İnsanın Yaratılış Gayesi, Dünya Ve Ahiret Yolculuğu
İnsanın Yaratılış Gayesi, Dünya Ve Ahiret Yolculuğu
Aziz ve muhterem kardeşlerim!
Cenâb-ı Mevlâ’ya Celle Celâlüh
trilyonlarca hamdü senalar olsun ki, bizleri dinlerin en kâmili, en mükemmeli
ve en sonuncusu olan İslâm diniyle müşerref kıldı.
Kâinatın efendisi, peygamberlerin
peygamberi ve kıyamet gününün yegâne şefaatçisi, Hz. Muhammed Mustafa’ya
Sallallahü Aleyhi Vesellem ümmet olmakla şereflendirdi.
Değerli kardeşlerim! Biz bu
dünyaya ne için geldik? Yani bu dünyada vazifemiz nedir? Biliyorsunuz ki insan
yokluk âleminden, ervah âlemine geçmiştir ve ervah âleminde Allah Celle Celâlüh
ile kulları arasında bir mîsak, ahitname olmuştur. O ahitname, Kur’ân-ı
Kerîm’de bize bildirilmiştir. Ervah âleminde, Cenâb-ı Mevlâ Celle Celâlüh bütün
kullarına:
“Elestü bi Rabbiküm?”
– Ben sizin Rabbiniz değil
miyim?
Diye sormuş ve bütün ervah, mü’mini
de, fâsığı da, kâfiri de, hepsi bir ağızdan:
– Yâ Rabbi, sen bizim
Rabbimizsin, diye cevap vermiştir.
Orada üzerimize bir mîsak, bir
ahitname aldık, daha sonra zaman tünelinden geçip, bu “esbab” âlemine geldik. Bu
esbab âleminde belirli bir süre kaldıktan sonra, -tabi bu “esbab” âleminde ne
kadar kalacağımızı Cenâb-ı Mevlâ Celle Celâlüh bilir, bizim için meçhuldür. Hiç
kimse bilemez nerede ve ne zaman öleceğini- “berzah” âlemine göç edeceğiz. “Berzah”
âlemi bu dünya ile ahiret âlemi arasında bir geçittir. İşte geçit hükmünde olan
berzah âleminde süresini Cenâb-ı Mevlâ’nın Celle Celâlüh bildiği bir süre
kaldıktan sonra, son istasyon olan ahiret âlemine geçeceğiz. Ahiret âlemine
geçtikten sonra ise ya “Sâid” olarak cennete gidip orada mutlu ve mesut
olacağız -Allah Celle Celâlüh hepimize “sâid”lerden olmayı nasip etsin
inşallah- veya “şâki” olup cehenneme gideceğiz.
Allah Celle Celâlüh hepimizi
muhafaza eylesin.
Onun için insanların bu zaman
tünelinden geçmesi, Allah’ın Celle Celâlüh “fıtrî” kanunudur. Yani bu insanın
isteğinde olmayıp, istese de, istemese de karşılaşacağı bir olaydır. Şu âna
kadar ki sürece kendi isteğimizle gelmediğimiz gibi, bundan sonra da kendi
isteğimizle gitmeyeceğiz. Bu tamamen Allah’ın Celle Celâlüh kudretindedir.
Ancak önemli olan, ervah, esbab,
berzah ve âhiret gibi bu dört istasyondan insan için en önemli olan yer “esbab”
yani bu dünya hayatıdır. Neden? Çünkü bu dünya hayatı, bundan sonraki
istasyonların, merhalelerin durumunu belirleyecek.
Köylüler daha iyi bilir, bahar
mevsimi bol yağmurlu geçer o sene bolluk, bereket olur. Demek ki bahar, yazın
durumunun göstergesidir. Eğer o sene baharda yağmur bol olmazsa, yazın mahsul
bol olmaz demektir.
