Kendine Güven Dersleri

Kendine Güven Dersleri

Batılı adam şark ülkesinde malum gezisine çıkar, yolda rastladığı çocuğa sorular sormaya başlar.
Çocuk mahcuptur, yani hicaplı henüz ar perdesi yırtılmamıştır öncelikle yabancıya karşı temkinli olma gereği sonra edebi gereği susar, ısrarlı sorular sonunda sesi titreyerek cevap verir, yüzü kızarır.
Batılı, sen hayatta başarılı olamazsın, kendine güvenin yok, önce seni rahatlatacak, iyi hissettirecek ilaç vereyim sonra çeşitli telkin ve derslerle hayata hazırlayayım der vee minik fareyi kükreten macera başlar.
Son zamanlarda pek çok yerde kişisel gelişim dersleri veriliyor, seminerler düzenleniyor. Hayallere giden yolların kendine güvenden geçtiği, mutluluk ve başarı anahtarının kendine güvenmek olduğunu anlatıyorlar uzun uzun.
Sınava hazırlanan bir öğrenciye, iş görüşmesine gidecek birine, eş bulmak isteyene, eşiyle mutlu olmak isteyene hep kendine güvenmesi gerektiği telkin ediliyor.


Bu derslere ilave ‘’ İngiltere’de piyasaya çıkan yeni bir hap, utangaçlığı yok ederek insanların kendine olan güvenini artırıyor. ‘’ diye müjdeli haberler veriliyor ve başarılı (!)sonuçları ile ilgili misaller veriliyor. ‘’Örneğin yabancılarla karşılaşma korkusu yüzünden evinden çıkmayan 29 yaşındaki Londralı bir kadın, ilacı aldıktan sonra cesaretini topladı ve tamamen dışa açık bir kişilik kazandı. Şimdiye kadar hayatı ıskalamasından yakınan genç kadın kaçırdıklarını telafi için her hafta sonu erkek ve kız arkadaşlarıyla birlikte pub ve kulüplerden çıkmaz oldu.’’
Bu öğretilerle cesaret kaslarını geliştirenler babasına bile güvenmiyor ama kendilerine sonsuz güveniyor.
Kendi değer ve kimliğini koruyamayanların başka kültüre ram olduklarına şahit oluyoruz. Sudan çıkmış balık misali ne kendine yaranıyor ne başkasına. Oysa her kültür kendi varlığını devam ettirmek için, kendi değerlerine, inançlarına sahip çıkacak fertler yetiştirmek zorundadır.
Millî kültür şuurundan mahrum bazı kişisel gelişim uzmanlarımız, kendi egemen kültürünü hâkim kılmaya çalışan, sömürgeci ruhlu batılıların nakıs bilgileriyle milleti geliştirdiklerini zannederler. Onlar bu zanla avunurken bir çoğumuzun burnu kaf dağını aşar.
Oysa tarihe şöyle bir göz attığımızda kendine güvenenlerin hezimetle sonuçlanan hikâyelerine tanık oluruz. Mesela ‘’Tanrı bile batıramaz’’ dedikleri Titanik’te yaşananlar kendilerine güvenin hazin sonunu sergiler.
Kendine değil yaratana itimad eden Osmanlı ise cihanı titreten hâkimiyete sahipti. ‘’ Biz hakkı Kitabımızdan, salahiyeti de kılıcımızdan alırız! Allah’a güvenir yalnız Ondan korkarız.’’ diyen Sultan Yıldırım Bayezid Han düşmanının yüreğine korku salarken inananlar için bir eminlik sunuyordu.
Diğer taraftan, kendine güvenenler değil, güvenilir olanlardır, benliğini değil Hak olanı yüceltenlerdir asıl yüce olanlar.
Bu sırrı anlamaktan mahrum olan İtalyan Kaytano demiş ki: “Muhammed hiçbir müşkülat karşısında yılmamış, hiç ye’se düşmemiş, kanaati asla sarsılmamıştır. Onda öyle bir kendine güven vardı ki bunun sırrı anlaşılamamış ve kendisi ile beraber defin olup gitmiştir.” Bunu kaydeden M. Hamdi Yazır der ki: “Belli ki bu söz hakikati hem itiraf hem tahriftir. Belli ki bir beşerin bu derece nefsine itimadı kabil-i tasavvur olmadığından buna ‘bir sır’ demiştir. Bu sır, O’nun nefsine itimadının sırrı değil, hakka, Allah’a itimadının sırrıdır ki o da Nübüvvet ve risaleti ve Allah’ın emir ve şehadetiyle Nübüvvetine olan yakini ve davasındaki doğruluğunun bürhanıdır. Resulullah (s.a.v.)hiç bir zaman nefsine itimad etmemiş, daima ve daima Allah’a tevekkül etmiştir”
Yaptığımız ibadetlerde gayemiz benliği kırıp kulluğa yükselmek değil midir? Oruç ile uruç etmek, secde ile acziyetin zirvesine ulaşmak, gönül kabemizdeki putları kırıp Beytullah’a yüz sürmek, eğreti varlığımızın asıl sahibini hatırlayıp infak etmek, kusurlarımız için af dilemek, benliğimizdeki ve bedenimizdeki kirlerden su ile arınmak.
Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri ne güzel demiş:

‘’Alan sensin veren sensin kılan sen
Ne verdinse odur dahi nemiz var
Hakîkat üzre anlayıp bilen sen
Ne verdinse odur dahî nemiz var
Tutan el u ayak senden gelüpdür
Gören göz u kulak senden gelüpdür
Efendi dil dudak senden gelüpdür
Ne verdinse odur dahî nemiz var’’

Bütün bunlara rağmen hala kendime güveniyorum diyen birinin, iki yaşındaki çocuğun benliğini ilan ettiği, ben yaparım, o benim bu benim diye inatlaştığı dönemden farkı var mıdır?
Sonradan edindiklerine sonsuz güvenmek hangi aklın karıdır?
Nice güzelliğine, malına, servetine, makam ve mansıba güvenenlerin yerle yeksan olduklarına, karınca aklına, hafızasına güvenenlerin gün gelip adını bile hatırlamadıklarına şahit olmuyor muyuz?
Bazı düşmeler ücretsiz sunulmuş kişisel gelişimdir aslında ders alana. Dişimiz ağrıdığında, bir minik virüse yenildiğimizde, merakla beklediğimiz çocuğumuza ulaşamadığımızda, telefonda hiç tanımadığımız birine verdiğimiz kart şifremizle dolandırıldığımızda, asansörde kaldığımızda, saçımıza düşen aklarda hep acziyetimizi görürüz de kendimize değil sonsuz kudrete itimad ederiz.
Ben yaptım ben kazandım, ben başardım demek yerine Hakk’ın tevfîki ile oldu diyerek şükre sarılmalı.
Ne tamah tohumu ekip zillete düşelim, ne en iyi ben bilirim deyip kibirle salınalım. En iyisi bir türkü tutturup halimizi gözden geçirelim.
Kendi Bildiğine Doğrudur Deme
Var İki Kamile Sor Deli Gönül
Selma Aşıkoğlu


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Esmaül Hüsna (Arapça- Türkçe) دُعٰٓاءُ اَسْمٰٓاءُ الْحُسْنٰى

Uzun Ömür İçin Dua

Şifa Salavâtı (Salavâtı Tıbbil Kulubi/Salâvatı Tıbbiye)