Kuranı Kerimin Mucizeleri, Sırları


Kuranı Kerimin Mucizeleri, Sırları

Benzersizlik Mucizesi

Kur'an'ın en önemli hikmeti benzersizlik sırrıdır. O kendi lisanı ve özel ahengi içinde okununca; insanın temel vasfı olan duyma hassasını yitirmemiş her insan, onun benzersizliğini hemen sezer. Onun bilinen, sözlerden hiç birine benzemediğini derhal fark eder. Bu hikmetin nedeni, yitirdiğimiz mono hafızamızdaki dini aksisedadır. İnsanın kalbi; gönlü, Kur'an dalgalarına göre ayarlanmış hassas bir alıcıdır. Onu işitince derhal canlı bir ekran gibi anlaşılması güç bir görüntü verir. Bu yüzden K'ur'an'da bitmeyen bir tazelik, bozulması imkânsız bir safiyet (berrak bir arıtılmışlık) sezilir. Lisanı, belli bir dili temsil etmesine; yani Arapça olmasına rağmen çok net bir anlaşılırlık sezilir.Ahengi öylesine esrarlıdır ki konular âdeta bu ritm içinde canlı gibi yaşanır.

Eskimezliği:
Bilindiği gibi kula ait her söz ve yazı zaman rüzgarı altında yıpranır, eskir ve etkisini kaybeder. Allah kelâmı olan Kur'an ise her geçen gün tazelenir, güçlenir. Her hükmü zamanını aşarak asırlar ötesine hükmeder. Kur'an dışında her yazılan, zamanının bilgi ve yargılarını taşıdığından değerini yitirmeye mahkûm olmuştur. Çok eskiden örnek almaya gerek yoktur. Henüz yüzyılımızın başında ortaya atılan felsefi doktrinler, çağının ateist, materyalist görüşlerine dayandığından günümüzde hemen eskimiş, yapılan tüm yamalara rağmen değerlerini yitirmişlerdir. Hâlbuki Kur'an'ın indiği çağlarda anlaşılması imkansız birçok hükümleri, yeni yeni anlaşılabilmektedir. Kur'an'ın inzal olduğu çağda yeryüzünde ilim bağımlı, sosyal ve ekonomik yapı tam bir keşmekeş içinde idi. Yalnız kaba kuvvet dışında topluma etki yapan hiç bir güç tanınmıyordu. Kur'an, dünyanın bu çılgın sapkınlığına tek başına karşı koydu. İlmi tüm güçlerin başına geçirdi. Ahlâkın toplumda tek dayanak olduğunu ilan etti ve uyguladı. Bugün insanların, insanlık adına övüneceği tüm ilkeleri, inanan-inanmayan, tüm toplumlara kabul ettirdi. Yüzyılımızda hâlâ tartışma konusu olabilen insan eşitliği ilkesini, çıkarcı güçlerin tüm direncine rağmen kabul ettirdi. Çağımızın insan hakları konusunda en büyük düşünürü sayılan Roger Garaudy bu gerçeği tesbit ederek 1981 yılının Nisan ayında Müslüman oldu ve Kur'an için: «Çağların daima en önünde giden Allah kelâmıdır» dedi. Bugünün batı dünyasının bilim adamları R. Garaudy için ne diyecekler bilmem. Fakat daha 1982 yılı sonuna kadar bizdeki aydınlar onun için son üç yüzyılın en büyük düşünürü diyorlardı. Bir batılı bilim eleştirmeni de onun için «Tüm bilimsel doktrinler kaybolsa, o en güzelini yeniden kurar» diyordu. İşte Garaudy bilimsel doktrinini kurdu ve: «Benim doktrinim Kur'an'dır, çünkü o yeryüzünde eskimeyen, çağları arkasında sürükleyecek kitabdır» dedi. Bir savaş, bir bilimsel buluş, anında inançları, düşünce yargılarını, derhal yok etmektedir. 15 Asırdır yüzlerce savaş, binlerce bilimsel keşif bile Kur'an'ın tazeliğini korumasını engellememiş, aksine onun gerçeklerine bizi büsbütün yaklaştırmış, hayranlığımızı artırmıştır. Yeryüzündeki tüm düşünceler, inançlar, mutlaka Kur'an'ın hikmetlerinden birini taşırsa ayakta kalır. Ve de Kur' an tüm bu fikirlerin üstünde onlara hâkimdir. Ona ters düşen her inanç çürür, yok olur, ondan güç alan düşünceler ise canlı ve taze kalır. Yine batılı bir düşünür (Bernard Shaw) «Sizce yeryüzünde en ilginç olay nedir?» diye sorulduğunda: «Yeryüzünde bunca kavga ve düşünce kargaşasına rağmen, Kur'an'ın tazeliğini, korumasıdır» diye cevap vermiştir. Kur'an, güzeli, gerçek insanın mizacını dile getirmektedir. Onun hükümlerine, ahlâkına ters düşen, mutsuzluğa ve çıkar kavgasında eskiyip yok olmağa mahkûmdur.

