Peygamberimizin Naaşının (Cenazesinin) Defnedilmesi
Peygamberimizin
Naaşının (Cenazesinin) Defnedilmesi
Hatemü'l-Enbiyâ
Efendimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem’in pâk ruhları artık a'lâyı illiyyine (en
yüksek makama) yükselmişti. Ezvâc-ı Tahirat üzerine bir örtü örttüler ve
feryada başladılar.
O
sırada annesi tarafından Hz. Resûlullah'ın son anlarını yaşadığını haber alan
Hz. Üsâme Radiyallahü Anh hareket etmeyip ordusuyla Mescid-i Şerife gitmişti.
Hâne-i Saadette feryad ve figanın yükseldiğini duyan ashab, kalblerinden
vurulmuşa döndüler. Sanki gök kubbe bir anda yıkılmış gibiydi. Herkesin nutku
tutulmuş, gözler damla damla keder ve hüzün akıtıyordu.
Cesaret
ve adalet timsali Hz. Ömer Radiyallahü Anh bile kendisini bu dehşetli ânın
tesirinden kurtaramadı; hattâ herkesten daha çok dehşete kapılarak şöyle
bağırdı:
"Resûlullah
ölmemiştir ve sağdır. Ona sadece Hz. Musa Aleyhisselâm'a ârız olan saika gibi
bir saika arız olmuştur. Kim Muhammed öldü derse onu kılıcımla iki parça
ederim."1
Halkı
Teskin Eden Sıddık-ı Ekber Radiyallahü Anh
Hz.
Ebû Bekir Radiyallahü Anh o sırada Sünh Mahallesindeki evinde bulunuyordu.
Yürekleri dağlayan haberi kendisine ulaştırdılar. Gönlünün bir parçasının âdeta
koptuğunu fark eden Hz. Ebû Bekir sür'atle Hâne-i Saadete girdi.
Dehşet
ve hayret içinde Fahr-i Kâinatın mübârek yüzlerini örten örtüyü kaldırdı. Yüzü
tecessüm etmiş bir nurdu. Eğildi, tazim ve hürmetle pâk ve nurlu alınlarından
üç kere öptü. Akan gözyaşları arasında dilinden dökülen kelimeler şunlar oldu:
"Ölümün
de hayatın gibi temiz ve lâtif, yâ Resûlallah!"2
Sonra
da Ehl-i Beyte teselli verdi.
Hz.
Ebû Bekir İle Hz. Ömer
Hz.
Ebû Bekir, Hâne-i Saadetten çıktıktan sonra Mescid-i Şerife vardı. Hz. Ömer'in
"Resûlullah vefât etmedi" sözlerini duymuştu. Bunun üzerine şöyle
konuştu:
"Kim
ki Muhammed'e Sallallahü Aleyhi Vesellem tapıyorsa, bilsin ki, Muhammed Sallallahü
Aleyhi Vesellem ölmüştür. Kim ki Allah'a ibadet ve kulluk ediyorsa bilsin ki,
Allah Hayy'dır, ölümsüzdür."3
Sonra
da şu âyet-i kerimeyi okudu:
"Muhammed
ancak bir peygamberdir. Ondan önce de nice peygamberler gelip geçti. O ölür
veya öldürülürse gerisin geri mi döneceksiniz? Kim geri dönerse Allah'a en
küçük bir zarar vermiş olmaz. Fakat şükredenlere Allah mükâfatını
verecektir."4
Bu
âyet-i kerime, Uhud Muharebesinde, "Muhammed öldürüldü" şâyiası üzerine
nazil olmuştu. Ashab; onu belki yüzlerce, binlerce defa okumuş oldukları halde,
o andaki teessür sebebiyle bir anda unutuvermişlerdi sanki!
İşte,
yalnız metanetini muhafaza eden Hz. Ebû Bekir Radiyallahü Anh bunu unutmamış ve
ashaba hatırlatmakla en büyük hizmeti ve vazifeyi ifâ etmiş oluyordu.
Bu
hitabe ve bu âyet-i kerimeyi hatırlamaları üzerine sahabîler kendilerine
geldiler. Bir anda toparlandılar ve şaşkınlıklarını üzerlerinden attılar.
