Güçlü İmanın Belirtileri

 Güçlü İmanın Belirtileri

 

İnananlar ancak o kimselerdir ki Allah’ü Teâlâ anıldığı zaman kalpleri titrer, âyetleri okunduğu zaman bu onların imanlarını artırır. Ve Rablerine güvenirler; namaz kılarlar; kendilerine verdiğimiz rızıktan yerli yerince sarf ederler. (8 Enfal 2,3)

Mü’minlerin, gerçek mü’minlerin özelliklerinin açıklandığı bir âyet. Gerçekten inanmış, tam anlamıyla iman etmiş, emniyet ve güvenlik içine girmiş, Rabbiyle tam bir diyalog halinde, rıza halinde olan, Allah’ü Teâlâ’dan ve Ondan gelenlerin tümünden razı olmuş mü’minlerin özellikleri şunlardır:

 

Allah’ü Teâlâ anıldığı zaman, Allah’ü Teâlâ’nın esmâsından birisi gündeme geldiği zaman, veya ef’ali, fiilleri, sıfatları, âyetleri gündeme getirildiği zaman, en büyük olarak Allah’ü Teâlâ gündeme getirildiği zaman, Rab olarak, İlâh olarak, Melik olarak, Rahmân olarak gündeme getirildiği zaman kalpleri titreyen, kalplerinde bir hareket, bir depreniş, bir heyecan, bir arzu, bir saygı meydana gelen kimselerdir onlar.

Evet kalpler ancak Kur’an’la mutmain olur. Ancak Kur’an’la itminan bulur, ancak onunla yatışır ve sükûnete kavuşur. Çünkü kalp Allah’ü Teâlâ’nın âyetlerini duydukça, tanıdıkça şüphe ve tereddütlerden kurtulup doyuma ve itminana ulaşacaktır.

Demek ki Allah’ü Teâlâ’nın âyetleri okundukça, âyetlerle karşı karşıya geldikçe mü’minlerin kalpleri coşar, taşar, sanki kabına sığmaz hale gelir. Bu âyetin bize anlattığına göre kalplerin itminana kavuşmasının birinci yolu elimizdeki şu Kur’an-ı Kerim âyetleridir. Bunun bir ikinci yolu da yine kitabımızın Bakara sûresinin beyanıyla meşhut âyetlerle olacaktır. Rabbimizin kâinata serpiştirdiği görsel âyetlerini gördükçe kalpler doyuma ulaşacaktır.

 

Allah’ü Teâlâ’nın âyetleri kendilerine tilâvet olunduğu, duyurulduğu, izlettirildiği zaman onların imanları artar. Gerek Allah’ü Teâlâ’nın şu elimdeki kitabının âyetlerini okuyarak izlediği veya gerekse âyetleri okuyan bir Müslüman kardeşinin kendisine duyurmasıyla izlediği zaman onların mânâsına nüfuz ederek, Rabbinin kendisinden istediklerinin bilincine ererek, farkına vararak dinlerler. İşte böyle ne dendiğini, ne istendiğini anlamaya, kavramaya çalışarak izleme onların imanlarını artırır. Çünkü böyle âyetler üzerinde kafa yorarak izleyenler görürler ve anlarlar ki tüm kâinatta Allah’ü Teâlâ yasaları uygulanmaktadır. Çevrelerinde cereyan eden tüm hadiselerde bu Allah’ü Teâlâ yasalarının uygulandığını gören mü’minlerin imanları artacaktır.

İman aslında kalbin işidir. Ve iman için kişi Kur’an-ı Kerim bilmek zorundadır. Önce bilecek kişi, inanacak ve sonra da onu amel haline getirecek. Bilmeden inanılmadığı gibi inanmadan da yapılmaz. Neye inanıyoruz? Bunu bileceğiz. Meselâ benim kaç tane sâlih amelim varsa o kadar imanım var demektir. Meselâ benim yirmi tane sâlih amelim varsa yirmi tane imanım var demektir. Bunu çoğalttıkça benim imanım da çoğalacaktır. Öyleyse kitaptan iman birimlerini çoğaltmak, yâni tanıdığımız her bir âyetle imanlarımızı çoğaltmak ve buna oranla da sâlih amellerimizi çoğaltmak zorundayız.

