Selmân-ı Fârisî Radiyallahü Anh’ın Bazı Hikmetli Sözleri -2-
001- Rasulullaha sıdk ve muhabbeti sebebiyle Eshab-ı kiramın seçkinleri arasına Rasulullah tarafından dâhil edildi. Muhacirlerle Ensar arasında, Muhacirlerden mi yoksa Ensardan mı meselesinde ihtilaf çıkınca Peygamber efendimiz,
"- Selman bizdendir, Ehl-İ Beyt’tendir!" buyurdu.
002- "Kalb ile
bedenin hali kör ve topal bir kimsenin hali gibidir. Kör bir ağacın altına
gider, fakat onda meyve olduğunu göremez. Topal, ağaçtaki meyveyi görür fakat
alamaz, ilahi nimetleri kalb bilmeli, inanmalı, beden de onunla amil olmalı ki
ahiretteki sonsuz nimetlere kavuşmak nasip olsun."
003- "Müminin ölüm
zamanında alnının terlemesi, gözleri yaşarıp, burun deliklerinin kabarması,
Allah'ü Teâlâ’nın rahmetine nail olduğunun alametidir."
004- Ebu Vail diyor ki: Bir
arkadaşımla Selman'ın ziyaretine gittim. Bize bir miktar arpa ekmeği ile biraz
da tuz getirdi. Arkadaşım "Şu tuzun yanında biraz da sater (kekik gibi bir
ot) olsaydı" dedi. Bunun üzerine Selman matarasını rehin vererek o otu
aldı geldi. Yemeği bitirince arkadaşım, "Bize verdiği nimete kanaat
ettiğimiz, Allah'ü Teâlâ’ya hamd ederiz" dedi. Selman: "Eğer kanaat
etseydin, matara rehin olmazdı" buyurdu.
005- "Dünyada Allah
için tevazu edin. Dünyada tevazu sahibi olanları Allah'ü Teâlâ kıyamet günü
yüceltir."
006- "Eline
geçmediği halde geçmiş gibi nimetlere şükür edip razı olan, eline geçmiş
hükmündedir."
007- "Cehennemin
zulmeti ve azabı, dünyada iken insanların kendilerine ve başkalarına yaptıkları
zulümdür."
008- "Allah'ü Teâlâ
müminin hastalığını ona kefaret yapar ve günahlarının affına sebep olur.
Fâsıkın hastalığı ise, sahibi tarafından bağlanan devenin hali gibidir. Daha
sonra salındığında niçin bağlandığını ve neden salındığını bilmez."
009- "Rasul-i Ekrem,
bizde olmayan şeyi misafir için almak suretiyle külfete girmememizi ve mevcut
ile yetinmemizi bizlere emretti."
010- Selman-ı Farisi
hazretleri ölüm döşeğine yattığı vakit ağladı. Sebebini soranlara
"Dünyadan ayrıldığım için ağlamıyorum. Ancak Rasul-i Ekrem Efendimiz;
"Dünyadan ayrılırken sermayeniz bir yolcunun yol azığından fazla
olmasın" buyurmuştu, işte buna ağlıyorum" dedi. Hâlbuki öldüğü vakit
bıraktığı malın kıymeti on dirhem civarında idi.
011- Bir gün yanında misafiri
olduğu halde Medayin’den çıkıp bir yere gidiyorlardı. Yolda karınları acıktı,
yiyecek bir şeyleri de yoktu. Orada geyikler ve kuşlar vardı. Selman-ı Farisi
hazretleri bir geyik ile bir kuşu yanına çağırdı, ikisi de yanlarına geldi.
Onlara "Bu kimse benim misafirimdir. Sizi ona ikram etmek istiyorum"
dedi. Geyik ve kuş hiç itiraz etmediler. Onları kesip yediler. O zat bu işe çok
hayret etti ve "Ey efendim, geyik ve kuşu çağırdınız hiç kaçmadan yanınıza
geldiler, ben buna hayret ettim" dedi. Hazret-i Selman buyurdu ki: "Bunda
hayret edilecek bir şey yok. Bir kimse Allah'ü Teâlâ’ya itaat eder ve Ona hiç
günah işlemezse, her şey ona itaat eder."
012- Üç şey beni
güldürür, üç şey de ağlatır:
Beni Güldürenler
Ø Ölüm peşinden
geldiği halde dünya için uzun emeller besleyenlere,
Ø Devamlı murakabe
altında bulunan gafillere,
Ø Rabbinin rızasını
mı, yoksa gazabını mı kazandığını bilmeden kahkaha ile gülenlere gülerim.
