Ertuğrul Gazi Ve Devlet-İ Âliyye
Ertuğrul Gazi Ve Devlet-İ Âliyye
Müneccimbaşı (Buradaki “müneccim”,
“falcı-büyücü” anlamında değil, astronom, yani “gökbilimci” anlamındadır) Ahmed
Dede Efendi, Osmanlı Devleti’ni kuranları şöyle anlatıyor:
“Bil ki, bu devleti
kuranlar, tarihin en haşmetli ve en büyük hükümdarlarıdır. Çok hayır yaparlar,
çok ihsanda bulunurlar. Dâimâ adâletle hükmetmişler, kılıçlarının hakkı,
mızraklarının meyvesi olarak bu devleti kurmuşlar ve büyütmüşlerdir.”
Fransız tarihçi Fernand
Grenard ise Osmanlı Devleti’nin kuruluş safhasını, “İnsanlık tarihinin en
hayrete değer ve en büyük olaylarından biri” olarak görmek gerektiğini
belirtiyor.
Bu oluşun temellerini atan
isim, Osman Gazi’nin babası Ertuğrul Gazi’dir (çok net olmamakla birlikte,
Ertuğrul Gazi’nin babası Gündüz Alp, Gündüz Alp’in babası ise Kaya [Kayı] Alp’tır.
Bunlar Kayı Aşireti’nin beyleridir).
Kendisi Osmanlı
padişahları arasında sayılmamakla birlikte, Ertuğrul Gazi,Kayı Aşireti’nin
Anadolu’ya yerleşmesi ve kökleşmesinde çok önemli bir rol üstlenmiştir ve
neslinden gelen padişahlar hem duruşları, hem de icraatlarıyla onun arkasından
gitmişlerdir. O, devlet fikrinin babasıdır!
Ertuğrul Gazi’nin kesin
doğum tarihi bilinmiyor. Ama 1191’de dünyaya geldiği genellikle kabul ediliyor.
Annesi, gencecik evlâdını bayrağa sarılı tabutundan alıp toprağa verdikten
sonra “Vatan sağolsun” diyebilen Anadolu anneliğinin ilk örneklerinden biri
Hayme Ana’dır (Domaniç’in Çarşamba Köyü’ndeki türbesinde ebediyeti yaşıyor).
Hayme Ana devlet evinin
direğidir. Kardeşleriyle ihtilâfa düştüğünde Ertuğruloğlunu desteklemiş, büyük
ihtimalle yüreğini geri dönüşlere değil, Peygamber müjdesine kilitlemesini ve
bir Peygamber vasiyeti olan Konstantiniye’yi fethetme gayesiyle Batı’ya
yürümesini o öğütlemiştir (Hayme Ana, tıpkı Yunus Emre gibi Anadolu’nun
paylaşamadığı bir “değer”dir ve yine Yunus gibi Anadolu’nun bazı yerlerinde
[meselâ Haymana’da] makam-mezarı vardır).
Kayı Aşireti, Oğuzların
Günhan Kolu’ndan gelir. Malazgirt Meydan Savaşı’nın kazanılmasından (1071)
sonra yerleşmek için akın akın Anadolu’ya gelen Türk boyları arasında, Kayı
Boyu da vardı. Kayılar önce Horasan taraflarına konmuş; Moğol istilâsının
başlaması üzerine Harzemlilerle birlikte Moğollara karşı savaşmış; Harzem Şahı Celâleddin
Mengübirtî, kahpece arkadan vurulup şehit edildikten sonra (1221) ise Merv ve
Mahan yoluyla Van Gölü kıyısındaki Ahlat’a yerleşmiştir.
Kayı Boyu’nun Horasan’dan
50 bin kişi ile hareket ettiği bazı tarihlerde kayıtlıdır. Ancak Ahlat’a ne
kadarının sağ ve salim varabildiği bilinmemektedir. Çünkü Kayılar, yol boyunca
hem Moğollarla, hem düşman kabilelerle savaşmak zorunda kalmışlardır. Bu arada
kayıplar vermiş oldukları muhakkaktır.
Kayılar Ahlat’da dokuz yıl
kadar oturdular. Moğolların her şeyi yakıp yıkarak buralara kadar gelmeleri
sonucu, tekrar göçe başladılar. Önce Erzurum’a, oradan Erzincan’a, nihayet
Amasya’ya geldiler. Bu sırada Ertuğrul Gazi’nin babası Gündüz Alp, Ankara
yakınındaki Kızılcasaray civarında bulunan Kırka Köyü’nde vefat etti (türbesi
aynı köydedir). Bunun üzerine Ertuğrul Gazi, aşiret beyliğine getirildi.
Ertuğrul, Hayme Ana’sı ve
Gündüz Alp babası tarafından yüreğinde yakılan “fetih” meşalesi sayesinde,
rotasını belirlemede hiç zorlanmadı: “Konstantiniye’yi fethetmek” üzere yola
çıkacaktı. Çünkü Konstantiniye, Peygamber müjdesiydi.
Bu düşünce beynini ve
yüreğini kor gibi tutuşturunca, “Deryayı (İstanbul Boğazı’nı kastettiği çok
açık) geçeceğiz ve devlet olacağız!..” deyiverdi. Fakat ağabeyleri Sungur Tekin
ve Gündoğdu Bey’in ufkunda devlet yoktu. Onlar eski topraklarına dönmek, “Ekip
biçmek, geçinip gitmek” istiyorlardı.
“Deniz suyu tuzludur, ne
hayvan, ne insan içebilir, ne de ekin sulanabilir” gerekçesiyle bu fikre karşı
çıktılar. Nihayet aşiretin büyük kısmını alarak eski topraklara (Orta Asya)
döndüler.
Ancak akıbetlerinden
hiçbir tarih bahsetmiyor. Muhtemelen Moğol çapaçulları tarafından basılıp
öldürüldüler. Ama “devlet” fikrinin babasını, oğullarını, oğullarının
oğullarını ve arkadaşlarını, tüm tarihler “Osmanlı Devleti’nin kurucuları”
olarak selamlıyorlar.
Ertuğrul Bey, annesi,
küçük kardeşi (Dündar) ve kendisine güvenen yakınlarıyla birlikte Batı’ya
yürüdü. Meşru hedefine yürüyen Müslümanın önündeki engelleri Allah bir bir
kaldırır ve hedefine ulaştırır. Ertuğrul Gazi’nin önündeki engeller de kalktı.
Bazı olumlu gelişmeler neticesinde Söğüt ve Domaniç’e ulaştı. Artık o Selçuklu
Sultanlığının bir “ucbeyi” idi.
Oğlu Osman Gazi’yi sık sık
Şeyh Edebali tekkesine götürüyor, tekke sohbetleriyle yüreğini mayalamaya
çalışıyordu. Ölümüne yakın günlerde Osman Bey’i karşısına aldı ve dedi ki:
“Oğulcuğum! Şeyh Edebali bizim boyun
(obanın-aşiretin) ışığı ve yüreğidir. Terazisi ince tartar, dirhem şaşmaz” Bu
yüzden beni kır, Şeyh’i kırma; bana karşı gel, ona karşı gelme...
“Bana karşı gelirsen
üzülürüm, ama ona karşı gelirsen gözlerim sana bir daha bakmaz olur, baksa da
görmez olur...
“Sözüm Edebali’yi korumak
için değil, seni korumak içindir...
“Oğulcuğum! Bu dediklerimi
vasiyetim say, ona göre uy!”
Ona göre yaşadı.
Yaşantısıyla torunlarına örnek oldu.
Yavuz Bahadıroğlu
Yorumlar
Yorum Gönder