İslâmiyet Empati Dinidir
İslâmiyet Empati Dinidir
Bilal Said Parlakoğlu
Empati, diğer adı ile duygudaşlık, karşındakini
anlamak ve onun ihtiyacına uygun cevap vermek, sağlam bir iletişim kurmak için
kendini onun yerine koymak, onun duygu ve düşüncelerini kendi duyguların ve
düşüncelerin gibi düşünüp o kişiyi kendi içinde bulunduğu durum ekseninde
değerlendirmeye verilen isimdir. Empati bir süre karşındakinin yerine geçmek,
bir süreliğine onun nazarı ile olayları değerlendirmektir.
Empati, biz farkında olmadan yıllarca annelerimiz ve
öğretmenlerimiz tarafından “Kendine yapılmasını istemediğin davranışı sen de
başkasına yapma” cümlesi ile bize öğretilmiştir. Evet, insan çevresini kendisi
ile tanıyabilir. Cansız bir objenin ısısını anlamak için bile elimiz ile
dokunup o eşyanın soğukluğunu ya da sıcaklığını kendi tenimizde hissetmemiz
gerekiyor. İşte empati de aslında budur; karşındaki kişinin duygu ve
düşüncelerine dokunup kendi duygu ve düşünce dünyanda onu anlamak ve ona göre
karşılık vermektir. Bu nedenle sağlıklı bir empatinin de yolu aslında evvela
kendini tanımaktan geçer. Kendini tanıyabilen insan kendisini ölçek alarak
diğer insanları da anlayabilir ve sağlıklı bir şekilde yorumlayabilir.
Empati toplumumuzda -her ne kadar farkında olmasak
da- bize İslâmiyet ahlâkı ile beraber verilmiştir. Çünkü İslâmiyet birçok yönü
ile empatiye dayalı bir dindir. İslâmiyet’in uygulamaları, emirleri ve
tavsiyeleri insanlar için empati yapmanın talimidir.
İslâm’ın birinci şartı olan kelime-i şahadet çok
derin bir empati öğretimidir aslında. Kelime-i şehadet getirerek Peygamber Sallallahü
Aleyhi Vesellem’in de Allah’a kul olduğunu ve beşer olduğunu kabul eden bir
Müslüman, empati vasıtası ile kendisinin de beşer ve kul olduğunu bilerek
hayatını ona göre tatbik eder. Hayatının her alanında da kendine rehber olarak
Peygamber Sallallahü Aleyhi Vesellem’i ve onun Sünnet-i Seniyyesini esas alır.
Yaptığı her hâl ve hareketinde, “Peygamber Sallallahü Aleyhi Vesellem de
insandı, acaba o olsa nasıl yapardı” diye düşünür ve bu şekilde ona uygun olanı
yapmaya çalışır. İslâmiyet’in özü de aslında Peygamber Sallallahü Aleyhi
Vesellem’i Allah’ın rızasına her hâli ile mazhar olmuş bir insan olarak tanımak
ve Allah’ın rızasını kazanmak için her işini onun Sallallahü Aleyhi Vesellem
yaptığı şekilde yapmaktır.
İslâm’ın ikinci şartı olan namaz da yine küllî bir
empati talimidir. Namaz ile insan kâinatın, canlı veya cansız bütün mahlûkatın
yerine kendini koyar ve onların ibadetleri ile onların hâlini anlamaya çalışır.
Kıyamda duran insan ağaçların ibadetini ve daima ayakta durmasını talim
ederken, rükûda hayvanların ibadetini, secdede ise taşlar, dağlar gibi yerde
cansız duran varlıkların ibadetlerini deneyimler. Böylece kâinatın tamamı ile
bir iletişimde olduğunu ve onlar yerine de ibadet ettiğini, onları temsil
ettiğini fark eder. Kendini onların yerine koyarak, onların bedeline, Allah’a
ibadetini arz eder. İnsan kâinatın ibadetini namaz ile tanır.
İslâm’ın üçüncü şartı olan oruç, empatinin en açık
şekilde müşahede edildiği ibadettir. Oruç ile Müslümanlar gün boyu yeme ve
içmeyi terk ederek, yiyecek bir şeyi olmayan fakir ve gariban insanların
açlıklarını hissetmeye ve kendilerini onların yerine koyup onların
ihtiyaçlarını anlamaya gayret ederler. Ramazan Ayı’nın, paylaşmanın, huzurun ve
toplum bilincinin en şiddetli hissedildiği ay alması da bu yüzdendir. İnsanlar
Ramazan Ayı’nda birbirini anlamaya ve birbiri için gayret göstermeye başlar.
İslâm’ın dördüncü şartı olan zekât da toplumsal
açıdan empatinin yaygınlaşmasını sağlayan önemli bir esastır. Toplumdaki sosyal
sınıflar arasında hürmet ve muhabbeti tesis eden bir köprü olan zekât ile
Müslüman, sahip olduğu mülkün kendisine ait olmadığını bilir. Öte yandan
verdiği zekâtın kırkta bir olması nedeniyle bir insanın geçinebilmesi için
gereken miktarın çok da yüksek olmadığını, malının kırkta birinin de yeterli
geleceğini düşünerek israftan kaçınmaya ve iktisat etmeye dikkat eder. İnsan
zekât verirken kendisinin de esas mülk sahibi olmadığını bilerek, Rabbine karşı
fakir olduğunu bilir ve zekâtını verdiği fakir ve gariban insandan daha muhtaç
olduğunun idrakine varır.
