona gelmekte, onun eserlerine ve
fikirlerine rağbet göstermektedir.
Mevlana Türk tasavvuf
hayatının önemli ve etkili bir sufisidir. Onun tasavvufi
görüşlerinin oluşmasında
önemli rol oynayan üç temel şahsiyet ve bu şahısların mensubu olduğu üç düşünce
sistemi vardır. Bunlar: Muhyiddin Arabi - Vahdet-i vücud Mektebi, Necmeddin
Kübra - Kübrevilik ile Melametilik, Kalenderilik- Sems-i Tebrizi’dir.4
Yaşadığı devrin bir
takım sosyal ve siyasi karışıklıkları karsısında Mevlana her zaman huzur ve
sükunetin temsilcisi olmuş, halka ümit ve güven telkin etmiştir. Zamanında
başka dinlerin mensuplarıyla da iyi ilişkiler kuran Mevlana, onların
gönüllerini fethetmesini bilmiştir. Eserleri incelendiğinde de herkese kucak
açan, bu kuşatıcı bakış açısı görülmektedir.
Mevlana ve Aşk
Kelime olarak aşk,
sarmaşık demektir. Bir nesnenin bir nesneyi sarmasıdır. Maşuk da aşıkını
sarmaşık gibi saracaktır. Bu sarış, asığın maşukta yok olmasıyla son
bulacaktır. Sarmâşık nasıl sarıldığı yeri kaplarsa, ask da girdiği kalbi daha
doğrusu kalpten başlayarak insanın bütün vücudunu sarar. Ask, her durum ve
haliyle kişiyi hakikate erdirir. Sevmenin ne olduğunu öğretir. Mevlana’ya göre
ask, öyle bir kimyadır ki o ancak can madeninde bulunur.
Aşk, varlığın en esaslı
en sırlı sebebidir.
Allah Teala Hz.
Peygamber’e ; “Sen olmasan, sen olmasan; bu gökleri yaratmazdım.” şeklinde
hitap eder. Hz. Muhammed, Allah’ın en sevgili kuludur, habibullahtır. Bu
sebeple kainatın mayasının ask olduğunu söyleyebiliriz. Diğer bir kudsî
hadiste; “Ben gizli bir hazineydim, bilinmek istedim ve halkı (âlemleri ve
insanı) yarattım.” ifadesi de insanın yaratılmasındaki yegane amacın Allah’ı
tanımak, sevmek ve kulluk etmek olduğunu açıkça anlatır. Mademki kâinatın
yaratılışı ve devamı sevginin ürünüdür, öyleyse her insan bu sonsuz
sevgiden nasibini
almalıdır. Bu düşünceden hareketle Mevlânâ, her insanın bu sevgi dairesine
dâhil olmasını hedefler. Ancak bu sevgi; yaratıcıyla, kâinatla ve insanlıkla
bütünleşen, hiçbir zaman azalmayan ve zedelenmeyen hakiki bir sevgi olmalıdır.
Tasavvufta “kesbî” olarak nitelenen bu sevgi; mecâzî veya beşerî ask değil,
“İlâhî aşk”tır.5
Mevlana, tasavvufun
tanımı için şöyle der: “ Tasavvuf aşk ve vecdle ilahi vuslata erişmektir. Can
ve bekâ alemidir.” “Ask ve vecd ile ilahi vuslata ermek” Yani bu tanıma göre
tasavvuf, seven ile sevilenin birleşerek tek vücut haline gelmesidir. İki iken
bir olmaktır. Tasavvufun özü asktır. Tasavvuf coşkun bir ask halidir. Mevlana
da tanımında bu hakikate işaret ediyor, ask ve vecd yani coşkunlukla Hakk’a
ulaşmak olarak tasavvufu tanımlamıştır.
