Sultan Alparslan'ın 10 liderlik Sırrı

Sultan Alparslan'ın 10 liderlik Sırrı
1-Önce heybetinle fethet, sonra bileğinle
Selçuklu kaynaklarında Sultan Alparslan’ın fiziksel özelliklerine dair çok detaylı bilgiler olmamakla birlikte, en azından kendisiyle ilgili belirli bir fikre ulaşmamızı sağlayacak kayıtlar mevcuttur. Buna göre insaflı bir zat olan Sultan Alparslan, iyi ahlaklı ve “sevimli yaratılışlı”ydı. Yakışıklıydı. Son derece heybetli olup “zor ve korkulu zamanlarda bile” heybetini muhafaza ederdi. “Eşsiz bir cihangir”di. İri yarıydı ve kaynaklara bakılırsa haddinden fazla uzun boyluydu.
“Ebu Şucâ” (yiğitliğin babası) ve Adûdüddevle (devletin pazusu, koruyucusu) gibi künye ve lakaplarında görülen ibareler, kuşkusuz Sultanın fiziksel özellikleriyle de ilgiliydi. Kendisine bağlı hükümetler ya da diğer devlet hükümdarları tarafından Sultan’a gönderilen elçiler onun heybeti karşısında korkuya kapılırlardı. Sakalları o kadar uzundu ki, hiçbir zaman hedefinden şaşmamasıyla bilinen okunu atarken kendisine mani olmaması için onları düğümlemek zorunda kalırdı. Her zaman başına taktığı uzun külahın ucu ile sakallarının ucu arasındaki mesafe iki gez (ortalama bir metre) uzunluğundaydı.

2- Sözüne sadık ol ki halkın da sana sadık olsun
Meclislerinde özellikle tarih ve dinî ilimlere ait eserlerin yanı sıra ahlak ve iyi hal ile ilgili kitapların da okunduğuna dair bilgilere sahip olduğumuz Sultan Alparslan, ahlaki nitelikleriyle de öne çıkmış bir hükümdardı. Kaynakların müşterek kanaatine göre, birçok ülkenin hükümdarı Sultan’ın iyi ahlakı, verdiği sözleri tutma konusundaki hassasiyeti ve siyasî ilişkilerde yapılan anlaşmalara sadakati dolayısıyla kendisine tâbi olmuşlardı. Güvenilirliği ile meşhur olması, “Mâverâünnehir’in en uzak noktalarından Suriye’nin en uçtaki yerlerine kadar uzanan ülkelerdeki bütün hükümdarların” huzuruna gelip tabiiyet sunmalarının en önemli nedenlerindendi.
3- Zalim senden korksun, mazlum senden olsun
Sultan Alparslan, daha çocukluk dönemlerinden itibaren zulüm karşısındaki sert tutumu ile temayüz etmişti. Rivayetlere bakılırsa, henüz küçük bir çocuk iken askerlerden birinin zayıf ve mazlum bir şahsı dövüp eziyet ettiğini görünce dayanamamış, her zaman yanında taşıdığı ok ve yayını kullanarak o zalim adamı öldürmüştü. Zulüm karşısındaki bu sert tavrı, halk arasında kendisine büyük bir sempati gelişmesine vesile olmuş ve bu sayede tahta çıkarken hem ordudan, hem de halktan çok geniş bir kesimin desteğini alabilmişti. Kuşkusuz bir savaşlar ve fetihler çağının hükümdarı olan Sultan, özellikle askerlerin halkın malına el uzatmaması ve reayaya zulmedilmemesi hususunda oldukça hassas bir tutuma sahipti. Özel muhafız birliği içinde yer alan askerlerden birinin köylü bir kadından bir etek gasp ettiğini duyunca çok öfkelenmiş, gâsıp askerin derhal yakalanarak idam edilmesini emretmişti. Onun bu tavrı, hâkimiyeti döneminde Selçuklu coğrafyasında benzer hadiselerin yaşanmamasında son derece etkili olmuştu.

4- Bedenin göçer, adaletin kalır
Alparlan'ın sultanlık yılları, İslam coğrafyasında güvenlik ve refahın en üst düzeyde yaşandığı dönemlerden biriydi. Kaynaklara bakılırsa, onun çok huzurlu ve sakin geçen hükümdarlık döneminde herhangi bir siyasî cinayet ya da müsadere hadisesi yaşanmamıştı. Sultan kendisinden önce konulan örfî vergilerin hepsini kaldırmış, yalnızca şer’î vergileri bırakmış ve bunların da iki taksit halinde tahsiline izin vermişti. Sultan Alparslan’ın vefatından sonra Bağdat’ta Abbasi Halifesi tarafından tertip edilen taziye merasimi esnasında onun Müslümanları idare etme konusundaki hassasiyetine, cihad anlayışına ve zulüm karşısındaki tavizsiz tutumuna özellikle vurgu yapılması, merhum Sultan’ın adalet vasfının aynı zamanda herkesçe malum bir özelliği olduğunu gösterir. Nitekim en meşhur lakaplarından birinin "Sultânu'l-Âdil" (Adil Sultan) olması da bunu gösterir.