Daha
sonra Hz. Ebû Bekir Radiyallahü Anh şu meâldeki âyet-i kerimeyi okudu:
"Muhakkak
ki sen de öleceksin, onlar da ölecekler."5
Metanetini
yitirmeyen Hz. Ebû Bekir Radiyallahü Anh bu hitabesiyle o zamanki İslâm
cemaatına büyük bir hizmet ifâ etmiş oluyordu.
Ashabı
Güzîn artık Kâinatın Efendisi Sallallahü Aleyhi Vesellem'in bu dünyadan göçmüş
olduğunu anlayıp kabul ettikleri gibi, Hz. Ömer Radiyallahü Anh de;
"Resûlullah ölmemiştir!" sözünü söylemekten vazgeçerek kendine geldi.
Evet,
Medine, Medine olalı beri, Kâinatın Efendisi Sallallahü Aleyhi Vesellem'in
kendisine teşrifi ile duyduğu sevinç kadar hiç bir sevinç duymamıştı. Şimdi ise
aynı Medine en büyük hüzün ve keder ânını yaşıyordu. Âdeta semâlarını hüzün ve
kederden bir kara bulut kaplamıştı.
Hz.
Ebû Bekir'in Halife Seçilmesi
Resûl-i
Kibriyâ Efendimizin Sallallahü Aleyhi Vesellem vefatıyla Medine mateme
bürünmüştü. Gözlerden gözyaşı, gönüllerden tahassür, keder ve elem akıyordu.
Ancak,
bununla hiç bir iş hallolmazdı. Müslümanların işlerini görecek, İslâmın
hükümlerini tatbik edecek, Resûl-i Ekrem Efendimize Sallallahü Aleyhi Vesellem
halife olacak bir devlet başkanının seçilmesi gerekliydi.
Bunun
için derhal teşebbüse geçildi. O sırada, bu yüksek makama herkesten en lâyık ve
ehliyetli olan Sıddık-ı Ekber Hz. Ebû Bekir'di. Zira, Ashab-ı Kiramın en yüksek
tabakası en evvel Mekke'de îmân eden seçkin sahabilerdi. Onların da en efdali
Hz. Ebû Bekir idi. Gerçi, Hz. Abbas ve Hz. Ali, akrabalık cihetiyle herkesten
ziyade Resûl-i Ekrem Efendimize Sallallahü Aleyhi Vesellem yakın idiler. Fakat,
Nebiy-yi Muhterem Efendimiz, yâr-ı gârı olan Hz. Ebû Bekir'i ashabının
hepsinden üstün tutardı. Vefatını netice veren hastalığında da bunu
göstermişti. Mescid-i Şerife açılan kapıların hepsini kapattırdığı halde, Hz.
Ebû Bekir'inkini açık bıraktırmıştı. Ebediyyet âlemine göç etmesine üç gün kala
imamlık vazifesini yine ona devretmiş, İslâmın temel şartlarının en mühimi olan
namazda onu bütün Müslümanların önüne geçirmişti.
Bu
sebeple Hz. Resûlullah Sallallahü Aleyhi Vesellem'den sonra, halifeliğe en
lâyık o idi. Nitekim netice de öyle oldu. Resûl-i Ekrem Efendimizin ebediyyet
âlemine irtihal buyurdukları Pazartesi günü öğleden sonra akşama kadar yapılan
uzun konuşma, görüşme ve müzakerelerden sonra Hz. Ebû Bekir Radiyallahü Anh Hz.
Resûlullah Sallallahü Aleyhi Vesellem'ın halifesi seçildi ve ona bîat edildi.
Hz.
Ebû Bekir'e Umumî Biât
Rebiülevvel
ayının on üçü, Salı günü. Hz. Ebû Bekir, Mescid-i Nebevîye geldi. Minbere çıkıp
oturdu.
Henüz
konuşmaya başlamadan önce, Hz. Ömer Radiyallahü Anh ayağa kalktı. Allah'a hamd
ve şükürde bulunduktan sonra, Müslümanlara, "Allah, halifeliği sizin
hayırlınız, Resûlullahın Sallallahü Aleyhi Vesellem yâr-ı gârı olan zâta nasip
etti. Kalkınız, ona bîat ediniz!"
