Kösenin Sakalı...

Kösenin Sakalı...

 

Vaktin birinde, Anadolu'nun bir yerinde bir bey yaşarmış... Geniş tarlaları, sürü sürü koyunları varmış. Ekilir biçilir, sağılır süzülürmüş ama yetmezmiş... Doğrusu, yanında çalışanlar iyi değillermiş...

Dalıp kırpan, çalıp çırpan olursa, bereket mi olur orda…

Bey, bakmış ki böyle gitmeyecek... Adamlarını çekip çevirecek, işini alıp devirecek biri gerek... Helâl süt emmiş bir kâhya bulsa, işler yoluna girecek...

Haber salmış dört bir yana... Kâhya arandığını duyanlar sökün etmişler... Biri gelmiş, beşi gitmiş, şehlâ gelen şaşı gitmiş... Bey, öyle olur olmaz adama kâhyalık mi verir?

Derken, bir akşamüzeri, kösenin biri girmiş içeri... Gençten biri... Selâm vermiş, beyin elini öpmüş ve işe talip olduğunu söylemiş...

Bey, köseyi tartıp teraziledikten sonra gözü tutmuş. Ama iyi bir sınavdan geçirmeden de işe almak istememiş...

Bey demiş ki köseye:

“- Bak oğul... Sen iyi bir delikanlıya benziyorsun Ama kâhyalık zor iştir... Ha demeyle haylanmaz, kuru çubuk yaylanmaz... Kâhya dediğin esnemez ama…”

Köse, boyun büküp gerdan kırmış:

“- Buyur ağam!" demiş. "Nasıl sınayacaksan sına. Karşı durulur mu alın yazgısına?"

Bey, iki öksürmüş, bir yutkunmuş. Sonra da:

“- Bak oğul!" demiş.

“- İşte sana bir koyun parası... Bu parayla beğendiğin bir koyun al. İster ağıla kapat, İster çayıra sal... Kırk gün sonunda, bu koyunun yününden kürk, derisinden börk isterim... Bu kadar değil. Canından can, kanından kan isterim... Üstelik koyunu diri; paramı geri isterim..."

Köse, dalmış... Bir verip, bin almış... Bu nice iştir diye bir hayli kafa yormuş. Sonunda da kabul etmiş Almış parayı, çıkmış dışarı…

Az gitmiş, uz gitmiş... Bir yolun kavşağında, bir adama rastlamış.

Selâm vermiş. Adını sormuş adamın. Adam demiş:

“- Benim adım Ese..."

Köse de kendini tanıtmış:

“- Benim adım da Köse!”

“- Konuşa konuşa, birlikte yola devam etmişler... Gâh konaklamış azıklarını…

Gâh konaklamış azıklarını yemişler, gâh bir ağacın dibinde dinlenmişler...

Tekrar devam etmişler yollarına...

Derken bir yokuş çıkmış önlerine...

Ese, suratını buruşturmuş:

“- Bizim köy bu tepenin ardındadır!" demiş.

“- Lâkin bu yokuş olmazsa, köyümüzün güzelliğine diyecek yoktur..."

Köse, gülmüş:

“- Altı üstü bir yokuş!" demiş.

“- Yarı yere kadar ben seni, yarıdan sonra sen beni taşısan, yokuş düz gibi gelir..."

Ese, bu anlamlı sözü anlayamamış. Dizlerine dayanarak tırmanmaya başlamış…

Köse de onun peşinden gitmiş... Sonunda yokuşun başına gelmişler. Bir de bakmış ki Köse, her taraf yemyeşil tarla... Başaklar henüz yeni oluşmakta ama içleri dolu dolu...

“- Ese emmi!" demiş.

“- Maşallah ekinleriniz çok bereketli... Ama doğrusu merak ettim. Bunları yediniz mi, yoksa yiyecek misiniz?"

Ese, bu anlamlı sözü de anlayamamış... İçinden kıs kıs gülerek:

"- Bu adamın aklının bir tahtası noksan herhalde... Daha ekinler yeni başağa duruyor. Nasıl yemiş olabiliriz ki?" diye düşünmüş...