Mevlana, “aşk deliliktir
biz delinin delisiyiz” der. Aşk duygusu o kadar ulvi bir duygudur ki fani
varlık karsısında duyulan hissedilen her şey bu aşamada teslimiyete
ulaşacaktır. Artık kişi hakiki varlık karsısında sonunun mutlu bir şekilde
biteceğini ümit ederek ilahi aşk yolunda yürümeye başlayacaktır. Yani Allah’ın
tecellisi olan kul, kendi benliğinden sıyrılıp mutlak hakikatle birleşecektir.
Yani seven ile sevilenin birleşip tek vücut haline gelecektir.
Mevlana bu askın en son
boyutu için ise söyle der ;
Eğer benden başka senin
gözlerinde sen kendi nakşını görürsen onu hayal bil, defet, sür gitsin. Bu aynı
zamanda vahdet-i vücudyani vücut birliği, iki iken bir olma halidir. Mesnevi’de
şöyle bir hikaye anlatılır: “Birisi geldi sevgilinin kapısını çaldı. Sevgilisi
“kimsin ?” diye sordu. Kişi “benim” deyince “git” dedi.
Şimdi zamanı değil
burada ham kişinin yeri yok. Ham kişiyi ayrılık ateşinden başka ne pişirebilir
? İkiyüzlülükten kim kurtarabilir ? O yoksul gitti tam bir yıl yollara düştü.
Sevgilinin ayrılığı ile
kıvılcımlar saçarak cayır cayır yandı. O yanmış yakılmış kişi pişti olgunlaştı.
Geri geldi yine sevgilinin kapısına dayandı. Korku ve edeple kapının tokmağına
dokundu. Sevgilisi “kapıdaki kim ?” diye bağırdı. Adam “A gönüller alan
kapıdaki sensin” dedi. Sevgilisi “Madem ki bensin gel içeri gir zira ev dar,
iki kişi sığmıyor”
Mevlana bu birlikteliği
şu şekilde özetler: “Senin gözün gönlüme göz olunca bu görmeyen gönül göz
kesildi. Gözün ta kendisi oldu.”
Mevlana’ya göre söz, üç
yerden çıkar: Nefis, akıl ve aşk. Nefisten gelen söz, bulanık ve tatsızdır.
Aklın sözü, akıllılarca makbuldür ve bir çok faydaların kaynağıdır. Askın sözü
ise söyleyeni mest, dinleyeni sarhoş edip neşelendirir.
Ask ile tasavvufi
mertebeler asılacaktır: Mevlana “Yedinci kat göğün üstüne çıkmak istiyorsan
aşk, bir güzel merdivendir a oğul” derken bu hakikate işaret eder. Allah
katında aşkın değeri çok üstündür. Mevlana “Kıyamette namazları, oruçları,
sadakaları getirip teraziye koyarlar. Fakat aşk teraziye sığmaz. Bu yüzden asıl
olan aşktır.” der ayrıca herkesi aşık olmaya davet ederek “Kimin aşka meyli
yoksa o kanatsız bir kuş gibidir, vah ona!”
diyerek aşka meyli
olmayanlara acımaktadır.
Aşk yolunun peygamber
yolu olduğunu belirten Mevlana, “ Aşksız yaşama ki, ölü olmayasın; Aşkla öl ki
diri olasın” sözleriyle askın kişiyi ölümsüzleştirdiğini ifade eder. Mevlana
“İlahi aşk ateşi gelip de, kendinden başka ne varsa yakıp yandırırsa, iste o
zaman gönlünde ne varsa, yanınca sevin, tatlı tatlı gül” sözleriyle askta esas
olanın sevgiliden başkasını düşünmeme ve ilgilenmeme olduğunu anlatır. Aşkın
varlığı, kalpte sevgiliden başkasını yakar ve yok eder. Aşkın aslı yok olma,
kendi benliğinden geçmedir. Gerçek aşka ulaşanlar geçici asklara meyletmezler.
Hakiki aşk kalpteki diğer sevgilerin tamamını yok edecektir. Nitekim Kur’an’da
“Allah Teâlâ insanoğlunun göğsünde iki kalp yaratmamıştır.”6 ayetiyle de hakiki
aşkta, kalbin mutlak sevgiliyle dopdolu olması gerektiği anlatılır.