5-Hissiyatını kendine, liyakati devlete sakla
Devlet idaresinde, kuşkusuz kendi kudretinin bilincinde olması dolayısıyla oldukça şeffaf bir tavrı olan Sultan Alparslan, güçlü bir yönetim perspektifine sahipti. Devlet işlerinde duygusal davranmaz, akıl çerçevesi dahilinde hareket ederdi. Rivayetlere bakılırsa, henüz saltanatının ilk dönemlerinde veziri Amîdülmülk Kündürî’yi, Harezmşah hükümdarının kızını kendisine nikâhlaması için görevlendirmişti. Ancak vezir kızı gördüğü zaman çok etkilenmiş, vazifesini unutup onu kendisine almıştı. Buna karşılık Sultan Alparslan’ın, cürmü ile otoritesini hiçe sayıp kendisine asi olan vezirine verdiği ceza onu hadım etmek olmuş, bununla birlikte vezirlik görevi kendisinden alınmamıştı. Bu hadiseden de anlaşılabileceği gibi, Sultan Alparslan devlet işlerine duygularını karıştırmamaya özen gösterir, yönetimde liyakat prensibini ve devlet işlerine duygularını karıştırmamaya özen gösterir,yönetimde liyakat prensibini ve devlet çıkarlarını ön planda tutardı.

6- Özüne güven, jurnalciye değil
Sultan Alparslan’ın yönetim anlayışını ortaya koyan bir başka özelliği de siyasî dedikodulara kulak asmaması, jurnallere ve jurnalcilere itibar etmemesiydi. Zaman zaman bazı tarihçiler tarafından eleştiri konusu da edilen bu tutumu doğrultusunda bir tür istihbarat servisi olarak nitelendirilebilecek olan berîd teşkilatını belli açılardan işlevsizleştirmiş, “dostlar hakkında kötü, düşmanlar hakkında iyi” haberler getirebilecekleri gerekçesiyle teşkilatın faaliyetlerine kısıtlama getirmişti. Söz konusu kısıtlamanın modern diyebileceğimiz bir bakış açısıyla hatalı bir tutum olarak nitelendirilmesi mümkün olmakla birlikte, dönemin şartları açısından değerlendirildiğinde esasen Sultan’ın kendi idaresine güvenini yansıttığı açıktır. Nitekim Sultan Alparslan ile büyük veziri Nizâmülmülk arasında geçen bir hadise ile birlikte değerlendirildiğinde, Selçuklu hükümdarının tavrı daha anlaşılır hale gelmektedir.
Buna göre, jurnalcilerden biri vezir Nizâmülmülk aleyhine birtakım ithamlar içeren bir pusulayı Sultan’ın namaz kıldığı yere bırakmıştı. Vezirin ne kadar mala sahip olduğu, toplamakta olduğu yasadışı vergiler ve halka dönük olumsuz tavırları ile ilgili bilgilerin yer aldığı bu pusulayı okuyan Sultan Alparslan, daha sonra pusulayı huzuruna çağırdığı vezirine vermiş ve ona şöyle demişti: “Burada yazılı olanlar doğruysa ahlakını düzelt ve yaptığın hatalardan dön, eğer yalan söylüyorlarsa da onları affedip hatalarını bağışla ve kendilerini önemli işlerle meşgul et ki kimseye böyle iftira atacak vakitleri olmasın”. Meşhur İslam tarihçisi İbnü’l-Esîr’in, “bundan daha güzelinin daha önce hiçbir hükümdardan rivayet edilmediği”ne işaret ettiği bu davranış, Sultan Alparslan’ın yönetim anlayışının yaslandığı iyi niyet ve ahlak temelini ortaya koyduğu kadar, onun her şeyden önce kendi hal ve kudretine güvendiğini de ispat ediyordu.

