Kıskanç Adam

Kıskanç Adam
Yazar: Serdar Öztürk

Adam eşini çok seviyor, bir o kadar da kıskanıyordu. Öyle ki iş yerinde yemek verildiği halde, her öğlen o uzun yola rağmen evine gidiyor, eşiyle birlikte yemek yiyordu. Kadın, eşinin sadece yemek yemek için geldiğini düşünüyordu.
Bilmediği bir şey vardı. Eşi de kendisini kontrol ediyordu. Bu bilinmeyenle uzun süre birlikte yediler. Ta ki adam gelip de eşini evde bulamayana kadar.
Kapıyı açıp seslendi eşine ses yok… Odaları gezdi bir bir… Yok… yok… yok… Telefona sarıldı hemen. Kapalıydı kadının telefonu. İrkildi birden.
“Korktuğum başıma geldi kesin aldatıyor beni” diye düşündü.

Tanıdığı herkesi aradı. Hiç kimse görmemişti kadını. Saatler geçiyor kadından ses çıkmıyordu. Akşam oldu adam evin içinde ümitsiz ve karışmış düşüncelerle dönüp duruyordu. Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte adam kararını vermişti boşanacaktı.
Avukat arkadaşına giderek dava açtırdı. Eve dönünce eşine ait ne varsa attı resimleri yırttı, elbiselerini yaktı, takılarını karşılıksız verdi bir eskiciye.
Geriye sadece bir sevgililer gününden kalan kart vardı. “Hep seninim, hep senin kalacağım…” yazıyordu üzerinde. Elinde tuttuğu su bardağını sıktığının farkında bile değildi. Elleri kan içinde kalmıştı ama o görmüyordu bile.

Telefonun sesini duyduğunda ancak fark etti elinin acıdığını. Açtı telefonu, “Buyurun” dedi. Telefonun ucundaki ses;
“İyi günler beyefendi…….. Beylerin evi mi?” diye sordu.
“Buyrun benim!” dedi adam öfkeyle.
“Ben……….. hastanesinden arıyorum. İki gün önce yaralı bir bayan getirdiler hastanemize. Henüz bugün kendine gelebildi. Sizin isminizi verdi, hemen gelebilir misiniz?”

Adam olduğu yere yığıldı. Yanlış duymuş olabilir miydi? Bir an duraksadı, kendi kendine “Kesin sevgilisi dövdü!” dedi. Gitmekle gitmemek arasında bocaladı birden.
Sonra “Gidip yüzüne tükürmeliyim!” diye düşündü.
Fırlayıp çıktı sokağa. Adımlarının sesini duyuyordu sadece.
Koştu, koştu…
Hastaneye ulaştığında nefesi tıkanmıştı. Danışmadan eşinin kaldığı odanın numarasını öğrendi. Artık biliyordu ki anlatılan doğruydu.
“Eşi yaralıydı. Ama neden?”
Merdivenleri nasıl çıktığını hatırlamıyordu. Kapıya geldiğinde doktorları gördü. Kendisini tanıttı ve eşini görmek istediğini söyledi. Doktorlardan birisi başını öne eğdi:
“Başınız sağ olsun. Eşinizi kurtaramadık!” dedi.
Adam aldatılmışlığın acısıyla mı yoksa sevdiği için mi bilinmez, bakamadı eşinin yüzüne son kez. Cenaze işlemlerini bile eşinin ailesine bıraktı.

Aradan on gün geçmişti. Adam iyiden iyiye yıpranmış, çökmüş, sanki hayattan elini eteğini çekmişti. Devamlı duvarda asılı duran sevgililer gününden kalma karta bakıyordu.
Kapı çaldı. Genç bir kurye, büyük bir paket bıraktı kapının önüne.
Gülümseyerek “Doğum gününüz kutlu olsun efendim. Eşiniz on gün önce ayırdı hediyenizi ve bugün için size teslim etmemizi istedi” dedi.
Ne yapmalıydı bilmiyordu adam. Kutuyu elleri titreyerek açtı. Bir kazak vardı, en üstte.
“Çok beğenmiştin bu kazağı ama bana elbise alabilmek için vazgeçmiştin bundan. Güle güle kullan aşkım!” yazılı bir kâğıt iliştirilmişti bir paket daha vardı kutuda.
Açtı… Saatti bu. Yine bir yazı… “Eve geleceğin zamanlar, geç kaldığın her dakika ölüm gibiydi. Umarım artık geç kalmazsın…”
En altta son bir kart vardı. Sanki sonunu biliyormuş gibiydi yazdıkları. “Son olacak belki… Belki de hep yanında, hep birlikte kutlayacağız. Bizli nice yıllara aşkım…” yazılıydı.
Genç kadın, eşi için seçtiği hediyeleri, doğum gününde teslim edilmek üzere bırakmıştı mağazaya. Dönüşte şarjı bittiği için telefonu kapanmıştı. Merak etmesin diye yolun karşısındaki kulübeden eşini aramak istemişti. Hızla gelen arabayı fark edememişti…

Kıssadan hisse:

Hayattaki en zor şey, kafamızdaki önyargıları kırmaktır… Bedeli bazen ağır olsa bile…

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Esmaül Hüsna (Arapça- Türkçe) دُعٰٓاءُ اَسْمٰٓاءُ الْحُسْنٰى

Uzun Ömür İçin Dua

Şifa Salavâtı (Salavâtı Tıbbil Kulubi/Salâvatı Tıbbiye)