Kur'an'ın sırrı:
Yine Kur'an'ın Allah kelamı oluşunun bir simgesi de onun arılığıdır. Her eser zamanın etkisi ile çağının bilimsel inançlarını ve de toplumun şartlarına ait izleri mutlaka taşır. Kur'an'da ne çağının ne de çağının öncesinin etkisini bir nebze olsun görmek mümkün değildir. Örnekler Sonsuzdur. Ancak birkaç konuda misallendirmek istiyorum: Kadın Konusu: Gerek Kur'an'dan önce, gerek Kur'an'ın inzal olduğu yıllarda hiç bir sosyal ilgide ve politikada kadın kesinlikle var sayılmıyordu. İlk kez Kur'an, kadına tüm politik ve sosyal konularda erkekle eşit şartlarda hitap etti. Kur'an'ın bu tarzı, çağında çok yadırgandı. Halbuki Kur'an, erkek ve kadına ayrı ayrı hitap ederek o ân için büyük bir fikir inkılâbı getiriyordu, Hukuk Alanında: Getirdiği tüm kurallar kesinlikle ne Arap hukukuna ve ne de çevredeki ulusların hukukuna benzemez. Bilim Açısından: Ne zamanının, ne de kendinden öncesinin izini Kur'an'da bulmak mümkün değildir. Hatta o günün bilimine sıkı sıkıya bağlı olanlar, Kur'an'ın kendi bilimlerine ters düşmesini, kendi inançları ile çok zor uyuşturuyorlardı. Kur'an, asırlar ötesinin fiziğini. astronomisini ihtiva ediyordu. Elbette ki Parite teorilerini, Kuanttan çekime kadar en önemli yasalarını anlatan Kur'an'ın bilimsel âyetleri, asırlar boyu hayretle gözlendi. Hele güneşin 7 gezegeninin; bu sistemin Kur'an'da yer almaması tüm bilim adamlarınca yadırganıyordu. Çünki Kur'an'ın inzal olduğu asırda Güneşin 7 gezegeni, gezegen olarak bilinmese bile, o zamanın yıldız bilimiyle uğraşan âlimlerce pek muteber bir ilmî gerçek sayılıyordu. Kur'an bu 7 gezegenden bahsetmiş olsa idi, onlar bunu bilimsel bir gerçek sanacaklardı; ama çağımızda bilimsel bir tezat ortaya çıkacaktı. Kur'an'ın safiyetinde bu tarz yanlış bilgilerin bulunmaması büyük bir mucize unsurudur. Hâlbuki Kur'an'ın en büyük mucizelerinden biri, işte çağının tüm astronomi bilgilerine rağbet etmemesidir. Tıp ve biyoloji konusunda da Kur'an, tek bir yanlışa fırsat vermemiştir. İşte Kur'an, içinde çağının etkisi olmayan ve böylece bilimsel arınmışlığını koruyan tek kitaptır. Çünkü Allah kelâmıdır. Kur'ân'ı tetkik eden her gerçek bilim adamı, Kur'an'daki bu sâfiyete hayran kalır.

Kur'an'ın Lisanı:
Birçok âyetlerde, Kur'an'ın bir hikmetler kaynağı olduğu, anlaşılabilmesi, ya da kolay anlaşılması için Arapça olarak gönderildiği bildirilmiştir. Sûre 12, Âyet 3: «Elif-lâm-râ, bunlar gerçeği açıklayan kitabın âyetleridir. Biz onu anlayasınız diye arapça bir kur'an olarak indirdik.» Âyetten açıkça anlaşıldığı şekilde Kur'an, evrenin bütün bilinmezlerini kapsayan bir şifreler kitabıdır. Yani bilimsel anlamda tüm bilgileri depo eden bir bilgi hazinesidir. Bu bilgi hazinesindeki hikmetleri, rumuz harflerin ifadesinden de anlayacağımız şekilde kavrayabilmek kolay bir iş değildir; ancak, Cenab-ı Hak, bu hikmetler ve bilgiler kitabını anlayabilmemiz için, kuruluş açısından en geniş imkânlı bir lisan olan arapça olarak göndermiştir. Yine rumuz harflerinin açık âyetler olduğu bildirilen bu âyetler içinde, bir şifre, bir evren yasası ve kuralı olmuş niteliği çok açıktır. Diğer taraftan Kur'an'ın Levh-i mahfuz olduğu da bir çok âyetle bildirilmiştir. Levh-i mahfuz, evren gerçeklerinin yazılı olduğu bir kompitür sistemidir. Demek ki Kur'an, evren gerçekleri, yasaları ve kurallarının matematik sistem içinde Arapça'ya aktarılması olayıdır. Bu söylediklerimiz Kur'an'ın kesin beyanlarıdır ve herhangi bir yorum yoktur. Evrene ait pek çok gerçeği içeren Kur'an'ın, Arapça oluşunu, Arapça'nın en iyi lisan oluşu gerçeğinde aramak gerekir. Bir kompitür bandını bir lisana aktarmak için elbette, özellikle kelime deryası zengin, grameri güçlü bir dilin seçilmesi gibi zorunluğu bu konunun ehli çok iyi takdir eder. Şu halde Kur’an’ın, ileriki bölümlerde göreceğimiz gibi, birçok bilimsel sırlar saklaması tabiîdir. Onun harflerinde ve kelimelerinde mutlaka çok özenle hesaplanmış hikmetler vardır. Bu gerçekleri bilerek, hatta görüp yaşayanlar için Kur’an’ı tercüme etmekteki imkansızlık, pek açıktır, belki lisana çeviriler çok kaba hatlar ile manaya yaklaşım içindir. Yine bilinmektedir ki: Kur’an Arapçası, başlı başına değişik bir Arapçadır. Çeşitli Arapça şivelere hatta zengin ve ağdalı Arapça edebiyata Kur’an’da rastlamak mümkün değildir. Bu yüzden bazıları Kur’an Arapçasını halk lisanı olarak tanımlamaya kalkmıştır. Hâlbuki Kur'an Arapçası çok özel bir Arapça'dır. Hem Iirik, akıcı bir üslûbu vardır, hem çok bilimseldir. Hem her okunuşta kolayca anlaşılır, hem okudukça yeni manalar açılır. Ayrıca Kur'an Arapçasının çok önemli bir yönü, Kur'an'da geçen pek çok Arapça kelimelerin daha önce hiç kullanılmamış olmasıdır. Arapçada geçen fakat yalnız sınırlı amaçlar için kullanılan kelimeler de Kur'an'da bilimselleştirilmiştir. Cennet ve Cehenneme ait birçok özel kelimeler ve Levh-i Mahfuz deyimleri, ilk kez Kur'an'da geçmektedir. Zemheri kelimesi bile ilk kez Kur'an'da izlenmiştir. Özetle söyleyebiliriz ki: Kur’an Allah ilminin Arapça olarak verilişidir. Ancak onun lisanı klasik Arapçadan ahenk açısından farklıdır. Bu gerçekler içinde Kur'an çok özel bir Arapçadır. Onun kelimeleri hem ahenkleşecek biçimde seçilmiş, hem de o kelimenin tercümesi manaya çok gizli sırlar getirmiştir. İlk bakışta: Hünnes ile Künnes ahenk için yanyana geldi sanılır. Halbuki bu kelimeler evrenin temel yasalarını temsil etmektedir.

