Mahşer Yerinde İnsanların Durumu
Mahşer Yerinde İnsanların
Durumu
Daha önceki sayfalarda
sen, insanların dümdüz ve bembeyaz, arı ve duru bir arazinin üzerinde
toplanacağını öğrenmiştin. Buradaki bekleyişlerinin oldukça uzun bir süre
olacağını, haklarında kesin karar çıkana dek burada bekletileceklerini
okumuştun. Melekler halkalar şeklinde yedi kez olmak üzere saf halinde
çevrelerini kuşatmış bir halde bekletileceklerdir. Tüm gök melekleri saf
halinde olacaklardır. Nitekim Allah şöyle buyuruyor:
“Ama yeryüzü parça parça
döküldüğü, Rabbinin emri geldiği ve melekler saf saf dizildiği zaman her şey
ortaya çıkacaktır.” (Fecr, 89/21–22)
Bir başka ayette de Allah
şöyle buyuruyor: “Ruh (Cebrail) ve melekler saf saf olup durduğu gün,
Rahman’ın izin verdiklerinden başkaları konuşmazlar. Konuşan da doğruyu
söyler.” (Nebe’,78/38)
İşte gökteki melekler
diğer yaratılmışları böylece kuşatacaklardır. Bildiğin gibi zaten gök de yok
olup gidecektir. Ancak mahşer yerinde bekleme mahallinde beklemekte olanlar
esasen işledikleri amellere göre farklı farklı konumdadırlar. İşte bu bekleme
yerinde insanların dünyada işledikleri ameller ortaya çıkacaktır, hiçbir şey
hiçbir kimseye gizli kalmaksızın meydana çıkmış olacaktır. Nitekim Yüce Mevla
şöyle buyuruyor:
“Gizlenenlerin ortaya
döküldüğü günde insan için ne bir güç ne de bir yardımcı vardır.” (Tarık,
86/9–10)
Burada öncelikli olarak
gündeme getirmek istediğim husus, bekleme yerinde olan korkular olacaktır.
Bundan sonra da orada insanların farklı farklı konumlarda beklediklerini
açıklamaya çalışacağım.
Ey kardeşim! Şunu unutma
ki, o bekleme gününde korkulanın en başında olacak olan şey, güneşin insanın
başı üzerine bir mil mesafeye kadar yaklaşacağıdır. Neredeyse aşırı sıcaklıktan
ve hararetten ötürü insanın beyninin fokur fokur kaynatacaktır. Nasıl kaynatmasın
ki, o güneşin ısısı yüzde yirmi milyon derece ile değerlendiriliyor.
Müslim, Mikdat’dan Radiyallahü
Anh rivayet ediyor. Mikdat demiş ki, Allah Resulü’nden Aleyhisselâm şöyle
buyururken dinledim:
“Kıyamet gününde güneş
insanlara bir mil mesafe kalıncaya dek yaklaştırılır.” [1]
Ravi Süleym b. Amir diyor
ki, ben, hadiste sözü edilen “mil” ifadesinin kara mili mi yoksa göze süre
çekilen mil mi olduğunu bilemiyorum. Hadisin devamı şöyledir: “O günde insanlar
dünyadaki amellerine göre ter içerisinde kalacaklardır. Kiminin ter yüksekliği
topuklarına kadar, kiminin dizlerine kadar, kiminin ise terleriyle ağzını
işaret ederek ta ağızlarına gem vuracak kadar ulaşır.” [2]
İşte o günde insanlardan
akan ter, yetmiş arşın olarak ta yerin dibine inecektir. Buhari ile Müslim Ebu
Hureyre’den rivayet ediyorlar. Ebu Hureyre’nin dediğine göre Allah Resulü Aleyhisselâm
şöyle buyurdu: “Kıyamet gününde insanlar öylesine terleyecekler ki, onların
teri yetmiş arşın derinliğine ulaşır. Ter onların ağızlarına adeta gem vurur
da ta kulaklarına kadar çıkar.” [3]
İşte böyle bir sıkıntı ve
azap içerisinde beklerlerken hepsi de, oradan kurtulmak için cehennem de olsa
gidecekleri yer, bir an önce buradan ayrılıp gitmeyi isterler.
O kıyametin en büyük ve
dehşet verici korkularından biri de, cehennemin mahşer yerine getirilmiş
olmasıdır. Cehennemi oraya çekip getirmek için yetmiş bin halat bağlanmış ve
her bir halatını da yetmişer bin melek çekmektedir. Nitekim Rabbimiz şöyle
buyurmaktadır:
“O gün cehennem getirilir.
İnsan yaptıklarını birer birer hatırlar. Fakat bu hatırlamanın ne faydası var!
İşte o zaman insan: ‘Keşke bu hayatım için bir şeyler yapıp gönderseydim!’ der.
Artık o gün, Allah’ın edeceği azabı kimse edemez. Onun vuracağı bağı kimse
vuramaz.” (Fecr, 89/23–26)
İbn Mesud’dan Müslim ile
Tirmizi rivayet ediyorlar. İbn Mesud demiş ki: “O hesap gününde cehennem
getirilir. Cehennemin yetmiş bin halatı vardır. Her bir halatını da çeken
yetmiş bin melek vardır.” [4]
Cehennem mahşer yerine
getirildiğinde öylesine bir homurdanışı ve korkutucu bir sesi var ki, kimse
dayanamaz. Nitekim yüce Allah şöyle buyuruyor:
“Cehennem ateşi uzak bir
mesafeden kendilerini görünce, onun öfkelenişini (müthiş kaynamasını) ve
uğultusunu işitirler.” (Furkan, 25/12)
Yüce Allah yine şöyle
buyuruyor: “Oraya atıldıklarında, onun kaynarken çıkardığı uğultuyu işitirler.”