İslâm’ın beşinci ve son şartı olan hac ibadeti ile
Müslüman diğer dünyadaki Müslümanlar ile görüşerek İslâmiyetin dil, renk, ırk
ayrımı yapmadığını görür. Müslümanları birbirine bağlayan esas rabıtanın aynı
Allah’a, aynı Peygamber Sallallahü Aleyhi Vesellem’e ve aynı kitaba iman
olduğunu düşünür ve Müslüman kardeşlerini benimseyerek, İslâm idrakini kendi
ülkesi ve dilinden çıkararak, dünya ülkeleri ve dilleri çapında genişletir.
Böylece Müslüman hac ibadeti vasıtasıyla Müslümanları tanır ve diğer
Müslümanlar ile arasındaki kardeşlik bağını kendi ruhunda ve aklında hisseder.
İslâmiyet’in esasları olan beş şartının her biri
empati duygusu ve empati yaklaşımından bir pay taşımakla beraber Kur’an-ı
Kerîm’de ve hadislerde de empatiye doğrudan işaret eden ifadeler vardır.
Mesela Peygamber Efendimiz’e Sallallahü Aleyhi
Vesellem yetimleri ve fakirleri gözetmesini tavsiye eden Duha Suresi’nde
Cenab-ı Hak ona Sallallahü Aleyhi Vesellem önce kendi yetimliğini ve
fakirliğini, o dönemde muhafaza edilip gözetildiğini hatırlattıktan sonra,
yetimlere ve fakirlere sahip çıkmasını emrediyor. Bu ayet ile hem Hz. Muhammed Sallallahü
Aleyhi Vesellem, hem de Müslümanlar fakir ve yetimler ile empatiye ve onlara
yardım edip sahip çıkmaya çağrılıyor.
Buna ek olarak, Kur’an-ı Kerîm’de anlatılan bütün
eski kavimlerin kıssaları da Müslümanlar için bir empati vesilesidir.
Müslümanlar eski kavimlerin yaptıkları iyi ya da kötü fiilleri düşünerek,
kendilerini o kavimdeki insanların yerine koyarak, kendi fiillerini onlar ile
kıyaslayarak Allah’ın rızasını kazanmaya ve nehyettiklerinden kaçınmaya
çalışırlar. Bu her asırda yaşayan Müslümanlar için geçerli bir kaidedir.
Hadislerden de empatiye en açık şekilde işaret eden
hadislerden birisi, “İnsanlara merhamet etmeyene Allah merhamet etmez”
mealindeki hadistir. Bu hadis ile Resul-i Ekrem Sallallahü Aleyhi Vesellem
Müslümanlara kendilerinin de merhamete muhtaç olduğunu hatırlatarak Allah’ın merhametine
layık olmak için önce merhamete muhtaç olanlara merhamet etmek gerektiğini
ihtar eder. Bu hadisle insanın ruhuna tesir edebilecek bir merhamet dersi
vermiştir. Öteki bir hadis de “Hiçbiriniz kendisi için istediğini (mü’min)
kardeşi için istemedikçe (gerçek) iman etmiş olamaz” mealindeki hadistir. Bu hadis ile Resul-i
Ekrem Sallallahü Aleyhi Vesellem Müslümanlara, sürekli kardeşlerinin
penceresinden nazar etmeyi ve ona göre kendi isteklerini şekillendirmeyi
tavsiye etmiş, bencilliğin yerine empati, fedakârlık ve özveriyi ikame
etmiştir.
Bediüzzaman Said Nursî’nin eserlerinde de empatiye
işaret vardır. Mesela Bediüzzaman Münazarat adlı eserinin başında İfade-i Meram
kısmında eserin yazılışındaki üslup farklılığını açıklarken, kendi dünyasındaki
düşünce, dil ve üslup farklılıklarını beyan ederek, okuyucudan kendisi ile
empati yapmasını ve “leylasını kendi gözünden görmesini” tavsiye eder.
Ayrıca Barla Lahikası adlı eserinde Hulusi ve Sabri
Ağabeylerin mektuplarının Lahika’ya alınmasının sebeplerinden birini bu
ağabeylerin “aynı hissiyatı ile mütehassıs” olduklarını ifade eder. Bu ifadenin
mânâ olarak karşılığı da elbette empatidir. Bu zatlar üstadları ile empati
yaparak onu tam anlamı ile idrak edebilmişlerdir.
19.Söz’de de Bediüzzaman, Peygamber’i Sallallahü
Aleyhi Vesellem bulunduğu asırda anlayabilmek için bu zamandan fikren ve
hayâlen sıyrılıp Ceziret-ül Arab’a, cahiliye dönemine gidip, çölde yaşayan bir
adamın kafasını kafamıza takmamız gerektiğini ifade ederek bize tarihsel empati
dersi verir.
Evet, İslâm, insanı merkeze alan bir dindir. İnsanı
önceleyen bir din de elbette her yönü ile empati, özveri ve fedakârlık ile dolu
olacaktır. İnsanlar arasında sağlıklı ve kaliteli bir iletişim ve etkileşim
tesis edebilecek bir dinin de elbette insanların birbirini tanımalarını
sağlaması gerekir. İşte bu yüzden İslâmiyet baştan sona bir empati dinidir.
İslâmiyet, insaniyetin dinidir ve insanların birbirini anlayarak rıza-ı İlahi
dairesinde hareket ettikleri bir dindir. İnsanların birbirini sağlıklı bir
şekilde tanıyıp anladığı ve şefkat ve merhametle karşıladığı bir din elbette
insanlığa ebedî saadeti temin edebilecek bir niteliktedir.
Yorumlar
Yorum Gönder