Her güzelliğin kaynağını
aşka bağlayan Mevlana söyle der : “Aşk olmayınca neşe ve sevinç artmaz. Aşksız
olursa en güzel vücut bile salınamaz. Buluttan denize yüz damla düşer ama aşk
harekete gelmedikçe hiç biri sedefte inci olamaz. Dünyanın her parçası aşktır.
Eğer gökyüzü âşık olmasaydı göğsü gönlü böyle saf lekesiz olur muydu ? Eğer
güneş de âşık olmasaydı onun yüzünde bir parıltı bu ışık olur muydu ? Yeryüzü
ve dağ âşık olmasalardı her ikisinin gönlünden bir ot bile bitmezdi. Eğer deniz
asktan habersiz olsaydı böyle dalgalanabilir miydi ? Elbet bir yerde donar
kalırdı.”
Aşkın hayat verdiğini,
gönülleri yumuşattığını söyleyen Mevlana Celaleddin Rumi,
Divan’ında askla ilgili
şunları söyler:
“Âsıkların gönülleri
ateşe benzer bedenleri mangala. Aşk uçuşuna dünya dardır. Aşkla taş yürekler
bile yumuşar, yumuşar da gönül tas bile olsa mücevher kesilir. Aşk yüreklere
hayat verir. Ask atına bin, artık yolu düşünme çünkü ask atı pek rahvandır.”
Aşkın bedeli sevgili
uğruna canını verebilmektir. Mevlana, “Aşka tutulan can derdine düşmez” der.
Mesnevi’de geçen bir hikaye vardır. Bir âşık sevgilisin huzurunda yaptığı hizmetleri
sayıp döker ve söyle der:
“Senin için şunları
yaptım bunları yaptım. Bu aşk savaşı meydanında kılıç yaraları aldım, oklara
hedef oldum. Mal gitti, güç gitti, namus gitti. Senin askından nice
muratsızlıklara uğradım. Hiç bir sabah, beni uyurken bulmadı, gülerken görmedi.
Hiç bir akşam, beni varlıklı karşılamadı. Daima yoksul olarak buldu.”
Âşık, ne acılar tattıysa
ne dertler çektiyse onları bir bir etraflıca saymakta idi. Bunları sevgilisinin
basına kakmak için değil, askına yüzlerce şahit olarak sayıp duruyordu. Aklı
olanlara bir işaret yeter de artar bile ama âsıklardaki o susuzluk nasıl
giderilebilir ? Âşık yorulmadan usanmadan sözünü tekrarlar durur. Hiç balık bir
işaretle duru suya kanar mı?
Balık nasıl daima suyun
içinde kalmakla hayat bulur neşelenir ise âsık da daima ask duyguları içinde
olmaktan askı yasamaktan askı anlatmaktan bıkmayacaktır. Bilakis bundan zevk
duyacaktır. Âşık, o derdi temiz ve tükenmez olan ask derdini yüzlerce defa
anlattığı halde “Ne söyledim ki ben bir söz bile söylemedim.” diye şikayette
bulunuyordu. Sanki bir ateş içine düşmüş yanıyordu. Fakat neden yandığını
bilemiyordu. Ancak o ateşin harareti ile mum gibi eriyor, ağlıyordu. Sevgilisi;
“Evet” dedi. “Doğru söylüyorsun, bütün söylediklerimi yaptın yerine getirdin
ama kulağını aç da simdi beni dinle… Askın ve sevginin aslının aslı olan bir
şey var ki sen onu yapmadın. Bu yaptığın teferruattan ayrıntıdan
ibarettir.”dedi.
Âsık; “O bahsettiğin
sevginin aslı olan nedir ?” diye sordu. Sevgilisi de “Ölmektir, yok olmaktır”
diye cevap verdi ve “ Sen dediklerimin hepsini yaptın fakat ölmedin, hala
dirisin. Canı ile oynayan, ask uğrunda ölümü göze alan bir âsık isen hemen
kendini öldür.”
