Halvetteki Nurlar
Halvetteki Nurlar
Halvet, masivadan ilgiyi kesip tamamen Allah Teâlâ Teâlâ’ya
yönelmek ve kendini ibadete vermektir. Buna “erbain”de denir. Muhyiddin
Arabî Hazretleri,
Ta’rifât’ında
halveti şöyle tanımlar:
“Herhangi bir meleğin veya bir kimsenin bulunmadığı bir halde ve
zamanda Hak Teâlâ’yla sırren konuşmak, ruhen sohbet etmektir.”
Tasavvuf
ehlinin halvetten, halvet dışındaki zamanlarda talip oldukları maksatları
budur. Bunun kırk günle tahsis olunması Peygamberimizin
Sallallahü
Aleyhi Vesellem şu hadisinde zikredilmiş olmasındandır:
“Kırk gün Allah Teâlâ için ihlâsla amel eden kimsenin kalbinden
diline doğru hikmet pınarları akar.” (Keşfu’l-Hafâ)
Peygamber Efendimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem, kırk yaşına gelince
resûl olarak gönderildi ve O’na vahiy indirildi. Vahyin indiği gün, ramazan
ayından on sekiz gün sonra bir pazartesi günüydü. Vahiy ilk önce sadık rüya
olarak başladı. Öyle ki, Resûlullah Sallallahü Aleyhi Vesellem’ın gördüğü her
rüya, sabah aydınlığı gibi ortaya çıkardı. O’na yalnızlık sevdirilmişti. Hira
mağarasında halvete çekilir, pek çok geceler orada ibadet eder ve bunun için
önceden azığını götürürdü.
Vahiy meleği de Hira dağındaki mağaradayken O’na geldi.
Halveti, Hak
Teâla Hazretleri, Musa Aleyhisselâm kıssasında zikretmiş ve Hz. Musa Aleyhisselâm’nın
kendisine yönelişini arttırmak için O’na erbaini emretmiştir.
Allahu Teâlâ bunu:
“(Bana ibadet etmesi için) Musa ile otuz gece sözleştik ve bu
otuz geceye on daha kattık; böylece Rabbinin tayin ettiği vakit kırk geceyi
buldu. (A’raf Suresi-ayet 142)” buyurarak anlatır.
Musa Aleyhisselâm, İsrailoğulları Mısır’dayken onlara,
düşmanlarını helak edip onları kurtarınca Allah Teâlâ indinden kendilerine
helali ve haramı açıklayan,
hududu ve
ahkamı gösteren bir kitap getireceğini vaad etmişti. Cenab-ı Hak, Firavun’u
helak edip onları kurtarınca, Hz. Musa Aleyhisselâm Rabbinden
kitabı
istedi. Cenab-ı Hak O’na otuz gün oruç tutmasını emretti. O zaman Zilkade ayı
idi ve otuzuncu günün gecesi tamamlanınca ağzının kokusundan hoşlanmayarak
misvak kullandı. Bunun üzerine melekler, Hz. Musa Aleyhisselâm’ya:
“Biz senin ağzından misk kokusu duyuyorduk, sen onu misvakla
ifsat ettin.” dediler. Cenab-ı Hak, O’na Zilhicce’nin on gününü de oruçlu
geçirmesini
emrederek:
“Bilmez misin ki, oruçlunun ağız kokusu, benim nezdimde misk
kokusundan daha güzeldir.” buyurdu. Musa Aleyhisselâm’nın orucu, gündüzleri
yemeyi içmeyi terk edip akşamları yemek tarzında bir oruç değil, aksine kırk
gün boyunca hiç yememek şeklinde bir oruçtu. Midenin yiyeceklerden hali
olarak boş
bulunması, Hz. Musa’yı Cenab-ı Hak ile mükâlemeye hazır hale getirmiştir.
(Avârifu’l-Meârif).
Allah Teâlâ Teâlâ’ya yönelen ariflerin kalplerindeki ilm-i
ledün, aslında Kur’an’daki bu mükâlemeden kinayedir. Kırk gün süreyle ihlâsla
ve boş mideyle nefsini kontrol ederek Allah Teâlâ Teâlâ’ya yönelen kimseye, Allah
Teâlâ Teâlâ, ilm-i ledün kapılarını açar. Müddetin kırk gün olarak tayin
edilmesi ve sınırlandırılmasında
hikmetler
vardır. O hikmeti, Cenab-ı Hakk’ın kendilerine bildirdiği peygamberleri ve
peygamberlerin dışında hususi bir bilgi verdiği kimselerden
başkası
bilemez.