(Mülk, 67/7)
Cehennem ateşi bekleme
yerinde olanlara yaklaştırıldığında, ateşten bir boyun uzanır, böylece bazı
insanları toparlayıp yakalar ve ateşin içine çeker.
Tirmizi’nin Ebu
Hureyre’den rivayetine göre, demiş ki, Allah Resulü Aleyhisselâm şöyle buyurdu:
“Kıyamet gününde gören iki gözü, işiten iki kulağı ve konuşan dili bulunan bir
boyun ateşten dışarıya doğru uzanır ve der ki: ‘Ben üç kişiye vekil olarak
tayin olundum. Bunlardan ilki Allah ile birlikte başka ilahlar ve putlar
edinenler, ikincisi inatçı olan her zorba ve bir de tasvir (heykel ve büst)
yapanlara cezalandırmada vekil olarak görevlendirildim.” [5]
İşte cehennemden uzanan
boyun mahşer yerinde beklemekte olan bu kimselerin üzerine uzanır,
oradakilerin arasından bu üç sınıf insanı tıpkı kuşun susam tanelerini
toplayıp yuttuğu gibi onları toplayıp yutar.
İşte mahşer yerinde
bekleme alanında uzun bir bekleyişle birlikte bir de bunlar olacaktır. Gözler
belermiş, dışarı fırlamış olarak hesaplarının sonucunu beklerler. Nitekim yüce
Allah şöyle buyuruyor:
“Resulüm! Sakın, Allah’ı
zalimlerin yaptıklarından gafil sanma! Ancak, Allah onları cezalandırmayı,
korkudan gözlerinin dışarı fırlayacağı bir güne erteliyor. Zalimleri bomboş
olarak kendilerine bile dönüp bakamaz durumda, gözleri göğe dikişmiş bir
vaziyette koşarlar.” (İbrahim, 14/42–43)
O gün mahşer yerinde
insanların oldukça farklı guruplara ayrılmış olmaları, amelleri bakımından
durumlarının açığa çıkması ve rezil rusvay olmaları ise bir yanadır. Ancak
Sabikun denilen ve ilk sınıfta yer alan, mahşer yerine binitli olarak gelen bu
kimselerle birtakım müminler, bekleme yerinde o insan beynini kaynatan güneşin
sıcaklığından uzak tutulacaklardır, hatta dahası onlar Rahman olan Allah’ın
Arş’ının gölgesinde gölgeleneceklerdir. İşte ben burada sana bu makamı
kazandıracak ve buna muvaffak kılacak bazı amellerden söz edeceğim ki, sen de
yarın kıyamet gününde o Arş’ın gölgesinde yer alanlardan olasın.
Buhari ve Müslim Ebu
Hureyre’den rivayet ediyorlar. Ebu Hureyre demiş ki Allah Resulü Aleyhisselâm şöyle
buyurdu:
“Başka hiçbir gölgenin
bulunmadığı kıyamet gününde yüce Allah, yedi sınıf insanı, arşının gölgesinde
barındıracaktır. Şöyle ki:
1- Adaletli devlet
başkanı,
2- Rabbine kulluk ve
ibadet ederek tertemiz bir hayat içerisinde gelişip büyüyen genç,
3- Kalbi mescitlere bağlı
olan Müslüman,
4- Birbirlerini Allah için
seven, bir araya gelmeleri de, ayrılmaları da Allah rızası için olan iki
insan,
5- Güzel ve mevki sahibi
bir kadının kendisiyle beraber olma arzusuna ‘Ben Allah’tan korkarım’ diyerek
onu ret edip ona yaklaşmayan kişi,
6- Sağ elinin verdiğini
sol elinin bilemeyeceği kadar gizli olarak sadaka veren kimse ile
7- Tenhada Allah’ı anıp
gözyaşı döken adam.” [6]
İşte kıyamet gününde
herkes güneşin yakıcı sıcaklığında kavrulurken sözü edilen bu yedi sınıf insan
özel muamele görecekler ve Arş’ın altında gölgeleneceklerdir. Bunlardan kimisi
de nurdan minberlere kurulup oturacaklardır. Bunlar Allah için birbirlerini sevenlerdir.
Nitekim sahih olan kudsi hadiste bunların durumlarını yüce Allah şöyle
açıklıyor:
“Benim Celal ve azametim
adına birbirlerini sevenler için kıyamet gününde nurdan minberler kuracağım.
Oysa bunların kendileri peygamber ve şehit olmadıkları halde peygamberler ve
şehitler onlara imreneceklerdir.”
Mahşerde o bekleme yerinde
bekleyenlere gelince bunlardan kimisi, dünyada iken verdiği sadakasının
gölgesinde gölgelenecektir. Sadakası onun üzerinde bir gölge gibi duracak ve
onu güneşin hararetinden koruyacaktır. Kaldı ki bu konuda Allah Resulünden de Aleyhisselâm
hadis gelmiştir. İçine daldıkları terleri ise, daha önceki sayfalarda
öğrendiğin gibi o da insanların amellerine göre farklılık gösterecektir.