Kur'an'ın Âhengi :
Kur'an'ın âhengi, batı deyimi ile ritmi, başlı başına ilâhi bir mucizedir. Özellikle gönlü ve rûhu ahenk zevki taşıyanlar, onun ahengi ile mest olurlar. Bilindiği gibi her sûre kendi konusu içinde ayrı bir ahenk hikmeti taşır. Bir yandan âyet sonundaki kafiye ritmi, bir yandan bir âyetle tüm akıcılık, bir parça nasibi olanı mest eder. Kur'an'ın mânâsına aşina olmayanlar bile bu ahengin güzelliği içinde mânaya yaklaşırlar. Sûre-i Rahman'ı bir okuyunuz, hiç mânâsını bilmeden Allah'ın hilkatteki san'atının büyüklüğünü hemen sezersiniz. Sûre-i Vakıa'yı okuyunuz, hiç anlamadığınız halde adeta mahşeri yaşarsınız. Kur'an'daki bu ritm mucizesi âyetleri kısa olan son iki cüzde büsbütün göze çarpar. Adeta insanı kendi ahenginde eritir. Sure-i Tekvîr'j bir kez okuyunuz. bakın mahşerdeki tabloyu yaşar gibi nasıl sezeceksiniz. Sure-i Müddessir'de Velid'in azarlanmasını hayretle içinizde hissedersiniz. işte Kur'an'ın bu akıl almaz ahengi ve ritmi, onun ilahi kitab oluşuna hiç tereddüt bırakmayan bir mucize sırrıdır. Daha geçen yıl Kur'an'daki bu âhengi farkeden iki ünlü batılı müzisyen İslam dinini seçmiştir. İngiliz pop müzik sanatçısı Rum asıllı Cat Stevens Kur'an-ı dinledikten sonra gitarını atmış: «Ben böyle bir nağme (ritm) ve ahenk dinlemedim. Bu ilâhi bir kelâmdır» diyerek Müslüman olmuş, tüm servetini İslâm'ı tanıtma yoluna sermiştir. O günden bu güne bir tek ilâhî bestelemiş, kendi müziğini terketmiştir. Yine dünyanın en ünlü kariograf ve dans üstadı Maurice Bejard, Kur'an'ın ahengindeki mucizeye hayran kalarak müslüman olmuş, mesleğini terk ederek kendini Kur'an'ın Avrupa'da tanıtılmasına adamıştır. Kıymetli okurlarım: Kur'an'ın bu ahenk mucizesini sezmemiz için Kur'an'ın hem tertil ile okunması, hem dinlenmesi farz kılınmıştır. Kur'an'ın, sırf dinlenirken âhengindeki akıl almaz mucizesi, ölü kalplere hayat veren bir sır taşır. Onun âhenginden, yitirdiğimiz mânâ hafızamıza can gelir. Bir başka deyişle insanın mânâ kişiliği Kur'an nağmelerine göre ayarlanmış. Onu duyunca çalışan esrarengiz bir alıcıya benzer, o nağmeler insan dediğimiz bu varlığı evrenin sonsuz boyutlarına ışınlar. Bu bir gerçektir ve pek çokları bu âhehkle sonsuzlaşmışlardır.

Ayetlerin Sıralanış Sırrı:
Birçok bilim adamı, sırf âyetlerin inzâl oluşdaki kesik kesik, fakat tamamlayıcı sıralarına bakarak Kur'an'ın Allah kelâmı olduğunu sezmiştir. Mesela 6'ncı sûre, 165 âyettir ve Mekke'de; yani hicretten önce nazil olmuştur. Bu sûre'nin 91, 92, 93, 151, 152, 153'ncü âyetleri Medine'de yıllar sonra nazil olmuştur. Sûre bütünü içindeki âhenk hiç aksamamış, aksine tamamlanmıştır. Yine 9'ncu sûre Mekke'de inzâl olmuş, 128 - 129'ncu âyetleri Medine'de inzâl olmuştur. 75 âyetle kurulu 8'nci sûre'nin 30 - 36'ncı âyetleri yıllar sonra Medine'de inzâl olmuştur. 99 âyetten kurulu 15'nci sûre'nin 87'nci âyeti Medine'de inzâl olmuştur. 8 ve 15'nci sûrelerin aralarında inzâl olan bu âyetler, o sûreleri âhenkli bir şekilde tamamlamıştır. Ancak bu âyetlerin önceden nüzûl etmemesinin nedeni o günki İslâm topluluğunun belli bir süre içinde Efendimiz tarafından yetiştirilmesi hikmetidir. Âyetlerin böyle farklı aralıklarla belli sıraya göre değil de; ilâhî murada uygun olarak inzâl edilmesi, gerçekten ilâhî bir mucizedir. Allah ilâhî bilim merkezinde tesbit ettiği Kur'an'ı, onun mesajları olan âyetleri ayrı ayrı zamanlarda göndermiş. 22 yıl sonra bu ilâhî eseri tamamlamıştır. Kısa vadede tamamlanan sûrelerde bile bu farklı kesiklikler vardır. Mesela ilk âyetler 96'ıncı sûre'nin ilk başında gelmiş, sonra bu sûre devam etmemiş 78 ve 74'ncü sûre'nin baş kısımları inzâl olmuştur, daha sonra da Besmele ve Fatiha inzâl olmuştur. Bu sıranın hemen sonunda 73 - 74'ncü sûreler ve ilk gelen âyetleri kapsayan Alâk suresi tamamlanmıştır. Kur'an'ın ilâhî kelâm olduğuna inanmayanlar için bu tarz bir inzâlın izahını yapmak mümkün değildir. Hiçbir insan zihni bu tarz mucizevi bir sıralanışı düzenleyemez ve denkleştiremez. Âyet sıralanışlarında birçok hikmetler de vardır, bunlar konumuzu aşmaktadır. Ancak ben, bir tane örnek vermek istiyorum: Son gelen âyetler, dünyanın sona yaklaşırken arzettiği yaşayış durumunu açıklamaktadır. Son gelen sûre Nasr, dünyanın sona yaklaşırken pek çok akıllı kişinin İslâm’a koşacağını simgeler. Yine 2'nci sûrenin son bölümlerine yakın âyetler de son gelen ayetlerdir.