Beni ağlatan üç husus da şunlardır:
Ø Çok sevdiğim
Muhammed Sallallahü Aleyhi Vesellem ve onun arkadaşlarından ayrılmak.
Ø Ölüm anında
karşılaşılacak olan şiddetli korkular.
Ø Cennete mi yoksa
cehenneme mi gideceğimi bilmeden âlemlerin Rabbi olan Allah’ın huzurunda hesap
vermek için beklemek.
013- Allah Teâlâ bir kul
için onun kötülüklerinden dolayı onun helâkını dilerse, ondan hayâ duygusunu
kaldırır. Sen o zaman onu Allah’ın gazabına uğramış olarak görürsün. Allah’ın
gazabına uğrayınca da ondan merhamet duyguları sıyrılır. O zaman sen onu, kaba
ve insafsız olarak görürsün. Böyle olunca da o cennete riayet etmez olur. O
zaman onu, hain ve hainliği başkalarında kabul edilmiş olarak görürsün. O bu
duruma düşünce, boynundaki İslam bağı çıkarılır. Yani İslam’ın emir ve
yasaklarını dinlemez olur. Artık o, hakikaten melûn ve herkesçe lanetlenmiş
olur.
014- Mü’minin dünyadaki
durumu, doktorunun derdini ve ilacını bildiği bir hastanın durumu gibidir.
Kendisine zararlı olanı ister, doktor onu meneder.
“Ona yaklaşma! Eğer onu yersen (veya kullanırsan)
seni öldürür.” der.
Bu yasaklama, hastanın hastalığından kurtulmasına
kadar devam eder. Mü’minin durumu da böyle; hayata diğerlerinden daha çok
sevdiği birçok şeyi arzu eder, fakat Allah onlardan onu meneder, onu kendisine,
ölüp cennete girinceye kadar yasak eder.
015- İmkân varsa pazara
ilk olarak girmeyiniz, oradan son çıkanda olmayınız. Zira orası şeytanın savaş
meydanıdır. Sancağını oraya dikmiştir.
016- Bir sıkıntın
olduğunda Rabbini an, bir hüküm vereceğin zaman Rabbini hatırla, bir pay
dağıtacağın zaman Rabbini aklına getir.
017- Öleceğin zaman şu
hallerin biri içinde öl. Hac yolunda. Allah için savaşta. Rabbinin mescidini
tamir ederken. Gücün yeterse bunları yap.
018- Ben İslâm’a girdikten sonra soy sop
aramam. Ben İslâm oğlu Selman’ım.
019- Kalp hastalıklarını tedaviye ehil
isen konuş; sözün şifa olur. Şayet değilsen sözlerinle Müslümanı öldürme, yoksa
cehennemi boylarsın!
020- Kendisine hakaret edip, kötü sözler
söyleyen birisine “Eğer ahirette günahlarım ağır, sevaplarım hafif gelirse;
senin söylediğinden çok daha kötüyüm. Yok, günahlarım hafif, sevaplarım ağır
gelirse; senin sözlerinin bana bir zararı olmaz” diye cevap verdi.
021- Kendisine niçin yeni güzel elbise
giymiyorsun diyenlere buyurdu ki: “Kölenin güzel ve iyi elbise ile ne
münasebeti olabilir, âzâd olduğu (Cehennemden kurtulduğu) zaman hiç eskimeyecek
ve çok güzel elbiseler kendisine giydirilecektir.”
022- Kur’ân-ı Kerîm’i tilâvet eden bir
kimseden Hicr süresindeki, “Şüphesiz ki o azgınların hepsine vaad olunan
yer; Cehennemdir.” âyetini işitince, feryâd etti ve başını iki eli arasına
alıp, çıkıp gitti. Üç gün kendine gelemedi. Ne yaptığını dahi fark edemiyordu.
023- Medâyin’de iken Ebü’d-Derdâ’ya
yazdığı mektûbta, “Hastaları tedâvi etmek için tebâbete başladığını
öğrendim. Gerçek tabib isen nasîhata devam et. Çünkü sözün şifadır. Yok, eğer
hakiki tabib değil isen Allah’ü Teâlâ’dan kork, Müslümanların kanına girme!” buyurdu.
024- İtaat eden itaat görür!
