Ahiret İnancının Pratik Hayata Etkileri
Ahiret İnancının Pratik Hayata Etkileri
Din, fert ve toplum hayatını her yönüyle kuşatan; iman,
ibadet, ahlâk ve muamelatla ilgili değerler bütünüdür. Bu değerler bütününün,
iman kapsamında yer alan en önemli ilkelerinden biri, Ahiret’e imandır.
Ahiret’e iman; dünyada yapılan davranışlara göre, ya
mutluluk dolu bir yaşam veya belirli bir süresi ya da bütünü, azaplarla
çevrili, ebedî bir hayat yaşamak için, ölümden sonra tekrar dirilmeye
inanmaktır.
İnsanın varlığı bir bitki gibi yalnız Dünya hayatı ile
sınırlı değildir. Kan pıhtısı ile başlayan bedensel yapı, yer altında çürüyüp
toprak olurken, insanın özü ve gerçek kişiliği olan ruh, Ahiret dediğimiz öteki
dünyada, varlığını ve yeni yaşamını devam ettirecektir.
Dolayısıyla yaşam, sadece Dünya hayatından ibaret olmadığı
gibi, bu hayatın son bulduğu ölüm de, bir yok oluş değildir; yeni ve ebedî bir
hayatın başlangıcıdır.
Ahiret, -iyi ya da kötü-, dünyada yapılan her davranışın
hesabının verileceği ve neticede hak edilen sonuca göre, bir hayata sahip
olunacağı bir yerdir. Onun için Sevgili Peygamberimiz: “Akıllı insan, nefsini
hesaba çeken ve ölümden sonrası için hazırlık yapan kimsedir” buyurdu.
Bilindiği gibi “İnsanları hayvanlardan ayıran en önemli
özellik akıldır.” Aklın aslî görevi ise nefis muhasebesi yapmak, geleceğini
düşünmek ve ölümden sonrası için hazırlanmaktır. Çünkü insan, ölüm gerçeğini ve
dolayısıyla ölümden sonrasını göz ardı edemez.
“Ahiret Günü”ne ve bu dünyada yaptığı her şeyin hesabını
tek tek vereceğine inanmayan bir insan, dünya hayatını mânâlandıramaz, yaşama
aşkı ve emelleriyle dolu, canlı ve gayeli bir hayat süremez, irâdesi ve
imkânlarını hayra, iyiliğe, erdeme, fâzilete ve yüce gayelere yönelterek özlemi
duyulan bir “İslâm insanı” olamaz.
Ahiret Gününe ve hesaba çekilme inancı, kişiyi bencillik
ve aşırılıklardan alı kor. Başkalarına daha saygın olmayı sağlar. Her attığı
adımın hesabını yapar. Doğru ve dürüst olur. Haksızlıktan ve haram lokma
yemekten sakınır. Bunun içindir ki,
âhiret gününe iman konusu, Kur’an-ı Kerim’de çokça işlenmekte, varlığı ve oluş
şekli, şuurlara yerleştirilmektedir. Ahiret hayatı bütün ayrıntılarıyla
anlatılmakta, Cennet ve nimetleri, Cehennem ve azabı gayet açık bir şekilde
tasvir edilmektedir.
Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurur: “İnkâr edenler, öldükten sonra
tekrar dirilmeyeceklerini ileri sürerler. De ki: “Hayır! (Zannettiğiniz gibi
değil.) Rabbime andolsun ki, siz, mutlaka diriltileceksiniz, sonra
yaptıklarınız size haber verilecektir. Bu ise Allah Teâlâ’ya göre kolaydır.” (64
Tegabün: 7)
Ahiret inancı, kişinin davranışlarını iki yönde etkiler:
Biri, sayısız nimetlerle kuşatılan Cennet’e gitme arzusu ile iyiliklere
yönelmek; diğeri de, çeşitli azaplarla kuşatılan Cehenem’e gitme korku ve
endişesi ile kötülüklerden sakınmak.
Her iki durum da insanların hayrınadır. Çünkü böylesi bir
inanç, toplumda iyiliklerin, dolayısıyla mutluluk ve refahın artmasına,
kötülüklerden sakınmak suretiyle de hırsızlık, zina, gasp, adam öldürme, hak
tecavüzü, içki, kumar, hulâsa başkasına zarar veren her türlü olumsuzlukların
azalmasına vesile olur. Nitekim kul hakkının söz konusu olduğu her bir kural
ihlâli, kişinin hanesine günah olarak yazılacak ve ahirette hesabı
sorulacaktır.