Harfi Mukatta'a (Şifreler):
Kur'an'ın 114 suresinin 29 unda sûreler harf şeklinde şifrelerle başlar. Buna Kur'an dilinde Harfi Mukatta'a denir. Sûre-i Yusuf'un Yorumu'nda açıkladığım gibi, Kur’an bu harfler için aynen şu tanımı getirmiştir: “İşte bunlar apaçık âyetlerdir.” Demek ki bu harfler, âyet; yani bilimsel şifrelerdir. Kur'an, Levh-i Mahfuz dediğimiz ilâhî ilim kompitürünün arapçaya tercümesi demek olduğundan, bu harfler, adeta o kompitürün kod numaraları mahiyetindedir. Ne yazık ki İlâhî İlim Kompitürünü bilmediğimiz için, bu kod numaralarıyla gizli bilim hazinesini açıp, her şeyi öğrenemiyoruz. Şimdiye kadar yapılan tefsirlerde, bu yüzden net bir bilgiye de yaklaşmak mümkün değildir. Ancak çok basit de olsa bazı yaklaşımları siz okuyucularıma aktarmak isterim: Kur'an'da 7 şer defa geçen Elif-Lâm-Mim ile Hâ-Mim şifrelerinin, beş defa geçen Elif-Lâm-Ra şifrelerinin, Allah'ın Rahman ve Rahim sıfatının evrenlere yansıyarak meydana getirdiği iç içe nizamı temsil ettiği bilinmektedir. Bir defa geçen Nun, böyle bir şifre merkezinin tam ortasında 7 kat manyetik alanı temsil eden göklere büyük patlama noktası olduğu düşünülebilir. Bu şifre harfleri, ayrıca temsil ettiği sûre içinde kelimelerde geçerken birer bilimsel açıklama yaptığı kesindir. Bir örnekle bu gerçeği izlersek: Fussilet sûresi'nde şifre Hâ-Mim'dir. Ama takip eden âyette Rahman ve Rahim sıfatları zikredilmiştir. 11. inci âyette Rahim sırrı (Atmosferin teşekkülü-ilerdeki bölümde açıklanacak) anlatılmakta ve büyük bir bilimsel hikmet açıklanmaktadır. Fussilet ikinci Hâ-Mim sûresidir ve 11 inci âyette 2 kez Mim geçmektedir. 12 inci âyetle Rahman sırrı (Arz ve Semanın yaradılışı açıklanmaktadır, iki defa Hâ geçmektedir. Aslında Kur'an'dan, evren hikmetlerini ancak bu kaideyi izleyerek öğrenebiliriz. Elbette ki koskoca evren kompitürünü ilâhi san 'at sırrı içinde Kur'an'dan çözmenin daha basit yolunu düşünmek abes olur. Üçüncü Hâ-Mim'de Şûrâ Sûresi'nde bu hikmetleri başka açıdan öğrenmek için üç kez Mim ve Hâ geçen âyetlere bakmak gerekir. Nitekim Şûrâ Sûresi'nin beşinci âyetinde üç kez Hâ geçer ve semaların en büyük sırrını açıklar. Yani Fussilet Sûresi'nde iki Hâ ile verilen semaların yaratılmasındaki Rahman hikmeti, Şûrâ Sûresi'nde üç Hâ ile bildirilen âyetle açıklanmıştır. Kur'an Ayetlerinin Bilimsel Yorumları'nda bu anahtarı hemen her yorumumuzda kullandık. Harfi Mukatta'a'lara ait bir başka şifre özelliğine 19 lar bahsinde değineceğim.

Öyküler ve İnsan Sırrı:
Kur'an'da her âyetin, hatta her harf ve kelimenin bir hikmeti, bir sırrı vardır. Bu hikmetler çoğu kez bir öykünün içinde gizlidir. Bazen aynı öyküler, ayrı gerçeklerden seyrettirilir; ehli olmayanlar bunları tekrar sayar. Peygamber ve kavimlerine ait öyküler çoğu kez insandaki sırr-ı ilâhi olan ruhla nefs çıkarlarının çatışmasını dile getirir. İnsan dikkat ve insafla sûrelerin hikmetine kulak verirse kendi içinde Firavun'u ve Nemrud'u teşhis eder, yakalar. Mesele bu öykülerle eğitilen insanın Musa'dan ve İbrahim'den yana bir mevki almasındadır. Hz. Salih'in devesi her devirde yaşar, her insan kendi çıkarı uğruna vicdanını (Salih'in devesi) boğmaktadır. Kur'an'da bir kaç kere geçen Hz. Salih'in öyküsü, içimizdeki Semûd küfrünü teşhis etmemiz içindir. İnsana ait değişik mizaç çatışmalarının tümüyle Sûre-i Yusuf'da dile getirildiğini görürüz. Tüm tasavvuf, mesnedini Sûre-i Yusuf'dan alır. Hz. Yusuf'un öyküsünü, tüm ayrıntıları ile bilirsek, kendi bilinmezimizi çözeriz. Bir kaç örnek vererek, Kur'an'daki öyküleri nasıl anlamamız gerektiğini dile getirmek istiyorum:
a - Yusuf'un rüyası Cenab-ı Hakk'ın ilhâmını temsil etmektedir. Babasının, bunu kardeşlerine söyleme demesi, ilâhi sırra nefsin kapılarını kapat, demektir. Fakat Yusuf rüyayı kardeşlerine söylememesine rağmen Yusuf'un kardeşleri (nefsin 10 tane özelliğini temsil ederler) bu rüyayı; yani ilhâm-ı ilâhiyi sezmiş ve gönlü öldürmeye karar vermiştir. Onu öldürmeden kuyuya atmaları nefsin korkan yanını temsil etmektedir.
b - Züleyha nefsin tümünün temsilcisidir. Güzele âşık olması, fakat bunu şehvetle temsil etmesi nefsin özelliğidir. Züleyha'nın eşi Kıftir, dünya sevgisini temsil etmektedir. Nefs, yani Züleyha, hem Kıftirle evlidir; yani dünyanın sevgisine bağlıdır, hem de gönlü; yani Yusuf'u istemektedir. Halbuki Züleyha; yani nefs, dünya sevgisinden kopsa Yusuf'a kavuşacaktır.
c - Yusuf'un kıymetini akıl (Mısır sultanı), ilim (şarapçı) aracılığı ile öğrenmiş, onu danışman yapmışdır. Yusuf'un hapis hayatı gönlün nefs (Züleyha) ile düştüğü çatışmadan doğmuştur. Dünya sevgisi Kıftir öldükten sonra bu çatışma sona erer, nefs (Züleyha) gönlün emrine girer. İşte, Kur'an'daki her öykü bu tarz bir incelik içinde insan bilinmezinin izahını açıklar.