Mescid-i
Şerifte bulunan Müslümanlar kalkıp Hz. Ebû Bekir'e umumî bîat yaptılar.6 Bîat
işi bitince Hz. Ebû Bekir, Allah'a hamd ve şükür ettikten sonra şöyle konuştu:
"Ey
insanlar! Ben, üzerinize vâli ve emir oldum. Halbuki, sizin en hayırlınız
değilim. Eğer iyilik edersem bana yardım ediniz. Fenalık yaparsam bana doğru
yolu gösteriniz!"
"Doğruluk
emânettir. Yalancılık hiyânettir. İnşaallah, içinizdeki en zayıfınız kendisinin
hakkını alıncaya kadar, yanımda en güçlünüz olacaktır! İnşallah, içinizde en
güçlünüz de, üzerine geçirdiği hakkı kendisinden alıncaya kadar benim yanımda
en zayıfınız olacaktır."
Ebû
Bekir Radiyallahü Anh
"Ey
insanlar! Allah yolunda cihadı terk etmeyin! Bilin ki, cihadı terk eden kavim
zelil olur. Ben, Allah ve Resûlüne itâat ettikçe, siz de bana itâat ediniz.
Ben, Allah ve Resûlüne âsi olursam, sizin de bana itâatınız lâzım gelmez."
Ebû
Bekir Radiyallahü Anh
"Kendim
ve sizin için Allah'tan af ve mağfiret dilerim!"7
Peygamber
Efendimizin Yıkanması ve Kefene Sarılması
Rebiülevvel
ayının on ikisi Pazartesi günü, Müslümanlar öğleden sonra akşama kadar işlerini
yürütecek bir halifenin seçimi ile meşgul olduklarından, Peygamberimizin
yıkanması, techiz ve defni Salı gününe kaldı. O gün, Hz. Ebû Bekir'e Mescid-i
Nebevîden umumî bîat yapıldıktan sonra bu işlere başlandı.
Resûl-i
Kibriyâ Efendimizin Hücre-i Saadetlerinde yıkama işiyle meşgul olmak için Hz.
Ali, Hz. Abbas, Fadl bin Abbas, Kusem bin Abbas, Üsâme bin Zeyd ve
Peygamberimizin azadlısı Şükrân (Salih) bulunuyordu.8
Bu
arada Ensarı Kiram da bu ulvî hizmette bulunmak istiyordu. Bu husustaki
arzularını izhar ettiler. Onları temsilen de Hz. Ali Radiyallahü Anh, Evs bin
Havlî'yi içeri aldı.9
Yıkama
işini Hz. Ali Radiyallahü Anh yaptı. Zirâ, Resûl-i Kibriyâ Efendimiz sağlığında
ona, "Vefât ettiğim zaman beni, sen yıka." diye vasiyyet etmişlerdi.
Evs
bin Havlî testi ile su taşıyor, Hz. Abbas ile Üsâme ve Şükrân, Peygamberimizin
üzerine su döküyorlardı. Hz. Ali de eline sarmış olduğu bez ile gömlek
üzerinden oğuşturarak Peygamberimizi Sallallahü Aleyhi Vesellem yıkıyordu.
Mübarek cesedleri son derece temizdi, mis gibi kokuyordu. Hücre-i Saadetin
içini, o âna kadar görülmemiş bir güzel koku kaplamıştı. Peygamber Efendimiz Sallallahü
Aleyhi Vesellem'de, ölülerde görüle gelen şeylerden hiç birinden eser yoktu.
Hz. Ali Radiyallahü Anh yıkarken, "Anam babam sana fedâ olsun! Hayatında
da, vefâtında da temizsin, güzelsin, yâ Resûlallah!"10 diyordu.