Âşık sevgilisinin bu
dokunaklı sözlerini duyunca o anda uzanıp can verdi. Gül gibi gülerek bası ile
oynadı. şikayet etmeden neşeli bir halde ölüp gitti. Arif kişinin zahmet nedir
bilmeyen aklı ve canı gibi o gülüş onda ebedi olarak kaldı. İste âsık, o
kişidir ki canı uğruna canını cananına feda eder. Canına kıyamayan kimse
sevgiliye meyl etmesin. Bu ask işine girmesin. Âşıkın kemali, üstünlüğü canını
cananına vermektir. Canını vermeyen sözle “sadece seviyorum” diyen noksanını ve
kusurunu itiraf etmelidir. Şeyh Sâdî, güle karsı ötüp duran aşkından
sevgisinden bahseden bülbüle der ki:
“Ey bülbül Git de askı
pervaneden öğren. Kendini alevin içine attı, yandı. Sevgilisi uğruna can verdi,
sesi çıkmadı.” İşte aşkın bedeli budur.
Mevlana, asık olmayı bir
ayrıcalık, ilahi bir lütuf olarak görür ve “gerçek bir cana aşka düşmekten
kurtuluş yoktur” der. Fîhimâfîh adlı eserinde de bu konuya işaretle söyle der:
“Vücudumuz Meryem
gibidir. Bizim herbirimizin içinde bir İsa vardır. Eğer aşk ızdırabı büyük
acılar bizde zuhur ederse o zaman İsa’mız doğacaktır.” Burada ifade edildiği
gibi insan, askın tecellilerini rahmânî esintileri beklemeli, buna
hazırlanmalıdır. Herkes kendi alıcısının gücü ve kapasitesi oranında bu
tecellileri alabilecektir. O halde âşık olmak için ne yapmamız gerekir ? Bu
soruya yine Mevlana’nın tavsiyesi ile cevap vermek gerekirse; O, “Kulluk et belki
sen de âsık olursun” der. Bunu yaparken yine Mevlana’nın deyişiyle Allah’ı bir
şey ummadan bir karşılık beklemeden sevmek gerekir.
Mevlana kainatta her
şeyin kendi halince ask içinde olduğunu ask ile hallendiğini ifade ediyor.
Mayası ask olan kainata da yakışan elbette budur. Mesnevi’sinin bir başka
yerinde aynı hakikate işaret eder:
“Feleğin ask yüzünden
bir kararı durup dinlenmesi yoktur. Ey gönül sen de durup dinlenmeyi arama;
yıldız gibi dön dolaş! Bütün varlıklar onun çevgeninin önünde bir top gibidir.Onun
çevgenine yani Hakk’ın takdirine uyar o çevgene secde ederler. Ey gönül sen de
yüzbinlerce varlığın bir parçasısın nasıl olur da onun hükmüne karsı karasız
bir hale gelmezsin. Hakikat şarabını ask kaynatır, coşturur. Ve doğru sözlü
doğru özlü âsıka gizlice sakilik eden asktır. Allah’ın inayeti ile aska
ulaşmayı dilersen şarap can suyudur, sürahi de beden.”
Aşk insanın bütün
hayatıyla iç içe olan sihirli bir kelimedir. Ask, bazen insanın yaşama gayesi
olur bazen de ölüm sebebi. İnsanı yaşatan asktır. Asksız gönül olmaz. Ask, bir
demir dağı delip boynuna asmak gibidir. Ask, çile demektir. Ask, kor bir
ateştir, öyle ki etrafında bulunan her şeyi yakar, yıkar kül eder. Yani bir
yürekte ask varsa başka bütün sevgiler yanar kül olur. Sevenden sevilenden başka
ne varsa yakar hatta sevgili için kendini de yakar, pervane örneğinde olduğu
gibi.