Evet Allah’ü Teâlâ’nın iman birimi âyetlerini tanıdıkça, öğrendikçe kişinin imanı artacaktır. Yâni Kur’an-ı Kerim’de her bir iman konusu gündeme geldikçe bunu öğrenip iman eden mü’minlerin imanları, iman konuları artıverir. Öğrendiği her bir âyet karşısında Allah’ü Teâlâ demişse doğrudur, Allah’ü Teâlâ ne demişse kabulümdür diyerek Allah’ü Teâlâ’nın âyetleriyle tanıştıkça kendisini, hayatını, bakışını, düşüncesini değiştiren kişinin imanı artacaktır. Zira her bir yeni âyeti tanıyıp inandıkça mü’minlerin imanları artmaktadır. Çünkü mü’min durağan değildir. Mü’min sürekli imana, teslimiyete doğru bir gelişim içindedir. Öğrendiği her bir yeni âyete imanla, mü’minler taklitten çıkıp tahkike ulaşırlar.

Meselâ eğer şu ana kadar bu sûreyi bilmiyorsak şimdi iki âyet öğrendik, iman ettik ve iki âyetlik bir iman artışımız oldu, ya da iki iman birimi daha kazandık demektir. Öyleyse her yeni âyete inandıkça bir iman birimimiz daha oluyor demektir. O halde bizler de bugün Rabbimizin âyetlerini tanıyarak iman birimlerimizi artırmak zorundayız.

(Dinleyiciler arasından imanın artıp eksilmesiyle ilgili bir hadis soruldu.)

Ben aslında burada bu konuya girmek istemiyordum, ama arkadaşın sorusuna binaen birkaç söz söyleyelim inşallah: İman, taat ve ibadetle artar, isyan ile de azalır. Selef âlimlerimiz bu konuda ittifak etmişlerdir. Kur’an-ı Kerim’de imanın artmasına işte bu âyet delil gösterilmiştir. İbni Mübârek azalıp çoğalma ifadesi yerine üstünlük, kuvvetlilik ve zayıflık ifadesini kullanmıştır. İman için sadece dil ile ikrar ve kalp ile tasdikin yeterli olmadığını, aynı zamanda amellerle bizzat ortaya konarak gösterilmesi gerektiğini söyleyenler de olmuştur. Âlimlerimizden kimileri; imanın ameller cihetinden ziyadeleşmesi asrı saadete mahsustur. Zira asrısaadette İslâm ahkâmı yeni nâzil oluyordu. Her yeni gelen hükme inandıkça mü’minlerin imanları ziyadeleşiyordu. Ama devri saadetten sonra, yâni ahkâm tamamlandıktan sonra imanın ziyadeleşmesi artık mümkün değildir demişlerdir. Kimileri; iman adına söz konusu olan bu artış kemiyet itibariyle değil, keyfiyet itibariyledir derken, Fahrettin Râzî gibi kimi âlimlerimiz de; insan fıtraten zaten mü’min olarak doğar. Buna imanî fıtrî denir ve bu iman buluğ çağına kadar sürer. Bu çağdan sonra kişi imani istidlâlî ile Allah’ü Teâlâ’nın varlığına, birliğine, Peygamberine iman eder. İşte imanda ziyadeleşme budur der. Tıpkı; ya Rabbi, ölüleri nasıl dirilttiğini görmek istiyorum diyen İbrahim aleyhisselâmın imanı gibi. Biz biliyoruz ki İbrahim aleyhisselâmın imanı tamdı, eksiksizdi. Onun imanı kendisine tâbi olanların tamamının imanından üstündü. Ama o Allah’ü Teâlâ’dan imanı konusunda daha da kemal istedi. İşlerin zuhurunu görerek imanına kuvvet kazandırmak istedi.

Yine kitabımızda "Ashabı Sebt"’in durumuna baktığımız zaman aynı durumu görebiliyoruz. Cumartesi günü balık tutma yasağını çiğneyen toplum üç grup oluyor. Bu konuyu A’râf sûresinde uzunca anlattık.

1- Yasağa uymayarak balık tutmaya devam edenler.