Amellerine Göre
İnsanların Durumu
Bir de herkesin dünyada
işlediği amele göre olan durumu vardır. Bu da herkesin amel durumuna göre orada
görülecektir. Örneğin kâfirler, gözleri kör ve yüzleri siyahlaşmış olarak
geleceklerdir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Kim de beni anmaktan yüz
çevirirse şüphesiz onun sıkıntılı bir hayatı olacak ve biz onu, kıyamet günü
kör olarak haşr edeceğiz. O: Rabbim! Beni niçin kör olarak haşrettin? Oysa ben
hakikaten görür idim! der. Allah buyurur ki: İşte böyle. Çünkü sana ayetlerimiz
geldi; ama sen onları unuttun. Bu gün de aynı şekilde sen unutuluyorsun”
(Ta-Ha, 20/124–126)
Yine Allah Teâlâ
buyuruyor: “Bu dünyada kör olan kimse ahirette de kördür, üstelik iyice yolunu
şaşırmıştır.” (İsra, 17/72)
İşte kâfirler bu şekilde
yüzleri kapkara olacak olanlardır. Gözleri de kördür. Evet, kâfirlerle
münafıkların, ikiyüzlü insanların hali kıyamet gününde bu olacaktır. Bir de
tevbe etmeyip de asi olan bir takım kimseler de vardır ki onların da
durumlarına göre amellerinin eseri görülecektir.
Kibir ve gurur sahibi
olan, büyüklük taslayan kimselerin mahşerdeki durumuna gelince, bunlar adeta
karıncadan küçük böcekler halinde olacaklar ve mahşer yeri halkı tarafından
ayaklar altında kalacaklar ve üzerlerinden çiğnenin geçilecektir. Böylece
aşağılanıp hakarete uğrayacaklardır. Nitekim bunlar hakkında bir hadisi şerifte
şöyle buyruluyor:
“Büyüklük taslayanlar,
kıyamet gününde tıpkı küçücük böcekler gibi ayaklar altında kalacaklar ve
mahşer yerindeki insanların ayakları altında çiğnenecekler.” [7]
Faiz yiyenler de kıyamet
gününde adeta cin çarpmış gibi olacaklardır. Nitekim yüce Allah şöyle
buyuruyor:
“Faiz yiyenler, kabirlerinden,
şeytan çarpmış kimselerin cinnet nöbetlerinden kalktığı gibi kalkarlar. Bu hal
onların ‘Alım satım tıpkı faiz gibidir” demeleri yüzündendir. Oysaki Allah,
alım satımı helal, faizi haram kılmıştır.” (Bakara, 2/275)
Herhangi bir ihtiyaçları
olmadığı halde sırf keyfi olarak dilenen yüzsüzlere gelince, bunların da
yüzlerinde sırf kemikten başka et namıyla bir şey olmayacaktır. Nitekim İbn
Ömer’den Buhari ve Müslim rivayet ediyorlar. İbn Ömer diyor ki, Allah Resulü Aleyhisselâm
şöyle buyurdu:
“Kişi insanlardan hep
dilene dilene sonunda kıyamet gününde mahşer yerine yüzünde bir parça et
olmaksızın çıkıp gelecektir.” [8]
Zekâtını vermeyenlere
gelince, bunların mahşer yerindeki durumu, zekâtını vermedikleri mallar ile
azap göreceklerdir. Verilmeyen zekat ister nakit türünden olsun, ister deve,
sığır veya koyun türünden olsun, bunların cezalandırılmaları da bu türden
olacaklardır. İnsanlar bekleme yerinde onların hallerine şahit olacaklardır.
Ebu Hureyre’den Buhari,
Müslim ve Ahmed b. Hanbel rivayet ediyorlar. Ebu Hureyre demiş ki, Allah Resulü
Aleyhisselâm şöyle buyurdu:
“Zekâtını ödemeyen her
büyük servet sahibi zengin kişi, kesin olarak cehennem ateşinde yakılacaktır.
Şöyle ki söz konusu hazineler plakalar haline getirilir ve bu plakalarla o
kimsenin iki yanları ile alnı süresi elli bin yıl olan bir gün içerisinde,
Allah kulları arasında hükmünü verene dek, yakılır. Daha sonra da ya cennete
veya cehenneme doğru olarak kendisine yolu gösterilir.”
“Zekâtlarını vermeyen her
deve sahibi de muhakkak bir şekilde o develerin kendisini çiğnemeleri için
kıyamet gününde geniş ve düz bir alana yatırılır. Develeri olduklarından daha
büyük ve iri halleriyle ön ayaklarını yerden keserek sahibinin üzerine basmak
suretiyle şahlanarak onu çiğnerler. Sürünün en sonundaki olanı adamın üzerinden
geçtikçe sürünün başı da aynı yerden tekrar onu çiğnemeye devam eder. İşte bu
şekilde azap ve cezalandırma olayı, süresi elli bin yıl olan bir günde, Allah
kulları arasında hükmünü verinceye dek devam eder. Daha sonra o kimseye cennet
veya cehenneme doğru gideceği yolu gösterilir.”
“Yine zekâtlarını vermeyen
her koyun sahibi de, koyunlarının kendisi çiğnemesi için düz ve geniş bir alanda
yüz üstü veya sırt üstü yatırılır. Koyunlar olduklarından daha semiz ve daha
güçlü bir şekilde o kimseyi ayaklarıyla çiğnerler. İçlerinde boynuzları büyük
ve aynı zamanda aralarında hiçbir boynuzsuz koyun bulunmaksızın o kimseyi
boynuzlarıyla da toslarlar. Koyun sürüsünün en sonu o kimsenin üzerinden
çiğneyip geçerlerken, sürünün baş tarafı da yeniden azabı tekrarlamaya devam
eder. İşte bu azap da süresi elli bin yıl kadar olan bir günde, Allah kulları
arasında hükmünü verene dek sürüp gider. Sonra bu kimseye de cennete veya
cehenneme giden yolu gösterilir.” [9]
Nitekim yüce Allah şöyle
buyuruyor: “Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayanlar yok mu,
işte onlara elem verici bir azabı müjdele! Bu paralar cehennem ateşinde
kızdırılıp bunlarla onların alınları, yanları ve sırtları dağlanacağı gün
onlara denilir ki: ‘İşte bu kendini için biriktirdiğiniz servettir. Artık
yığmakta olduğunuz şeylerin azabını tadın!’” (Tevbe, 9/34–35)
İşte bu anlattıklarımızdan
Allah’a ait olan bazı haklar. Onları burada göstermiş olduk.
