Zikr-i Daimiyi Korumak
Zikr-i Daimiyi Korumak
Yazar: M. Sami RAMAZANOĞLU Kuddise
Sirrûh
Nefsi tezkiye, kalbi tasfiye
hususunda en önemli düsturlardan biri de Cenâb-ıHakk’ı daimî olarak
zikretmektir. Bu hususta Cenâb-ı Hakk müteaddit âyet-ikerîmelerde zikr-i kesîri
emrediyor. Bu sûrelerde; "Ey iman edenler, Allah’ı çok
zikredin." (Azhâb sûresi, âyet
41;Bakara ve Cum’a sûrelerinde mükerreren) diye emir buyuruluyor. Adet de yok,
vakit de. Alel ıtlak, zikr-i kesîr emr-i celîli, kişinin kemâline matuftur.
Kişinin kemâliyle zikri nasıl mümkünse murâd-ı Sübhânî ondadır.
Dünyahayatımızda hiçbir ânımızı Cenâb-ı Mevlâmız’ın zikrinden gâfil olarak
geçirmemekliğimiz lâzımdır. Çünkü yarın yevm-i kıyâmette ehl-icennet, dünyada
Allah’ı Celle Celâlüh zikretmeden geçirdiği bir an için bile hased edecek ve;
"Ne olurdu o anı gafletle geçirmeseydim" diyecek. Orada herkesin
defteri kendisine verildiğinde bütün insanlar her an/lahzada dünyada ne ile
meşgul olduğunu görecek. Burada kullar teyp imâl ediyor, insanın bütün konuşmalarını
olduğu gibi alıyor, hatta arada öksürdüğünü bile kaydediyorlar. Hakiki kuvvet
sahibi Cenâb-ı Hakk’ın tutturduğu defter muhakkak ki daha mükemmel ve
noksansızdır.
Kıyamette Cenâb-ı Hakk’ın
zikrinden dünyada neden gâfil olduğu sorulduğunda kullar hallerine göre cevap
verecekler.
Bazısı, "Yarabbi,
dünyada ben darlıkta idim, o yüzden gaflet ettim" deyince, Cenâb-ı Mevlâ;
"Sen benim Yunus Aleyhisselâm kulumdan da mı darda idin; o balığın
karnında dahi beni zikretti." diyecek. Cenâb-ı Hakk balığa emrediyor:
"Yunus kulumu iyi muhafaza et, sakın onu incitme. Biz onu sana rızık
olarak göndermedik." Yunus Aleyhisselâm balığın karnında, "Lâ ilâhe
illâ ente sübhaneke inni kûntü minezzalimîn" virdine devam etti. Eğer
Yunus Aleyhisselâm bir an gafil olsaydı kıyâmete kadar orada kalacaktı.
Hastalığını mazeret olarak
ileri sürene Allah-ü Azimü’ş-Şan Hazretleri; "Sen benim Eyyüb Aleyhisselâm
kulumdan da mı dertli idin? Onun bütün vücudu
kurtlandı. Yere düşen kurdu
alır yaranın üzerine koyar. Rabbim onun rızkını burada vermiştir, deyip
zikrullaha devam ederdi." diyecek.
Sıkıntı ve elemlerinden
bahsedene, Cenâb-ı Hakk Celle Celâlühü; "Benim Yusuf Aleyhisselâm kulum
zindanda bile beni unutmadı, sana ne oluyor da sıkıntılarından bahsediyorsun."
diyecek.
"Zenginliğim seni anmaya
mâni oldu ya Rabbi", diyene de Hakk Teâlâ Hazretleri; "Nasıl oluyor
da zenginliğinin mani olduğunu söylüyorsun. Benim Süleyman kulumdan daha mı
zengindin." diye sual edecek. O Süleyman Aleyhisselâm ki peygamber olmakla
beraber arz üzerinde min haysü’l-kül melik idi. Kuşların, hayvanatın lisânına
aşinâ, cinniler emri altında, veziri, ism-i â’zâma (1) mazhardı.
Bir gün Süleyman Aleyhisselâm
saltanatı ile semâda geçerken bir vâdide dizi halinde geçen karıncaların reisi
karıncalara seslenip; "Ey karıncalar yuvalarınıza çekilin, Süleyman’ın
askeri sizi bilmeyerek çiğnemesin!" diye bağırıyor. Süleyman Aleyhisselâm
tebessüm ediyor, karıncaların reisini çağırtıp soruyor: "Neden sürünü
yuvalarına çağırdın? Ben semâdayım, sen yeryüzündesin. Benim askerim sizi nasıl
çiğner?" Cevaben karınca diyor ki: "Senin saltanatla geçişin bir an
bile olsa benim sürümün zikrullahtan gafil olmasına sebep olur diye korktum,
onları yuvalarına çağırdım." diyor.