İşte bu dünya da, ahiretin
göstergesidir. Onun için muhterem kardeşlerim; biz bu dünyaya ne için ve hangi
amaçla gönderildiğimizi çok iyi bilmeliyiz. Cenâb-ı Mevlâ Celle Celâlüh
Kur’ân-ı Kerîm’inde:
“Ben cinleri ve insanları ancak
bana kulluk etsinler diye yarattım. Ben onlardan bir rızık istemiyorum. Bana
yemek yedirmelerini de istemiyorum. Şüphesiz Allah; rızık veren, sarsılmaz ve
kuvvet sahibidir. ” (Zariyat-56, 57, 58)
Demek ki, bizim yaratılmamızdan
gaye Allah’a Celle Celâlüh kulluk vazifesi yapmaktır. Bu kulluk vazifesi de
kendi kafamıza göre değil, Cenâb-ı Mevlâ Celle Celâlüh Kur’ân-ı Kerîm’de nasıl
buyurmuş ise, Peygamber Efendimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem nasıl açıklamış
ise, imamlarımız bize nasıl bildirmiş ise o şekilde yapmalıyız. Yoksa kendi
aklımıza göre değil.
Muhterem kardeşlerim!
Bir insan, Allah’ın Celle
Celâlüh rızasını kazanmak, ama yalnız O’nun rızasını kazanmak için, yaratılışın
gayesi olan kulluk vazifesini yaparsa, bu dünya da çok rahat, mutlu ve huzurlu
olur. O zaman dünyada, ahiret de kişinin peşinden gelir. İşte bu insan dünyada
da, kabirde de, ahirette de, haşirde de, cennette de rahat olur.
Bunu zaman zaman söylüyorum. İnsan
iki şeyden mürekkeptir: Cisim âlemi ve ruh âlemi. İnsanın ruhunu gönlünü tamamen
Allah’a Celle Celâlüh vermesi ve dünyayı kalbine sokmaması lazımdır. Kalbimizi
bu dünya ile kirletmememiz lazımdır. Kalbimizi Allah’ın Celle Celâlüh evi
yapmamız lazımdır.
Hadîs-i Kutsi’de Cenâb-ı Mevlâ
Celle Celâlüh:
“Ben yere göğe sığmam, mü’min
kulumun kalbine sığarım” buyurmuştur. (Keşfûl Hâfa, 2256)
Onun için biz de kalbimizi
Allah’ın Celle Celâlüh muhabbet yeri yaptığımızda, gerçek huzuru ve rahatı
buluruz. Peki dünya için çalışmayacak mıyız? Elbette çalışacağız, kazanacağız, ancak
dünyayı kalbimize sokmayacağız.
Bunu şöyle açıklayalım: Bir
insan eğer helâl haram ayırt etmeden, hak hukuk gözetmeden hareket ediyorsa, eğer
dünya işleri onu namazından alıkoyuyorsa, o insanın kalbinde dünya var demektir.
Ama eğer bir insan, düzenli olarak namazlarını ihmâl etmeden kılıyorsa, hak ve
hukuka riayet ediyorsa demek ki o insanın kalbinde Allah Celle Celâlüh var
demektir.
Muhterem kardeşlerim!
İnsan zayıf olması hasebiyle, bir
gıybet, bir hata, bir günah mutlaka işler, ancak insanın gönlünde Allah Celle
Celâlüh olunca hemen akabinde pişman olup tövbe eder. Çünkü gönül onu
pişmanlığa çekecektir.
Kur’ân-ı Kerîm’de:
“Allah, tövbe edenleri sever”
buyrulmuştur. (Bakara, 222)
Fakat insan gönlünü dünyaya
verdiği zaman, dünyanın sarhoşu olacaktır. Dünyanın sarhoşu olmak, içki
sarhoşluğuna benzemez. İçki sarhoşu belirli bir zaman sonra ayılırken, dünya
sarhoşluğu devamlıdır.
Çünkü insan bu hâlde iken, namazda,
gece-gündüz, yatarken, kalkarken ve hatta hayalinde bile dünyayı düşünür. Allah
Celle Celâlüh bizi böyle olmaktan muhafaza eylesin.
Ancak, Allah’ın Celle Celâlüh
muhabbeti kalpte olduğu zaman, bu dünyadan çıkmak da insana kolay olur. Çünkü
insan dosta kavuşacak, o zaman ölüm de rahat olur. Fakat gönül başka bir şeye
bağlandığı zaman, ondan ayrılmak çok zor olur. Dolayısıyla ölüm de çok zor olur.
İşte bunun için gönlümüzü Allah’a Celle Celâlüh verelim.