Bir de kula hakları
vardır. Onlara karşı işlenen haksızlıklar vardır. Kul hakkıyla mahşere gelenler
o günde, kime karşı haksızlık yapmışlarsa onu sırtlarında taşıyarak üzerinde
borç yükü olduğu halde geleceklerdir. Nitekim yüce Allah bu konuda şöyle
buyurmaktadır:
“Onlar günahlarını
sırtlayarak gelecekler. Dikkat edin! Yüklendikleri şey ne kötüdür!” En’am,
7/31)
Bir diğer ayette de
Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Kim emanete, İslam devleti malına hıyanet
ederse, kıyamet günü, hainlik ettiği şeyin günahını boynuna asılı olarak
gelir.” (Ali İmran, 3/161)
Şimdi de bir diğer ayet,
yüce Allah burada şöyle buyurmaktadır: “Yükü, günahı ağır gelen kimse onu
taşıması için başkasını çağırsa, bu çağırdığı kimse akrabası da olsa, onun
yükünden bir şey yüklenmez.” (Fatır, 35/18)
Buhari ile Müslim Ebu
Hamid Saidi’den rivayet ediyorlar. Rivayete göre Peygamber Aleyhisselâm şöyle
buyurmaktadır:
“Allah’a yemin ederim ki,
sizden her kim haksız bir şekilde birinden bir şey alacak olursa, o kıyamet gününde
o aldığı şeyi üzerinde taşımak suretiyle Allah’ın huzuruna gelecektir. Eğer
haksız bir şekilde aldığı şey bir deve ise, adamın sırtında deve ses çıkararak,
aldığı şey bir sığır ise, adam sırtında o sığırı böğüre böğüre taşıyıp mahşer
yerine gelecektir, Eğer haksızlık ettiği şey bir koyun ise, adam sırtında koyun
meleyerek huzura gelecektir.” Allah Resulü Aleyhisselâm daha sonra koltuk
altlarının beyazlığı gözükene dek ellerini havaya kaldırdı ve şöyle buyurdu:
“Allah’ım! Tebliğ ettim mi?” [10]
Hatta yaptığı haksızlık
bir arazi ise, bir toprak ise, kıyamet gününe onu yedi kat toprak olarak
sırtında taşıyıp huzura gelecektir.
Buhari ile Müslim Hz. Aişe
annemizden rivayet ediyorlar, rivayete göre Peygamber Aleyhisselâm şöyle
buyurmuştur:
“Kim bir karış yer kadar
bir kimseye haksızlık ederse, kıyamet gününde o toprak yedi kat olarak onun
boynuna dolandırılmış bir halde mahşere gelir.” [11]
Hanımlar Arasında
Adalet
Yine mahşer yerinde öyle
kimseler görürsün ki yarı tarafına inme inmiş gibi, yarı felçli bir haldedir.
Bu gibi kimseler ise, birden fazla evli olup eşleri arasında dünyada adalete
uymayanlardır.
Sünen sahipleri Ebu
Hureyre’den rivayet ediyorlar. Demiş ki, Allah Resulü Aleyhisselâm şöyle
buyurdu:
“Bir kimse iki evli olup
da eşleri arasında adil davranmıyorsa, kıyamet gününe bir tarafı çarpılmış,
eğilmiş olarak gelir.” [12]
Tüm bu anlattıklarımız
amelleri kötü olanlar ile alakalıdır. Bir de dünyada iken iyi ve güzel amel
işleyenler de vardır. Nasıl ki kötü amel işlemiş olanların durumları mahşer
yerinde gözler önüne serilecekse, iyi amel işleyenlerin o güzel halleri de
elbette bu kimselerin üzerinde orada görülecektir. O toplanma ve bekleme
yerinde her amelin bir önemi, bir meziyeti vardır. Nitekim daha önceki
sayfalarda geçmişti. Allah için birbirlerini sevenlerin kıyamet gününde nurdan
minberler üzerinde, Arşın gölgesinde gölgelenecekleri anlatılmıştı. Hatta
dünyada iken verilen bir sadakanın bile orada sahibini sıcaktan koruyup onun
üzerinde gölge oluşturduğunu da öğrenmiştik. Sadaka onu hem güneşin
hararetinden ve hem de cehennem ateşinden koruyacak, bir kalkan
oluşturacaktır.
Buhari, Müslim ve Nesai
Adiy b. Hatim’den rivayet ediyorlar. Demiş ki, Allah Resulü Aleyhisselâm şöyle
buyurdu:
“Sizden her kim yarım
hurma ile de olsa eğer cehennem ateşinden korunabiliyor, bir kalkan
bulabiliyorsa, hemen bunu yapsın.” [13]
Namaz
Namaz ve namazın
tesirlerine gelince, o da şöyledir. Namaz kılanlar mahşer yerine yüzleri,
elleri ve ayakları nurdan parlar bir vaziyette geleceklerdir. Yüce Allah şöyle
buyuruyor:
“Münafık erkeklerle
münafık kadınların, müminlere: Bizi bekleyin, nurunuzdan bir parça ışık alalım,
diyeceği günde kendilerine: Artık dönün de bir ışık arayın! Denilir. Nihayet
onların arasına, içinde rahmet, dışında azap bulunan kapılı bir sur açılır.”
