Hırsızlıkla Suçlanan Gemideki Derviş
Hırsızlıkla Suçlanan Gemideki Derviş
Bir
gemide bir derviş vardı. Yükü ve eşyası yoktu. İyi huylarından, mertlik ve
insanlıktan bir yastığa dayanmıştı. Gemi suların üzerinde akıp giderken, bir
ara gemide bir kese altın kayboldu.
Derviş
ise o sırada uyumuştu. Herkesi aradılar, bulamadılar; biri de o dervişi
gösterdi. Ve:
“-
Şu uyuyan fakiri arayalım.”
dedi.
Para
sahibi, derdinden dolayı, yok yere onu uyandırdı. O masum dervişe itham dolu
bakışlarla:
“-Bu
gemide bir kese altın kayboldu. Herkesi aradık; bulamadık. Sıra sende! Hırkanı
çıkar, soyun da halkın şüphesi kalmasın!”
Dedi.
Derviş:
“-
Ya Rabbi! Masum kulunu suçlu buluyorlar, halimi Sana arz ediyorum! Diyerek Hakk’a iltica etti. Gemidekiler, dervişe gönül kırıcı
bir şekilde davranmışlardı.
O
temiz gönlün sahibi, yani Hak Teâlâ ise, onun kırılmasına razı olmadığından,
balıklara emretti ve o anda denizin her tarafından sayısız balık başını
çıkardı. Her birinin ağzında, çok kıymetli iri bir inci vardı. Her birinin
ağzında bir inci vardı ama ne inci... O incilerden her biri, bir memleket geliri
değerinde idi. Allah tarafından lütfediliyordu. Kimsenin o incilerde hakkı
yoktu.
Derviş
balıkların ağzından birkaç inci alıp geminin ortasına attı. Kendisi de sıçrayıp
havada iskemleye oturur gibi oturdu. Padişahların tahtlarına oturdukları gibi
bağdaş kurmuş, havada duruyordu. Gemi de onun önünde gitmede idi. Gemidekilere
seslenerek dedi ki: Haydi gidin; gemi sizin olsun Hak benim olsun! O ne beni
hırsızlıkla suçlar ne de beni kusurlarımı açığa vuran birisinin eline bırakır.
Gemide
bulunanlar:
“-
Ey ulu kul! Sana bu yüce makamı ne yüzden verdiler?” Diye seslendiler.
Derviş:
“-
Mana sultanlarına saygı gösterdiğim için verdiler! Yoksullara karşı da hiç kötü
zanna kapılmadım. O latif ve nefesi hoş yoksullar yok mu; Abese suresi, onları
yüceltmek için geldi. Onların yoksulluğu dünyalık için veya dünyaya sarılmak
için değildir. Onların dünyada Hak’tan başka hiçbir şeyi olmadığından, onlar
yoksulluğu benimsemişlerdir!”
dedi.
Bir
şiirde bu incelik şöyle anlatılmıştır:
“Fukara
kalbine her kim dokuna;
Dokuna
sinesi Allah okuna!”
Bu kıssadan hisse çıkaran Hazreti
Mevlana şöyle ifade buyurur:
“İnsanı
inciten kişinin, Allah’ı incittiğinden haberi yoktur. O bilmiyor ki bu küpün
suyu, Hak ırmağının suyu ile birleşmiştir. Bilgisizliğimiz, körlüğümüz yüzünden,
Hakk’ın velilerini hor görmek, onları incitmek istiyoruz. İbtilâ, belaya
uğrayış bir hastalıktır, belaya uğrayan kişiye acırlar, ama ahmaklık öyle bir
hastalıktır ki başkalarını da yaralar ve incitir. Ahmaklar, insan yapısı
mescide saygı gösterirler de, gönül sahiplerinin gönüllerini kırmaya
çalışırlar. Bu gönül evinin içinde kimin bulunduğunu biliyorsanız, bu gönül
sahibinin kapısı önünde ettiğiniz terbiyesizlik nedendir? Oysa bir Allah
adamının, yani bir peygamberin veya velinin gönlü incinmeyince, Allah hiçbir
kavmi rezil ve rüsvay etmemiştir. Dolayısıyla tasavvuf, incitmemek bahsi
üzerinde ziyadesiyle durur. Öyle ki, incinmemek derecesinde…”
Yorumlar
Yorum Gönder