Hiçliğinin Ârifi Mânâ Sultanı

 Hiçliğinin Ârifi Mânâ Sultanı

 

       Tefekkür edilirse; Fahr-i Kâinât Efendimiz’in Mekke devrinde yaşadığı onca incitici hakarete ve mütecâviz hücuma karşı, risâletini tebliğ vazifesini hakkıyla edâ edebilmek için sabır ve tahammül göstermesi de tasavvufî mânâda, Cenâb-ı Hakk’ın O’na tâlim buyurduğu veçhile varlıktan vazgeçme, yani bir hiçlik terbiyesidir.

       Beşeriyetin en yücesi, peygamberler sultanı Hazret-i Peygamber Sallallahü Aleyhi Vesellem; tevâzu ve mahviyette de zirveydi. O, aynı zamanda hiçlik sultanıydı.

       Mekke’nin fethi günü; bir Mekkeli, Efendimiz’in yanına titreyerek yaklaştı. Çünkü muzaffer bir kumandanın huzûruna geldiği için büyük bir heyecan duyuyordu;

 “‒ Yâ Rasûlâllah! Bana İslâm’ı telkin buyurunuz!” derken âdetâ dişleri birbirine vuruyordu.

       Hazret-i Peygamber Sallallahü Aleyhi Vesellem hemşehrisine sükûnet telkin etmek için kendini şu mütevâzı ifadelerle takdim etti:

        “‒ Sakin ol kardeşim! Ben bir kral veya hükümdar değilim. (Muhtereme vâlidelerini kast ederek) Kureyş’ten güneşte kurutulmuş et yiyen senin eski komşunun yetimiyim!..” (İbn-i Mâce, Et‘ime, 30)

       Hazret-i Peygamber Sallallahü Aleyhi Vesellem, hiçbir zaman övünmezlerdi. Ancak Huneyn’de olduğu gibi, kendine ait sıfatları dile getirme zarureti olunca; Allâh’ın kendi üzerindeki nimetlerini sayar ve;

       “Lâ fahre: Övünmek yok!” diyerek büyük bir tevâzua bürünürlerdi. (Tirmizî, Menâkıb, 1; İbn-i Mâce, Zühd, 37; Ahmed, I, 5, 281)

       Ashâb-ı kiram da Efendimiz’in tevâzuunu yaşadılar ve yaşattılar.

       Hazret-i Ebûbekir, bir hizmet olarak komşusu olan yetim kızların keçilerini sağardı. Halîfe olduktan sonra da, hâlini değiştirmedi, bu hizmeti terk etmedi.

       Yabancı elçiler, ziyarete geldiklerinde Hazret-i Ömer’in halîfe olduğunu kisvesinden anlayamayınca şaşırıp kalırlardı.

       Bir gün kaçan develeri yakalamaya koşan halîfeye;

       “‒ Bu işi bir köleye emretsen?” dediler.

       O ise;

       “‒ Benden iyi köle mi var?” diye cevap verdi.

       Hâlid bin Velid Eadıyallâhu Anh İslâm ordularının kumandanıydı ve Cenâb-ı Hakk’ın yardımıyla zaferden zafere koşuyordu. Ancak halk arasında;

       “Başımızda Hâlid olduğu için kazanıyoruz.” şeklinde yanlış bir telâkki meydana geldi. Bu düşünceyi çok mahzurlu bulan halîfe Hazret-i Ömer; bir mektup ile, kumandanlığa Ebû Ubeyde bin Cerrah Eadıyallâhu Anh’ı getirdi ve Hazret-i Hâlid’i onun yardımcısı yaptı.

       Hâlid bin Velid Eadıyallâhu Anh, mektubu alınca, hiçbir menfî hisse kapılmasızın;

       “Başım gözüm üzerine!” dedi ve Ebû Ubeyde bin Cerrah Eadıyallâhu Anh’ın kumandasında hizmete devam etti.

       Ashabdan Hazret-i Selmân, Medâin şehrinde vali idi. Halktan biri onu hamal zannedip;

       “‒ Şu yükü yüklen!” dedi, o da sırtına alıp istediği yere kadar taşıdı. Etraftan görenler îkāz edip;

       “‒ O, şehrimizin valisidir.” deyince, adam mahcup olup, yükü indirmek istedi. Lâkin Hazret-i Selman Eadıyallâhu Anh, istenen yere kadar vazifeyi tamamladı.

       Başka bir gün Selmân-ı Fârisî Eadıyallâhu Anh’a iki kişi selâm vererek;

       “‒ Sen Rasûlullah Sallallahü Aleyhi Vesellem’in sahâbîsi misin?” diye sormuşlardı.

       O da mahviyetle;

       “‒ Bilmiyorum.” dedi. Gelenler, acaba yanlış birine mi geldik diye tereddüt ettiler.

       Selman Eadıyallâhu Anh sözlerindeki sırrı şöyle açıkladı:

 “‒ Ben Rasûlullah Sallallahü Aleyhi Vesellem’i gördüm, O’nun meclisinde bulundum. Ancak Allah Rasûlü’nün asıl sahâbîsi, O’nunla birlikte cennete girebilen kişidir.” (Heysemî, VIII, 40-41; Zehebî, Siyer, I, 549)

       Bunlar hep benliği bertarâf etmiş ve mânevî kemâlâta erişmiş ruhların müstesnâ misalleridir.

       Benlikten kurtulamamanın ise âkıbeti fecîdir.

(Alıntı)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Esmaül Hüsna (Arapça- Türkçe) دُعٰٓاءُ اَسْمٰٓاءُ الْحُسْنٰى

Uzun Ömür İçin Dua

Şifa Salavâtı (Salavâtı Tıbbil Kulubi/Salâvatı Tıbbiye)