Süre İsimleri Ve Sıralarındaki Hikmetler:
Kur'an'da sûre isimlerinin sıralarının, hatta seçilen kelimenin büyük hikmeti vardır. Bu konuda örnekler sonsuzdur. Kur'an Allah'a hamd emri ile başlar. Nâs; yani insan kelimesi ile biter. Fatiha, Kur'an'ın başında bir özet, Kur'an âyetlerini çözmek için bir şifredir. Zaten Fatiha ismi; lûgat anlamı olarak da bilinmezi çözen demektir. Bundan sonra Bakara ile Kur'an konusuna başlamaktadır. Bakara ismi hem bu sûrede geçen Samîri'nin buzağısına, hem de ünlü Bakara olayına bir hatırlatmadır. İnsan mizacının dünya çıkarlarına ne denli bağlı olduğunu, gerçekleri nasıl göz göre göre inkâr ettiğini vurgular. Hemen hemen bütün sûrelerin isimleri, o sûre içinde anlaşılması zor âyetlere anahtar görevi görür. Bunlardan bir kaç örneği bu kitap içinde vereceğiz. Sûre sıralanışlarındaki hikmet de pek incedir. Bir örnek olsun diye, son 20 sûrenin sıralanış hikmetini açıklamak istiyorum: Sûre-i Duhâ ve İnşirah, Fahr-i Kâinat efendimizin hilkatteki özel sırrını açar. Sûre-i Tin insanın neden yaratılmışların en seçkini olduğunu ve efendimize ilgisini bildirir. Zilzâl, mahşer hesabını, Âdiyat Sûresi, nankör insanla fedakâr kul arasındaki inceliği dile getirir. Ve Kâria Sûresi, kıyameti, Tekâsür Sûresi, insanın hesap vermedeki zorunlu iddianamesini dile getirir. Hümeze, insanın nefs eleştirisini anlatır ve Asır sûresi, her devirde insanın kendini nasıl mutsuzluğa mahkum ettiğini dile getirir. Sûre-i Fil ve Kureyş, Allah'ın Kureyş'e, onun kavramında İslâm ülkelere nasıl yardım yaptığını anlatır. Sûre-i Mâûn, İslâm dininin temel yapısının yardımlaşma olduğunu, yardımlaşmaya uymayan insanın namazının da olmayacağını dile getirir. Sûre-i Kevser, efendimizin evrendeki yüce sırrını, Nasr Sûresi, O'nun madde dünyasından manâ alemine intikal sırrını anlatır. Tebbet, efendimize karşı çıkanın kim olursa olsun, âkıbetini dile getirir. Sûre-i İhlâs Allah'ın kendi kendini tarifidir. Nâs ve Felâk sûreleri, insanların tüm şerlerden kurtulmaları için Allah'a dua biçimini tâlim eder.
Kur'ân'ın Kelâm Sırrı Buraya kadarki bölümlerde akılcı bilim yolu ile Kur' an'ın ne muhteşem mucizeler taşıdığını anlatmaya çalıştım. Şimdi ise Kur'an'ın taşıdığı akıl almaz bir sırrı, O'nun gerçeğine, özüne doğru bir yaklaşımla size aktarmaya gayret edeceğim. Her gün içinde bulunduğumuz bazı hikmetleri hiç düşündünüz mü? Kur'an'dan âyetler okuyarak belalardan nasıl korunduğunuzu, okuduğunuz Fatiha ile ölülerinize nasıl huzur ve rahmet verdiğinizi ve de Kur'an'ı hiç anlamadan bile dinlerken yüreğinizin genişlediğini, gözlerinizin dolduğunu, tüm kitaplar, sözler, çok kısa sürede etkisini yitirdiği halde Kur'an'ın 15 asırdır, taptaze yaşadığını... Bütün bu gerçekleri maddenin kuru kalıpları altında nasıl sezersiniz? İşte Kur'an'ın taşıdığı tüm bu madde ötesi (mânâ) hikmetlere kelâm sırrı denir. Efendimize, «Ya Resulullah her peygamberin bir mucizesi var; (Musa'nın asası, İsa'nın ölüleri diriltmesi) sizin mucizeniz nedir» diye sorulduğunda: «Benim mucizem kelâmdır.» Buyurmuşlardır. Kelâm, sözü laf olmaktan çıkartan İlâhi bir hikmetler sırrıdır. Tüm sözler ve bilgiler, maddenin dış niteliklerini anlatır. Kelâm ise her şeyin gerçeğini dile getirir. Gerçek ise, Tanrı'nın kendi sanatı ve güzelliğidir; bu yüzden Kur'an âyetleri her tanımında bu sırrı aktarır; her şeyin, her olayın özündeki gerçeği verir. Kur'an, her kelimesi ile eşyanın gerçeğini en dışdan enfüsuna kadar kat kat açar, her okundukça yeni bir hikmet sezilir. Ne var ki kelâm sırrı, bir mânâdır. Bu yüzden zeka ve idrakle değil, kalple sezilir.