Yaratılış gayemize uygun
yaşayalım inşallah. O zaman hem bu dünya da hem de ahirette mutlu olacağız. Fakat
bu çalışma ve davranışlarımız Allah’ın Celle Celâlüh bizden talep ettiği ve
Resûlullah’ın Sallallahü Aleyhi Vesellem bize beyan ettiği şekilde olmalıdır.
Bunu zaman zaman söylememe
rağmen, yine siz kardeşlerimize bazı kitapları okumanız için tavsiye edeceğim. İlmihâl
olarak, Hanefî mezhebine bağlı olan kardeşlerimize Ömer Nasuhi Bilmen hocamızın
yazdığı ve Ali Fikri Yavuz’un sadeleştirdiği “Büyük İslâm İlmihali”ni tavsiye
ediyoruz. Hem ilmihâl, hem de akâid bakımından hoş bir kitaptır.
Şafiî mezhebine mensup
kardeşlerimize de “Tenvir’ül Kulub” (Kalpleri nurlandıran) isimli, Halil Gönenç
hoca efendinin tercüme ettiği kitabı tavsiye ediyorum. Bu kitap da hem akâid, hem
ilmihâl hem de tasavvuf yönünden dört dörtlük bir kitaptır. Bu kitabın yazarı
da Şeyh Muhammed Emin hoca efendidir.
Tasavvuf konusunda da bizim
tercüme ettiğimiz “Minah” ve Hikem-i Atâiyye’yi tavsiye ediyoruz. Özellikle
Hikem-i Atâiyye hakikaten dört dörtlük bir kitaptır, insan okurken çok büyük
bir zevk alıyor.
Siyer olarak da Ramazan
el-Buti’nin “Fıkhu’s Siyre” isimli kitabını tavsiye ediyoruz. Bir de dua, ezkar,
ahlâk konusunda iki kitabı size tavsiye ediyoruz. Onlar da İmam Nevevi’nin
“el-Ezkâr” ve “Riyâz’us Sâlihîn” isimli kitaplarıdır. Âlimler “el-Ezkâr” için, “Evi
sat yine de “Ezkâr”ı al” demişlerdir.
Muhterem kardeşlerim!
Resûlullah Sallallahü Aleyhi
Vesellem nasıl dua etmiş ise, yemek yerken, yatarken, kalkarken ne okumuş ise
hepsi orada yazıyor.
İmam Nevevi, Kuddise Sirrûh
hakikaten büyük bir âlim olup, diğer âlimlerin içinde ayrı bir öneme sahiptir. Hayatı
boyunca oruç tutup, gece gündüz sadece birer kere yiyip içmiştir. Ayağını hiç
uzatmamıştır. Kırk altı senelik ömrü olduğu halde, yazdığı eserler çok fazladır.
Allah Celle Celâlüh öyle bir bereketli bir ömür vermiştir.
Bir adamın şöyle anlattığı
rivayet edilir:
– Ben İman Nevevi’yi
tanımıyordum. Bir gece rüyamda deflerin çalındığını gördüm. Ben sordum bu
çalınan defler neyin nesidir, neden çalınıyor? Bana denildi ki, İmam Nevevi’ye
kutupluk makamı verildi, bu onun keyfi aşkıdır. Sabah uyanınca İmam Nevevi Kuddise
Sirrûh’un kim ve nerede olduğunu sordum insanlara. Bana filan medresede hocadır
dediler. Ben de kalkıp o medreseye gittim. Baktım ki, İmam Nevevi Kuddise
Sirrûh talebelere ders okutuyor, beni görünce hemen kalkıp yanıma geldi ve
bana:
– O görmüş olduğun rüya sende
kalsın, dedi.
Bir daha da O’nu göremedim, demiştir.
Yine bir talebesi, İmam Nevevi
Kuddise Sirrûh’a:
– Hocam çok az yiyorsunuz bitap
düşeceksiniz, deyince:
– Benden önce filan filan
kişiler yememiş ve düşmemişler, o yüzden ben de yemeyeceğim, demiştir.
Allah Celle Celâlüh bizleri
âlimlerin feyizlerinden mahrum eylemesin inşallah. Zaten eski imamların hepsi
böyleydi. Şimdiki gibi ve bizler gibi değildi.
Meselâ İmam-ı Âzam Kuddise Sirrûh
denilince, sıradan bir âlim gibi düşünülüyor, Oysaki onlar, çok değerli ve
kıymetli âlimlerdi. Onlar vakitlerinin her anının kıymetini bilen, hep taat ve
ibadet ile geçiren, gece-gündüz ibadet eden, bütün zamanını hizmete veren büyük
zatlardı.