Tasavvufta vuslat iki
iken bir olmak, birbirinde yok olmaktır. Askın bu yolculuğu ile ilgili olarak
Mevlana:
“ Ask ateşi önce
sevilene düşer, ondan da âşıka sıçrar. Muma bak da gör. Önce kendisi yandı
sonra pervaneyi yaktı. Sen bir gölge varlıksın fakat güneşe âsıksın güneş
gelince gölge yok olur, gider. İki alemde aska yabancıdır. Askta yetmiş iki
türlü delilik ve divanelik vardır. Ask pek gizlidir. Ama verdiği şaşkınlık meydandadır.
Ona ruh sultanlarının canları bile hasret çeker.”
Bütün bunları akıl ile
çözülmesi ve kavranması zordur. Akıl askın halleri ve mertebeleri karşısında
şaşkındır. Mevlana, aklın bu konudaki acizliğini söyle ifade eder:
“ Aşk yokluk deryasıdır.
Aklın ayağı orada kırıktır. Yaratılış sırrına ulaşmak isteyen insanın sınırlı
aklıyla yol almayı bırakması, sonsuz askla yücelere kanatlanması gerekir.. Zira
akıl insanı dünya nimetlerine kavuşturur, ancak ask gökleri insanın ayakları
altına serer. Keşke varlığın dili olsaydı da var olanların perdelerini
kaldırsaydı. Hakikati anlatsaydı. Yani var gibi görünenlerin gerçekte var
olmadıklarını, ezeli ve ebedi varlığın ancak Allah olduğunu herkese
bildirseydi.”
İnsanı ilahi bir kitap
olarak niteleyen Mevlana, kişinin kendini askla keşfetmesini ister, bu keşif
onu yaratıcısına götürecektir:
“Aşkın sesi gelince
ölmüş ruhlar kanat çırpmaya, ölüler beden kabrinden bas kaldırmaya başladılar.
Ey gönüllerinde ask derdi olmayanlar kalkın âsık olun. Ey insan, ilacın sendedir.
Fakat bilmiyorsun derdin de yine sendedir. Ama görmüyorsun. Sen öyle açık ilahi
bir kitapsın ki harfleri ile gizli şeyler âşikar oldu, meydana çıktı. Canların
gıdası asktır. Bu yüzdendir ki açlık, ayrılık, şiddetli arzu, sevk ruhu
canlandırır, güçlendirir, onu besler.
Mevlana’nın aşk
üstadlarından olan Şems: “Ask ilmi medresede öğrenilmez.” Diyerek ona, sema ile
askın coşkunluğunu yasamayı, mana aleminde seyretmeyi tavsiye ediyordu. Ona,
maddi alemden tamamen sıyrılıp mana aleminde yücelmesini önererek su
tavsiyelerde bulunuyordu:
- Manevi ilim üç şey ile
elde edilir: Zikreden dil, şükreden kalb, sabreden ten. İlimsiz vücud, susuz
şehre benzer. Nihayet kuru bir kalıptır. Vücudu perhizle, ahlakla gayretle
sulamalı ve süslemelidir. Zahidlere mahsus olan mal cömertliği, cihad edenlere
mahsus olan ten cömertliği, gazilere mahsus olan can cömertliği, ariflere
mahsus olan gönül cömertliğidir.
Askı, kimseye niyazı ve
ihtiyacı olmayan Allah’ın vasıflarından olduğunu söyleyen Mevlana, yine
Allah’tan başkasına asık olmayı, geçici bir heves olarak görür.7 Aşkın şehvet
olmadığını vurgulayan Mevlana, insanın varlığı sürdürebilmesi için aşka muhtaç
olduğunu belirtir. Bunun için kişinin aşkı talep etmesi, onu araması gerekir.