Kur'an'ın Hay Sırrı
Hay, diri ve canlı anlamına gelir. Ancak, gerçekte bir Sıfat-ı İlâhîdir. Ve ölmeyen; devamlı diriliği temsil etmektedir. Dolayısıyla hay, bir tek canlıya ait fâni bir hayat değil, tüm canlılara ait ortak bir kavramdır. Varlıkların genetik şifrelerle kuşaktan kuşağa aktardıkları hayat öyküsü, hay sırrından bir parçadır. Kur'an'daki hay sırrına gelince; âyetlerin manâlarındaki diriliği ifade etmektedir. Kur'an Kelâmı daima diridir; yaşar, her geçen gün gençleşir, eskimez ve de âyetlerin anlam ve kavramları esrarengiz bir canlı gibi aramızda dolaşır. Tüm hayata ağırlığını kor. Biz bu hay sırrını nasıl hissederiz? Hay sırrı gerçekte kalp gözüyle sezilir. Ancak bize, bilime yansıyan yanları ile görülür, şöyle ki:
1 - O'nun emirleri mutluluğun canlı şahididir. Yasakları ise beşer ızdırabının kısır döngüsüdür. İnfâk emri ile insanlar arasında çözülmez bir özbirliği getirmiştir. Uyamazsanız; doktrin kargaşasında mutsuz bir dünya gelir sahneye.
2 - O'nu yürekten dinleyince, tüm elemlerden, çıkmazlardan sıyrılır, kendinizi mono cennetinde bulursunuz. Acılarınız, dertleriniz bile diner. Bu, Kur'an'ın, hay mucizesi içinde şifa sırrıdır. O'nun bu akıl almaz hikmeti, inanmayanlarda bile etki yaratır.
3 - O'nun dua niteliğindeki âyetlerini okuyunca nice kaza ve belaların maddi siluetlerinin gelip yanınıza durduğunu görürsünüz. O âyet gücü, sonsuz bir enerji perdesi gibi çevrenize çekilivermiştir.
4 - Ölülerinize onu okuyunca sanki onlardaki mutluluğu beraber yaşarsınız; bir başka aleme o âyetlerin nasıl yansıdığını, ulaştığını duyarsınız. O'nun hay sırrı, sanki size de o alemden bir pencere açmıştır. O anda ölü ile aranızda bir duygusal acı varsa sünger gibi emilir, sanki yakınınız ölmemiş, yaşıyor sanırsınız. Ancak bunlar, hay sırrının sizin bilincinize ve geneline yansıyan etkileridir. O'nun asıl hikmeti sizinle beraber derinlerin en gizli yerinde yaşar. Kur’an, inanan insanla ikiz kardeştir. Hadis hükmü bu sırrın en net tanımıdır. Âyetlerin dış mânâsı insanın maddi hayatını temsil eder; hay sırrı ise insanın gönlünü temsil eder. Bir insanın asıl gerçeği nasıl gönlünde ise, âyetlerin hay mucizesi de öylesine içtedir. İnsanın değeri, tüm âlemlere geçiş vizesi olan yanı, işte Kur'an âyetlerinin hay sırrıdır. Bu bölümün son iki kısmında bu hikmetleri ayrı bir incelik içinde açıklayacağım. Bir insan, Kur'an ahlâkiyle yoğrula yoğrula bu ikiz oluş hikmetine erişir. Büyük velîler gibi gerçek diriliği; hay sırrını bulur. İşte Kur'an'ın en büyük mucizesi budur. İman ve amelini âyetlerin hükmü istikametinde bütünleştiren insan, gerçek diriliğe kavuşur. Bu kavranması güç hali biraz tanıtmaya çalışacağım: Kur'an âyetlerini kişiliğine bir kez yansıtan insan, alemlerin tüm mekanlarında bir intikâle geçer ki, bu hem eşyanın iç gerçeğini bulmak, hem efendimizin cereyanını tatmaktır. Tasavvufta bu hale gerçek diriliş, ölmeden evvel ölmek denir. Bu mucize oluş içinde elest-cennet her an hissedilebilir. Bu kimse cennete ait bir âyeti okursa o mekanı aynen hisseder. Geçmişdeki bir kavmin öyküsünü anlatan âyeti okuyorsa; yine zamanın o katına ışınlanmış gibi aynen seyreder. Bu yüzden hay sırrına erenler, tüm insanlara, bizzat o kimsenin kendinden çok acır ve büyük velîlerin sonsuz insanlık sevgisi bu hikmetle doğar. Hiç şüphe yoktur ki, Kur'an âyetlerine uyum, efendimizi taklid ve O'nun gibi davranabilme sanatıdır. Yoksa herkes kendini Kur'an'a uydum sanırsa elbette bu hay sırrını fark edemez. Halbuki Kur'an âyetlerine uyumun gerçek yönü yine hay sırrında bellidir. Zira Kur'an âyetlerine uyumun her merhalesinde, alemlerin en yücesi Efendimize bir gönül cereyanı geçer, bu iletişim sonsuza kadar karşılıklı sürer gider. Kişiliğimizdeki her çizgi, Efendimizin sırrını taşıyorsa hay sırrı doğuyor demektir. Gerçek ve asıl olan bu yüce hikmet yanında elbette kademe kademe hay sırrını tatma hazları vardır. Kur'an'ın bir tek âyetine uyum bile başlı başına bir hay sırrıdır. Mesela yalnız infâk etmek; Allah'ın kendisine verdiği her nimetten başkalarına vermek hikmetine erişen biri, otomatikman bir insanlık sevgisi kazanır ki, bu dirilik onu bir daha ölmeyecek bir hikmete ulaştırır. Kur'an'ın Hay hikmetinin çok önemli bir yanı canlılık vermesidir. Genel bir tanımla; ölü kalpleri diriltmesidir. Mânâ açısından kalpler ancak Kur'an'la dirilir. Yani kalp onun âyetlerden gelen Hay sırrı ile gözünü açan ve uyuyan güzel gibidir. Onu bir yandan elest çağrısı ile, bir yandan gerçekten yurdu olan cennet kokusu ile ancak Kur'an diriltir. Gönüllüler, uykusunun derinliğine göre bazen hemen uyanır, bazen da bir türlü gözünü açamaz. Bu yüzden Kur'an'ı algılamayan kalbe ölü gözüyle bakılır. Kalbin dirilmesi, vicdanın doğması, iman ateşinin yanmasıyla fark edilir. Ve ondan sonra bu diriliş bir gül goncasının açılışı gibi kat kat devam eder durur. Namaz ve namazda Fatihanın günde 40 kez okunması, sonsuza dek devam edecek olan bu dirilişi ahenkleştirir. Sonsuz güzelliklerde, doyumu imkansız bu zevk âleminde, her gün yeni bir mekanın seyri ve her gün yeni bir hazzın sırrı tecelli eder. İşte Kur'an budur: İnsanı her gün yeni bir alemin diriliğine götüren İlâhi- Mucize. Ve bunu yaşayanlar bize sesleniyor: «VEYL Kur'an'ı yalnız kitap sananlara!»