Muhterem kardeşlerim!
İnşallah, bu tavsiye ettiğimiz
kitaplar size kâfidir. Bunları ihmal etmeyin.
Bazı kardeşlerimiz, “Rabıta
yaparken bir şey göremiyoruz veya zikir yaparken kalbimiz huzurlu değil, kalbimize
çok vesvese geliyor” diyorlar.
Gaye verilen hizmeti yerine
getirmektir, bir şey görüp görmemek bizim vazifemiz değildir. Görmemek
görmekten çok daha iyidir. Gören kişinin nefsi müdahale edebilir, ancak
göremeyen kişi ben bir şey göremiyorum diye kendini hakir görüp, çok daha fazla
sevap alabilir, onun için daha faydalı olabilir.
Hikem-i Atâiyye’de;
“Sende gizlenmiş ayıpları araştırman, senden
gizlenmiş gaybları araştırmandan hayırlıdır.”
Şeklinde bahsediliyor.
İnsanın:
“Ben tövbe aldıktan sonra, acaba
ahlâkım değişti mi? Evvelki kibir ve ucûb bende kaldı mı? O dünya sevgisi devam
ediyor mu? Arkadaşlarıma karşı bir kin ve nefret var mı?” diye düşünmesi, kötü
ahlâkı terk edip, güzel ahlâka sahip olmaya çalışması gerekir. Yoksa “bir şey
göreyim veya bir şey sahibi olayım”, diye bilmediği şeylerin peşinden koşması
doğru değildir. Bunlar da şeytanın vesvesesidir, insana:
– Sen tövbe aldın, ama hâlâ bir
şey göremiyorsun, diyerek, insanı yoldan çıkarmak istiyor.
Onun için tarikatın gayesi bir
şey görmek veya bir şeylere vâkıf olmak değil, istikamet sahibi olmaktır.
Allah Celle Celâlüh muhafaza
eylesin, bir şeyler gören kişilerden birçok kişinin bu yoldan ayağının
kaydığını gördük. Öyle ki karşılaştıkları şeyi rahmanî mi yoksa şeytanî mi
keramet mi istidrac mı olduğunu ayırt edemediler.
Sizin vazifeniz verilen görevi
yapmaktır. Amel edin, inşallah Allah Celle Celâlüh amelinizi kabul edecektir.
Bu vesvese de insanın kalbi
temizlenmeye başladığı için geliyor, vesvesenin zararı yoktur. Bizzat Peygamber
Efendimiz’e Sallallahü Aleyhi Vesellem sahabeler gelip:
– Yâ Resûlullah! Kalbimize öyle
şeyler geliyor ki, şu an onları sana söylemeye hayâ ediyoruz, deyince,
Peygamber Efendimiz Sallallahü
Aleyhi Vesellem:
– O îmandandır, buyurmuştur. (Beğavi-Kitabul
Mesabih)
Sizlere vesvesenin peşine
düşmemenizi tavsiye ediyorum. Euzü besmele çekip geçin, o vesvese kendiliğinden
duracaktır. Ancak o vesvesenin üzerine düşer, müdafaa etmeye çalışırsanız, o
vesvese daha fazla çoğalacaktır.
Muhterem kardeşlerim!
Az önce sizlere kitapları
tavsiye ederken, zikirlerden bahsetmiştik. Allah’ın Rasûlü Sallallahü Aleyhi
Vesellem, farz namazlardan sonra sadece Âyet-el Kürsîyi okumamış, İhlâs, Felâk
ve Nâs sûrelerini de eklemiştir. Bu hadîs, Buhari ve Müslim’in rivayet ettiği
sahih bir hadîstir.
O yüzden ben de şimdi sizlere, farz
namazlarından sonra yalnız Âyet-el Kürsî’yi değil, ona İhlâs, Felâk ve Nâs
sûrelerini de ekleyip okumanızı tavsiye ediyorum.
Mademki, Peygamber Efendimiz
Sallallahü Aleyhi Vesellem böyle okumuştur, mademki fıkıh kitaplarında böyle
bahsedilmiştir, İmam-ı Âzam Kuddise Sirrûh böyle açıklamış, o halde biz de
böyle okuyalım.