Yıkama
işi bittikten sonra Hâtemü'l-Enbiyâ Efendimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem, yine
Hz. Ali, Hz. Abbas, Fadl bin Abbas ve Şükran tarafından kefene sarıldı.11
Peygamberimizin
Üzerine Namaz Kılınması
Rebiülevvel
ayının on üçü, Salı günü öğleye doğru Resûl-i Kibriyâ Efendimizin Sallallahü
Aleyhi Vesellem yıkanma ve kefene sarılma işi tamamlandı. Hücre-i Saadetinde
sedirinin üzerine konuldu. Bundan sonra Hâne-i Saadetlerinin kapısını açtılar.
Önce melekler, sonra erkekler, sonra kadınlar, daha sonra da çocuklar Fahr-i
Alem Efendimize Sallallahü Aleyhi Vesellem karşı bu son vazifelerini huşû ve
hüzün içinde ifâ ettiler.
Resûl-i
Ekrem'in Defni
Resûl-i
Ekremin nereye defnedileceği hususu görüşüldü. Bir kısmı, Mekke'ye
götürülmesini, diğer bir kısmı Medine'de ve Bakî mezarlığına, bazıları ise
Mescidin içine defnedilmesini teklif etti.12
Fakat,
Hz. Ebû Bekir Radiyallahü Anh imdada yetişerek şöyle dedi:
"Ben,
Resûlullah Sallallahü Aleyhi Vesellem'den şu sözü işitmiştim ve hâlâ
unutmamışımdır: 'Cenab-ı Hak, her peygamberin ruhunu o peygamberin defnolunmak istediği
yerde alır.' Dolayısıyla, Resûlullahı istirahat döşeğinin bulunduğu yere
defnetmeliyiz!"13
Bu
teklif Ashab-ı Kiram tarafından benimsendi. Böylece Resûl-i Kibriyâ
Efendimizin, Hz. Âişe'nin evinde yattığı döşeğin altının kabir olarak kazılması
kararlaştırıldı. Bundan sonra döşek kaldırılarak altı lahd tarzında kazıldı.
Hz.
Bilâl'in Müslümanları Ağlatması
Resûl-i
Kibriyâ Efendimiz henüz defnedilmemişti. Bu sırada Hz. Bilâl, hüzün ve hasret
akıtan yanık sesiyle ezan okudu. "Eşhedü Enne Muhammede'r-Resûlullah"
dediği zaman, ashab-ı kiram hüngür hüngür ağlamaya başladı. Mescid-i Nebevî,
ağlama sesleriyle çalkalandı.
Bu,
Hz. Bilâl Radiyallahü Anh'in son ezânı oldu. Resûl-i Kibriyâ Hazretleri Sallallahü
Aleyhi Vesellem defnedildikten sonra
artık ezan okumadı.
Peygamberimizin
Kabre Konması
Çarşamba
gecesinin geç vakitleri idi. Nihâyet, gönül ve gözyaşları arasında Server-i
Kâinatın mübarek na'şını kabrine tevdi ettiler.14
Bu
büyük, eşsiz ve benzersiz hayatın safhalarını gücümüzün yettiği kadar anlatmaya
çalışıp burada bitirirken şöyle duâ ediyoruz:
Allah'ım!
Bizi dünyada Resûlünün sünnetinden ayırma! Ahirette ise şefaatından mahrum
kılma! Âmin... Âmin... Âmin...
Dipnotlar:
1.
Tabakât, 2:266.
2.
A.g.e., 2:263.
3.
Tabakât, 2:268; Buharî, 3:95.
4.
Âl-i imran Sûresi, 144.
5.
Zümer Sûresi, 30.
6.
Sîre, 4:311; Taberî, 3:203.
7.
Sîre, 4:311; Tabakât, 3:183; Taberî, 3:203.
8.
Sîre, 4:312; Tabakât, 2:278-279.
9.
Sîre, 4:312; Müsned, 1:260.
10.
Tabakât, 2:278, 280-281.
11.
Sîre, 4:313; Tabakât, 2:281.
12.
Tabakât, 2:291.
13.
Sîre, 4:314; Tabakât, 2:292.
14.
Tabakât, 2:292; Tirmizî, 3:338.
Selam
ve dua ile...
Sorularla
İslamiyet
Yorumlar
Yorum Gönder