(Hadid, 57/13)
Yüce Allah yine şöyle
buyuruyor: “Ey iman edenler! Samimi bir tevbe ile Allah’a dönün. Umulur ki
Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter. Peygamberi ve onunla birlikte iman
edenleri utandırmayacağı günde Allah sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere
sokar. Onların önlerinden ve sağlarından amellerinin nurları aydınlanıp gider
de, ‘ey Rabbimiz! Nurumuzu bizim için tamamla, bizi bağışla; çünkü sen her şeye
kadirsin’ derler.” (Tahrim, 66/8)
Diğer bir ayette de yüce
Mevla şöyle buyuruyor: “Mümin erkeklerle mümin kadınları, önlerinden ve
sağlarından, amellerinin nurları aydınlanıp giderken gördüğün günde, onlara:
Bugün müjdeniz, zemininden ırmaklar akan ve içlerinde ebedi kalacağınız
cennetlerdir, denilir. İşte büyük kurtuluş budur.” (Hadid, 57/12)
Nitekim Peygamber’den Aleyhisselâm
de sahih olarak gelen rivayette, Peygamber Aleyhisselâm: “Namaz nurdur” diye
buyurmuştur. [14]
Buhari, Müslim ve Nesai
Ebu Hureyre’den rivayet ediyorlar. Peygamber Aleyhisselâm şöyle buyurmuştur:
“Benim ümmetim kıyamet
gününde abdest eserlerinden dolayı yüzleri nurlu, elleri ve ayakları da sekili
olarak çağrılacaklardır. Artık kim daha çok bu parlaklığını artırmak isterse,
hemen durmasın bunu yapsın.” [15]
Doğrusu bu işaret ve
alametler sadece Muhammed ümmetine has olacaktır, diğer peygamberlerin ümmetlerinde
böyle bir özellik olmayacaktır.
Müezzinler
Bir de ezan okuyan
müezzinlerin durumu var. Kıyamet gününde müezzinler mahşerde bekleme yerinde
boyları diğer insanlara göre en uzun olacak olan kimselerdir. Böylece herkes
onların dünyada iken müezzinlik ettiklerini bileceklerdir.
Müslim, Muaviye’den
rivayet ediyor. Muaviye demiş ki, Allah Resulü’nün Aleyhisselâm şöyle
buyurduğunu işittim: “Kıyamet gününde müezzinler, boyları en uzun olacak olan
kimselerdir.” [16]
Senin de bildiğin gibi
işte bu anlattıklarım, kıyamet gününde mahşer yerinde hesap için bekleyenlerin
durumlarıyla ilgili görülecek olan olaylardır. Bunların tümü de sahih delilere
dayanmaktadır.
Havuz
Nitekim kıyamet
sahnelerinden kimisi de peygamberlere ait olan havuzlardır. Herkes susuzluktan
kırılacak hale gelmişken her peygamberin ümmeti, amellerine göre kendi
peygamberinin havuzunun başına geleceklerdir. Hiç şüphesiz bu havuzlar
içerisinde en büyük olanı efendimiz, peygamberimiz Muhammed’in havuzudur. Kaldı
ki yüce Allah ona bu havuzu vaat etmiştir. Nitekim şöyle buyurmaktadır:
“Resulüm! Şüphesiz biz
sana Kevser’i verdik.” (Kevser, 108/1)
Kevser, cennette bir
nehrin adıdır, buradan akan su, bu havuza dökülür.
Enes’ten Tirmizi rivayet
ediyor. Enes demiş ki, Allah Resulüne Aleyhisselâm “Kevser nedir?” diye
sorulduğunda şöyle buyurdu: “O cennette bir nehirdir. Allah onu bana verdi.
Bunun suyu sütten beyaz ve baldan tatlıdır. Burada öyle kuşlar var ki,
boyunları adeta deveboynu gibidir.” Hz. Ömer de: “Bu sözünü ettiğin kuşlar,
mutlaka semiz olan kuşlardır” diye sorunca, Allah Resulü Aleyhisselâm şöyle
buyurur: “Bunların etlerini yiyenler onlardan daha semizdir.” [17]
Yine Tirmizi, Semure b.
Cundeb’ten rivayet ediyor. Demiş ki Allah Resulü Aleyhisselâm şöyle buyurdu:
“Her peygamberin bir havuzu vardır, ümmetleri o havuzun başına gelirler.
Peygamber, kendi havuzlarının başına gelenleri dikkate alarak diğerlerine göre
kendi havuzuna gelenlerin çokluğuyla övüneceklerdir. Ben, umarım ki o gün diğer
peygamberlerin ümmetlerine göre, havuzunun başına en çok kişinin geleceği
kimseler, benim ümmetim olacaktır.” [18]
Oruç
Dünyada iken oruç
tutanların kıyamet gününde durumları ne gelince, bu da şöyle olacaktır.