Daha önce de bahsettiğimiz bir
konu da, tesbihat konusu. Tesbihat el ve parmaklar ile tesbih ile de
çekilebilir. Allah Resûlü Sallallahü Aleyhi Vesellem tesbihatı, tesbih ile
değil el ile çekmiştir. O zamanlar taş ile de tesbih yapanlar vardı. Resûlullah
Sallallahü Aleyhi Vesellem onları gördüğü halde, ses çıkartmamış, dolayısıyla o
da sünnet olmuştur.
Sahabe-i Kiram’dan Ebû’d-Derda (r.
a) ve Ebû Hureyre (r. a) gibi bazı sahabelerin özel tesbihleri varmış, ancak bu
tesbihler şimdikiler gibi değil de, bir ipe düğümler atarak, o düğümleri saymak
suretiyle çekilen tesbihlermiş. Hatta Ebû Hureyre’nin (r. a) bin tanelik özel
bir tesbihi olduğu ve her gece bu binlik tesbihini çekmeden yatmadığı rivayet
edilir.
Muhterem kardeşlerim!
Arada bir bize sorulan sorulara
da cevap vermeye çalışacağım. Onlardan bir tanesi de, “Hayızlı bir kadın
Kur’ân-ı Kerîm okuyabilir mi?” şeklinde bir sorudur. Abdullah b. Ömer’in (r. a)
rivayet ettiği, Tirmizî’de bulunan sahih bir hadîs-i şerifte:
Resûlullah Sallallahü Aleyhi
Vesellem Efendimiz’in “Hayızlı bir kadın ve cünüp bir kimsenin Kur’ân-ı Kerîm
okuyamayacağını” buyurduğu malumdur.
Bu hadîs-i şerifte, bütün mezhep
imamları ittifak etmiştir. Yani, İmam-ı Azam İmam-ı Şafiî, İmam-ı Mâlik ve İmam
Hanbel ittifak etmiştir.
Bütün hadîs kitapları ve bütün
fıkıh kitapları, bu şekilde Kur’ân-ı Kerîm okumanın haram olduğunu bildirdiği
için, biz de haram olarak kabul ediyoruz. Ancak Kur’ân niyetiyle değil de, dua
niyetiyle okunur ise, o zaman ezkâr caiz olur. Veya şöyle bir örnek verelim:
Meselâ, bir bayan hoca ders
okuturken, bu halde iken, talebelerine, harf harf yani tek tek Kur’ân-ı
öğretmesine Malikî mezhebinde cevaz verilmiştir. Ancak başka durumlarda gerek
hayızlı bir kadın gerekse cünüp bir kimse, ne Kur’ân-ı Kerîm’e el sürebilir ne
de okuyabilir, abdestsiz bir insan Kur’ân-ı Kerîm’e el süremez ancak, ezberden
veya el sürmeden Kur’ân-ı Kerîm’i okuyabilir.
En çok sorulan sorulardan birisi
de, bayanların Cuma namazı kılıp, kılamayacağı ile ilgilidir.
Muhterem kardeşlerim!
Ebû Davut’un rivayet ettiği bir
hadîs-i şerifte Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Şu dört sınıfa Cuma namazı
vacip değildir. Kadına, köleye, çocuğa ve hastaya. ”
Bu hadîs sahihtir. Bizzat
Peygamber Efendimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem bu şekilde buyurmuştur. Ve bu
hadîs-i şerifi başta, İmam-ı Âzam olmak üzere, bütün fıkhî mezhep imamlarımız
kaynak olarak, Cuma namazının kadına vacip olmadığını bildirmiştir.
Durum böyle iken, bugün birisi
çıkıp da tersini söylerse ona:
Sen Resûlullah’tan Sallallahü
Aleyhi Vesellem, mezhep imamlarından daha mı iyi biliyorsun? Diye sorarız.
Peygamber Efendimiz Sallallahü
Aleyhi Vesellem zamanında kadınların topluca Cuma namazı kıldıkları sabit
değildir. Erkekler Cuma namazı kıldığı halde kadınlardan bir kısmı kendi isteği
ile cumaya gitmiş, bir kısmı gitmemiştir.
Peki, kadınlar Cumaya gidemez
mi? Gidebilir. Kadınlar için camide ayrı bir bölüm var ise, o kendilerine
ayrılmış bölümde Cuma namazı kılabilirler. Namazları da tıpkı erkeklerde olduğu
gibi sahih olur. Ama onlara vacip değildir.