Bir gün Allah Celle Celâlüh Hz.
Süleyman Aleyhisselâm’a Cebrâil Aleyhisselâm ile cennetten bir su gönderiyor.
Cebrail Aleyhisselâm; "Eğer bu suyu içersen kıyâmete kadar yaşayacak ve
halkı hak yola davet edeceksin." diye haber veriyor. Süleyman Aleyhisselâm
vezirlerini, nâsı, cinni ve hayvanatın hepsini çağırıp istişâre ediyor. Hepsi
de, "Bu suyu iç, böylece kıyâmete kadar insanlara doğru yolda rehber
olursun." diyorlar.
Süleyman Aleyhisselâm
istişâre edilmedik kimse kaldı mı diye soruyor. Köstebek kaldı diyorlar. Atı
göndererek köstebeği çağırıyor, köstebek icabet etmiyor. Sonra şahini
gönderiyor. Köstebek gene gelmiyor. Bu defa köpeği gönderince köstebek Süleyman
Aleyhisselâm’ın huzuruna geliyor. Süleyman Aleyhisselâm köstebeğe soruyor:
"Sana önce atı gönderdim gelmedin. Şahini gönderdim gelmedin, neden
köpekle gelmeyi tercih ettin?" diyor. Köstebek ise; "At’ da vefa
yoktur, bazen sahibini bile teper; şahin avını elinden kim alırsa ona verir; hâlbuki
köpek öyle bir hayvandır ki onda sadakat vardır, bu yüzden onunla gelmeyi
tercih ettim." diye cevap veriyor. Süleyman Aleyhisselâm köstebeğe; "Bu
suyu içip kıyâmete kadar yaşayayım mı?" diye soruyor. Köstebek; "Bu
dünya mü’minin zindanıdır. Esas hayat
diğer taraftadır. Eğer zindanda devamlı kalmak istemiyorsan bu suyu içme. "diyor.
Bunun üzerine Süleyman Aleyhisselâm suyu denize döktürüyor.
Arz üzerinde min haysü’l-kül
melik olan Süleyman Aleyhisselâm’ın idaresinin dışında sadece Yemen tarafında
Belkıs isminde bir melik kadın kalmıştı. Onu da celp ederek bütün arzı emri
altına almak ister. (2) Etrafındaki etbaına; "Kim bana Belkıs’ı kürsüsü
ile beraber getirebilir?" diye soruyor. İfrit adında bir cin, "Ben
onu sana bu meclis dağılıncaya kadar getiririm." diyor. "Daha çabuk
getirecek yok mu?" deyince, ism-i â’zam duasına mazhar olan veziri,
"Ben onu sana tarfetü’l-ayn’da yani göz açıp kapayıncaya kadar
getiririm." diyor.
Belkıs kürsüsü ile beraber
meclise getirilince Süleyman Aleyhisselâm, yanındaki cinnilere kürsünün
müzeyyenatını değiştirmeleri için emir veriyor ve Belkıs’a; "Bu taht senin
midir?" diye soruyor. "Benimdir" diyemiyor, "ona
benziyor" diye cevap veriyor. Sonra da Süleyman Aleyhisselâm‘a teslim olup
imân ediyor. Arz üzerinde Süleyman Aleyhisselâm’a tâbi olmayan hiçbir canlı
mahlûk kalmıyor.
Yine onun devrinde bir kişi
bin dirhem gümüş paraya ötüşü güzel bir kuş satın alıyor. Kuşun kafesine bir
gün dışardan bir başka bir kuş gelip konuyor, bir ötüş yapıyor, uçup gidiyor.
Kafesteki kuş bundan sonra bir daha ötmez oluyor. Kuşun sahibi kuşu Süleyman Aleyhisselâm’a
götürüyor ve şikâyet ediyor. Süleyman Aleyhisselâm kuşa soruyor: "Bu adam
sana bin Dirhem gümüş para vermiş, neden ötmüyorsun?" Kuş cevap veriyor:
"O gelen kuş bana, ‘Senin hapsin ötüşündür, bir daha ötmez ol sahibin seni
işe yaramaz diye salıverir’ dedi, ben de onun için bir daha ötmem.” diyor.
Süleyman Aleyhisselâm kuş sahibine parasını vererek kuşu satın alıyor ve serbest
bırakıyor. O kuş da Allah’a hamd ederek uçup gidiyor.
Yine Süleyman Aleyhisselâm
saltanatı ile semâda giderken yeryüzünde ibâdetle meşgul olan bir âbid semâya
başını kaldırarak, "Ey Davud’un oğlu, Allah sana ne âzim mülk vermiş diyor."