Ağızlarından adeta misk kokusu gibi koku yayılacaktır. Ebu Hureyre’den Buhari
ile Müslim rivayet ediyorlar. Demiş ki Ebu Hureyre, Allah Resulü Aleyhisselâm şöyle
buyurdu:
“Muhammed’in varlığı
elinde olan Allah’a yemin ederim ki, Allah katında oruçlu kimsenin ağız kokusu,
misk kokusundan daha güzeldir.” [19]
Ebu Zer’den Müslim ve
Tirmizi rivayet ediyorlar. Diyor ki, Allah Resulüne, “Havuzun su tasları
nasıldır?” dedim. Şöyle buyurdu: “Muhammed’in varlığı elinde olan Allah’a yemin
ederim ki, onun tasları gökteki yıldızlardan v e gezegenlerinden çok daha
fazladır. Dikkatinizi çekerim! Onlar mehtapsız ve duru bir gökteki yıldızlar
gibi olan cennet taslarıdır. Kim onlardan içerse bir daha susamaz. Cennetten
iki oluk havuzun içerisine su akıtır. Havuzun genişliği Amman ile Eyle
arasındaki mesafe uzunluğundadır. Suyu, sütten de öte beyazdır ve baldan da
tatlıdır.” [20]
Kardeşim, Allah her
ikimizi de, bir daha susuzluk çekmemek üzere Peygamberimiz Muhammed’in Aleyhisselâm
havuzundan su içmeyi nasip kılsın. Şunu da unutmamak gerekir ki, bu havuzdan
ancak İslam şeriatına, efendimiz Muhammed’in Aleyhisselâm yoluna uyanlar su
içebileceklerdir. Onun dışından hiçbir kimse buradan su içemeyecektir. Nitekim
Buhari ile Müslim’in İbn Mesud’dan rivayetlerine göre, İbn Mesud demiş ki
Allah Resulü Aleyhisselâm şöyle buyurdu:
“Ben havuz başına sizden
önce geleceğim. Sizden kimi kişiler benim yanıma kadar çıkıp geleceklerdir. Ben
de tam onlara dönüp kendilerine havuzdan su içirmek üzere iken, melekler hemen
onları benden çekip uzaklaştırırlar. Ben de: ‘Rabbim! Onlar benim
ashabımdırlar’ derim. Bu arada kendisine denilir ki: ‘Sen, onların enden sonra
neler yaptıklarını bilmiyorsun.’ Bunun üzerine ben de: ‘Öyleyse benden sonra
dinde değişiklik yapanlar benden uzak durun, bana yaklaşmayın’ derim.” [21]
Bu durum mahşer yerinde
hesap için beklerlerken ve bu bekleyişin uzun sürmesi, tahammül gücünün
kalmaması üzerine meydana gelecektir. Senin de bildiği gibi bu sıkıntı, bu
aşırı sıcaklık ve şiddet, bir de güneşin o yakıcı şiddeti ki bu cehennem
ateşinden bir parçadır, devam ederken henüz aralarında Allah hükmünü vermiş,
hesapları bitmemiştir.
İşte böyle bir durumda
iken onlar, bu defa bir an önce yaratılmışların arasında hükmünü vermesi için
Allah katında kendilerine şefaat edebilecek, aracı olabilecek birilerini
aramaya koyulurlar. Bu amaçla önce Âdem’e Aleyhisselâm, sonra sırasıyla Nuh’a
Aleyhisselâm, İbrahim’e Aleyhisselâm, Musa’ya Aleyhisselâm ve İsa’ya Aleyhisselâm
gidecekler, kendileri için Allah katında şefaatçi olmalarını isteyeceklerdir.
Ancak bunların hepsi de kendilerince bir takım mazeretler ileri sürecekler ve
böyle bir şeyi yapamayacaklarını söylerler. Netice onlardan hiçbiri böyle bir
işi yapamayacağını söylemeleri üzerine, bu işin ancak efendimiz Muhammed’in Aleyhisselâm
yapabileceğini öğrenmeleri üzerine, hemen efendimiz Muhammed’e Aleyhisselâm gelirler.
O da, “evet, bu işi ben yaparım, bu benim işimdir. Bu, yüce Allah’ın bana vermeye
söz verdiği makamı Mahmud’dur, övgüye değer en yüce makamdır, der. Nitekim yüce
Allah şöyle buyurmaktadır:
“Gecenin bir kısmında
uyanarak, sana mahsus bir nafile olmak üzere namaz kıl. Böylece Rabbinin, seni,
övgüye değer bir makama göndereceğini umabilirsin.” (İsra, 17/79)
Ebu Hureyre’den Buhari,
Müslim ve daha başkaları rivayet ediyorlar. Demiş ki: “Biz, Allah Resulü Aleyhisselâm
ile birlikte bir davette idik. Derken sofraya et kondu, ona bir but sunuldu.
Allah Resulü Aleyhisselâm bunu çok severdi. Derken bundan bir parçaya yemeye
başladı ve şöyle buyurdu:
“Kıyamet gününde ben tüm
insanların seyyidiyim, efendisiyim. Bunun neden böyle olacağını biliyor
musunuz? Çünkü: Allah da bütün insanları, öncekilerle sonrakilerin tamamını düz
ve geniş bir alanda toplar. Öyle bir alan ki, bakan biri, orada toplananların
tamamını görebilecek ve seslenen biri de oradakilerin tümüne sesini
duyurabilecek bir yerdir. Diğer taraftan güneş de tüm sıcaklığıyla onların
başları üzerine yaklaşacak. İnsanlar, tasalarından, keder ve sıkıntılarından
dolayı artık güç ve takatlerinin kalmayacağı, tahammüllerinin biteceği bir
noktaya, dayanamaz bir konuma geleceklerdir. İşte tam böyle bir anda insanlar;
başınıza gelen bu sıkıntıyı görmüyor musunuz? Siz, Rabbiniz katında size
şefaat edebilecek, aracılık yapabilecek birine bakmayacak mısınız? Bu durum
karşısında mahşer yerinde toplanmış olanlardan kimisi kimisine; İşte atanız
Âdem Aleyhisselâm. Ona gidelim, diyecekler. Hemen doğruca ona varacaklar ve
kendisine şöyle diyecekler; Ey Âdem, sen beşerin, tüm insanların atasısın,
Allah, seni eliyle yarattı. Ruhundan sana üfledi, meleklere emir verdi, onlar
da sana secde ettiler. Allah seni cennete yerleştirdi. Rabbin katında bize
şefaat etmeyecek misin? Şu anda başımıza gelenleri, şu çektiğimiz sıkıntıyı
bilmiyor musun?
