Bir Anadolu Velî'si Yunus Emre (Kuddise Sirrûh)

Bir Anadolu Velî'si Yunus Emre (Kuddise Sirrûh)

Bilindiği üzere, târihî olaylar ve tarîhî şahsiyetler kendi dönemleri içinde ele alınır ve öyle değerlendirilirler. Yûnus Emre de târihî bir şahsiyettir, târihin belli bir döneminde yaşamış, bir misyon icrâ etmiş ve her fânî gibi o da mukadder vakit gelince, emânetini Hakk’a teslim ederek ebediyete intikâl etmiştir.
Fakat o öyle bir şahsiyettir ki, küçücük cirmine rağmen, Şeyh Gâlip’in ifâdesiyle “merdüm-i dîde-i ekvân” olan yâni “varlık âleminin gözbebeği olan İnsan”ı ve onun tüm sorunlarını dert edinmiş, bu kutlu varlığın şu dünyâ denilen fânî âlemde acı ve ızdırap çekmesine gönlü râzı olmamış; onu, bu içinde bulunduğu sıkıntılı durumdan kurtarmanın yollarını aramış; bulduğu hakîkatleri, karşılaştığı her insanla paylaşmış; şu âleme “hoş bir sedâ” bırakarak, görevini tamamlamanın mutluluğu içinde ebediyete yelken açmıştır.

Araştırmalar, Yûnus Emre’nin 1240-1320 târihleri arasında yaşadığı ve 80-82 yaşında öldüğü şeklindedir. Bu dönem, XIII. yüzyılın ikinci yarısı ile XIV. yüzyılın ilk yarısına tekabül etmekte olup, Anadolu Selçuklu Devleti’nin son dönemi ve Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıllarını kapsar.

Yûnus’un yaşadığı yıllar, Anadolu insanının ilkin Batı’dan gelen ve aralıklarla birkaç yüzyıl süren Haçlı Seferleri, sonra da doğudan gelen Moğol akınları ile kafa ve gönül dünyâsının allak bullak olduğu, bir taraftan siyâsî otoritenin zayıflaması sonucu iç çekişmelerin başladığı diğer taraftan gayr-i Sünnî inançların, Bâtınî ve Mu’tezilî görüşlerin yoğun bir şekilde yayılmaya başladığı bir zamandır. İşte böyle bir ortamda, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Hacı Bektâş-i Velî, Ahî Evrân-ı Velî, Ahmed Fakıh gibi ilim erbâbıyla birlikte Yûnus Emre de, “Allah sevgisi, aşk ve güzel ahlâk” ile ilgili düşüncelerini, her türlü bâtıl inanca karşı gerçek İslâm tasavvufunu işleyerek Türk-İslâm birliğinin oluşmasında önemli vazîfeler îfâ etmiştir. 

Akılla gönül yolunu birleştiren Yûnus Emre’nin mânâ yüklü şiirleri, çağın getirdiği stres ortamında okurlarına hep bir çıkış yolu sunacaktır. Böylece insanlık kendini tekrar tanımanın, benlik da’vâsından geçmenin, hoş hulk ile amel etmenin, sözü has söylemenin bilincine ulaşacak, dost evleri kurmanın gönüller yapmaktan geçtiğinin şuuruyla hayâtını yeniden dizayn edecektir. Onun sözlerinin şiirlerinin bu kadar etkili olmasını birkaç noktada şöyle özetleyebiliriz:

1- Yûnus Emre, kendisiyle ilgili yapılan bütün nitelemelerin üstünde her şeyden önce kâmil bir Müslüman ve büyük bir İslâm mutasavvıfıdır. Bilgi kaynakları ise, İslâm’ın temel referans kaynakları olan Kur’ân ve Sünnet’tir. Yûnus, âdeta Kur’ân’ın içinden çıkıp gelmiştir. O, bunu şöyle açıklar:

“Yûnus’un sözü şi’rden amma, aslıdur Kitâb’dan,
Hadîs ile dinene key bilgil sâdık olmak gerek.”

2- Yûnus Emre, Tasavvuf yolu içinde Vahdet-i Vücûd = Varlığın Birliği anlayışını benimsemiş bir Sûfî-Şâirdir. Bu anlayışında o, fikren Mevlânâ Celâleddîn’i Rûmî’ye bağlıdır.