“Susuzlar özlemle su ararlar, fakat su da cihanda susuzları arar.” diyen
Mevlana, layık olanın aşka ulaşacağını müjdeler. Onun aşkı kuru bir lirizme
dayanmamaktadır. Kulluğu, ibadeti dışlayan bir ask
değildir. İbadetlerin
askı körüklediğini kulu Allah’a yakınlaştırdığını su örnekle dile getirir:
“Şefkatli bir anne,
emzirdiği çocuğunu tatlı yemeğe ve içeceklerin lezzetine yavaş yavaş alıştırır.
Böyle azar azar yiyen çocuk, sonunda lokma lokma yemeye ve hazmetmeye alışır.
Kullar da ibadetlerden kuvvet alır ve manevi yönden yüksek bir dereceye ulaşır
ve sonuçta Allah’a yakınlaşır.”
Mevlana ve İlim
Devrinde Sultan’ul-Ulema
olarak tanınan Baha Veled’in oğlu olan Mevlana, ilk
derslerini babasından
alır ve onun titizlikle seçtiği devrin hocalarda eğitimini sürdürür. Kısa
sürede ilmi derinliğe ulaşan Mevlana, medresede dersler verir. Babasının
ölümünden sonra da Halep ve Şam’a ilmini geliştirmek için gider. Mevlana
buradaki tanınmış müderrislerden dersler alır. İlme büyük önem veren Mevlana;
“İnsanlık ilimle itibar
kazanmıştır. İlim Hz. Süleyman’ın mührü gibidir, onunla bütün dünya insanın
hükmü altına girer, dünya bir sûret, ilim ise onun canıdır.”8
diyerek ilmi hayat veren
bir mürşit olarak görmüştür.
“Alimin uykusu cahilin
ibadetinden hayırlıdır” ve “Bilgili adamın uykusu ibadetten üstündür.” hadislerine
telmihte bulunan Mevlana, ilmin sonsuzluğuna vurgu yaparak: “Hele insanı
gafletten uyandıran bilgi olursa. Bilgi, uçsuz, bucaksız ve kıyısız bir
denizdir. Bilgi isteyense, denizde dalgıçlık edene benzer.” der.
İlmi kişiyi Allah’a
götüren bir araç olarak gören Mevlana, “Allah sevgisi ilimle elde edilir.
İlimden nasibi olmayanlar ve akılsızlar bu sevgiden uzaktır.” der. 9 Eğer ilim
bu fonksiyonunu icra etmiyorsa yapılan işin sadece yorgunluk olduğunu söyler:
“Yaratılış gayesini öğretmeyen ilim, sahibi için yalnızca zahmet ve
yorgunluktur.” Esasen bu anlayış birçok sufide ortaktır. Yunus Emre de :
“Okumaktan mana ne, Kişi Hakk’ı bilmektir, Çün okudun bilmez isen, Ha bir kuru
emektir” sözleriyle aynı bakış açısını dile getirir.
Mevlana’ya göre ilim sahibi
olmanın ölçüsü şudur: “Nur ve kemali artıran lokma, helal kazançtan elde edilen
lokmadır. İlim ve hikmet helal lokmadan doğar; ask ve rikkat (gönül inceliği)
helal lokmadan meydana gelir.”
İlmin, sahibine faydalı
olmasına vurgu yapan Mevlana, “Allah’ım; sana sığınırım faydasız bilgiden,
alçalmayan gönülden, doymayan nefisten, kabul edilmeyen duadan.” hadisine
telmihte bulunur.
Sadece bilmenin yeterli
olmayacağına işaret eden Mevlana, ilim- amel ilişkisine dair tespitlerde
bulunur: “Yalnızca ilim sahibi olmak yeterli değildir; ilim, amelle birlikte
olunca sahibine faydalı olur.” 10 Ameli olmayanları alimden çok muhafıza
benzeten Mevlana; “İlmi olup ameli olmayanlar sadece ilim muhafızıdır, âlim
değildir.”11 demektedir. Aynı anlamda bir başka ifadesinde amelsiz alimleri,
birer dellal olarak niteler: ” Nice alimler var ki kendi
ilminden nasibi yoktur.