Ama cevap vermemiş. Sözü başka yere getirerek, yürümeye devam etmişler...

Tarlaları geçip köyün kıyısına geldiklerinde, serviler altında gölgelenen

Tarlaları geçip köyün kıyısına geldiklerinde, serviler altında gölgelenen mezarlığı gören Köse, yine:

Ese'ye sormuş:

“- Ese emmi? Allah rahmet eylesin... Bu mezarlıkta yatan ölülerinizden,

hâlâ yaşayanlar var mıdır?"

Ese, başını iki yana sallayıp yürümüş. Bu sözdeki anlamı da çözememiş,

İçinden, "Bu adamın aklı sulanmış besbelli... Hiç ölenlerin içinde yaşayanlar olur mu?

Nihayet köye girmişler...

Ese, bir evin önünde durup, yarım ağızla:

“- Köse kardeş!" demiş "İstersen buyur, bir ayranımızı iç. Sonra yoluna

devam edersin..."

Doğrusu, Köse bu teklifi reddetmemiş:

"- Eğer zahmet olmazsa, bir tas ayranınızı içeyim!" demiş.

İçeri girmişler. Ese, Köse'yi bir odaya almış, yer göstermiş... Sonra da, odadan çıkıp gitmiş.

Ese, öbür odaya geçip, kızına bir ayran yapmasını söylemiş. Kız, ayranı hazırlarken, Ese de, Köse'den söz ediyormuş. Köse'nin saflığına gülüyormuş...

Ese'nin kızı, oldukça akıllı, sözün özünü bilen bir kızmış...

Babasını dinledikten sonra, biraz sıkılarak:

“- Babacığım!" demiş. "Sana akıl vermek haddim değil ama anladığım kadarıyla, bu Köse dediğin yol arkadaşın akıllı biri olmalı. Çünkü her sözünde bir

mâna var..."

Ese, kızının aklına güveniyormuş. Şaşırmış...

“- İyi de, ne mânası olacak; Köse'nin sözlerinde kızım?" diye sormuş.

Kız başlamış bu mânalar üzerinde konuşmaya...

Demiş ki:

“- Meselâ... Yokuşu çıkarken söylediği söz... Yarısına kadar ben seni yarıdan sonra sen beni taşı sözü... Bunun anlamı şudur:

“- Yokuşun yarısına kadar ben güzel bir şeyler anlatırım, sen dinlersin… Yarısından sonra sen anlatırsın, ben dinlerim. Böylece, yorulmadan yokuşu çıkmış oluruz! Demek istemiş…”

Ese, başını sallamış... İçinden,

“- Galiba kızım haklı!" diye geçirmiş.

Kız. Yine devam etmiş:

“- Başağa durmuş buğdaylarımızı görünce söylediği söz ise daha anlamlı." demiş.

“- Köse, bu sözüyle şunu söylemek istemiş babacığım! Siz bu buğdayları ekerken borçlandınız mı? Yani, mahsulünüzü borcunuzu ödemek için mi vereceksiniz, yoksa ondan kâr mı edeceksiniz?”

“- Vay be!" demiş Ese...

“- Peki, ya mezardaki ölülerimiz için söylediği ne mânaya geliyor? Bu ölüler arasında yaşayanlar da var mı? Diye sormuştu Köse... Yoksa bu sözünde de mi bir mâna var?"

Ese'nin kızı, anlamlı anlamlı gülmüş?

“- Olmaz mı babacığım? Hem de ne mâna...”

“- Köse, bu sözüyle demek istemiş ki: Bu ölüler arasında adını yaşatacak bir eser bırakan, onu rahmetle anmanızı gerektirecek hizmetleri olan ve hâlâ halkın gönlünde yaşayanlar var mı?”

Ese'nin aklı iyiden iyiye karışmış... Bakmış ki, kızı haklı...

Ama anlamlarını bilemediği için bu soruları cevapsız bıraktığına da üzülüyormuş...

Kızının hazırladığı ayranı alıp, Köse'yi buyur ettiği odaya gelmiş... Ayranı uzatmış. Sonra da:

“- Buyur, afiyetle iç Köse kardeş! Lakin yolda cevap vermediğim manâlı

Sözlerini cevaplandırmak istiyorum..."