Meselâ, misafire seferî iken
Cuma vacip değildir. Ancak misafir olarak bulunduğu yerde kıldığı Cuma namazı
sahihtir.
Peygamber Efendimiz Sallallahü
Aleyhi Vesellem zamanında, kadınların cumaya gitmesi teşvik edilmediği gibi, kadınların
evde yaptığı ibadetlerin efdâl olduğu sabittir.
Kadınların evde yaptığı
ibadetler daha efdâldir, çünkü orası daha mahfuzdur. Bu, hem hadîs-i şerife
göre hem de dört mezhep imamına göre böyledir. Dört mezhep imamı denilince, insanın
aklına sadece, İmam-ı Azam, İmam-ı Şafiî, İmam-ı Maliki, İmam-ı Hanbelî
gelmesin, bu dört imama bağlı binlerce milyonlarca âlim, kutup, evliya var ve
bunların hepsi de içine giriyor. Abdülkadir Geylânî Kuddise Sirrûh, Şah-ı
Nakşibend Kuddise Sirrûh, İmam-ı Rabbani Kuddise Sirrûh gibi nice nice âlimler
var. O yüzden bu mezhep imamlarının görüşlerinden ayrılmak hata olur.
Muhterem kardeşlerim!
Bir de tesbih ile ilgili bir şey
söylemek istiyorum. Tesbih ile zikir yapabilirsiniz, tesbih çekebilirsiniz, ancak
elinizde tesbih olduğu halde dışarıda tesbih ile gezmeyin. Bu gösteriş olur ve
aynı zamanda hatadır. İslâm dini gösteriş ve riyaya karşıdır. Tarikatımız da
riyaya karşıdır. Ya dışarıda tesbih çekerken, tesbihinizi cebinize koyun öyle
çekin veya tesbihsiz çekin. Ama otururken veya camide tesbih ile
yapabilirisiniz.
Sorulardan birisi de şöyle:
“Mürşidin önünde insan
eğilebilir mi?”
İnsan, sadece secde edemez, ancak
saygı göstermek olarak eğilebilir. Çünkü gerçekte mürşide Allah Celle Celâlüh
için saygı gösterilir ve Allah Celle Celâlüh için hürmet edilir.
Tasavvuf kitaplarında, Allah’a
Celle Celâlüh karşı, Resûlullah’a Sallallahü Aleyhi Vesellem karşı, Mürşide
karşı, ihvana karşı adap nasıl olmalıdır? Hepsi yazıyor.
Meselâ “Âdab-ı Fethullah” isimli
kitapta çok güzel açıklanmıştır. Bir insan, bir insana rükû ve secde yapamaz, ancak
mürşidine hürmet göstermek için eğilebilir. Çünkü mürşide mürşit için değil, Allah
Celle Celâlüh için saygı ve hürmet gösterilir.
Ancak kişi kendisine saygı
gösterilmesi için, hürmet edilmesi için insanların kendisine eğilmesini
isteyemez. Bu doğru ve câiz bir olay değildir. Ancak kendisi istemeden hürmet
gösterilirse de bu zarar vermez.
Tarikatımızda âdabın yeri ve
önemi büyüktür. Âdab-ı Fethullah’ta hepsi açıklanmıştır. Bu kitabın sohbetlerde
sıkça okunmasını tavsiye ediyoruz.
Muhterem kardeşlerim!
Allah Celle Celâlüh şahidimdir
ki ben gelirken sofilerin kalkmasını istemiyorum, hatta “oturun” diyorum. Ancak
sofiler ayağa kalkarsa kendileri sevap alır.
Bir soru da, “Mü’min ve
Münafıklığın alâmetleri nelerdir?
Bunlar da tasavvuf kitaplarında
yazıyor. Bir insan konuştuğu zaman ancak doğruyu söylüyor ve kimseyi aldatmıyorsa,
kalbinde hiçbir Müslümana karşı kin, buğz ve adâvet yoksa, Allah’ı Celle
Celâlüh ve Resûlünü Sallallahü Aleyhi Vesellem her şeyden daha fazla seviyorsa,
küfre dönmekten ateşten kaçar gibi kaçıyorsa, bir kimseyi Allah Celle Celâlüh
için sevip, Allah Celle Celâlüh için buğz ediyorsa o kimse inşallah mü’mindir.
