Sahabe-i Kiram Efendilerimiz Nasıl Namaz Kılardı?
Büyüklerin
namazdaki halleri bizlere onları örnek alma ve namazlarımızı güzelleştirme
gayreti verir, teşvik eder. Bugün sahabe efendilerimizin nasıl namaz
kıldıklarıyla ilgili örnekler vereceğiz. Ta ki, namazlarımızı gözden geçirelim,
nefis muhasebesi yapalım ve onları modellemek için çırpınalım.
Peygamber
Efendimizi Sallallahü Aleyhi Vesellem rehber edinen ashabının ve İslâm
büyüklerinin namaz kılışı çok muhteşemdir.
Abdullah
ibn-i Mes’ud Radiyallahü Ahn namaza kalktığında Allah’ü Teâlâ korkusundan iki
büklüm olur, namaz kılarken evdekilerin konuşmalarını bile duymazdı. Hz. Ali
Efendimizin Radiyallahü Ahn namaz vakti girdiğinde hâli değişir, rengi atar ve
titrerdi.
Sebebi
sorulduğunda şöyle derdi:
– Bilmez
misiniz ki bu vakit, Allah’ü Teâlâ’nın yerlere ve göklere teklif edip de
onların yüklenmekten kaçındığı bir emanetin eda vaktidir. Ben bu emaneti
yüklenmiş bulunuyorum. Yüklendiğim bu İlâhî emaneti en güzel şekilde eda edip
edemeyeceğimi de bilmiyorum…
Yine o
muhteşem sahabenin ayağına ok battığında, namazda iken çıkarılmasını istemişti.
Çünkü namazda iken bütün zerreleriyle Allah’ü Teâlâ’ya yönelip maddî hiçbir
şeyi hissetmediği için bu yola başvurmuştu. Demek namaza öylesine kendini
kaptırmıştı ki, namaz tıpkı ameliyatlardaki anestezi gibi onu kendinden
geçiriyor, dünya ile bağlantısını tamamen kesiyordu.
Ayağındaki
okun çıkarılması çok uzun sürmüştü. Hz. Ali Radiyallahü Ahn, namazı bittiğinde
şu soruyu sormuştu:
– Oku
çıkardınız mı?
Yaralıyken
bile sabah namazını kıldı.
Peygamber Efendimizin
güzide sahabeleri namaza öylesine önem verirlerdi ki, onun uğrunda hiçbir engel
tanımazlardı. Namaz yolunda savaş, yaralanma, ölüm bile vız gelirdi.
Dünyada iken
Cennetle müjdelenenlerden Hz. Ömer Radiyallahü Ahn, kanlı bir suikasta
uğramıştı. Yarasından kanlar akarken evine getirilmişti.
– Yemek
ister misin, diye sormuşlardı.
– Hayır,
cevabını vermişti.
– Su içer
misin?
– Hayır.
Bunun
üzerine etrafındaki sahabeler:
– Namaz
kılacak mısınız, diye sormuşlardı.
Hz. Ömer’in
âdeta gözleri parlamış, yavaş yavaş enerjisi tükenmekte olan vücuduna can
gelmişti.
– Evet,
kılacağım, dedi.
O yüce
insan, yarasından kanlar akarken sabah namazını kılmış, namazı terk etmeyi
aklından bile geçirmemişti.
Namaz
kılmaktan usanmazdı
Peygamber
Efendimizin Sallallahü Aleyhi Vesellem hanımlarından Hz. Zeynep Validemiz,
ibadetlerine çok düşkündü. Saatlerce nafile namaz kılar, yine usanmazdı.
Bir gün Hz.
Peygamber Sallallahü Aleyhi Vesellem mescide girince, iki sütun arasına
çekilmiş bir ip gördü.
– Bu ip
neyin nesidir, diye sahabelere sordu.
– Hz.
Zeyneb’in ipidir. Gece ayakta namaz kılmaktan yorulunca ona asılarak devam
eder, cevabını verdiler.
Bunun
üzerine Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi Vesellem:
– Hayır,
böyle olmaz. Onu hemen çözün. Sizden biriniz zinde olduğu sürece namazını
ayakta kılsın, yorulunca da oturarak devam etsin, buyurdu.
Namazdayken
konuşulanları duymazdı
Abdullah bin
Mes’ud Radiyallahü Ahn, namaz kılacağı zaman “dürülmüş elbise” gibi olurdu. Allah’ü
Teâlâ huzuruna çıkacağı için duyduğu heyecan ve saygıdan iki büklüm olduğunu
görenler şaşırırdı…
Ancak o,
namazda iken çevresiyle irtibatını keser, hatta evdekilerin konuştuklarını bile
duymazdı. Bazen namaz kılacağı zaman, evdekiler:
– Susun, ses
çıkarmayın, Abdullah namaz kılacak, derlerdi.
Ancak o,
kendinden gayet emin, namazdaki huşûunu hiçbir şeyin bozamayacağını bildiği
için şu cevabı verirdi:
–
İstediğinizi konuşun… Ben namazdayken sizin konuştuklarınızı duymuyorum.
Hz. Enes’in
kavme ve celseleri çok uzundu
Hz. Enes Radiyallahü
Ahn sahabelerin önde gelenlerindendi. Annesi Ümmü Süleym onu küçük yaşta
Peygamberimizin Sallallahü Aleyhi Vesellem hizmetine vermişti. Hz. Enes Radiyallahü
Ahn, on yıl Peygamber Efendimizin Sallallahü Aleyhi Vesellem hizmetinde
bulunarak “Hâdim-i Nebevî [Peygamber’in Hizmetkârı]” unvanını almıştı.
