Bir Cuma Hikâyesi...

Bir Cuma Hikâyesi...

 

Fakih Rahmetullahi Aleyh anlatıyor:

Babam bana şöyle anlattı:

“- Salih Meri Rahmetullahi Aleyh, cuma gecesi, cuma namazını kılmak üzere mescide gitmek için yola çıkıyor. Kabristana uğruyor. Kendi kendine şöyle diyor:”

“- Tan yeri ağarıncaya kadar kalayım.”

Kabristanın içine giriyor. İki rekât namaz kılıyor. Bir kabre dayanıyor. Gözlerine uyku geliyor. Şöyle bir rüya görüyor:

Kabirde yatanlar kabirlerinden çıkmışlar, halka halka olup oturmuş, konuşuyorlar.

Bir de bakıyor ki, onlardan ayrı, kirli elbiseli bir genç, bir köşede, üzüntülü bir halde oturuyor. Onu yanlarına oturtmuyorlar. Oradakilerin hepsine tepsi tepsi, üzeri mendillerle örtülü hediyeler gelip dağılıyor. Herkes kendi tabağını alıyor; sonra kabrine giriyor. En sonuna bu genç kalıyor.

O da üzüntülü bir halde, kalkıyor; kabre girmek istiyor. Hemen ona soruyor:

“- Hey Allah'ın kulu, sende gördüğüm bu üzüntü neden? Sonra gördüğüm bu hâl nedir?”

O da şöyle diyor:

“-  Ey Salih Meri, sen o tepsileri gördün mü?”

“-  Evet, gördüm”, deyince…

Şöyle anlatıyor:

“-  O tabaklar, hayattakilerin ölülerine hediyeleridir. Onların adına verdikleri sadaka, yaptıkları dua, cuma geceleri onlara gelir.”

Daha sonra şöyle diyor:

“-  Ben, Sindli biriyim. Anam hacca gitmek istedi; beraber yola çıktık. Basra'ya gelince öldüm. Bundan sonra anam evlendi. Kendisinin bir oğlu olduğunu ve öldüğünü kocasına anlatmadı. Dünyaya daldı. Ne bir işaretle ne de bir sözle beni andılar. Ölümümden sonra beni hatırlayan kimse olmayınca üzülmek bana haktır.”

Sordum:

“- Senin ananın evi nerede?”

O Genç anansının evinin yerini anlatıyor.

Sabah oluyor Namazını kılıyor. Sonra gidiyor. O kadının evini sorup, buluyor.

Yanına gidiyor, izin istiyor. Kendini ona tanıtıyor, kapıdan:

“- Ben Sâlih Meri'yim”, diyor. İzin veriyor, içeri giriyor.

Şöyle diyor:

“- Benim söyleyeceğim söz, senin söyleyeceğin söz hiç kimse tarafından duyulmamalıdır. Böyle istiyorum.”

Ona yaklaşıyor, aralarında bir perde kalıyor.

Şöyle soruyor:

“- Sana Allah'tan rahmet dilerim, çocuğun var mı?”

“- Yoktur.”

Tekrar soruyor:

“- Daha önce bir çocuğun olmuş muydu?”

Derin bir nefes alıyor, sonra şöyle diyor:

“- Benim bir genç oğlum vardı, öldü.”

Bunun üzerine durumu ona anlatıyor.

Kadın ağlamaya başlıyor.

Sonra şöyle diyor:

“- Ey Salih! O benim ciğerparem, kalbim idi. İçim onun yuvası olmuştu. Göğüslerimden ona süt içirdim. Kucağım onun sığınağı idi.”

Daha sonra çıkarıp bin dirhem veriyor. Ve şöyle diyor:

“- O sevdiğim göz nurum için bunları dağıt. Kalan ömrümde onu duadan unutmayacağım. Onun için sadaka vereceğim.”

Salih Meri Rahmetullahi Aleyh gidiyor, o bin dirhemi dağıtıyor.

Ertesi cuma geliyor. Cumaya gitmeyi istiyor. Yine kabristana uğruyor. İki rekât namaz kılıyor, sonra bir kabre dayanıyor. Yine dalıyor. Bakıyor ki, bir cemaat yine çıkmış. Bu arada o genci görüyor. Üzerinde beyaz bir elbise var. Sevinçli ve mesrur...

“- Ey Salih! Allah Teâlâ bizim için seni mükâfatlandırsın. Gönderdiğiniz hediye bize geldi.”

Ona dedim ki:

“- Siz kabirdekiler Cuma’yı bilir misiniz?”

Şöyle anlatıyor:

“- Evet biliriz. Havadaki kuşlar bile onu bilir. Cuma günü için birbirlerine şöyle derler”:

“- Bu faziletli gün için, selâm, selâm...”

 

Selâm ve Dua ile…

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Esmaül Hüsna (Arapça- Türkçe) دُعٰٓاءُ اَسْمٰٓاءُ الْحُسْنٰى

Şifa Salavâtı (Salavâtı Tıbbil Kulubi/Salâvatı Tıbbiye)

Güzel Ahlakla ilgili 40 Hadis