Münafıklığın alâmetlerine
gelince, bunlar hadîs-i şeriflerde bellidir o yüzden bu konuyu daha fazla
açıklamıyorum. Allah Celle Celâlüh hepimize, son nefeste îman ile can vermeyi
nasip etsin.
Muhterem kardeşlerim!
İnsan, sabah-akşam şu duayı
okursa çok faydalıdır.
“Yâ Rabbi! Dinimi, îmanımı, nefsimi, ehlimi, ailemi,
evladımı sana emanet ediyorum. Sen muhafaza eyle!” derse, inşallah Allah Celle
Celâlüh muhafaza eder. Çünkü O’nun yanında emanet kaybolmaz.
Şimdi bizim çok değerli bir
malımız olsa, bunu en sağlam yere koyarız değil mi? İşte en sağlam yer
Allah’tır Celle Celâlüh. Biz Allah’a Celle Celâlüh emanet ediyoruz, Allah Celle
Celâlüh muhafaza eder inşallah.
Aziz kardeşlerim!
Allah Celle Celâlüh hepimize
kâmil bir îmanla kabre girmeyi nasip etsin. Hakikaten insanın son nefesini
verdiği an, çok zor bir geçittir. İnsan susuzluk çekiyor, şeytan aleyhillâne
bunu fırsat bilip çok zorluyor. Ancak, inşallah Allah Celle Celâlüh yardım eder,
sâdat-ı kiram da himmet eder. Kur’ân-ı Kerîm’de “melekler iner” buyruluyor. İnşallah
melekler bize de yardım eder ve şeytan da bir şey yapamayıp def olur gider de, îman
üzere can veririz.
İşte, ben hepinizin gönlünde
“Allah” Celle Celâlüh olsun istiyorum. Böyle olursa, ne şeytan ne de başka bir
şey zarar veremez.
Bir kardeşimiz “Sahabelere buğz
edenin durumu nedir? diye soruyor.
Cenâb-ı Mevlâ Celle Celâlüh
Kur’ân-ı Kerîm’de çeşitli âyetlerde sahabeleri methetmiştir.
Peygamber Efendimiz Sallallahü
Aleyhi Vesellem:
– Allah’tan korkun! Allah’tan
korkun! Sahabelerime buğz etmeyin! Kim sahabelerimi severse beni sevmiş olur, kim
beni severse, Allah’ı Celle Celâlüh sevmiş olur. Kim sahabelerime buğz ederse, bana
buğz etmiş olur, kim bana buğz ederse, Allah’a Celle Celâlüh buğz etmiş olur, buyurmuştur.
(İbni Ebi Şeybe, Musannef, 32412)
Bu yüzden sahabelere buğz etmek,
küfür değilse de, günah-ı kebâir yani büyük günahtır. Bazı mezheplerde, hatta
Hanefî mezhebinde, tövbelerinin kabul olunmadığını beyan ediyor. Allah Celle
Celâlüh bizi muhafaza eylesin.
Hz. Ebû Bekir’in (r. a)
sahabeliği Kur’ân-ı Kerîm’de sabittir. Bu sebeple onun sahabeliğini inkâr etmek
“küfürdür”. Allah Celle Celâlüh bizi muhafaza eylesin.
Cenâb-ı Mevlâ Celle Celâlüh bize
o kadar lütuf ve kerem etmiş ki, elhâmdulillah, bizler Müslüman olmakla
birlikte, hem Ehl-i Beyt-i Nebevî’yi hem de sahabe-i kirâm’ı seviyoruz. Hiç
kimseye de buğz ve adavet beslemiyoruz.
Kur’ân-ı Kerîm’de, Fetih
sûresinin sonunda Cenâb-ı Mevlâ Celle Celâlüh;
“Muhammed, Allah’ın elçisidir. Ve onunla
birlikte olanlar kâfirlere karşı çetin, birbirlerine karşı da şefkat ve
merhametlidirler. Onları rükû edenler, secde edenler olarak görürsün: onlar, Allah’tan
bir lütuf ve hoşnutluk arayıp isterler. Belirtileri, yüzlerindeki secde
izleridir. İşte onların Tevrat’taki vasıfları budur: İncil’deki vasıfları ise, Sanki
bir ekin, filizini çıkarmış, derken onu kuvvetlendirmiş, derken kalınlaşmış, sonra
sapları üzerinde doğrulup boy atmış (ki, bu) ekicilerin hoşuna gider. ( Bu
örmek) onunla kâfirleri öfkelendirmek içindir. Allah içlerinden îman edip Sâlih
amellerde bulunanlara bir mağfiret ve büyük bir ecir vaat etmiştir”.
