Saliha Bir Hanım İstiyorum!
Saliha Bir Hanım İstiyorum!
Yaş 25 evlilik zamanı geldi geçti derken
annem açtı yuva kurma konusunu. “Saliha bir kız olsun gerisi gelir!” diye
düşünüyordum. Yakın bir akrabamızdan haber geldi. Komşuları çok dindarmış,
kızlarının ailesinden daha da dine bağlı olduğunu duyunca sevindim. Gittik bir
görelim görüşelim dedim. İlk ailesiyle konuştum... Hatta ben konuşmadım sürekli
onlar konuştu. Şaşırdım kaldım... Bir şey diyemedim... Kına gecesinde en iyi
müzisyenler olacakmış... Düğünde keza aynı... Ev dayalı döşeli olacakmış, hem
de hepsi en pahalısından...
Araba olacakmış son model hem de… Çünkü
komşunun damadı sıfır araba almış geçenlerde... “Anne haydi kalkalım!”
diyecektim utandım... Kızla görüştürmek istediler... İslâmiyet’e uygun olarak
görüştük... On beş bilezik... En güzel gelinlik (10 bin TL)... En büyük düğün
salonu... Ne diyeceğimi bilemedim... Ben Saliha bir eş istiyordum sadece... İstekleri
bir türlü bitmiyordu... O anda yan taraftaki aynaya göz ucuyla baktım
kendime... Görünüşümde de bir iş adamı profili de yoktu...
Yirmi beş dakika konuştu istekleri
bitince sıra bana geldi. “Senin isteklerin nelerdir!” dedi...
Bir an önce kalkıp gitmek istiyordum. Sıkılmıştım. Geleli bir saat olmasına
rağmen dünya malına bağlananlarla birlikte olmak içimi karartmıştı... Tekrar
sordu “İsteklerin nelerdir!”... “Hayırlısı olsun!” dedim,
kalktım... Nezaketle ayrıldık evden... Yolda giderken telefon geldi... Amcam
arıyordu.. Yan komşuları, Serhat Amca’nın kızı varmış... Serhat amca çok
iyidir... Çocukluğumdan beri tanırdım kendisini... “Tamam!” dedim dedim amcama
geliriz...
Serhat Amcalar’a gitmek için hazırlanıp
annemle koyulduk yola… On beş dakika sonra ulaştık evlerine. Sohbet açıldı
çocukluğumuzdan, başladı beni övmeye… Kızardıkça kızardım utancımdan bir şey de
diyemiyorum… Derken söz asıl konuya gelmişti… “Evlâdım seni severim! Maksat
gençleri mutlu etmek! Allah’ü Teâlâ’nın izniyle!” dedi ve başladı isteklerini
saymaya… O kadar çok şey saydı ki uykum gelmeye başladı… En sonunda da “Benim
oğlumun kumar borcu var! Onu ödemeden evlilik de olmaz zaten!” dedi.
Birden gözlerim açıldı, şaşırmıştım
açıkçası… Gözümü yerden alamadım uzun süre… Serhat amca “Gençleri
görüştürelim!” dedi… Bir odaya geçtik kız konuşmaya başladı… Önceki görüştüğüm
kız gibi ne varsa her şeyi istiyordu… Konuşmasını çalan telefonu böldü açıp
konuştu kapattı. Tekrar çaldı konuşup kapattı… Sonra tekrar.. Dayanamadım,
sordum: “Arayan kim?” diye.
Eski nişanlısıymış ayrılalı on gün
olmuş. Neden ayrıldıklarını sordum. Çay bahçesinde bir erkekle otururken
görmüş! Sonra tartışmışlar… Tartışma büyüyünce de ayrılmak zorunda kalmışlar.