Âdemoğlunun kendini ibadete vermesi, her şeyiyle Allah Teâlâ
Teâlâ’ya yönelmesi, gündelik maişet endişesinden sıyrılması, onu, içinde
bulunduğu
engellerden
kurtarır; Rabbiyle arasındaki perdeleri kaldırır. Böylece kul, bütün ilimlerin
kaynağı ve merkezi olan huzur-ı ilâhideki yakîn menziline
yaklaşır.
Erbain tamamlanınca bütün hicaplar ve perdeler zâil olur; ilim ve marifet ona
doğru akmaya başlar. Nefisteki konuşma hali, ilhami
bilgilere
dönüşür. Nefis, zat-ı ilâhinin nurlarını almağa başlar. Peygamber Sallallahü
Aleyhi Vesellem Efendimizin: ”Onun kalbinden lisanına akan hikmet pınarları oluşur.
(Âvârifu’l-Meârif)” ifadesi buna işarettir.
Bir adam Ebû Bekir Verrâk’ı ziyarete geldi ve ona, bana
nasihatte bulun dedi. O da ona şöyle dedi:
“Dünya ve ahiretin hayrını, halvet ve azlıkta buldum. Dünya ve
ahiretin şerlerini ise, çokluk ve halka karışmakta buldum.”
Dünyadan kopup uzaklaşmak, zühd hayatı hikmetin ortaya çıkması
için zaruridir. Dünyadan uzaklaşmayan, hikmet kazanmaya muvaffak
olamaz.
Dinin emirlerine ve Resûlullah Sallallahü Aleyhi Vesellem’ın
sünnetine tam bir teslimiyet; kalbin aydınlanmasını, dünyaya karşı zühdü,
zikirden tat almayı; namaz, oruç ve Kur’an-ı Kerim tilaveti gibi ibadetleri ihlâsla
yapmayı doğurur.
Halvetten murat istikamettir.
Ehlullah der ki:
Hak senden istikamet istiyor, sen ise keramet talep ediyorsun.
Şeriatin emirlerine itaatkâr olmayana halvette hiçbir kapı açılmaz. Bu tür bir halvet,
o kimsenin Allah Teâlâ’dan uzaklığını, gururunu, ahmaklığını ve insanlara
tepeden bakmasını arttırır. Bu durum, o kişinin İslam’ın bağını boynundan
çıkarıp, sınırları, ahkâmı, helal ve haramı inkâr etmesine kadar devam eder. Bu
kişi, ibadetlerden maksadın sadece zikrullah olduğunu zanneder ve Resûlullah Sallallahü
Aleyhi Vesellem’a uymayı terk eder. Sonra da küfre ve zındıklığa düşer. Sapmış
olmaktan Allah Teâlâ Teâlâ’ya sığınırız.”
Ey Allah Teâlâ yolunun yolcusu! Bil ki, sana layık olanı, kâmil
bir şeyhe tabi olman, o sana halveti emrederse halvete girmendir. Şüphesiz ki
halvette, şartlarına riayet etmen kaydıyla hakikat sırrına ulaşmak isteyen
kimse için pek çok hayır vardır. Eğer bir kâmil mürşidin yoksa tek başına
halvete girme. Halvete giremediğin durumda, insanların içine lüzumsuz şeyler
için karışma, uzlet et. Dini ve dünyevi zaruretler anında halkın içine karışabilirsin;
zira ameller niyetlere göredir.
Ehlullah nazarında halvetin esası şunlardır:
1-Nefsi terbiye için yüksek gayret göstermek.
2-Sadık bir niyetle halvete girmek.
Bunun için halvet edene “Enniyetteyn”yani “iki niyet sahibi”
denilmiştir. Bunlar ancak güzel niyetle hareket ederler. Mürid eğer halvette Allah
Teâlâ için ihlâsı muhafaza edebilirlerse, Allah Teâlâ ona kendisi için terk
ettiği şeylere bedel olmak üzere hoşlarına gidecek lütuf ve ihsanlarda bulunur.
Kullar, amellerde mübalağa ederlerse nefislerini yorarlar.
Amellerinin makbul oluşuna zarar getirirler. Rızaya erelim derken bilakis,
niyetlerinin
bozukluğu
sebebiyle Allah Teâlâ onlara gazap eder.