Âdem’in Aleyhisselâm şu
cevabı verir; Rabbim, bugün öyle bir şekilde gazaplanmış ki, ne bundan önce
böyle öfkelendi ve ne de bundan sonra böyle öfkelenecek. Çünkü Allah bana bir
ağacı yasakladı, ben ise ona karşı geldim. Bugün ben ancak kendimi düşünüyorum,
ben, nefsim, nefsim, nefsim diyorum. İyisi siz benden başkasına, Nuh
peygamber’e gidin, der. Onlar da hemen Nuh’a Aleyhisselâm gelirler ve ona: “Sen
yeryüzüne gönderilen ilk Resulsün, Allah sana, şükreden kul adını vermiştir.
Şu halimizi görmüyor musun? Başımıza gelenleri bilmiyor musun, Rabbin katında
bize şefaatte bulunsan olmaz mı?” derler.
Nuh Aleyhisselâm şu cevabı
verir: Rabbim bugün öylesine öfkelenmiştir ki, ondan önce ne birisine
öfkelendi, ondan sonra da öylesine birine öfkelenmeyecektir. Kaldı ki benim
kavmim aleyhinde bir bedduam olmuştu. Ben bugün sadece kendimi düşünüyorum, vah
benim halim, vay başıma gelecek olanlara, vay nefsime! En iyisi siz benden
başkasına, İbrahim’e Aleyhisselâm gidin. Onlar da hemen İbrahim Peygambere gelirler
ve ona derler ki:
Ey İbrahim, sen yeryüzünde
Allah’ın peygamberi ve Halilisin, Rabbin katında bizim için şefaatçi ol, şu
anda ne durumda olduğumuz görmüyor musun?
İbrahim Aleyhisselâm onlara
şöyle der: Doğrusu Rabbim bugün öylesine gazaplanmıştır ki, bundan önce kimseye
böylesine gazaplanmamıştır. Oysa ben üç kez yalan söyledim. Ben bugün kendi
derdimdeyim. Vay başıma geleceklere, vay halime ve vay nefsime! En iyisi siz
benden başkasına, Musa’ya gidin, der. Onlar da hemen Musa Peygambere gelirler ve
ona derler ki:
Ey Musa! Sen Allah’ın
elçisisin, Allah seni risaletiyle ve insanlara karşı seninle konuşmakla seni
üstün kıldı. Rabbin nezdinde bize şefaatçi ol, şu anda ne durumda olduğumuzu
bilmiyor musun? Musa Aleyhisselâm onlara der ki:
Rabbim bugün öylesine
gazaplanmıştır ki, bundan önce kimseye öylesine öfkelenmediği gibi, bundan
sonra da böylesine öfkelenmeyecektir. Oysa ben, öldürülmesi konusunda emir
almadığım halde birini öldürdüm. Şu anda kendimi, evet kendimi düşünüyorum. Siz
benden başkasına, İsa peygambere gidin. Hemen İsa Peygambere giderler ve ona
şöyle derler:
Sen Allah’ın Resulüsün ve
sen Allah’ın kendisini Meryem’e ilka ettiği kelimesi ve ondan bir ruhsun,
insanlarla henüz beşikte iken konuşansın. Şu anda içinde bulunduğumuz hali
bilmiyor musun? Rabbin katında bize şefaatçi ol. İsa Aleyhisselâm da onlara
şöyle der:
Şüphesiz Rabbim bugün
öylesine kızgındır ki, ne bundan önce birine böylesine kızmış ve ne de bundan
sonra kızacaktır. Ben bugün sadece kendimi, evet kendimi düşünüyorum, der.
Ancak İsa Aleyhisselâm kendisiyle alakalı herhangi bir suçtan söz etmez. Onlara
siz benden başkasına, Muhammed’e Aleyhisselâm gidin, der.
Onlar da ona gelirler ve
derler ki: “Ey Muhammed! Aleyhisselâm sen Allah’ın resulüsün ve sen
peygamberlerin sonuncususun. Allah senin geçmiş ve gelecek tüm günahlarını da
affetmiştir. İçinde bulunduğumuz şu durumuzu bilmiyor musun? Ne olar Rabbin
katında bize şefaatçi ol!”
Peygamberimiz Aleyhisselâm
diyor ki, işte bunun üzerine ben derhal Arş’ın altına gider, hemen Rabbim için
orada secdeye kapanırım, derken Rabbim secdede bana kendisine yapılacak
hamdlerin öylesine güzel olanlarını, öylesine övgüleri ilham edecek ki, benden
önce hiçbir kimseye açmadığı bir güzelliği açacak ve ben öylece Rabbime
yakaracağım. Sonra denecek ki:
Ey Muhammed! Kaldır
başını, iste, istediğin verilecektir. Şefaat et, şefaatin kabul olunacaktır.
Ben de başımı kaldıracağım ve şöyle diyeceğim:
Rabbim! Ümmetim! Rabbim!