“Oturduğun kişi kimdi ki?”... Çalıştığı yerdeki müşterilerinden biriymiş…
“Demek önceden çalışıyordunuz?” Evet, ben masörüm dedi… Şoktan şoka
giriyordum.. Beş dakikada bilmediğim, bir sürü şey çıkmıştı… Evlilik amacını
sordum… Nişanlısı çok rahatsız ediyormuş. Farklı bir hayat, farklı bir ortam
istiyormuş… Açık konuşmak gerekirse hava değişimine ihtiyaç duymuş… Daha fazla
dayanamayıp izin istedim kalktım…
Ben sadece “Saliha bir eş!” istiyordum…
Nezaketle evden ayrıldık annemle… Daha sonra öğrendim ki Serhat amca arkamdan
bir sürü laf etmiş… Gülümseyip, “Bugün öven, yarın söver!” dedim içimden… Artık
evlilik düşüncesinden vazgeçmek üzereydim. Haftalardır dışarı çıkmıyordum.
Akşamları hava almak için balkonda oturup kitap okuyordum.
Karşı komşumuz, gece çalıştığı için
akşam dokuz gibi evden çıkıyordu. On yaşındaki oğlu da babasının peşinden
ağlayıp dururdu her gece… Ablası çocuğu oyalamak için balkona çıkarıyor ve her
fırsatta benimle konuşmaya çalışıyordu… Bu sık sık tekrar etmeye başlayınca
bunaldım artık. Bir akşam, “Kıyamet ve Ahiret” kitabını alıp aynı saatte çıktım
balkona… Beni görünce o da çıktı balkona… Bir konu bulup yine başladı
konuşmaya… “Her akşam kitap okuyorsun! Nedir onlar?” İşte beklediğim fırsat
gelmişti! “Okumak istersen vereyim!” Deyince olur dedi… Besmele çekip iki üç
metre karşıdaki kıza attım kitabı.
Hadi gir de evde okumaya başla! Dedim…
Kitabı okumuş olacak ki bir daha balkona çıkmaz oldu… Evlilikten vazgeçmiştim!
Bir eş bulmak bana uzak görünüyordu… Aradan aylar geçmişti. O zaman zarfında
birkaç kızla daha görüşmeye gittim annemle… Fakat netice aynı. Değişen bir şey
yoktu… Bir salı akşamıydı. İçim çok daralmıştı. Adeta boğuluyordum… O gece iki
rekât namaz kılıp yattım… Acayip bir rüya gördüm… Birine anlatmalıydım bu
rüyayı… O akşam balkonda dolunayı izlerken telefonum çaldı… Gözüm dolunayda…
Cebimden çıkarttım telefonu… Kimin aradığına bakmadan kulağıma götürüp telefonu
açtım… Arayan ses tanıdıktı… Fakat o günden sonra hayatımın değişeceğini
nereden bilebilirdim ki…
Arayan en yakın arkadaşım Ali’ydi. Canı
sıkılmış beni çağırıyordu. Abdest aldım. Evin yakınındaki çay bahçesine gittim.
Çocukluğumuzdan açıldı konu… Sonra gördüğüm rüyayı anlatmak istedim… Tozlu bir
köy yolunda gidiyordum. Elimde bir tane kılıç vardı. Etrafımda ise bir sürü
yılanlar… Yılanlar bir metre kadar yükseltmişler; kafalarını yukarıya doğru…
Hepsi üzerime atılmak için zaman kolluyorlardı… Kılıçla kendimi savunuyordum…
Bana yaklaşanları kılıçla öldürüp ilerliyordum…
İleride uyuyan biri vardı. Bilmediğim
bir ses işittim ama ortalıkta kimse yoktu… Uyuyan kişiye baktım… O ses, yatan
kişi Musab bin Umeyr’dir dedi. Sonra ileride giden iki kişi gördüm. Biri
Peygamberimizdi, diğerinin kim olduğunu göremedim… Ali yorumlamaya başladı
rüyamı… Düşmanlarını yenerek iyi bir neticeye ulaşacaksın dedi… Konu evliliğe
geldi yine… Başımdan geçenleri anlattım… Dertliydim bu konuda… Benim eşim
dünyaya bağlı olmamalıydı… Sadece dünyalık uğruna yaşamamalıydı…
Uzunca dinledi Ali sıkıntılarımı… O
konuşmaya başladı bu sefer. “Evden çıkarken annem!” dedi. “Bizim mahallede bir
kız varmış. Onunla görüştürmek istiyorlar seni.” “Yok Ali! Bundan sonra kolay
kolay kimseyle görüşmek istemiyorum”, dedim… “Kız da pek istekli değilmiş
zaten!” dedi… “Niye?” diye sordum.. “O da birkaç kişiyle görüşmüş daha sonra
evlilikten soğumuş iyice…” Ali’nin annesi ısrar edince de “Olur görüşelim!”