Halveti sohbete tercih edenin zikr-i ilahi dışında bütün
düşüncelerden uzaklaşması ve nefsinin isteklerinden kurtulması lazımdır.
Halvete bu
sıfatla
girmeyen mutlaka bir fitneye ve belaya duçar olur.
Meşayihten bir kısmı zikir için “Lâ ilâhe illâllah” kelime-i
tevhidini seçmişlerdir. Sadık müridin ihlâsla tevhid kelimesine devam etmesi,
batınını
nurlandırır;
himmet ve gayreti celbeder.
Kelime-i tevhid, Cenab-ı Hakk’ın bu ümmete bir ihsanıdır. Kul,
halvet esnasında kelime-i tevhidi tekrarlamaya devam edince, neticede tevhid
kelimesi,
nefsin itirazlarını yok ederek kalbe yerleşir. Dil sussa da kalp durmaz,
zikrini sürdürür. Neticede kelime-i tevhid kalpte cevher haline
gelir,
böylece “yakîn” nuru kalbe iyice yerleşir. Hatta kelime-i tevhid lisandan ve
kalpten gitse bile, onun nuru kalpte bir cevher olarak kalır. Kul, azamet-i
ilâhîyi müşahede ile zikretmeye başlar. Böyle bir zikir, müşahede ve mükâşefe
ile yapılan zikirdir Zat-ı ilahinin zikrinden maksat da zikir nurunun kalbe bir
cevher halinde yerleşmesidir. Halvetten elde edilmesi beklenen asıl maksat da
budur.
Zünnûn-ı
Mısrî Rahmetullahi Aleyh şöyle dedi: ”Ben ihlâsa halvetten daha iyi götüren bir
şey görmedim. Kim halveti severse ihlâsın sütunlarına iyice yapışmış ve doğruluk
rükünlerinden birinde zafere ulaşmış demektir.”
Şeyh Şiblî Rahmetullahi Aleyh, bir adama nasihatte bulunarak
şöyle dedi: ”Vahdete yapış, ismini toplumdan sil ve ölünceye kadar Beytullah’ın
duvarına yönel, halvette kal.”
Yahya b. Muâz Rahmetullahi Aleyh: ”Vahdet, sadıkların arzusu ve
idealidir. İnsanlardan öyleleri vardır ki, onun batınından halvet feryadı doğar
ve nefis bu feryada cezbolur. Halvet, daha ıslah edici, daha mükemmel ve daha
iyi hazırlığa ileticidir. ”demiştir.
Şeyh Muhyiddin Arabî Kuddise Sirrûh de şöyle dedi: ”Halktan
ayrıldığında tevhidin ve imanın artar. Nefsinden koptuğunda yakînin
kuvvetlenir. Ey şehvet ve
ibadet
esiri! Ey makam ve keşif esiri olan kişi! Sen mağrur bir halde kendi nefsinle
meşgul olup Hak’tan gafilsin. Sen bu halde iken kendini
bırakıp
O’nunla meşgul olman nerede? Allah Teâlâ Teâlâ, her yerde hazır ve nazırdır.
Siz nerede olursanız olun, O sizinle dünyada ve ahirette beraberdir.”
Muhyiddin
Arabî Kuddise Sirrûh yine şöyle dedi:
“Nice kalbi ile uzlette olan vardır ki, onun cismi
çarşılardadır. Nice cismi ile uzlette olan vardır ki, onun kalbi çarşılardadır.
Bazıları insanların şerri
korkusuyla
uzlete girmiştir. Bazıları da insanları kendi şerrinden korumak için uzlete
çekilmiştir. Bu ikincisi birincisinden daha üstündür. Bazıları
Allahu Teâla
ile sohbeti tercih ettikleri için uzlet etmişlerdir. Öyle ki en sonunda
topluluk içinde de uzleti gerçekleştirmişlerdir. İşte onlar ricâlullahtır, Allah
Teâlâ erleridir. En yüce uzlet, uzlet içindeki uzlettir. Bu da, mutasavvıfların
bilinen halvetidir. Kim bu halveti devamlı yapmaya imkân bulamazsa, halvet için
her sene belli bir müddet ayırsın. Kamil bir şeyhi olmayan kimse de halvete
girmekten sakınsın.”
Kaynak: Miftâhu’r-Rüşd
Yorumlar
Yorum Gönder