2- Cumartesi yasağına riayet edip, balık tutmaya gitmeyen, ancak bunu sadece kendi şahıslarında uygulayabilen, başkalarını da bu işten menetmeye imanları yetmeyenler. İmanları var, ama bu imanları onları başkalarını uyarmaya sevk edecek kadar güçlü değil.

3- Kendileri yasağa riayet etmekle birlikte, günahkârların yanlış hareketlerine iştirak etmemekle birlikte, aynı zamanda emri bil’maruf ve nehyi anil’münker dediğimiz sürekli hareketlilik ve dinamizm isteyen cihat ruhunu canlı tutanlar. İşte bu üçüncü grubun imanı kendilerini günahtan uzaklaştırdığı gibi, başkalarını da menetmeye yetecek kadar güçlü idi. Günahkârlarla iç içe yaşadıkları bir ortamda bu iman onları Allah’ü Teâlâ’nın yakın bir azabından korkutuyordu. Hattâ kalplerindeki bu imanlarının dışa yansıyan maddi bir tezahürü olarak da bunlar günahkârlarla kendi evleri, mahalleleri arasına bir duvar çekip tedbir almışlardır. İşte bu imanın güçlülüğünün madde planında, amel planında, aksiyon planında açığa çıkışıydı. Tebuk seferinden geri kalan Kâb Bin Malik’in imanı da kendisi gibi aynı suçu işleyen ötekilerin imanından daha güçlüydü ki, o iman kendisine ötekiler gibi yalan söylemesine engel oldu.

Peki bir mü’min böyle üstün bir imanı nasıl kazanacak? Bu soruya da bir iki söz ettikten sonra inşallah’ü Teâlâ sonraki âyete geçelim. Benim bildiğim, iman birimleri olan şu kitabı ve Rasûl Aleyhisselâmın hadislerini sürekli elimizde tutarak, Rabbimizi yakından tanımak, O’nun esmasına, sıfatlarına, fiillerine muttali olmak, mutlak gücün, kuvvetin, kudretin sadece Allah’ü Teâlâ’ya ait olduğunu kavramaya çalışacağız. Bu, bizim Allah’ü Teâlâ’ya daha çok yaklaşmamızı sağlayacaktır. Zira Allah’ü Teâlâ’dan başka hiçbir varlıkta kuvvet ve kudretin, yetkinin olmadığını bilmek O’na teslimiyeti iltizam edecektir. O’nun, mülkün mutlak mâliki olduğunu bilmemiz bizi O’nun dışındaki eşyaya, varlıklara bağımlı olmaktan kurtaracaktır. O zaman şu anda insanların putlaştırıp önünde eğildikleri teknik üstünlük, teknolojik farklılık, sayısal üstünlük vs. gözümüzde küçülecek ve sadece Allah’ü Teâlâ büyüyecektir. Kendilerinden kat kat fazla olan düşmanları karşısında Bedir’de zafer kazanan mü’minlerin yaşadıkları durum işte buydu. Ama Huneyn de yaşanan durum bunun tamamen zıddıydı. Bedirde aslan kesilen ruh orada pörsüyüverdi.

Evet, bu iman önünde Kızıl Deniz, arkasında dünyanın en büyük ordularının sahibi Firavun olduğu halde Allah’ü Teâlâ’ya güven ve teslimiyetinde zerre kadar bir sarsılma yaşamayan Hz. Musa’yı tanıyarak kazanılacaktır. Veya sizler yeryüzünde güç ve kuvvet iddiasında bulunan bir başka tâğut tarafından ateşe atılırken, imanıyla dimdik ayakta duran İbrahim aleyhisselâmla tanışmadan onun imanını kazanmayı ya da aynı tâğutların ateşlerinin sizleri de yakmamasını nasıl isteyeceksiniz? Bu kitapta İsmail aleyhisselâmla tanışmadan onun teslimiyetini nasıl kazanacaksınız? Benim bu konuda diyebileceklerim bu kadardır.

 

Yazar: Ali Küçük

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Esmaül Hüsna (Arapça- Türkçe) دُعٰٓاءُ اَسْمٰٓاءُ الْحُسْنٰى

Şifa Salavâtı (Salavâtı Tıbbil Kulubi/Salâvatı Tıbbiye)

Güzel Ahlakla ilgili 40 Hadis