Öyle
güzel, öyle huşû içinde ve tâdil-i erkâna dikkat ederek namaz kılardı ki,
görenler hayran olurdu…
Bir gün Hz.
Enes’in namazını tarif eden hadis rivayetçilerinden Sabit, şunları anlatmıştı:
– Enes Radiyallahü
Ahn, sizde görmediğim bir şey yapardı. Başını rükûdan kaldırdığı zaman gören
“secde etmeyi unuttu” diyecek kadar ayakta dikilirdi. Başını secdeden
kaldırdığı zaman iki secde arasında da yine gören secdeyi unuttu diyecek kadar
dururdu.
Ver o
“ah”ı bana, namazımı vereyim sana
Asr-ı
Saadeti güzelleştiren ve benzersiz hâle getiren özelliklerden birisi de,
Mescid-i Nebevî’de cemaatle kılınan namazlardı.
Çünkü iki
cihan serveri Peygamber Efendimizin Sallallahü Aleyhi Vesellem imamlığında
kılınan namazlar bambaşka bir feyiz ve maneviyat taşır, sahabeler Efendimizle Sallallahü
Aleyhi Vesellem namaz kılmak için can atar, hatta ezandan saatlerce önce
mescide akın edenler olurdu.
Bir sahabe
günlük işlerini yaparken cemaate geç kalmış, mescide heyecanla ve koşarak
gelmişti. Tek derdi, Efendimizin kıldırdığı namaza yetişebilmekti.
Ne var ki,
bir kısım sahabenin mescitten çıkmakta olduğunu gördü. Yoksa namaz bitmiş
miydi?
Son bir
ümitle sahabelere sordu:
–
Resulullah’ın kıldırdığı namaz bitti mi?
Arkadaşları
şu üzücü cevabı verdiler:
– Evet,
namaz bitti.
O yüce
namaza, o kudsî cemaate yetişemediğini anlayan sahabe öyle bir “Ah!” çekmişti
ki, sahabeler onun pişmanlığını takdir etmişler, Resulullah’la birlikte kılınan
namaza duyduğu sevgiye hayran olmuşlardı.
Nitekim
sahabeden birisi dayanamamış ve şunları söylemişti:
– Ver o
“âh”ını bana. Namazımı vereyim sana.
Bütün
gece ibadet ederdi
Selman-ı
Farisî Radiyallahü Ahn gece karanlığı bastığı zaman, namaz kılmaya başlardı.
Namazdan yorulunca dili ile Allah’ü Teâlâ’yı zikretmeye yönelirdi.
Dili
zikirden yorulduğu zaman da Yüce Allah’ü Teâlâ’nın varlığına, birliğine delâlet
eden âyetleri, onun büyüklüğünü düşünmeye başlardı.
Bundan sonra
nefsine şöyle derdi:
– Dinlendin
artık, namaza kalk.
Bir süre
namaz kıldıktan sonra, diline şöyle derdi:
– Dinlendin
artık, Allah’ü Teâlâ’yı zikretmeye başla.
Bütün gece
bu şekilde ibadet ederdi.
Mescide
çadır kurdurmuştu
Sahabe
efendilerimizin büyüklerinden olan Sa’d bin Muaz Radiyallahü Ahn Hazretleri,
Hendek Savaşı’nda büyük bir yara almıştı. Yarası ağırlaşınca Peygamber Efendimiz
yanına gelip onu kucakladı ve:
– Allah’ü
Teâlâ’yım, Sa’d, Senin rızan için Senin yolunda cihat etti. Resulünü de tasdik
etti. Ona kolaylık ihsan eyle, buyurarak dua etti.
Sa’d bin
Muaz için Mescid-i Nebevî’de çadır kuruldu. Orada istirahat ediyor, namazını
kılıyordu. Çok ağır yarasına rağmen namazlarını asla ihmal etmiyordu. Bir
müddet sonra şehit oldu.
Peygamber
Efendimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem vefatına çok üzüldü. Kabri kazılırken
etrafa mis gibi bir koku yayılıyordu. Efendimiz onun hakkında şöyle buyurmuştu:
– Sa’d bin
Muaz’ın vefatı üzerine Rahman’ın arşı titredi. Onun için yeryüzüne bugüne kadar
hiç inmemiş 70 bin melek indi ve cenazesini taşıdı.
Sa’d bin
Muaz namazı çok önemserdi. Bu hususta şöyle demişti:
– Müslüman
olduğum günden beri namaz kılarken hatırıma hiçbir şey getirmedim. Resul-i
Ekrem’in her söylediğinin hak olduğuna inandım, kabul ettim.
Ben üç şeyde
kuvvetli olduğum kadar, hiçbir şeyde kuvvetli olmadım.
Birincisi
namazdır. Müslüman olduğumdan beri başladığım hiçbir namazda, bir an önce
bitirsem diye hatırıma bir şey gelmedi.
İkincisi;
bir cenazeye yardıma çıktığımda cenaze defnedilinceye kadar, ölümden başka
hatırımdan hiçbir şey geçmezdi.
Üçüncüsü;
Resulullah’ın Sallallahü Aleyhi Vesellem her buyurduğunu kabul ettim, bunda hiç
tereddüt etmedim.
Örnek
verdiğimiz bu muhteşem namazları belki hakkıyla modelleyemeyiz. Fakat biraz
gayret ederek bugünkü namazlarımızı dünden yarınkileri de bugünden daha
kaliteli hâle getirebiliriz.
Yorumlar
Yorum Gönder