3- Sakarya kıyılarında doğup, Anadolu’yu hattâ yukarı illeri gezen Yûnus’un tahsil yapıp yapmadığı tartışılan bir konu olmakla berâber, o gerekli bilgileri edinmenin yollarını bulmuştur:

“Elif okuduk ötürü,
Pazar eyledik götürü…
Yaratılmışı severiz,
Yaratandan ötürü…”

Kıtası bize, onun gerekli bilgileri aldığını işâret etmektedir.

4- Yûnus Emre, gerekli tasavvuf eğitimini görmüş [1], Mevlânâ’nın ders halkasına girmiş [2], feyzini Hacı Bektâş-i Velî’den, nasîbini de Sakarya illerinde Tapduk Emre’den almış, onun dergâhında senelerce mânevî olgunluk elde etmeye çalışmış bir Türk kocasıdır [3].

“Tapdug’un tapusunda kul olduk kapusunda,
Yûnus miskin çiğ idik pişdik elhamdülillah…”

“Yûnus Hakk’a bilişeli cân u gönül verişeli,
Şol Tapdug’a erişeli gizli râzım açar oldum!” (Tatcı, s.212)

Fakat ne bir Mevlevîdir ne de Bektâşî. O, kendi nev’i şahsına münhasır bir Mutasavvıf şâirdir.

5- O, şiirlerinde bir taraftan Yesevîliğin temsil ettiği Orta Asya tasavvufunun izlerini sergilerken, aynı zamanda Mevlânâ’nın sevgi ve hoşgörüye dayanan estetik tasavvufunun temsilcisi durumundadır. O, tasavvufî idealleri son derece tabii ve sâde bir dille Türkçeleştirmiş bir şâirdir. [4]

6- Yûnus Emre’nin en büyük özelliği Samîmî/içten oluşu ve Barışçılığıdır. O, kendisiyle, diğer insanlarla, Rabbi ile barışıktır. [5]

7- Tasavvuf anlayışı onda, bir hayat tarzıdır. O’nun tüm inanç dünyâsı, sevgi ve hoşgörü temeli üzerine binâ edilmiş bir dünyâdır. “Yaratılanı sev Yaratandan ötürü” şeklindeki sözü onun inanç dünyâsını özetleyen en çarpıcı ifâdedir. O, Allah’ı ve Allah’ın yarattığı her şeyi sever. Allah’ın birliğine gerçekten inanmıştır ve hiçbir varlığı, hiçbir olayı, hiçbir inancı, hiçbir insanı Allah’ın birliği dışında tutmaz. Her şey Allah’ın irâdesiyle Allah tarafından yürütüldüğüne, bütün varlıklar ve olaylar sâdece birer vesîle olduğuna göre, evrende herhangi bir şeyi sevmemek, Allah’ı sevmemek demektir. Kin tuttuğuz Allah’tır, yerdiğiniz, çekiştirdiğiniz, alay ettiğiniz Allah’tır.

8- Yûnus Emre, îman ve vicdan terbiyesinde vazîfe görmüş bir Anadolu velîsidir.

9- O kendini aşmış, âdeta kendi nefsiyle içinde yaşadığı çağı birleştirerek; kendi iç dünyâsında çağının sorunlarını, çağının sorunlarında kedisini görmek sûretiyle birlikte çözüm aramıştır. Yûnus Emre’nin bu davranışı tam anlamıyla İslâmî bir duruştur. İçinde yaşadığı çağın yanlışlıklarını düzeltmek için eliyle müdâhale edememiştir belki ama onlara diliyle en güzel şekilde, kırıp dökmeden, en anlaşılır bir anlatım tarzıyla karşı çıkmıştır.

“Senin ben demekliğin
Mânîde usûl değil
Biz kapı kullarına
Şaşı bakmak yol değil

İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin
Ya nice okumaktır…”

10- XIII. yüzyılda gerek siyâsî gerekse sosyal ve kültürel dünyâsı altüst olmuş, kafa ve gönül dünyâsında derin yaralar almış Anadolu insanına seslenmiş ve onları birbirlerini sevmeye, birbirleriyle kardeş olmaya, kardeşçe yaşamaya çağırmıştır:

“Gelin tanış olalım
İşi kolay kılalım
Sevelim sevilelim
Dünyâ kimseye kalmaz.

Söz ola kese savaşı
Söz ola kestire başı
Söz ola ağulu aşı
Bal ile yağ ede bir söz,

Ben gelmedim da’vî için
Benim işim sevi için
Dostun evi gönüllerdir
Gönüller yapmağa geldim!”