Yani Cenâb-ı Mevlâ Celle Celâlüh
burada buyuruyor ki:
“Muhammed Sallallahü Aleyhi Vesellem Allah’ın
Celle Celâlüh elçisidir, Onunla beraber olan Müslümanlar, kâfirlere karşı çok
şiddetli, yani kâfirlerin safında babası bile olsa onu öldürür ama mü‘minlere
gelince çok şefkatli ve merhametli, daima onları namazda görürsünüz ve onlar
sadece Allah’ın rızasını talep ederler” (Fetih, 29)
Onlar bizim gibi değil, mal, servet
sahibi değil, çoğu kere karınları aç, sırtı açık, fakir yoksul kimselerdir. Onları
görünce, çoğu kere alınlarının secdeden dolayı pırıl pırıl parlamakta olduğunu
fark edersiniz.
Tevrat’taki durumları böyle, İncil’deki
durumları ise, başaklanmış, filizlenmiş ve kuvvetlenmiş bir ekine benzer, Cenâb-ı
Mevlâ Celle Celâlüh onlarla, kâfirleri sinirlendiriyor. İşte bu âyette
belirtiliyor ki, sahabelerden dolayı ancak kâfirler öfkeleniyor.
Demek ki, kim sahabeleri
sevmezse Allah Celle Celâlüh muhafaza etsin onlara benzemiş olur. Âyette onları
bizzat Allah Celle Celâlüh methediyor. Onun için, muhterem kardeşlerim, sakın
sahabenin buğz ve adâvetini kalbimize sokmayalım. Onlar bizzat Peygamber
Efendimiz’in Sallallahü Aleyhi Vesellem sohbetine katılmış ve en yüksek
mertebeye çıkmış insanlardır.
Allah Celle Celâlüh bizi de
onlardan ayırmasın ve mahşerde onlarla beraber haşreylesin inşallah.
Muhterem kardeşlerim!
Size biraz da “rüyadan bahsetmek
istiyorum. Rüyalar çeşit çeşittir. Meselâ bazı rüyalar, rahmanî olup, dosdoğrudur
ve Peygamber müjdesidir. Bazı rüyalar şeytanın müdahalesiyle olur. Sıkıntılı, korkulu
vs. rüyalardır. Bazı rüyalar ise, insanın kafasına taktığı veya kalbinde olan
bazı olayların olduğu rüyalardır.
Meselâ insan bu durumda
düşündüğü şeyleri ya da yaşadığı hâli görür. Onun için kişi hayırlı rüya
gördüğü zaman sevinip, rüyayı hoş görmeli, kötü bir rüya gördüğü zamanda hiç
kimseye söylememeli ve yataktan kalktığı zaman da sol tarafına euzü besmele
çekerek üç defa tükürür gibi üflemelidir. İnşallah o rüyanın olumsuz etkisi
insanın üzerinden o zaman gider.
Bazen bazı kişiler kötü bir rüya
görünce, hemen telefon açıp anlatıyor. O tür kötü rüya görüldüğü zaman
anlatmayın. Dediğimiz gibi sol tarafa euzü besmele çekip üç defa tükürür gibi
nefes verince, inşallah hiçbir şey olmaz.
Güzel ve rahat bir uyku için ve aynı zamanda güzel rüya görmek için ben sizlere şunu tavsiye ediyorum: Akşam yatarken, bir Fatiha, bir Âyet-el Kürsî, Li-ilâfi, İhlâs, felâk, Nâs sûrelerini okuyup, elinize üfledikten sonra bütün bedeninize mesh edin sonra otuz üç defa “Sûbhallah”, otuz üç defa “Elhâmdulillah”, otuz üç defa “Allahu Ekber” diye söylerseniz inşallah, hem rahat uyur, hem de güzel rüyalar görürsünüz.
Kaynak: hasaneyn.org
Yorumlar
Yorum Gönder