Köse, ayranını içerken, Ese de, kızından aldığını satmaya başlamış...

Ama Köse bu işi yutmamış...

“- Bana bak Ese emmi!" demiş.

“- Bunların cevabını bilseydin, yerinde cevaplardın, belli ki sana bir akıl veren var... Biz boş insanlar değiliz. Bunları her akıl anlayamazdı. Senden ricam, bu sorularımı kim cevaplandırdıysa ona bir sorum daha olacak... Bu müşkülümü çözerseniz, sizlere duacı olurum..."

Ese, kem küm etmemiş. Sözün doğrusunu söylemiş...

“- Yalana yaslanmaya ne gerek var Köse kardeş!” demiş. "Kızım cevap verdi. Müşkülün neyse sor, onun da cevabını alalım..."

Köse, bitişik odadan, kızın duyacağını tahmin ettiği bir sesle sorusunu sormuş.

Tabii, bu soru, Bey'in kâhyası olmak için çok önemli olan koyun

meselesiymiş..

Köse, Bey'in kendisine verdiği görevi, aynen anlatmış. Kız da bitişik odadan dinlemiş...

Köse, yüksek sesle, güya Ese'ye soruyor gibi konuşmuş:

“- Sana bir koyun alacak kadar para veriyorum. Canından can, kanından kan isterim. Üstelik koyunumu diri, paramı geri isterim..."

Köse'nin sorusu biter bitmez, kapı iki kere tıklamış. Ese, boş ayran tasını alıp çıkmış. Az sonra içeri gelmiş. Köse'nin karşısına dikilmiş...

“- Bak Köse Kardeş!" demiş.

“- Karaman koyunu çift doğurur… Doğumu yakın bir Karaman koyunu al. Yününü kırk ki eğirip bir kürk dokut… Sütünü sağarak sat, bir koyun parası biriktir… Doğan iki kuzusundan birini kes, diğerini canlı olarak beye götür. Ona de ki:

“- İşte bu koyun. Yününden bir kürk, derisinden bir börk… Bu deri bir kuzusundan yüzdüğüm deridir. Bu da kanı ve eti… Buyur afiyetle ye… Şu sağ kuzu da canından can, bu kesilmiş kuzu da kanından kandır. İşte koyununu diri paranı da geri veriyorum. Para da sütünden kazandığımdır…”

Köse, bir sevinmiş, bir sevinmiş ki, ne diyeceğini bilememiş. Ama bol bol

duâ etmiş Ese'ye ve Ese'nin kızına...

Hemen gerisin geri düşmüş buraya kadar arşınladığı yollara... Beyin yaylasında, doğumu yakın bir koyun almış ve... Ve kırk gün sonra, beyin karşısına çıkmış.

“- İşte beyim" demiş. "Böyle, böyle, böyle... Var mı bir diyeceğin?"

Bey, çok sevinmiş... Gülerek Köse'ye bakmış:

“- Var diyeceğim!" demiş. "Bundan geri kâhyamsın... Hem de damadımsın!"

Bey, kızını Köse'ye vermiş. Köse, öylesine sevinmiş ki, bir anda sakalı, bıyığı çıkmaya başlamış...

Birden, aklına Ese'nin kızının iyiliği gelmiş.

Beye demiş ki:

“- Beyim, bu akıl benim değildi. Yolda karşılaştığım, Ese adındaki bir adamın kızının aklıydı..."

Bey buna çok sevinmiş.

“- Sana verecek bir kızım vardı, verdim... Onu da alacağım bir yiğit oğlum var, aldım gitti..." demiş.

Gidip Ese'nin kızını istemiş. Düğünler olmuş, muratlarına ermişler...

Bize de şerbet vermişler...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Esmaül Hüsna (Arapça- Türkçe) دُعٰٓاءُ اَسْمٰٓاءُ الْحُسْنٰى

Uzun Ömür İçin Dua

Şifa Salavâtı (Salavâtı Tıbbil Kulubi/Salâvatı Tıbbiye)