Kalp Ve Kur'an
Kur'an'ın diğer söz ve yazılardan en büyük farkı kalple arasındaki ilgidir. Bu yüzden kitabımızın başından beri izaha çalıştığımız Kur'an mucizelerinin en önemli sırrı kalpte düğümlenir. Bir özet yaparsak: insanın kalbi, maddi yapısıyla, vücudun diğer sinir sistemlerinden farklı olarak tamamen ayrı bir duygusal nitelik taşır. Sevgiler, acılar, hatta kin ve ihtiras onun maddi yapısını çok şiddetli etkiler. Bir şeyi uzun uzun düşününce nasıl beyniniz yorulursa, bu duygularla da kalbimizin etkilendiğini hepimiz farkederiz. Daha önemlisi kalbimizin mânâ yönüdür. Önseziler, kalbimizin mânâsından aktarabileceğimiz en net çizgilerdir. Bir olayı önceden sezmek, ya da geleceğe ait bazı algıların ifadesi demek olan önseziler, hemen hemen herkesce fark edilebilen inkarı imkansız bir gerçektir. işte kalbin bu manevi hususiyeti insanın en bilinmez, anlaşılmaz yanıdır. İnancın merkezinin kalp olması da ondaki bu hususiyetin bizlere bir başka anlatım şeklidir. Kalp bu özelliği ile akım ve düşüncenin kavramakta güçlük çektiği gerçekleri süratle sezer. Akıl ve düşünce, olayları bilgi sermayesi ve zaman formülü içinde değerlendirir. Hâlbuki kalp, böyle bir sermayeye ve zamana ihtiyaç duymadan bilinmesi gerekeni sezer ve bulur. Kalple aklın işleyiş tarzını, matematik bir hesap örneğinde; kâğıda yazılı şeylerin hesaplanması ile bütün bilgileri depolamış elektronik beynin cevaplaması arasındaki farka benzetebiliriz. Bu yüzden kalp; sanki tüm bilgilerle donatılmış elektronik bir beyine benzer. Sizin günlerce yapacağınız hesabı, gönül düğmesine basarak bir anda çıkarıverir. İşe Kur'an, evrene ait sırları taşıyan genelde şifre anlamlı bir mesaj olduğu için, ancak kalp kanalıyla kavranabilir. Kur'an okunduğu zaman, Kur'an lisanını hiç bilmeyenin ondan bir şey anlaması mümkündür; çünkü kalp, bilgi hazinesi olarak aklın kullandığı sermayeyi kullanmaz. O evrene ait bir sırrı sezerken, akıl gibi bir takım ön yargılara muhtaç değildir, dolayısıyla lisan farkı da onu etkilemez. Kur'an'ın gönle hitap eden bu sırrı, onun ahenk dizisindeki güzellikten, etkiden başlar. Yani Kur'an okunurken ses âhengi önce kalbin duygusal tuşlarını harekete geçirir. Daha sonra kalp, âyetlerin verdiği şifreleri sezmeye ve kavramaya başlar. Gönlü temiz bir mü'minin Kur'an okunurken duygulanması, ağlaması, bütün üzüntü ve dertlerinden arınması bunun en açık delilidir. Unutmamak gerekir ki, bu dengenin kurulabilmesi için iman şarttır. Çünkü kalbin mânâ tuşlarına basacak olan parmak imandır. Muhtelif âyetlerde, kalp pencereleri kapanmamış olanların, Kur'an'ı kalpleriyle sezip iman ettikleri yazılıdır. Hatta inanmayanların bile mutlaka kalp sırrında silik ve anlamsız da olsa bir etkinin kalabileceği bildirilmiştir. Kur'an'a karşı çıkanların bile, bu bilinmez dalgalanmadan rahatsız olarak Kur'an'a karşı çıktıkları, yine Kur'an emirlerindendir. İman ne kadar güçlü ise Kur'an'ın kalp yoluyla kavranması o kadar nettir; bunun idealinde; yani üstün bir iman gücünde bir mü'min, Kur'an'ı bütün âyetleriyle sezer ve anlar; böyle bir mü'minin, hiç bir Kur'an ve din eğitimi olmasa bile, davranışları ve ahlâkı tamamıyla Kur'an âyeti istikametindedir. İşte Kur'an'ın en önemli mucizesi, insana bir gizli hazine olarak verilen kalbin mânâsını harekete geçirmesidir. Çağımızda insan sesine ayarlanmış kasa kilitleri vardır. Yani o kasanın sahibi konuşmadıkça o kasayı açmak mümkün değildir. İşte Kur'an, tıpkı gönül kasasının ve o kasanın ardındaki sonsuz mânâ hazinesinin kapılarını açan bir etki sırrına sahiptir. Efendimizin, Kur'an'ı anlasın anlamasın, her müslümana sık sık Kur'an okumasını emretmesi, bu ince hikmetin beyanıdır. «Kur'an'la insan ikiz kardeştir» Hadisi de bu hikmetin kesin bir ifadesidir. Her insanın gönlünde, Kur'an'ın bir nüshası vardır. Yani insan evren sırlarını iç dünyasında taşımaktadır.