7- Hizmetin âleme şamil olsun
Selçuklu tarihinin önemli kaynaklarından olan Bundârî’nin kaydına bakılırsa, devletin güç ve zenginliğini yansıtması maksadıyla kamu binalarının inşasında heybet ve gösterişi birinci planda tutan Sultan Alparslan’ın yönetim anlayışı, iç ve dış politikaya dönük kavrayışı, kendisine ait künye ve lakaplarda da belirgin bir biçimde görünür durumdaydı. Örneğin en önemli lakaplarından biri olan Ebu’l-Feth (Fetih babası), Abbasi Halifesi tarafından Doğu Anadolu’daki fetih hareketleri esnasında (meşhur Ani Kalesi’nin fethinden sonra) elde ettiği başarılardan dolayı kendisine verilmişti. Dış politikasının en önemli sacayakları cihad ve fetihti. Ermeni kaynaklarında, özellikle Doğu Anadolu’ya yönelik askerî harekâtlarında, “Allah’ın gazabının timsali olan öfkesini Ermeniler üzerine yönelttiği” belirtilmiştir. Sultan Alparslan’ın en meşhur lakaplarından birinin “es-Sultânu’l-Âlem” (Dünya sultanı) olması ve kaynakların “bütün dünyanın kendisine itaat ettiğine göndermede bulunması” da yine onun hükümdarlığının algılanma biçimini yansıtır ve devrinin en kudretli sultanı olarak görüldüğünü gösterir.

8- İmanın zırhın, duan kalkanın olsun
Selçuklu kaynaklarında dindar bir kişilik olarak tavsif edilen Sultan Alparslan, dünyada İslamı hâkim kılma uğruna mücadele etme şeklinde özetlenebilecek olan cihad hususunda oldukça hassastı. Malazgirt Savaşı’nın başlamasından önce ordusuna yönelik olarak irad ettiği meşhur hutbesinde izlerini görebileceğimiz bir tevekkül ve dinî adanmışlık ruhu taşıyordu. Savaşın başlamasından önce, müneccimlerin savaşı ertelenmesi yönündeki telkinlerine “mayasında bulunan sağlam iman dolayısıyla” kulak asmamış, çok sevdiği ilim adamlarından biri olan Ebu Nasr Buhârî’nin, “bütün Müslümanların kendisi ve ordusu için dua ettiği” Cuma namazı vaktinde saldırıya geçilmesi düşüncesini benimsemişti. Yine namaz esnasında gözyaşları içinde dua etmesi ve “bu kefenim olsun” diyerek beyaz bir elbise giyip askerlerine şehitlik ve gaziliğin fazileti üzerine sözler söylemesi de onun manevî dünyasının ufuklarını yansıtıyordu. Sultan Alparslan din adamlarına ve âlimlere hürmetle muamele eder, her işinde Allah’ın rızasını elde etmek için gayret gösterirdi. Meclislerinde din adamları her zaman en itibarlı konumu teşkil eder, dinî sohbetler ve tartışmalar bu meclislerin en yaygın sohbet konularını meydana getirirdi.


9- Başın zirvede olsa da gözün olmasın
Mütevazı bir karakteri olduğu anlaşılan Sultan Alparslan, sahip olduğu kuvvet ve başarılardan dolayı büyüklenmezdi. Her halükarda kendisini fani bir kimse olarak görür, günlük hayatında bu durumu çevresinde bulunanlara hissettirmekten imtina etmezdi. Nitekim hayatını kaybettiği son sefer esnasında suikasta maruz kalıp da yaralı olarak ölümü beklerken yanında bulunanlara şu sözleri söyleyerek adeta kapıldığı büyüklenme duygusundan tövbe etmişti: “Herhangi bir yere yöneldiğimde ve bir düşmanın üzerine yürümek istediğimde, her zaman Allah’tan yardım isterdim. Fakat dün ordumu temaşa etmek üzere bir tepeye çıktığımda, ordumun azametinden ve askerlerimin çokluğundan dolayı yeryüzünün altımda titrediğini hissettim ve kendi kendime, ‘ben bütün dünyaya hükmeden biriyim, bana kimsenin gücü yetmez’ dedim. Bundan dolayı da Allah Teâlâ beni yarattıklarının en zayıfı karşısında aciz bıraktı. Bu düşünceye kapıldığım için Allah’tan mağfiret diler, beni affetmesini niyaz ederim”.

10- Fakire ver ki zenginleşesin
Çağdaş kaynakların cömertliği konusunda ittifak halinde olduğu Sultan Alparslan, tabir yerindeyse fakir fukara babasıydı. Reayanın fakir olanlarına karşı ayrı bir şefkat ve merhamet besler, kendilerine karşı “çok ince kalpli olduğu” bu kimselere çokça yardımda bulunurdu. Divanında ülkenin dört bir yanında ikamet etmekte olan birçok fakirin isimlerinin kaydedilmiş olduğu defterler bulunur, bu kayıtlar doğrultusunda ihtiyacı olanlara düzenli olarak yardım yapılırdı.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Esmaül Hüsna (Arapça- Türkçe) دُعٰٓاءُ اَسْمٰٓاءُ الْحُسْنٰى

Uzun Ömür İçin Dua

Şifa Salavâtı (Salavâtı Tıbbil Kulubi/Salâvatı Tıbbiye)