025- Selmân Fârisî
Radiyallahü Anh bir defasında Kureyşli’nin biri kendini öve öve tanıtınca ona
şöyle dedi:
“Ben de kendimi tanıtayım; kokmuş sudan yaratıldım,
ölünce kokuşmuş bir et parçası olacağım, sonra hesapların görüleceği bir güne
gideceğim, orada hesap vereceğim, eğer hesabım görülürken terazinin kefelerinde
iyiliklerim ağır gelirse, işte o zaman asıl üstünlük benim olacak. O gün
övünmek benim hakkım. Ama kötülüklerim çok olur, terazinin diğer kefesini
doldurursa nasıl övüneyim? Kötülerin en kötüsü ben olurum, Allah korusun!”
026- Sa‘d b. Ebû Vakkas Radiyallahü
Anh, “Ey Selmân! Bize bir tavsiyede bulun, ne yapâlim?” dedi. Selmân-ı Fârisî
de Radiyallahü Anh ona şu tavsiyelerde bulundu:
“Bir derdin olduğu zaman, Allah’ı zikret. Bir hüküm
vereceğinde Allah’ı hatırla. İnsanlara paylarını dağıtırken Allah’ı unutma.”
027- Sahâbeden Abdullah
b. Selâm Radiyallahü Anh, Selmân-ı Fârisî hazretlerine, “Eğer sen benden önce
ölürsen, neler gördüğünü bana söyle. Ben senden önce ölecek olursam, ben de
sana söyleyeyim, ne dersin?” demişti. O da kabul etti. “Allah izin verirse”
diye sözleştiler ve niyetlendiler.
Selmân-ı Fârisî hazretleri ondan önce vefat etti.
Abdullah b. Selâm Radiyallahü Anh onu rüyasında gördü:
“- Nasılsın, ne âlemdesin?” diye sordu.
“- Hamdolsun, hep iyilikler gördüm.”
“- Seninle sözleşmiştik, bana neler söyleyeceksin?”
“- Sana şunu tavsiye ederim: Yapacağın amellerin en faydalısı
tevekküldür. Sana tevekkülü tavsiye ederim, tevekkül çok güzel bir şey.”
028- Bir mümin dünya
hayatında, hastalığa yakalanmış kişiye benzer. Doktoru yanındadır. Onun
hastalığını bilir, ilâcını da verir. Hasta kendisine zararlı bir şey istediği
zaman, doktoru ona engel olur ve, “Sakın ha, ona yaklaşma! O senin için
zararlıdır” der. Doktorun bu tutumu, hastası iyileşinceye kadar devam eder.
Doktorun bu çabaları sonucu, hastası da Allah’ın izniyle şifa bulur.
İşte mümin de pek çok şey ister. Ama o, bütün isteklerinde
neyin kendisine yararlı nelerin de zararlı olduğunu tam olarak bilemez. Bu
yüzden Allah Teâlâ mümin kulunu korur. Kendisine fırsatlar tanır. Çeşitli
sebepler yaratarak onu zararlı işlerden uzaklaştırır. Mümin kul Allah’a itaat
ederse, öldüğünde cennete gider.
029- Selmân-ı Fârisî Radiyallahü
Anh kendi eliyle sepet örerdi. Ördüğü bu sepetleri satarak geçimini sağlardı.
Kazandığı para ile et ve balık alır; onları pişirir, sofrayı kurar, ardından da
bu sofraya cüzamlı hastaları davet ederdi. Onlarla aynı sofrayı paylaşırdı.
030- Gayet az yerdi. Bir
sofrada kendisine daha ziyade yemesi için ısrar edilince, Peygamber efendimiz
Aleyhisselâm’ın kendisine; "İnsanların ahirette çok açlık çekecek
olanları, dünyada doyuncaya kadar yemek yiyenlerdir!" buyurduğunu haber
verdi. Çok cömert olan Selman Radiyallahü Anh hazretleri günlük gelirinin
çoğunu dağıtırdı ve el emeği ile geçinirdi. Fakirleri daima doyurur, onlarla
beraber yerdi. Kendisi çok ihtiyar olduğu halde kendi işini kendi görürdü. Bir
şey taşırken elleri titrerdi. Halk etrafına toplanır, eşyalarını biz taşıyalım
derler, onlara;
"Hayır, yerine kadar kendim götüreceğim!"
derdi. Hâlbuki emrinde binlerce kişi vardı.
Yorumlar
Yorum Gönder