Medeniyetin İnce Çizgisi: Hat Sanatı
Medeniyetin İnce Çizgisi: Hat Sanatı
“Sen çalış, sîneye
sığmaz deme, âsâr-ı ulûm,
Bir küçük âyinede aks-ı
semâ zâhir olur.”
Mehmed Akif Ersoy
Altından çizgiler koyu yeşil
zemin üzerinde nazlı nazlı ve âhenk içinde dans ediyor sanki sınırları yokmuş
gibi… Ihlamur ağacından kasnağını aşıp ilâhî bir vecd ile Ayasofya kubbesini
dört dönecekmiş gibi… Lafzatullah’ı, muazzam terkîbi ile bütün dünyâya
haykıracakmış gibi…
Nizâmı, endâzesi, noktalama
hesaplarıyla kusursuz, ecdâdın en güzeline ulaşma çabası ile ilmek ilmek
işlediği medeniyetin tek bir bakışta tezâhürü… Asırlara meydan okuyan Ayasofya
Câmii’nde Kazasker Mustafa İzzet Efendi imzâlı, Allah lafzının da içinde
bulunduğu levhalar hat sanatının en değerli örneklerindendir.
Levhalar, 7,5 metre çapında
dünyânın sanat eseri kategorisindeki ilk celî yazısı olarak kabûl edilmektedir.
Zerendud tekniğinde, altın uygulanarak hazırlanan yazının kalem ağzı genişliği
35 santimdir. Takım hâlinde yazılan Hulefâ-i Râşidîn ve Hasaneyn
Efendilerimizin isimleri ve Câmi kubbesinde yer alan Nûr Sûresi istifi,
döneminin önemli hattatlarından olan Kazasker Mustafa İzzet Efendi tarafından
incelikle hazırlanmıştır. Boyutları ve zarâfeti ile en kudretli örneğini
Ayasofya Câmii kubbe ve levhalarında gördüğümüz yazılar, hat sanatında
ulaştığımız noktayı kanıtlar niteliktedir.1
İstanbul’un fethi ile şehrin
târihî simgesi olan Ayasofya, Fatih Sultan Mehmed’in fermânı üzerine câmiye
çevrilmiş, kılıç hakkı olarak İslâmî tezyînatla donatılarak en önemli
mâbedlerden biri olmak üzere hazırlanmıştır. Uzun yıllar sonra Sultan
Abdülmecid’in emri ile bakım ve onarıma alınan câmi, Kazasker Mustafa İzzet
Efendi’nin hazırladığı câmi levhaları ile estetik açıdan bambaşka bir ifâde
kazanmıştır.
Hat sanatı hayâtımızın her
noktasına; yazma eserlere, levhalara, çeşmelere, mezartaşı kitâbelerine; bâzan
mürekkep ile kâğıt üzerine, bâzan mermere hakkedilerek bize dilimizi,
kimliğimizi sessiz bir şekilde haykırmaktadır.
İslâmiyet’in doğuşu ve
yayılmasıyla sınırlarını aşan Arap yazısı, Müslümanlar tarafından benimsenerek
bütün İslâm devletleri tarafından kullanıldığı için İslâm yazısı olarak kabûl
edilmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’i en güzel şekilde kaydetme çabası ile yazılan
eserler, Hz. Muhammed Sallallahü Aleyhi Vesellem devrinden îtibâren gelişerek
devâm etmiştir. Farklı coğrafyalara yayılarak değişikliklere uğramış ve
Osmanlılar döneminde zirveye ulaşmıştır.
Kitap sanatlarımızın önemli
sahalarından biri olan Hat sanatı, Türk sanatkârların elinde millî bir kimlik
kazanarak incelikli eserlerin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Fatih Sultan Mehmed
ve Sultan II. Bâyezid gibi Osmanlı Döneminin sanatı ve sanatkârı teşvîk eden
kitapsever sultanlarının, sanatlarımızın gelişmesinde payı oldukça büyüktür.
Şehzâdeliği sırasında Sultan II.
Mustafa; Kur’ân hattatlığında âdetâ mûcizevî bir kaleme sâhip olan Hâfız
Osman’dan hüsn-i hat meşketme şansına erişmiştir. Bir dersleri sırasında
tevâzuu elden bırakmayan ve yazarken hokkasını tutacak kadar hocasına hürmet
gösteren Sultan II. Mustafa’nın, “Artık bir Hâfız Osman Efendi de yetişmez!”
demesi üzerine:
“Efendimiz gibi hocasına
hokka tutan pâdişahlar geldikçe, daha çok Hâfız Osmanlar yetişir Hünkârım!”
Cevâbını veren Hâfız Osman,
sanatın ancak devletin desteği ile yükseleceğini belirtmiştir.2
15. yüzyıl, Türk Hat sanatı için
gelecek nesiller adına büyük gelişmelerin yaşandığı, yeni bir üslûbun doğduğu
dönem olmuştur. Aklâm-ı sitte adı verilen tevkî, rikâ, muhakkak, reyhânî,
sülüs, nesih yazı türlerinde büyük yenilikler yapılmış, yazıda en olgun
seviyeye çıkılmıştır. Dönemin önemli sanatkârlarından Şeyh Hamdullah ve Ahmed
Karahisârî bileklerinin kudreti ile ölçü, şekil, metin, mürekkep ve kâğıt
terbiyesine kadar birçok konuda örnek olmuşlardır. 17. yüzyılda Hâfız Osman, 18
ve 19. yüzyıllarda Yesârizâde Mustafa İzzet Efendi ve Mustafa Râkım geleneğe
sâhip çıkarak hat sanatını en olgun seviyeye çıkarmış, yazının başkentini
İstanbul yapmışlardır.