Ümmetimin hali ne olacak! diye şefaat isteğimi dile getiririm. Bu arada şöyle
denilir; ey Muhammed! Ümmetin içerisinden hesaba çekilmeyecek olanları al,
onları cennetin kapılarından olan sağ kapısından içeri sok. Aslında bu kimseler
cennetin diğer kapılarından oradan girecek olanlarla gir hakkını elde etmiş
olanlardır.
Daha sonra Peygamber Aleyhisselâm
şöyle devam etti: “Varlığım elinde olan Allah’a yemin ederim ki, cennetin kapı
kanatlarından ikisi arasındaki mesafe Mekke ile Himyer arası veya Mekke ile
Busra arası kadardır.” [22]
İşte bu, Allah’ın Resulü
Muhammed’e Aleyhisselâm vermeyi vaat ettiği Makamı Mahmud, en yüce makamdır.
İnsanların önce Peygamberimiz Hz. Muhammed’e Aleyhisselâm gelmeyip de diğer
peygamberlere teker teker uğramalarının sebebi, Kıyamet gününde Peygamberimizin
faziletini ve diğer peygamberler olan üstünlüğünü ortaya koymak içindir.
Sevgili kardeşim ola ki
senin aklına şöyle bir soru gelebilir, diyebilirsin ki, acaba kıyamet gününde
hiç hesaba çekilmeden doğrudan cennete girecek olanlar kimlerdir? Bunlar ne
gibi bir amel işlediler de bu dereceye ulaşabildiler?
Ey kardeşim! Onlar her
şeyden önce üzerlerine düşeni yerine getirdikten sonra Allah’a tevekkül eden ve
işlerinin sonucunu Allah’a havale eden kimselerdir.
İbn Abbas’tan Radiyallahü
Anh Buhari ve Müslim rivayet ediyorlar. Peygamber Aleyhisselâm anlatmış.
Kıyamet gününde yüce Allah, onun ümmetinden yetmiş bin kişiyi hiç hesaba
çekmeden doğrudan cennete koyacağını vaat etmiştir. Bu arada her yetmiş bin
kişiyle birlikte –bir rivayete göre de her bir kişiyle beraber- yetmiş bin kişi
daha yer alacaktır. Bunlar cennete hesapsız olarak gireceklerdir. Bunlar
Rabbimin avucuyla üç avuç olacaklardır. (Yani sayısız kimseler cennete hesaba
çekilmeden gireceklerdir.)” Bunların kimler olduğu sorulunca Allah Resulü Aleyhisselâm
şöyle buyurmuştur: “Bunların kendileri efsun ve büyü yapmazlar, başkalarına
da yaptırmak istemezler. Teşeum etmeyenler (yani uğursuzluğa inanmayan, şomluğu
kabul etmeyenler) ve bir de Rablerine dayanıp tevekkül edenlerdir.” [23]
Önceki sayfalardan da
öğrendiğin gibi, insanlar üç sınıf idiler. Bunlardan ilki Sabikun diye
anılıyorlardı ki, işte cennete hesapsız olarak girecek olanlar bunlardır.
İkinci sınıf veya gurupta yer alanlar ise sağcılardır ki bunlar; kitapları sağ
tarafından verilecek olanlardır. Bunlar da mümin kimselerdir. Bunlardan sora
gelen sınıf veya gurup ise solcular olup, defterleri sol tarafından verilecek
olan kimselerdir. Bunlar da kâfirler ile münafıklardır. Nitekim daha önce bu
bilgileri edinmiştin.
Daha sonra mahşer yerinde
bulunanların Hz. Muhammed’in Aleyhisselâm şefaati sonucu hesaplarının
görülmeye karar verilmesiyle, oradakilerin hesapları çarçabuk görülecektir,
çünkü Allah, hesabı en çabuk görendir.
[1] Müslim, Cennet, h: 2864
[2] Bak önceki kaynak. Tirmizi kıyamet, 6.
[3] Buhari, Rikak, 47. Müslim, Cennet, 61.
[4] Müslim, Cennet, 2842/29. Tirmizi,
Cehennem, 1.
[5] Tirmizi, Cehennemin sıfatı bahsi, h: 2574
(2700)
[6] Buhari, Ezan, 36; Zekât, 16; Hudud, 19;
Rikak, 24. Müslim, Zekat, 91. Tirmizi, Zühd, 53. Nesai, Kudat, 2
[7] Tirmizi, Kıyametin Sıfatı bahsi, h: 2492.
Tirmizi, bu Hasen Sahih bir hadistir, demiştir.
[8] Müslim, Zekât, h: 104
[9] Müslim, Zekât, 987/26. Buhari, cihad, 48.
[10] Müslim, İmaret, h: 26–27.
[11] Buhari, Mezalim, 3/170-171
[12] Tirmizi, Nikâh, h:1141. Ebu Davud, nikâh,
h:2131
[13] Müslim, Zekât, h: 1016
[14] Süyuti, Camiussağir eserinde (5180) bu
hadisi, “Namaz müminin nurudur” diye zikretmiştir. Hadisi Kudai ve İbn Asakir
tahricetmişler. Bak Feydul Kadir, 4/246. Amiri de Şihab şerhinde “bu hadisi
sahihtir” demiştir.
[15] Müslim, Taharet, 246/34
[16] Müslim, Salât, 387
[17] Tirmizi, Cennet, h: 2542/2665
[18] Tirmizi, Kıyamet, h: 2442
[19] Buhari, Savm, 3/331
[20] Müslim, Fezail, h:2300/36
[21] Müslim, Fedail, 2297/32
[22] Buhari, Tefsir, İsra suresi, h:233
[23] Müslim, İman, h, 371, 372/218. İbn Mace,
Zühd, bap, 34. h:4286 (Alıntı)
Yorumlar
Yorum Gönder