Kalp Kulağını Açmak

Kalp Kulağını Açmak
Halise Ekemen

“Ne anlatacak bana” diye, dinlemeye hazırlanırken, yüzünü gördüm, gözlerini… Ne kadar anlar mı diye, tedirgin… Hep böyledir nedense. Anlatanın kariyeri, karizması, statüsü, eğitimi, başarısı, adı, şanı, ünvanı yoksa hep böyledir. Onu iğneleyici bakışlarla dinleriz. Sorgular bir tarafımız, ya hiç yüzüne bakmayız, ya da bakınca ne yaparız ki; Bir anda, utanıverir anlatan.
İyisini bekleriz! Madem yok ünvanı, adı, iyisini, en iyisini yapmalı. En güzel sözcükleri kullanmalı, yeni yeni kelimeleri. Güzel tanımlamalı anlattığını ve orijinal olmalı fikirleri hiç duyulmamış… Üslubu kusursuz, jestleri, mimikleri sözcüklerle uyumlu, ses tonu vurgulu olmalı, fakat bağırmamalı konuşurken…
Bunları ve daha birçok şeyi bir arada istiyoruz. Peki, kendini kabul ettirmiş adı, ünvanı olanlar da bunların hepsi var mı? Veya bunların kaçına dikkat ediyoruz onları dinlerken…
Dedik ya; kendini kabul ettirmiş diye… Sürçse de dili, kelimeleri yanlışta söylese, hata da etse, etkili olmasa da, hatta yanlış olsa da anlattıkları dinlettiriyor kendini, çünkü ön kabulümüz böyle. Dinliyoruz ne söylese de.
Oysa konuşmak, hitap etmek nasıl bir sanatsa, dinlemekte bir sanattır. Konuşulanı(beyan) sanat kılan, konuşanı hatip yapan dinleyendir, yani dinlemektir. Kaldı ki; dinlemeyi beceremeyen, konuşmayı da beceremez.
Elbette dinlemekte hünerdir. Bunun içinde çaba gereklidir. Ama daha önemlisi, dinlemek için, arzu ve iştiyakın, ihtiyacın hissedilmesidir. Birileri bu teknikleri kullanarak, zorla da dinlettirebilir. Ama dinlemeyi bir beceri(hüner) haline getirebilirsek, dinlediğimizden almamız gereken nedir, bunu da bilmiş ve almış oluruz.
Dinlemek ilgiyle alakalı bir durum… İlgi duyduğumuz hiç mühim olmasa da onu dinleyebiliyoruz. Oysa dinlemekte çeşit çeşittir. Eğer dinlemeyi sadece seslerden, harflerden, kelimelerden oluşmuş sanıyorsak yanılıyoruz.
Mesela dinliyor muyuz? Kendimizi, ne söylüyoruz ya da kendimizi dinlemeye, ne söylediğimizi duymaya ihtiyaç hissetmiyoruz. Yahut kendimize çok yakın oluşumuz onu duymamıza engel! Çoğu kere yakınımızda durup bize sesleneni duymadığımız gibi…
Nasılsa, kendimize en yakın biziz diye, kendimizi dinlemeyi erteliyor da olabiliriz. Bazen en yakınımızda, bizi çağırana, tek adım atmazken uzaktaki seslenen için koşturup dururuz.
Demek ki, duymak için, yalnızca kulak yetmez. İşiten bir kalp, ruh olmalı birde. Duyan kulağımız olabilir, ama sağır bir kalbimiz varsa, anlamak zorlaşabilir.
Dinlemek ve duymak arasında da bir ayrım var elbette. Her şeyi duyabiliriz, ama dinleyemeyiz. Dinleyebilmek için de iştiyak lazım bir de duyurmak…
Kendimizin ne söylediğini dinleyebiliyorsak, başkasının ne söylediğini de çok iyi dinleyemeyiz. Oysa kalbimizi en çok dinlemeli. Çünkü bu çağda en az dinletebilen, o sanırım.
Başka şeylerin sesi, daha gür çıktığından beri, onun sesi duyulmaz oldu. Dili yok ondan mı? Hep kendimizi dinletiyoruz ona, isteklerimizi…
“Artık tanrının sözleri, duyulmuyor bu kentte” diyordu, bir şair…
Kalbin sesi duyulmadığı günden beri; Allah’ın sözleri de, duyulmuyor. Ve kalbin kulağı açılmadıkça, hiçbir hatip dinletemeyecektir sözleri kulaklara.
Sözlerin, seslerin, bağrışların birbirine karıştığı bir dünyada, bir ses lazım ki, sözleri kalplere, kulaklara duyuracak.
İşte, o ses, bizim sesimiz olmalı ki, sözü duyurabilsin. Ama sözü, duyuracak ses sahibinin, sözü duyması ve dinlemesi gerekecektir. Öyleyse, önce dinleyin.
“Onlar ki; sözü dinler ve en güzeline uyarlar.” (39/18)
Evet… Dinlemek, bir sanattır. İyi bir dinleyici, her şeyde bir ses, yani her şeyin sesini duyabiliriz. Yeter ki, duymak istesin. Çünkü zamanında duyulmayan ses, çok derinlere iner. Bir gün dinlemek istediğimizde, onu yerinde bulamayabiliriz.

İyiyi duyuncaya dek iyi dinleyin. İyiyi duyunca da itaat edin!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Esmaül Hüsna (Arapça- Türkçe) دُعٰٓاءُ اَسْمٰٓاءُ الْحُسْنٰى

Uzun Ömür İçin Dua

Şifa Salavâtı (Salavâtı Tıbbil Kulubi/Salâvatı Tıbbiye)