11- Yûnus Emre, halk diliyle Tasavvuf Edebiyatının en üstün şâiridir. Daha Orta Asya asırlarında Ahmet Yesevî ile başlayan halk tasavvuf şiiri, Türkistan, Horasan ve Anadolu’da yüz yılı aşan bir işleniş çağından sonra en üstün seviyesine Yûnus’un, Yûnus Emre Mektebi’nin şiirleriyle varmıştır. [6]

12- Yûnus Emre şiirlerinde, “Allah sevgisi, aşk ve güzel ahlâk” ile ilgili düşüncelerini, her türlü bâtıl inanca karşı gerçek İslâm tasavvufunu işleyerek Türk-İslâm birliğinin oluşmasında önemli vazîfeler îfâ etmiştir.

13- Yûnus Emre, XIII. Asırda Anadolu’da sessiz sedâsız bir dil inkılâbı yapmıştır. Bu inkılap, doğrudan doğruya Arab, İran dilleri yerine Türk dilini getirmektir. [7]  Yûnus Emre olmasaydı bilmiyorum Karamanoğlu Mehmet Bey’in fermânı ne derece başarılı olurdu.

14- Yûnus’un kullandığı dil öz Türkçe değil, Türk Halk dilinde yaşayan tabiî Türkçe’dir. [8]  O, kelimelerden bir Süleymâniye kurmuş büyük bir dil mîmârıdır. [9] Yûnus; Türk dilinin sırlarına hâkimiyeti, millî îmânı, millî zevki ve hür düşünceyi temsîl eden tefekkür ve îmânını bütün Anadolu’ya sirâyet ettirmiş bir ulu kişidir. [10]

15- Yûnus’un şiirleri, her dilin söyleyemeyeceği bir açıklık ve kolaylıkla söylenmiş “Sehl-i mümtenî” bir özellik taşımaktadır. Nihat Sami Banarlı bunu şöyle açıklar: Hiç biri Yûnus gibi anlatamaz, Yûnus, her şeyi kolay söyler. Meselâ dünyâ var olalı beri nice gözler gül görmüş, nice güller koklanmıştır; ama güllerde Allah’ı koklayan ilk şâir Yûnus Emre olmuştur:

Salınur Tûbâ dalları
Kur’ân okur hem dilleri
Cennet bağının gülleri
Kokar Allah deyu deyu [11]
 (VAllahu a’lemu bi’s-sevâb)

Prof. Dr. Ali Çelik

Dipnotlar:
[1] Toprak, Burhan, Yûnus Emre, İst, 2006, s.23-28; Kabaklı, Ahmet., Türk Edebiyatı, II,174-175

[1] Yûnus Emre’nin de bu halkaya girdiğini, onun semâ ve sohbet meclislerinde mânâ âlemine daldığını şu beyitlerden anlıyoruz:

“Mevlânâ sohbetinde saz ile işret oldu,
Ârif mânâya daldı, çün biledir ferişte…”

Yine:
Mevlânâ hüdâvendigâr bize nazar kıldı,
Onun görklü nazarı, gönlümüz aynasıdır…” der.

(Öner, Mehmet., a.g.m. s.251)

[3] Köprülü Fuat., Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Ank,1991,s.270
[4] Türer, Osman., a.g.m., s..97-98
[5] Araz, Nezihe., Ballar Balını Bulan Şair, Yûnus Emre İle İlgili Makalelerden Seçmeler (Hüseyin Özbay-Mustafa Tatçı), İst,1994,s.26
[6] Banarlı, Nihat Sami., Milli Tekevvünümüzde Yûnus Emre’nin Yeri, Yûnus Emre İle İlgili Makalelerden Seçmeler (Hüseyin Özbay-Mustafa Tatçı), İst,1994, s.66
[7] Banarlı,a.g.m., s.70
[8] Banarlı, a.g.m.,s.71
[9] Ayverdi, Samiha., Âbide Şahsiyetler, İst., 1976,s.58
[10] Ayverdi, a.g.e., s.62-63
[11] Banarlı, a.g.m., s.68

Not: Bu yazı Yenidünya Dergisinin<http://yenidunyadergisi.com/> Mayıs-2017 sayısından alıntıdır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Esmaül Hüsna (Arapça- Türkçe) دُعٰٓاءُ اَسْمٰٓاءُ الْحُسْنٰى

Şifa Salavâtı (Salavâtı Tıbbil Kulubi/Salâvatı Tıbbiye)

Güzel Ahlakla ilgili 40 Hadis