Kul Affetmeden Allah’ü Teâlâ’nın Affetmeyeceği Günahlar
Kul Affetmeden Allah’ü Teâlâ’nın Affetmeyeceği Günahlar
Kul hakları, affı ve cezalandırılması tamamen hak sahibi kula
bırakılmış günahlardır. Bu hakların unutulması, kaybolması, geçiştirilmesi mümkün
değildir. Zerre kadar bile olsa, hak, haksızdan alınıp hak sahibine
verilecektir. Allah kul haklarını çiğneyenleri, çiğnedikleri hakları
sahiplerine ödetmeden terk etmez, serbest bırakmaz, affına mazhar kılmaz.
Hz. Enes’ten gelen bir hadis-i şerifte, Peygamber Efendimiz Sallallahü
Aleyhi Vesellem buyurdu ki:
“İnsanın işlediği üç çeşittir:
Bir zulüm vardır ki, onu Cenab-ı Hak asla bağışlamaz. Bir zulüm
vardır ki, Allah Teâlâ onu dilerse affedebilir. Bir zulüm vardır ki, Allah
Teâlâ affetmediği gibi, onu terk de buyurmaz.
Allah Teâlâ’nın affetmeyeceği zulüm, şirktir (Allah’a ortak
koşmaktır). Allah, ‘Şirk, en büyük zulümdür’ buyurmuştur.
Hak Teâlâ’nın dilerse affedeceği zulüm, kulların kendileriyle
Rableri arasındaki hususlarda, kendi nefislerine yaptıkları zulümdür. Allah
kendine karşı işlenen bu zulmü dilerse affeder.
Hak Teâlâ’nın terk buyurmayacağı zulme gelince, bu, kullardan
bazılarının bazılarına yaptıkları zulümdür (kul hakkıdır) ki, mazlum zalimden
hakkını almadıkça Allah onları terk buyurmaz, bağışlayıp affetmez.”
(Mecmau’z-Zevâid, Kıyamet 1008)
Peygamber Efendimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem, bu hadisinde,
zulüm kavramına çok açık ve net bir tarif getirmiştir. Bu tanım, zulmün
Allah’ın af kapsamına girip girmemesi yönüyle yapılmıştır ki, insan için de en
önemli olan nokta budur: Zulüm işleyen kişinin Rabbi katında konumu nedir, onun
bağış ve affına nail olma şansı ne kadardır?
Hadisin tanımından anlıyoruz ki, zulümler, Allah’ın affına nail
olma yönünden üç gruba ayrılırlar.
Allah’ü Teâlâ’nın Asla Bağışlamadığı Zulümler
Birinci grup zulümler, Allah Teâlâ’nın asla bağışlamadığı
zulümlerdir. Bu zulümler, Allah’a koşulan şirklerin her türlüsüdür.
Allah katında, şirkten daha büyük zulüm yoktur. Şirk, Allah’ın
birliği (tevhit) ilkesine zıttır. Kulun kalbinde ve davranışlarında şirk inancı
ve şirk uygulamaları bulunduğu müddetçe asla Allah’ın affına, bağışlamasına
nail olamaz. Şirk inancı içinde bulunan kişi, asla cennete giremez. Cehennemde
ebediyen kalmaktan kurtulamaz.
Şirki Allah’ın affedilmez bir zulüm olarak tanımlaması, kulun
şirk inancından vazgeçmemesi ve bu inanç üzere ölmesi durumuyla ilgilidir.
Kulun şirkten tevhit inancına geçmesi, Rabbinin birliğine, tekliğine bütün
kalbiyle, samimi olarak iman getirmesi, onun bu zulüm günahından affı için
yeterlidir.
Kul, ifa ettiği ibadeti, yerine getirdiği her ilahî emir ve
yasağı, sırf Allah rızası için yapmalı; ameline kendini insanlara beğendirme,
alkışlatma, maddî çıkar elde etme gibi yan düşünce ve niyetler
karıştırmamalıdır.
Amele karışan parazit düşünceler, ihlası zedeler, amele şirk
lekesi düşmesine sebep olur. Peygamberimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem bu
sebeple, ümmetini gizli şirkten uyarmıştır. Kişinin gaflete ve dalgınlığa
düşerek, ameline ilahî rızanın dışında bir amaç ve niyet karıştırmasına karşı
onu uyanık ve dikkatli olmaya davet etmiştir.
Allah’ü Teâlâ’nın dilerse affedebileceği zulümler
İkinci grup zulümler, Allah’ü Teâlâ’nın dilerse affedebileceği
zulümlerdir. Bu zulümler, kulun Allah’a karşı kulluk görevinde yaptığı
kusurlar, ihmaller, terklerdir. Tamamen kul ile Rabbi arasında cereyan eden bir
çeşit isyan halidir. Bu zulmü, Rabbimiz, insanın nefsine zulmü olarak
tanımlamıştır. Çünkü cezayı, zararı, ziyanı çeken yalnızca insanın bizzat
kendisidir.
Allah, kendi nefsine zulmederek ölen bir kulunu dilerse
affedebilir. Allah’ın affı, kulun günahından büyüktür.
Nefsine zulmeden, Allah’a karşı kulluğunu tam yerine getirmeyen
bir kul, aslında cezayı hak etmiştir. Cezayı hak etmesine rağmen, Allah’ın, o
kulunun zulmünü dilerse bağışlayacağını söylemesi, günahkâr kullarının yeise
düşmesini engellemek içindir. Kul, yer-gök dolusu nefsine zulüm günahıyla
Allah’ın huzuruna çıksa bile, Rabbinden ümitsiz olmamalıdır. Rabbinin geniş
merhamet ve şefkatine sığınmaktan vazgeçmemelidir. Bu ümit, kulu, küfrün ana
karakteri olan yeis halinden kurtarır.