demiş... “Tamam!” dedim “Yarın gideriz!” diye sözleştik… Rüyam gerçek mi
olacaktı acaba…
Bu zamana kadar sabrettim. Önüme gelen
engelleri Allah’ü Teâlâ’nın izniyle aşmıştım… Ali ile vedalaşıp eve geldim.
Konuyu anneme açtım… Yarın gidecektik görüşmeye… Çok heyecanlıydım nedense…
Sabah erkenden kalkıp giyindim… Heyecan gitmek bilmiyordu… Bir sağa, bir sola
yürüyüp duruyordum, evin içinde… İlk defa bu kadar heyecanlıydım… Öğle namazını
kıldıktan sonra yola koyulduk annemle… Ali, bizi kızın evine kadar götürdü…
Kapıyı çaldım… Kapıyı babası açtı eve buyur etti…
Biraz sohbet ettik. Sonra, söz asıl
konuya geldi… Kızın babası konuşuyordu. “Evlâdım, benim söyleyeceğim bir şey
yok! Sen, kızımla konuş bu konuları”, dedi. Şaşırmıştım, gerçekten… Çünkü ilk
defa böyle bir durumla karşılaşıyordum… Dünyalık bir konu açılmamıştı, ilk
defa… Beni, kızla bir odaya aldılar… Görüşecektim… Sandalyeye oturdum. Ellerim
masanın üzerinde… Avucumun içerisinde ise terleyen ellerimi silmek için bez bir
mendil vardı… Odaya kız girdi. Nurani yüzlüydü… Önüne bakarak konuşmaya
başladı… Diğer kızlar gibi bilezikten gelinlikten girmedi konuya… İlk sorusu
namazdan oldu….
Bana; “Namaz kılıyor musun?” demedi. “Namazı
kaç dakikada kıldığımı!” sordu. “Mesela öğle namazın kaç
dakikada bitiyor?” dedi… “On beş dakika civarında diye…” söyledim…
Memnun oldu… Sonra “Birikmiş ne kadar paran var?” deyince “Önceki görüştüklerim
gibi konuşmaya başlayacak herhalde!” dedim içimden… “45 bin liram var!”
“Paranın zekâtını veriyor musun?” deyince yanlış düşündüğün için utandım… “Evet,
veriyorum!” dedim… Konuşmasına ağır ağır devam etti…
Sizden önce üç kişi ile daha görüştüm.
Hepsi de zengindi… Güvendikleri tek şeyleri paralarıydı. Bütün konuşmaları,
paraya zenginliğe dayanıyordu. Dine ait hiçbir bilgileri yoktu ve namaz bile
kılmıyorlardı. Size ilk sorum namaz oldu. Çünkü namazı doğru olan ve huşu
içinde kılan bir insandan zarar gelmez. Ailesinin hakkını gözetir. Haksızlık
yapamaz. Herkes için en iyisini en güzelini ister. Kimseyi hor görmez ve ezmez.
Böyle insanı bütün mahlûkat sever. Mahlûkatın sevdiğini de Allah’ü Teâlâ sever.
Allah’ü Teâlâ’nın sevdiği kul ise makbul edilen kuldur… Ve devam etti
konuşmasına… Sonra zekâtı sordum. Çünkü o parada fakirlerin de hakkı var.
Fakirlerin hakkını gözetmeyen, eşinin
hakkını da gözetmez. Allah’ü Teâlâ ondan nasıl razı olur ki… Ne kadar doğru
konuşuyordu. Konuşmaları beni çok mutlu etmişti. Dünyalık bir şey istemiyorum,
diye dem etti... Yan taraftaki kitaplığı göstererek okuduğu kitapları gösterdi.