Böyle bilginler kendi bilgilerinin sadece bekçisi, hammalıdırlar. Onun elindeki
gömlek ödünçtür. Dellal elindeki cariye gibidir. Dellal, elindeki şaşkın cariye
müşteriyi avlamak içindir, yoksa onda dellalin bir payı ve nasibi yoktur.”
Bazen ilim, sahibini kör
eder. İlim sahibi aşkla marifete ulaşmalıdır. Mevlana, Şeytan için “Onun ilmi
vardı ama imanının aşkı olmadığı için Âdem’de toprak suretinden başka bir şey
göremedi.”12 demektedir.
İlim sahibinin öncelikli
olarak kendini bilmesi gerektiğini söyleyen Mevlana, “Kendini bilen Rabbini
bilir” kudsi hadisine işaret eder, kendini bilmeyen bu alimleri ise zalim ve
ahmak olarak niteler: “Alim nice binlerce ilim bilir de o zalim kendi nefsini
bilmez. Sen gerçi caiz olanı olmayanı bildin ama nefsin acaba bunların hangisi
üzere! Her metaın kıymetini bilirsin de kendi kıymetini bilmeyen ahmaksın.”
“Sapıklık da bilgiden olur, doğru yolu buluş da…” diyerek İlmin bir araç olusuna
dikkat çeken Mevlana, “İlmi eğer tenine kullanırsan yılan olur, gönlüne
kullanırsan sana yâr olur.” İlim gönle aksederse yardımcı olur, ilim bedene
yansırsa yük olur ”13 sözüyle de ilmin sadece dünyevi menfaatler için
kullanılmaması tavsiyesinde bulunur.
Liyakati olmayanın
elindeki ilmin zararlarına işaret eden Mevlana, kötü yaratılışlı kişilere ilim
ve fen öğretmeyi, “yol kesen eşkıyanın eline kılıç vermek” olarak niteler. Aynı
anlamda “Bilgi, mal, mevki ve hakimiyet, kötü yaratılışlı kişilerin elinde
fitnedir. Bilgisizlere, geçtikleri mevkiin yaptığı fenalığı, yüzlerce aslan bir
araya gelse yapamaz. Cahil, kötü hükümler yürüten bir padişah oldu mu bütün ova
yılanla, akreple dolar. Adam olmayanın eline bir mal ve mevki geçti mi,
herkesten önce kendi rezilliğini dileyen kendisidir. Çünkü ya cimriliği tutar,
az verir; ya da cömertliğe girişir, yerli yersiz bağışlarda bulunur.”
Sözleriyle cehaletin ve cahillerin zararlarını dile getirir.
“Nefsinin isteklerine
esir, rahatına düşkün, çabuk bıkan, kendisine güveni olmayan, zahmetlere
sabretmeyen, dünyalık peşinde kosan insanlar ilim sahibi olamazlar.” 14 diyen
Mevlana bu sözleriyle ilim sahibi olmanın ölçülerini söylemektedir. Mevlana,
ilim sahibinin teslimiyet ve tevazu içinde olmasını öğütler:
“Nasıl ki su önce
öldürür sonra ölüyü başında taşırsa, sen de ölü gibi ol ki su seni taşısın.
Yoksa kendi bilgi ve kabiliyetine güvenen kişinin bu deryadan kurtulması
zor.”15
İlimde zahmetsiz başarı
olmayacağını ifade eden Mevlana, insanı çalışmaya
sonrasında tevekküle
davet der: “İnsanın zararı, çalışmamasından dolayıdır, kârı ise çalışmasından.
Kader haktır, ancak insanın çalışması da, Tevekkül edeceksen önce çalış, çalış
da Allah’a dayan.”16
Mesnevide “Bedelini
ödemeden olgunlaşmak isteği ve canı tatlı dövme heveskarı” adlı hikayesinde bu
hakikate temas eden Mevlana, sırtına aslan dövmesi yaptırmak isteyen kişinin
iğnenin her teması sonrasında feryad ederek “kulaksız, kuyruksuz, gövdesiz
aslan dövmesi yaptırmak istemesi” karşısında: “Kim bu dünyada kuyruksuz, kulaksız
ve karınsız
bir aslan görmüştür.
