Dinin Yarısı…

Dinin Yarısı…

Peygamber Efendimiz r buyururlar ki:

“İman iki kısımdır. Yarısı sabırda, yarısı şükürdedir.”[1]

Sabır, değişen şartlar altında muvazeneyi bozmamak, başa gelen musibetlere şikâyet etmeden tahammül göstermek, nefsi kulluk vazifelerini ifaya ve haramlardan sa­kın­maya mecbur kılmaktır.

Şükür ise, Cenab-ı Hakk’ın sayısız lütuf ve ihsanlarına mukabil, O’na olan minnettarlığın ifadesi olan bütün kulluk tezahürleriyle O’na yönelmektir.

Dini hayatı hulasa eden bu müstesna mevkiine binaendir ki Abdullah-ı Ensari de İslam’da şükrün ehemmiyetini şöyle ifade buyurmuştur:

“Şükür; nimeti bilmenin ismidir. Zira şükür, nimeti vereni bilmeye götürür. Bundan dolayı, Kur’an-ı Kerim’de İslam ve imana «şükür» ismi verilmiştir.”

Nimetlerin asıl sahibinin Allah olduğunu bilmek demek olan şükrün zıddı da, küfür, yani bütün nimetlerin Allah’tan olduğu gerçeğini gizlemektir. Yani şükran-ı nimetin zıddı, küfran-ı nimettir ki, ebedi bir hüsran sebebidir.

Nitekim Cenab-ı Hakk’ın İblis ile konuşmasını beyan eden ayetler de, şükrün, yüce dinimizde ne kadar mühim bir yeri olduğunu açıkça ortaya koymaktadır:

İblis, Allah’ın emrine asi olup ilahi huzurdan kovulunca, mühlet istedi. Kendisine, -dünyada insanoğluna yaşatılacak olan imtihan hikmetine binaen- kıyamete kadar mühlet verildi. O zaman İblis, Hak Teâlâ’ya şöyle dedi:

“…Ant olsun onları (insanoğlunu) saptırmak için Sen’in sırat-ı müstakiminin (dosdoğru yolunun) üstüne oturacağım.”[2]

Müfessirler, bu ayet-i kerimedeki “sırat-ı müstakim/dosdoğru yol”dan maksadın, “şükür yolu” olduğunu ifade etmişlerdir. Zira takib eden ayet-i kerimede yine şeytan, yapacağı idlal ve iğvaların neticesini Cenab-ı Hakk’a:

“…Onların çoğunu şük­re­denlerden bulmayacaksın!”[3] şeklinde ifade etmiştir.

Şeytanın insanı sürüklemek istediği nihai nokta, imansızlık, yani küfürdür. Demek ki, daima Allah’a şükür halinde olmak, bütün nimetlerin O’nun lutuf ve ihsanı olduğunu itiraf etmek, O’nun lütfettiği nimetlerin kadrini bilip onları hayra kullanmak, Cenab-ı Hakk’ı razı edip şeytanı kahreden bir kulluk tezahürüdür.

Şükrün belli bir nihayeti de yoktur. Allah’ın sevgili kulları olan peygamberler ve Hak dostları dahi, ka’bına varılmaz derecedeki yüksek kulluk faziletlerine rağmen, daima layıkıyla şükredememenin endişesi içinde olmuşlardır.

Nitekim Efendimiz r geceleri ayakları şişinceye kadar namaz kılar, ağlamaktan elbisesini ve secde ettiği yeri sırılsıklam ederdi. Kendisine:

“–Ya Rasûlallah! Siz’in geçmiş ve gelecek bütün günahlarınız bağışlandığı halde neden bu kadar kendinizi yoruyorsunuz?” denildiğinde ise:

“–Allah’a çok şükreden bir kul olmayayım mı?” buyurmuşlardır.

[1] (Beyhaki, Şuabu’l-İman, VII, s. 127)
[2] (el-A’raf, 16)
[3] (el-A’raf, 17)

(Alıntı)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Esmaül Hüsna (Arapça- Türkçe) دُعٰٓاءُ اَسْمٰٓاءُ الْحُسْنٰى

Şifa Salavâtı (Salavâtı Tıbbil Kulubi/Salâvatı Tıbbiye)

Güzel Ahlakla ilgili 40 Hadis