Görünce çok mutlu oldum. Çünkü benim okuduğum Ehlisünnet Âlimlerinin
kitaplarını okuyormuş. Ben kızarıp terliyordum nedense… Elimdeki bez mendil de
iyice ıslanmıştı. Benim ise kıza soracağım bir şey kalmamıştı… Ben sormadan her
şeyi anlattı bana.
Son olarak annemle konuşmak istedi. Ben
dışarı çıkmak için ayağa kalkınca, elimdeki mendil yere düştü. Yere göz
gezdirdim ama göremedim. Dışarı çıktım… Annemle de on dakika kadar konuştular
içeride… Annem çıkınca, evden izin isteyip ayrıldık. İki tarafta birbirinden
memnun olmuştu. Anneme içeride ne konuştuklarını sordum. Anneme nasıl
davrandığımı, ailemle olan ilişkilerimi sormuş. Çünkü anne ve babanın razı
olmadığı bir evlâttan Allah’ü Teâlâ razı olmazdı. Eve gidince konuyu babamla
konuştuk, çok sevindi… Abdest aldım iki rekât namaz kıldım, odamda. Sonra
birkaç gün önce gördüğüm rüya geldi aklıma… Elimdeki sabır kılıcıyla zorlukları
aşmak nasip olmuş ve sonuca ulaşmıştım… Bu günden itibaren düğün hazırlıklarına
başlayacaktık artık…
Söz kesilip aileler arasında yüzük
takıldı. Düğün konusu biraz sıkıntılı olmuştu... Akraba tarafı çalgılı
olmasında ısrar ediyor, ben ise dini yönden olmayacağını anlatmaya
çalışıyordum. Ben yumuşak huylu oldukça onlar daha fazla üzerime geliyorlardı.
Düğün çalgılı olurmuş, onlara göre. Cenaze evi gibi dualar edilip mevlit
okutulmazmış… Ne yapacağımı şaşırmış ve iyice bunalmıştım. Defalarca haram
olduğunu anlatsam da çalgısız olması gerektiğini kabul ettiremiyordum…
Bir akşam evde akrabalarla toplandık. Bu
konu hakkında konuşuyorduk. Bir şartla isteğinizi kabul ederim deyince hepsi
şaşırdı… Herkes gözlerini bana çevirmiş ne diyeceğimi bekliyorlardı. Öldüğümde
mezara benimle girecek olan varsa ve benim yerime hesap vermek isteyen olursa,
kabul edeceğimi söyledim… Kimse yüzüme bakmıyordu, artık. Utanmışlardı
açıkçası… Bu konu da böylece bu şekilde kapamış oluyordu… Bir Perşembe günü kız
tarafıyla sözleşip düğün alış verişine çıktık…
Nişanlım sanki yanımda köle gibi
duruyordu. Ben ne göstersem “Olur, beğendim!” diyordu. Bir insan bu kadar mı mütevazı
bu kadar mı ince olabilirdi. Onun bu durumunu gördüğüm zaman; ben en kaliteli
en güzel olan eşyaları alıyordum. Onu mutlu etmek için elimden geleni yapmak
istiyordum… Evimizi döşemiştik. Her şey çok güzel gidiyordu… Düğün günü gelip çatmıştı…
Heyecandan ölecek gibiydim! Elim ayağıma dolaşıyordu adeta. Düğün tam istediğim
gibi olmuştu…. Evliliğimizin ilk yılları diğer evlikler gibi tartışma ya da
kavga ile geçmiyordu. Biz İslâm’ın etrafında birleşmiştik. Hiçbir sorunumuz da
olmuyordu. Eşimin zekâsına güzel ahlakına güler güzüne hayrandım…
Onsuz zaman geçmiyordu, işteyken fırsat
buldukça arıyordum… Sesini duyunca da çok mutlu oluyordum. Konuşmasında içimi
rahatlatan bir tesir vardı. Bunu nasıl yapıyordu, bir türlü anlayamıyordum. Eve
gittiğimde beni her zaman güler yüz ile karşılardı… O anda bütün yorgunluğum