Remzi Oğuz Arık, asırlardır
üzerimizde taşıdığımız estetik değerleri Avrupa etkisi ile kaybettiğimiz bu son
dönemde özellikle mîmârî yapıları, Türk sanatına dikilen birer mezartaşı olarak
nitelendirmiştir. Lâkin bu dönemin tek hârikasının “yazımız” olduğunu ifâde
ederek hat sanatkârlarını methetmiştir.3
Hat sanatına yön veren büyük
ustaların kalemi ile târih içerisinde akıp giden ve millî bir ifâde kazanan
yazı sanatımız; Kemal Batanay, Tuğrakeş İsmail Hakkı Altunbezer, Kâmil Akdik,
Necmeddin Okyay, Macit Ayral gibi son dönem hattatları ve onların talebeleri
ile de günümüze rûhunu kaybetmeden ulaşmıştır.
Ürettikleri eserlerin letâfeti
ruhlarına yansımış sanatkârlarımız, edep ve ahlâkları ile de sanatlarını
üstlerinde taşımışlardır. Örneğin; tekke terbiyesine sâhip, ilim, irfan, mûsikî
ve hat sanatına adadığı ömrü ile Kemal Batanay, güzel yazıya olan ilgisinin
yanında Kur’ân-ı Kerîm’i hayâtının merkezine almış bir sanatkârdır. Döneminin
önemli hattatlarından Hulûsî Efendi’nin öğrencisi olan Kemal Batanay, vapurda,
otobüste her fırsatta cebinden hiç eksik etmediği Kur’ân-ı Kerîm’i açarak
hıfzını yenilerdi. İstanbul’un selâtin câmilerinde Ramazan mukabeleleri de
okuyan Hattat, namazlarını hatim ile kılardı.
Üstâd Kemal Batanay, 1942
yılında kaleme aldığı “Bir Tehassür” adlı şiirinde Kur’ân-ı Kerîm’e olan muhabbetini
ve bağlılığını samîmî bir ifâde ile dile getirmiştir.
Bir Tehassür
Âşıkım Kur’ân’ına ey girdigâr,
Ver bu yolda aşkıma cây-ı karâr!
Lutfedip bu aşkıma kandır beni,
Hizmetinde dâim eyle bendeni!
Rûhuma sindir kelâm-ı hikmetin,
Anda fer bulsun hitâb-ı izzetin!
Kaplasın feyzin ilâhi cismimi,
Defter-i ebrâra yazdır ismimi!
Yâ ilâhi fâriğ etme Kur’ân’dan,
Son nefeste sen ayırma îmandan!4
Üstâd Kemal Batanay
İbâdet hassâsiyetiyle eser
üreten hat sanatkârları için her gün meşk etmek yazılarının güzelliği açısından
önemli bir husustur. Sultan II. Mahmud döneminde eserler üreten Kazasker
Mustafa İzzet Efendi, Eyüp Sultan Câmii hatipliği yaptığı sırada Cuma günleri
hutbe hazırlığı yapmasından mütevellit o güne hürmeten yazı yazamazmış. Bunun
üzerine “Cumartesi günü yazdıklarımı, aradan kırk yıl geçse, ensesinden
tanırım.” diyerek yazı meşk etmenin ne kadar hassas bir konu olduğunu nükteli
bir şekilde dile getirmiştir.5
İslâm harfleri formları ve
estetik özellikleriyle levhalarda, yazma eserlerde, kitâbelerde gözlerimizi
dinlendirirken, gönlümüzü de ferahlatır, zihnimize berraklık kazandırır. Türk
sanatkârların en yüksek mertebeye çıkardığı yazı sanatımızla ünsiyetimizi
artırarak ona hak ettiği değeri vermeliyiz. Defalarca farkında olmadan önünden
geçtiğimiz kitâbelere, geçmişimizle bağımız ve gelecek nesillerimize emânetimiz
olarak bakabilmemiz duâsıyla…
Dipnotlar:
1 Murat Özer, “Ayasofya’nın
Nişânesi, Kazasker Mustafa İzzet Efendi” Kuveyt Türk Katılım Bankası Kültür
Yayınları Dizisi, 2020, sy:172.
2 Uğur Derman, Ömrümün Bereketi
2, Kubbealtı neşriyatı, İstanbul 2019,sy.157.
3 Remzi Oğuz Arık, Türk Sanatı
ve Arkeoloji Yazıları, Dergâh yayınları, İstanbul,2017.
4 Muhittin Serin, “Türk Hat
Üstadları 3, Kemal Batanay”, Kubbealtı neşriyatı 2006,sy: 52,53
5 Uğur Derman, Ömrümün Bereketi,
Kubbealtı neşriyatı, İstanbul 2011, sy.175.
Kaynak: Yenidünya Dergisi Şubat 2021, Sayfa:48-50
Yorumlar
Yorum Gönder