Bununla beraber, Allah’ın affının genişliği ve rahmetinin
enginliği, kulu gevşemeye sebep olmamalı; güven duygusuna da girdirmemelidir.
En güzeli, kulun nefsine zulmettiği günahlarla ilgili, Rabbine günahlarını
itiraf etmesi, kurtulmak için ondan güç ve yardım dilemesidir.
Allah’ın peşini bırakmadığı zulümler
Üçüncü grup zulümler, Allah Teâlâ’nın terk etmeyeceği, peşini
bırakmadığı zulümlerdir. Bu zulümler, kulların kullara yaptıkları zulümlerdir.
Diğer bir tabirle kul haklarını çiğnemeleridir.
Kul hakları, affı ve cezalandırılması tamamen hak sahibi kula
bırakılmış günahlardır. Bu hakların unutulması, kaybolması, geçiştirilmesi
mümkün değildir. Zerre kadar bile olsa, hak, haksızdan alınıp hak sahibine
verilecektir. Allah kul haklarını çiğneyenleri, çiğnedikleri hakları
sahiplerine ödetmeden terk etmez, serbest bırakmaz, affına mazhar kılmaz.
Üzerinde kul hakkı olan zalimlerin Allah’ın affıyla kurtuluşları söz konusu
değildir. Çiğnedikleri hakları ya sahiplerine geri ödemek ya da hak sahiplerinin
gönlünü tamir edip helalliğini almak zorundadırlar.
Dünyada gasp ettiği hakları, ahirette geri ödemek iki merhalede
gerçekleşir: Eğer kulun sevapları, çiğnediği hakkı ödemeye yeterli ise, hak
sahibine, zalimin sadece sevaplarından verilerek ödeme yapılır, hesap
kapatılır. Eğer zalimin sevapları çiğnediği hakları ödemeye yeterli olmazsa,
ikinci merhale olarak, hakkı çiğnenen kişinin günahları, çiğnenen hakkı
kadarıyla ondan alınıp zalimin günah kefesine konulur. Mazlum, günahlarından bu
yolla kurtulurken, zalim işlemediği pek çok günahı, kul hakkı sebebiyle
yüklenmek zorunda kalır. Ahirette bu duruma düşmeyi, Peygamberimiz Sallallahü
Aleyhi Vesellem bir nevi iflas olarak tanımlamıştır.
Kul hakkından nasıl kurtulunur?
İnsan bilerek veya bilmeyerek birisine haksız bir davranışta
bulunmuş olabilir. Hatta onu mağdur bir duruma düşürmüş ve bazı haklarının
elinden çıkmasına sebep olmuş da olabilir. Bu durum karşısında ne yapması
gerekir? “Bir defa oldu, bir daha yapmam. Keşke yapmasaydım” demesi, iç
dünyasında hesaplaşması yeterli mi? Yoksa hatasının telafisine çalışıp onu
düzelterek, hak sahibinden helallik dilemeli mi?
Bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz Sallallahü Aleyhi
Vesellem şöyle buyurur:
“Bir kimse, kardeşinin onuruna yahut malına haksız olarak
saldırmışsa, karşılık olarak verilebilecek altın ve gümüşün bulunmadığı günden
(kıyamet) önce helalleşsin. Aksi halde, yaptığı haksızlık nispetinde onun iyi
amellerinden alınıp hak sahibine verilir. İyiliği yoksa hak sahibinin
günahından alınıp haksızlık eden adama verilir.” (Buharî, Mezalim: 10)
Bu durumda helalleşmekten başka çıkar yol yoktur. O kadar ki,
insan şehit bile olsa kul hakkından kurtulamıyor. Eğer üzerinde kul hakları
varsa, Allah, diğer günahlarını bağışladığı halde, kul hakkını bağışlamıyor. Bu
yüzden tek çare hak sahibinin gönlünü almaktır.
Yapılacak olan bellidir: Zarara uğramasına sebep olduğu kimseye
gider, önce hata yaptığını itiraf eder, özür beyan eder. Kendisini affetmesini,
hakkını helal etmesini rica eder. Maddî bir kaybı da varsa, imkânı ve onun razı
olabileceği nispette hakkını verir.
Böylece elinden geleni yapmış olur. Karşısındaki insan da onu
hoş karşılarsa, hoşgörü ve anlayış gösterirse, suçluluğu kalkmış olur. Hadis-i
şerifte açıklandığı gibi, daha dünyadayken helalleşerek ahiretteki
hesaplaşmadan kurtulmuş olur.
Peki bu dünyada hakkına girmiş olduğu kimseye ulaşamaz ya da o
kimseyle helalleşme imkânı bulamazsa ne olur? Kul hakkından kurtulmanın başka
yolu var mıdır?
Eğer kişi yaptığı haksızlık ya da hak ihlalinden dolayı pişman
olur, samimi olarak tevbe eder, Allah’ın razı olduğu bir kul olarak yaşarsa,
inşallah ahirette Allah Teâlâ hak sahibine kendi rahmetinden ve hazinesinden
ikramlarda bulunarak, o kuluna olan hakkını affetmesini dileyebilir. Bu
ikramları gören kişi de hakkını helal edebilir. Yeter ki kul hakkını yiyen kişi
tövbesinde samimi olsun. En doğrusunu Allah bilir. Mehmet Dikmen
Yorumlar
Yorum Gönder