giderdi. Yemek hazırlarken yardım ederdim. Sen otur yorgunsun der, ben de içeri
gidip otururdum. Onun üzülmesini hiç istemiyordum çünkü. Her ne isterse yerine
getirmek için can atıyordum…
Benden bir şey istesin diye gözlerinin
içine bakardım. Arada bir arabamla gezerdik, gezdirince mutlu olurdu… Yine bir
gün gezdirmek için çıkıp arabaya bindik. Dönüp bana baktı. “Sabır çok güzeldir,
sabır insanı bu araba gibi ulaşmak istediği yere götürür!” dedi. Neden böyle
bir şey söylediğini anlamamıştım… Biraz gezip eve gelmiştik… Birkaç gün önce
yatak odasının kapısı bozulmuş, kilidi zor açılıp kapanıyordu. Geçen gün
mahallemizde hırsızlık olayı olduğu için odamızın kapısını kilitliyorduk…
Bir haftadır eşimin midesi bulanıyor,
bunun içinde geceleri sık sık kalkıyordu… Benim uykum çok hafif olduğu için de
hemen uyanıyordum… O gece tekrar midesi bulanmış olacak ki kalktı, kalktığını
hissedip gözlerimi açtım ama uyandığımı anlamadı. Yavaş yavaş kapıya doğru
ilerledi… Fakat o anda gözlerime inanamayacağım bir olay gerçekleşti…
Ben rahatsız olmayım diye kilitli olan
kapının anahtarına bile dokunmadı… Kapı kilitliydi. Eşim, “Bismillahirrahmanirrahim!”
dedi ve kapıyı açmadan dışarı çıkmıştı. Bu durumu görünce kalbimin atışları
hızlandı, terlemeye başladım… Yataktan kalktım! Gözlerim, kapıya odaklanmıştı…
Yatak odasının camından lavabonun ışığı belli oluyordu… Lavaboda elini yüzünü
yıkayıp ışığı söndürdü. Ben hemen yatağa yatıp uyuyormuş gibi yaptım. Fakat
eşim kapıyı açmadan odaya girdi…
Kalp atışlarım iyice artınca
dayanamadım! Uyanmış gibi yaparak, yatakta doğrulup oturdum… Eşimin yüzüne
baktım… Adeta güzü nurlanmış parlıyordu… Uyandığımı görünce, gülümseyerek
yüzüme baktı. Ne yapacağımı, ne diyeceğimi bilemedim. “Rahatsız mı ettim!” diye
sordu. “Yok!” çıktığını bile duymadım deyince gülümsedi ve yattı… İşe
gittiğimde sürekli o anları düşünüp duruyordum. Bu nasıl olabilirdi? Akşam eve
gittiğimde zile basmadım ve kapıyı anahtarımla açtım.
Kapıyı açtığımda eşimi karşımda buldum…
İşten geldiğimde, kapıyı açmak için bekliyormuş… Selâm verip içeri girdim.
Elimi yüzümü yıkayıp, sofrayı hazırladık, yemeği yedik… “Bu gün neden durgunsun
bir şey mi oldu?” Diye sordu… Cevap veremedim… Dün geceki olayı nasıl
sorabilirdim ki… “Sana bir şey söyleyeceğim!” diyerek elimden tutup beni ayağa
kaldırdı… Gözlerinin içine bakıyordum… “Buyur söyle!” dedim… “Hamileyim!” dedi…
Ondan sonrasını hatırlamıyorum zaten…
O anda ayaklarım boşaldı… Düşüp kalmışım
yerde… Yarım saat sonra kendime geldiğimde eşim yanı başımda oturuyordu…
Yattığım yerden doğrulup eşime bakınca, utanıp yüzünü yere çevirdi… Bu habere o
kadar sevinmiştim ki anlatamam… Akşamları işten eve gelirken artık bebek
eşyaları alıyordum… Gece yattığımızda eşimle hep hayal kurup duruyorduk…
Çocuğumuz belli bir yaşa geldiğinde ilk hangi kitabı okumalıydı acaba? İlk önce
namaz kitabındaki bilgileri öğrenmeliydi.
