Korkunç Gerçek: Herkes Kendine Eder!!!!!!!
Korkunç Gerçek: Herkes Kendine Eder!!!!!!!
Hızlı bir çalışma temposunun ardından saatin beş
olduğunu kat nöbetini devretmeye gelen hemşire arkadaşlar sayesinde fark
etmiştik. Yoğun bir gündü.
Çocuk servisleri hastanelerin en yoğun ve gürültülü
servisleridir. Artık günün yoğunluğu geçmiş servis sessiz bir hâl almıştı,
akşam tedavilerini henüz bitirmiş ofiste çay içmeye gitme telaşındaydım. Çünkü
günün ilk çayını içme fırsatı yakaladım diye kendi kendime düşünüyordum. Kep
dağılmış saçbaş karışmış yorgun bitkin bir haldeydim tedavi odasından
çıktığımda. Aynada kendimi tanıyamadım.
Ofise geldiğimde hemşire odasının telefonu çalıyordu.
Oturduğum yerden büyük bir güçlükle ayağa kalktım ve telefona gittim; karşıdaki
ses acilde trafik yaralılarının olduğunu, içlerinde çocukların da bulunduğunu,
damar bulamadıklarından dolayı acile yardıma gelmemi söylüyordu. Tüm
yorgunluğumu unutmuş hızla acil servise yönelmiştim ki diğer telefonda nöbetçi
hekimin cerrahi hekimiyle gelip gelmeme konusundaki tartışmasını duydum.
Nöbetçi hekimin sesi ortalığı çınlatıyordu:
"Ne yapalım? Bırakalım ölsün mü bu insanlar?
Gelmek zorundasınız! Gittiğiniz davet beni ilgilendirmez! Nöbet
değiştirseydiniz! Siz Hipokrat yemini etmediniz mi?"
Konuşma böyle sürüp giderken gelen asansöre binip
koşarak acil servise gittim. Her yer kan revan içindeydi; ağlayan, koşuşturan,
yakınını bulmaya çalışan bir yığın insan vardı. Bu kalabalıkta sağlıklı bir iş
nasıl yapılırdı bilmiyordum ama herkes elinden gelen gayreti gösteriyordu.
Acil serviste yatak kalmamış, sedyelere insanlar
yatırılıp ilk müdahale yapılıncaya kadar bekletiliyor, yetersiz kalan personel
yerine hastaları yukarı sevk edilen servise kendi aileleri çıkartıyordu. Onca
kazâzede içinde başında kimsesi olmayan ama durumu da oldukça ağır 15—17 yaş
arası bir genç vardı, gerekli müdahalesi yapılmış fakat sevk edildiği beyin
cerrahi hekimi henüz görev yerine gelmediği için orada bekletiliyordu.
Kendime ait serum ve tedavileri uyguladıktan sonra o
çocuğun başına gidip konuşmaya başladım, konuştuklarımı anlıyor fakat cevap
veremiyordu. Hayatının son anlarını yaşadığını görüyor ve yalnız olduğu için
korkunç derecede üzülüyordum. Onu orada yalnız bırakamıyordum. Zaten ben onunla
ilgilenirken acil servis boşalmış, tüm hastalar gerekli servislere
dağıtılmıştı.
Genç iyice kötü olmuştu, ellerimi sımsıkı tutuyordu.
Bırakma dercesine gözlerinden yaşlar süzüldükçe kendimi ben de tutamaz hâle
gelmiştim, eğildim yanaklarından öptüm.
"Bırakmayacağım seni, sakin ol, üzülme sakın"
diyordum. Hiç tanımadığım, daha önce hiç görmediğim bir insana anlatılmaz bir
yakınlık hissediyor, sanki onun acısının aynısını çekiyordum. Çok acı
çekiyordu, hem yalnızlığından hem de geçirmiş olduğu beyin travmasından. Ne
kadar süre daha onunla kaldığımı hatırlamıyorum.
O artık aramızda değildi, bu dünyayı terk etmişti ve
ben gelmeyen doktoru suçluyor, içimden lanetler yağdırıyordum.
Derken beyin cerrahi hekimi gelmişti, hastanın daha
doğrusu artık ölmüş gencin üzerindeki çarşafı almamı söyledi. Çarşafı
kaldırdığımda doktorun hiç bir şey söyleme fırsatı olmadan yere düştüğünü
gördüm. Ne olduğunu anlamaya çalışıyordum; yemekli bir davetten gelmişti, acaba
çok mu sarhoştu ya da kalp krizi mi geçiriyordu diye düşünürken diğer hekim
arkadaşlar olaya müdahale etmişlerdi bile.
Ölen o gencecik insanın babasıydı bu doktor ve kendi
evladının tedavisi için çok geç kalmıştı ne yazık ki! O an oğlunun acısıyla
felç geçirmiş ve görevine yeniden dönememişti.
Seni yeniden andım Kerem, rûhun şad olsun, hayattaki
bir saatlik dost. Bana yıllardır yaşattığın tecrübeyle dost kalan dost."
(Alıntı)
Yorumlar
Yorum Gönder