Bunu işiten Süleyman Aleyhisselâm cevaben, "Senin bir defa Allah demen
benim bütün mülk ve saltanatımdan daha hayırlıdır; çünkü benim saltanatım
geçici senin zikrin bâkidir." diyor.
Saltanatı bu derece şümullü
olan Süleyman Aleyhisselâm’ın bu sözüne dair tefsirde İbn-i Abbas Radiyallahü
Anh, Amr İbn-i Sabit Radiyallahü Anh ile ilgili kıssayı örnek olarak veriyor.
Uhud harbinin bozgunluğu
sırasında Asram (keskin kılıç saldırıcı) lâkabı ile mülakkap Amr İbn-i Sabit,
Peygamber Efendimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem’e gelerek; “Ya Rasulallah! İman
edip te mi harp edeyim, yoksa harp edip de öyle mi iman edeyim?” diye soruyor.
Peygamber Efendimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem,
“Önce iman et, sonra harb et! Yoksa mahrum olursun.” buyuruyor. Amr
ibn-i Sabit kuşluk vakti iman ediyor, harbe girip birçok müşriği kırdıktan
sonra öğle ezanı okunmadan şehit oluyor. Peygamber Efendimiz Sallallahü Aleyhi
Vesellem:
“Az işledi, çok kazandı.”
buyuruyor. Daha sonra Ebû Hureyre Radiyallahü Anh sahabilere bilmece şeklinde
soruyor: “Bana öyle birini söyleyiniz ki hiç namaz kılmadan cennete girmiş
olsun?” Sahabiler, “Cennete hiç namaz kılmadan giren olur mu?” dediklerinde;
“İşte o Amr İbn-i Sabit’tir. Kuşluk vakti iman etti, namaz vakti girmeden
öğleden evvel şehit oldu, cennete gitti.” diyor. İşte bir defa Allah-ü Teâlâ’yı zikretmenin,
ona bir defa hamd etmenin fazileti.
Cesedimiz çamurdan
yaratılmıştır. Onun nasıl ki gıdaya
ihtiyacı varsa melek gibi nurdan yaratılmış ruhumuzun da manevî gıdası
zikrullahtır. Zikrullahtan gafil olanların yarın fezâil-i ekber günü
hiçbir geçerli mazeretleri olamayacağı tefsirde beyan buyuruluyor. Ne
zenginlik, ne gençlik, ne de hastalık mâni. Mâni olan ne? Dünya alâkâsı basit
bir şey mi?
“Dünya muhabbeti büyük
günahların en büyüğü, bütün hataların başıdır.” buyuruluyor.
Şah-ı Bahaddin Nakşibend
Hazretlerinin yetiştirdiği iki halifesinden çıkmış Muhammed Parsa Hazretleri,
hac niyeti ile memleketinden yola çıkmış, bir şehirde sarraf dükkânına
rastlamış. Dükkân sahibi genç, müşteri çok, alış-veriş bol imiş. Üç cihetten
dünyevî durumu gören Muhammed Parsa Hazretleri dükkân sahibinin kalbine
teveccüh etmiş. Keşfen kalbinin Hakk ile meşgul olduğunu görmüş. Tahsin edip
buyurmuş:
-El kârda, gönül yârda,
demiş.
Sonra Mekke’ye vardığında
Beytullah’ı tavaf esnasında ak sakallı bir ihtiyarın Kâbe’nin örtüsüne
sarılarak ağladığını görmüş. Gıbta ederek; “Keşke bu mübarek makamda ben de
böyle iltica etsem, ağlasam.” demiş. İhtiyarın kalbine teveccüh etmiş; keşfen
onun dünyalık istemeye geldiğini müşahede ederek müteessir olmuştur.
İşte ne gençlik, ne müşteri
ne de zenginlik insanları Allah’ı zikirden menedemez. Burada en mühim husus
dünya alâkasıdır. Onu kalpten atmak kolaylıkla mümkün değildir. Bunun için
şartlarına riâyetle çalışmaklığımız lâzımdır.
İlim tahsili için Mısır’a
gitmek üzere yola çıkan bir talebe Nil nehri üzerinde bir sazlığın arasına
sığınmış bir âbidle karşılaşmış. Hoşsohbetten sonra; “Ne ile geçindiğini” soran
gence âbid cevaben: “Her gün üç balık tutuyorum, birini Allah için infâk
ediyorum, bir tanesini salıveriyorum, üçüncüsünü de kendim için alıkoyuyorum ve
bu gördüğün yerde Cenâb-ı Hakk’a ibâdet ve taatle günlerimi geçiriyorum.
M. Sami Ramazanoğlu (Kuddise Sirruh)
Yorumlar
Yorum Gönder