Ondan sonra hangisini okutsak acaba? ‘İslâm
Ahlâkı’nı mı? ‘Herkese Lâzım Olan İman’ı mı okutsaydık? Yok, yok ilk önce
Halifelerin menkıbeleriyle yeşertmeliydi kalbini… Benim evlâdım, Ehli Sünneti
savunan Ehli Sünneti yaymak için çabalayan bir kul olmalıydı… Onu bu şekilde
yetiştirmeliydik… Her akşam belli bir zaman dilimi içerisinde eşimle İmam-ı
Rabbani’nin mektubatını okuyorduk. Bir akşam okurken yorgunluktan gözüme ağrı
girince eşime rica edip sesli okumasını söyledim. Ve gözlerimi dinlendirmek
için kapattım. 212. Mektubu okuyordu… Bir ara gözlerimi açtım elindeki kitap
kapalıydı. Gözlerimi açtığımı görünce, hemen kitabı açıp gözlerini kitaba
dikti… Anladım ki o kadar sayfayı ezberlemiş ve ezberinden okuyordu. Okuduğu
mektup bitince durdu… “Mektubatı bu zamana kadar kaç defa okudun?” diye sorunca
bilmiyorum dedi…
“Peki kitabı bitirmen ne kadar sürüyor?”
“Bir hafta!” diye cevap verdi.. Anladım ki eşim manevi derecelere
yükselmişti... Beni rahatsız etmemek için kapıyı açmadan çıkması bir kerametti…
O günden sonra eşime olan hürmet ve saygım daha da arttı. Eşim bir evliya idi…
İlmihal okuduğumda anlamadığım yerleri eşime soruyordum. Öyle güzel açıklayıp
anlatıyordu ki hayran kalmamak mümkün değildi… Hikmetini bilmediğim en ufak bir
davranışını görsem soruyordum. O da hemen açıklar; ilmihalin şu sayfasında
yazıyor diye söylerdi…
Her haline sabrediyordu ve her haliyle
de şükrettiği ortadaydı… İslâmiyet’i yaşayan bir numune vardı karşımda, bu
yüzden Allah’ü Teâlâ’ya her saniye şükretsem yine az gelirdi… Eşimin birkaç
kerametini daha görünce dayanamadım, artık ne pahasına olursa olsun bu konuyu
konuşacaktım kendisiyle… Her zamanki gibi işten geldim yemek yedik konuyu
konuşmak için eşimi karşıma aldım… Giderek büyüyen bir heyecanla yavaş yavaş
konuşmaya başladım...
“İslâmiyet’in en ince kurallarına en
güzel şekilde dikkat ediyorsun! Konuyu uzatmak istemiyorum!” dediğim anda eşim
konuşmaya başladı… "Sabır güzel şeydir. Sabrederken şükretmek daha
güzeldir. İnsan her haline sabreder ve şükrederse Allah’ü Teâlâ ona daha iyilerini
ihsan eder!"… Artık ağzımdan tek kelime çıkmıyordu, eşimde konuşmasını
bitirmişti… O günden sonra ona olan davranışlarım daha dikkatliydi. Onu
kırabilecek her şeyden uzak duruyordum… Bir akşam annem aradı… Komşu kızının
düğünü varmış. İki gün sonra, düğüne beni de davet etmişler.