Cenab-ı Hak böyle bir şey yaratmadı. Ya canın bu kadar kıymetli olmasın ya da
aslan dövmesi yaptırmaktan vaz geç.”diyerek her şeyin bir bedeli olduğunu ifade
eder. “Ey kardeş, iğnenin acısına sabret ki nefis kafirinin iğnesini
kırasın.”17 diyen Mevlana, herkesin gönlünde bir aslan olduğunu ama bunu elde
etmek için emek sarfetmek, sıkıntılara sabretmek gerektiğini dile getirir.
İlimde sürekli ilerlemeyi, yenilenmeyi tavsiye den Mevlana, “Her gün bir yerden
göçmek, Her gün bir konağı bırakmak; akarsu gibi donmamak ne hoş! Dün geçti,
düne ait söz de dün gibi geçti gitti; Bugün yeni bir söz söylemek gerek!”
sözleriyle
“İki günü esit olan
ziyandadır” hadisini hatırlatır.
Sonuç olarak; Mevlana da
bir çok sufi gibi aşkı kainatın yaratılış sebebi olarak
görmüştür. Mevlânâ’nın
anlayışı, eserlerinde görüleceği gibi din, ilim ve ask eksenlidir.
Ömrünü ilme adayan
Mevlana’ya göre ilim, sahibini Allah’a ulaştıran bir vasıtadır. İlim de aşkla
yapılmalıdır. Aşkla Allah’a bağlanan gönlü muteber olarak gören Mevlana’ya göre
“ilim bilmeyi, aşk olmayı” öğretir. Mevlana’ya göre aşk, yalnız kuru bir vecd
hali değildir. Şuurlu bir kullukla gelen haldir. Mevlana pratikleriyle de tam
bir zühd hayatı yaşamış, farz ve nafile ibadetleriyle kullukta derinleşmenin
örneğini en iyi şekilde vermiştir. Ona göre; Müslüman için ask bir enerji
kaynağıdır, bir gıdadır. Kişiyi hakikate ulaştıracak kanattır. Aşk, ilim ile
şuurlanarak, amel ile beslenerek bir anlam ve değer kazanmaktadır. Bu unsurlar
birbirini tamamlayan unsurlardır. Biri olmadan diğerleri ile hedefe ulaşmak
mümkün değildir.
Yrd. Doç. Dr. Hüseyin
ÖZCAN*
* Mavlana Celaleddin
Rumi, Uluslararası Sempozyumu’nda bildiri olarak sunulmus, Bükres-Romanya
(2007)
Yağmur Dil Kültür ve
Edebiyat Dergisi’nde yayınlanmıştır. S. 36, (2007).
* Fatih Üniversitesi,
Fen Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Öğretim Üyesi
1- Zümer 39/53.
2- Hadis, Tirmizi.
3- Furkan; 25/70
4- Ahmet Yasar OCAK:
Türk Sufiliğine Bakıslar, Đstanbul 1996,s.91-93.
5- Emine YENĐTERZĐ:
Mevlana’nın tefekkür Dünyası ve İnsan Konya’dan Dünya’ya Mevlana ve Mevlevilik,
Karatay Belediyesi
Yayını, 2002, s.73.
6- Ahzab:33/4.
7- (Mesnevi, C. VI/971.
8- Mesnevî,,C.
I/1071-1072.
9- Mesnevi,
CII/1545,1549.
10- Fîhi Mâfih, s.93.
11- Mesnevî, C. III:3060.
12- Mesnevî, VI:262)
13- Mesnevî C.,I,
3446-3447
14- Mesnevî,C. III:
Dîbâce)
15- Mesnevi C.1/112.
16- Mesnevî, C.I, 947.
17- Mesnevî, C.1/118.
Yorumlar
Yorum Gönder