İyilik yapanlar hakkında Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“İnanan ve yararlı işler yapanlar için hoş bir hayat ve güzel bir istikbal
vardır.” [2] 13 Ra’d: 29) “… Onları, altından ırmaklar akan cennetlere
koyacağız. Orada ebedi olarak kalacaklardır.” (Nisa: 57)
İmanlı ve güzel amel sahibi müminler, öyle nimetler
içerisinde olacaklar ki, Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle; “Yaptıklarına
karşılık onlar için saklanan mutlu kılıcı nimetleri hiç kimse bilmez.” (32
Secde: 17)
İslâm dininin hedefi, insanların dünya ve âhiret saadetini
temin etmektir. Dolayısıyla kâmil insan, Allah Teâlâ’dan hakkıyla korkar.
Kimseye kötülük etmez. Herkese iyilik eder. Adâlete, ilâhî hukuka riâyet eder.
Nefsi için sevdiği şeyleri başkası için de sever. Nefsi için kötü gördüğü
şeyleri başkası için de kötü görür. Allah Teâlâ’ya tevekkül ve itimat eder.
Azim sahibi olur. Bu güzel hasletlerle iç içe olan kâmil insan, ancak ilâhî
dinin gözetimi ve ahirette yaptıklarının hesabını verme inancı ile mümkündür.
Cemiyetin düzenli ve intizamlı olması; Dînin, Neslin,
Canın, Aklın ve Malın korunması ile
mümkündür.
Bu temel esaslar gözetilmezse, hayat düzeni kökünden
sarsılır. İnsanlar arasında huzursuzluk ve kargaşa baş gösterir. İnsanların
işlerinde düzensizlik ve dengesizlik hakim olur; böyle bir toplum hem dünyanın
hem de âhiretin dengesini kaybeder. Ahiret ve dolayısıyla öldükten sonra
dirilmeye imanın yer almadığı bir inanç sistemi ile böylesi dengesizlikler
giderilemez. Çünkü âhiret inancının yer almadığı inanç sistemlerine göre,
insanlar öldükten sonra çürür, ot gibi yok olur, toprağa karışır gider. Ayrıca
onlarda haram-helal mefhumu da yoktur. Cennet, Cehennem, sırat, hesap, kitap
gibi değerlerden de mahrumdurlar.
Sonuç olarak şöyle diyebiliriz: Ahiret inancı, İslâm
inancının en önemli ilkelerinden biridir. Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle: “Zerre
kadar hayır yapan mükafatını görecek, zerre kadar kötülük yapan da cezasını
görecektir.” ( Zilzâl: 7,8)
Dolayısıyla müslüman, attığı her adımın hesabını iyi
yapmak durumundadır. Çünkü her hal ü kârda insanın korkuları, şüpheleri,
âcizliği, çaresizliği, yalnızlığı, mahrumiyeti, başarısızlığı, hayal kırıklığı,
sevgisizliği, pek çok arzu ve isteklerinin karşılanmaması; günahlar,
ıstıraplar, acılar, suçluluk duygusu, pişmanlık, hayal kırıklığı, haksızlık ve
adaletsizlik gibi hallerde din ve Allah inancı insan için en önemli bir sığınak
ve ümit kaynağıdır. Mesela ölüm korkusunun yıkıcı etkilerine karşı, kişiler ve
toplumların güvenip bağlanabilecekleri ve onları hayata bağlayabilecek en önemli
şeyin Allah Teâlâ’ya tevekkül ve âhiret inancı olduğuna hiç şüphe yoktur.
Doç. Dr. Cemal AĞIRMAN
“Ahiret İnancının Pratik Hayata Etkileri”, Diyanet Aylık
Dergi, Sayı: 153, Yıl: Eylül 2003, s. 25-26.
*Bu yazı, 05. 06. 2003 tarihinde TRR 1’in Ramazan ve Cuma
sohbetleri için çekimi yapılan konuşmanın metnidir.
Yorumlar
Yorum Gönder