Eşimle birlikte gittik düğüne. Her şey
İslâm’a uygun düzenlenmişti. Erkekler ve bayanların yerleri farklı
bölümlerdeydi… Düğündeki İslâm’a uyma titizliğini görünce çok sevindim. Bir
akşam kendisine balkondan verdiğim ‘Kıyamet ve Ahiret’ kitabı geldi aklıma. On
dakika sonra küçük bir çocuk geldi, o kızın kardeşiydi bu. Babası işe giderken
arkasından ağlayan çocuk…
Abi eğilir misin dedi... Eğildim,
kulağıma ablasının bana çok teşekkür ettiğini söyledi. Ben vesile olmuşum onun
bu duruma gelmesine. Bunu öğrenince çok sevindim… Eşim hamile olduğu için fazla
kalamadık düğünde. Eve gittik… Aradan aylar geçmiş ve eşim doğurmuş ve bir tane
oğlum olmuştu… Hayatımızdan çok memnunduk… Eşimle her akşam kitap okumaya devam
ediyorduk yine… Eşime üstadım diye hitap ediyordum… O benim üstadımdı. Dünya ve
ahiret saadetim için en büyük vesile idi… Geceleri rahatsız olmasın diye
oğlumuz ağlayınca çocuğu alıp başka odaya gidiyordum… Aradan iki yıl geçmiş
oğlumuz büyümüştü…
Eşim her fırsatta sabır ve şükretmemi
telkin ediyordu… Bir zaman sonra eşim hastalandı. Zamanımızın çoğu hastanede
geçiyordu… Eşimin hastalığı artmış, benim ise elimden bir şey gelmiyordu. Bir
akşam işten eve geldiğimde kapıyı çalmama rağmen açmadı. İçeri girdim içeriden
bilemediğim mükemmel bir koku geliyordu. İçeri girdim eşim yatıyordu ilk önce
uyuyor zannettim. Uzun zaman uyanmayınca gidip uyandırmaya çalıştığımda vefat
ettiğini anladım. O anda yıkılmıştım. İçim yanmıştı…
Gözlerimden yaşlar akmaya başladı. Annemi
aradım gelmesini istedim…. Eşimi diğer gün defnettik… Eve girdiğimde burnuma
gelen o güzel koku mezardan gelmeye başladı… Her gittiğimde o kokuyu duyardım…
Eve giremiyordum. Onu özlüyordum sadece... Canım eşim, üstadım vefat etmişti.
Söylediği gibi yapmaya çalışıyor sabretmekten başka çare bulamıyordum… Her an
onu düşünüyordum… Aylar sonra eve girme cesareti gösterdim… Gözlerim doldu,
ağlamaya başladım. Balkona çıkıp sandalyeye oturdum.
Dolunay vardı… Ali’nin beni aradığı o
akşam geldi aklıma… O akşamda da aynı dolunay vardı… Gözlerimden yaşlar akarak
dışarıya çıktım… Doğru üstadımın, eşimin mezarına gittim. Saatlerce ağladım...
O güzel kokuyu hissetmeye başladım tekrar… Arkamdan bir el omzuma dokundu.
Arkama döndüm! Eşim nurlar içinde arkamda duruyordu… Heyecandan bir şey
söyleyemiyordum.. Başım dönmeye başladı ve bayılmışım sonra…
Uyandığımda sabah ezanı okunuyordu…
Kalktım etrafıma baktım… Eşimi gördüğüm anda; “Sabret!” dediğini hatırladım…
Camiye gidip sabah namazını kıldıktan sonra dışarı çıkarken cebimde bir şey
olduğunu fark ettim… Elimi cebime attım bir tane mendil vardı… Eşimin evinde
ilk konuştuğumuz zaman avucumun içindeki mendil ayağa kalkarken yere düşmüştü,
bir daha bulamamıştım… Demek ki eşim bulup saklamış… Mendilin bilmediğim şekilde
çok güzel bir kokusu vardı…
Bu gerçek
bir hikâyedir. Bu hikâyenin yazarının, yazının sonuna eklediği cümleler ise
şöyledir...
(Bu yaşananları babamın günlüklerinden
derleyerek sadeleştirdim… Hikâyede anlattığım kişiler annem ve babama aitti.
Doğan o çocuk bendim. Sabır ve şükür insanı en üst derecelere yükseltecek
kanatlardır…) Allah’ü Teâlâ herkese böyle eş nasip eylesin… SON
(Çok teşekkür ediyorum. Kıymetli
vaktinizi ayırıp okuduğunuz için… Bekâr ve evli kardeşlerimizin bu kıssadan
bolca hisse alacağına inanıyorum! Bu hikâyedeki saliha hanıma bir Fatiha
bağışlamayı da ihmal etmeyelim lütfen…)
(ALINTIDIR)
Yorumlar
Yorum Gönder