Kur'an Ve Enfüs Hikmetleri
Evrendeki tüm varlıklar, gerçeklerini ve kimliklerini iki yönden aksettirir: Birinci yönü âfâk (dış görünümleri), ikinci görünmeleri ise enfüs (Yani iç ve özündeki gerçek nitelik) dır. Günümüz insanının uzun yıllar gözünden kaçırdığı bu önemli tanımı, örnekler üzerinde tanıtmak istiyorum. Meselâ bir taş parçasının yahut madenin âfâkı; onun rengi, sertliği gibi kaba görünümleridir. Enfüsü ise onun atom yapılarıdır. Bir canlının âfâkı, ona ismini verdiğimiz türü ve cinsine ait genel görünümdür. Enfüsü ise genetik şifreleridir. Enfüsün iki önemli özelliği vardır ki; bunları tanımayan ateist bilim, bir türlü gerçekleri bulamamaktadır. Enfüsün birinci özelliği, temsil ettiği varlığın en içinde, en küçük noktası şeklinde olmasına rağmen o varlığın her yerinde bu özellik mevcuttur. Bir taşın ya da maddenin her noktasında atomlarının olması gibi. Enfüsün ikinci özelliği ise iç içe perdelerden geçerek tekliğe gitmesidir. Yine taş misaline döndüğümüz taktirde çeşitli yapıdaki taşlar enfüsleri açısından (atomlarında) farklıdırlar. Ancak atomların enfüsü de vardır ve atomların enfüsü kuant dediğimiz kudret zerrecikleridir. İşte, enfüsleri farklı görülen taşlar, madenler, atomlar katında bir enfüs incelenmesine tabi tutulursa birbirinin aynı yapıdadır; yani hepsi de kuantlardan kuruludur. Bu garip gibi görünen sonucun nedenleri: Bir varlığın var olması için ilâhi kudretin o varlığa mekânlarda mesafe verme gerçeğinden doğar. İşte âfâk, teklikten uzaklaşan bu mesafelerin temsilcisidir. Enfüs ise bu mesafelerde var olan teklik sırrının şifreleridir. Bu ana bilginin ışığında Kur’an’ın; Enfüs sırrını inceleyeceğiz. Bir konuyu ifade için kullanılan tüm sözler gerçeğin âfâkını anlatır. Halbuki olayların asıl gerçeği, onun Enfüsünde; yani mânâsındadır. İşte Kur'an, tüm olayların mânâsındaki özü ve gerçeği beyan etmektedir. Bir misal üzerinde incelersek: insanın nasıl bir varlık olduğunu tarih boyunca binlerce kitap anlatmış durmuştur. Bu ifadelerin hepsi de insan gerçeğinin âfâkıdır ve insanı tümüyle çözmekten uzaktır. Aksine âfâkın kuralları içinde belki de onu büsbütün gizlemektedir. Halbuki Kur'an insanı tanımlarken onun çokluk ve teklik âlemi arasındaki intikal sırrını vererek tanımlamaktadır ki; bütün varlıkların ve insanın gerçeği bu noktadan alınarak iç yüzü kavranabilir (Tîn sûresi). Yine, ruh konusunda âfâkta, yüzeyde birçok garip tanımlar, kitaplar, yazılar vardır. Kur'an onun sırrını bildirirken: «Allah'tan, - Allah'a döndü» tanımı içerisinde vermektedir ki; ona ait bütün kavram kargaşaları böylece yok olmakta; ruh kendi bilinmezliği içindeki gerçeğe ulaşmaktadır. Kur'an'ın evren hakkındaki beyan sırları da aynı Enfüs niteliği içerisindedir. Evrendeki tüm varlıkların Rahman sırrı içerisinde hayatlarını sürdürebildikleri bildirilmiştir ki; cazibenin, dolayısıyla gezegen ve atom varlığının temel ilkesi bu âyetin toplu tanımı içerisine girivermektedir. Konunun başında da değindiğim gibi Enfüs kavramı, olayın tek bir yüzü olmadığı için; yani gerçeğin özünde ta tekliğe kadar giden kat kat incelikler bulunduğu için; Kur'an'da Enfüs sırrının da aynı özellikleri vardır. Yani çeşitli âyetler gerçeklerin yüzünü kat kat açarak evren sırlarını çözer. Bu incelik nedeniyledir ki; Kur'an âyetlerinin bir âfâk mânası, buna mukabil muhtelif Enfüs mânâları vardır. Tıpkı Enfüsün kendi özelliğinden doğan gerçek gibi. Dıştan içe doğru yorumları kat kat izleriz. Bundan başka Kur'an âyetlerinin yorumunun Fatiha ile yapılması da Enfüs sırrının başka bir ifadesidir. Bir Kur'an âyetinde âfâk yorumu ne kadar açık, belli bir emri gösterse de mutlaka bir Enfüs sırrı vardır. Kur'an âyetlerinin Enfüs kavramları ve anlamları ancak gönül kapısından açılır. Bizlere büyük İslâm velîleri tarafından aktarılmıştır. Kur'an'ın Enfüs sırrını daha değişik bir pencereden, Fatiha penceresinden bakalım

Fatiha Ve Kur'an Sırrı
Fatiha sûresi için Fahr-i Kâinat efendimiz: «Ümmül Kur'an» buyurmuştur. Ümmül kelimesi Arapça’da iki temel anlamda kullanılır. Bunlardan bir tanesi anne, diğeri ise genel anlamda doğurucu, meydana getiricidir. Buradaki anlam elbette ikincisi, yani meydana getiricidir. Fatiha'nın zaten temel anlamı da açan, çözen, bilinmeyeni bulup meydana çıkaran demektir. Hemen hemen bütün İslâm düşünürleri ve tefsircileri, Fatiha Süresinin Kur'an'ın şifresi olduğu konusunda müttefiktir. Kur'an'ın, Fatiha yoluyla anlaşılabilme ve çözülebilme özelliği başlı başına bir Kur'an mucizesidir. Zirâ insanlar arasındaki ilgiden, evrenin tüm yasalarına kadar her türlü gerçeği taşıyan bir kitabın başına onun mutlak bir özetinin, şifresinin konması; ancak ilâhi bir sanat ile mümkündür. Fatiha konusunda ve Kur'an'ı açıklama sırrı için pek çok şey söylenebilir. Nitekim başlı başına bir eserle bu konuyu anlattım (Fatiha'nın Kırk Yorumu). Ancak burada Fatiha ile Kur'an âyetlerinin yorumlanmasının inceliğini bir özet halinde sunmak istiyorum:
1 - Fatiha kendi içinde yorumlanırken, yedi ayrı katta yorumlanır. Sûre-i Hicrde bu özelliğe «yedi öğüt sırrı» denir. Bu yorum tarzı şöyle açıklanabilir: Fatiha'nın yedi âyeti bir sonraki âyetlerle ayrı ayrı açılabilme hünerindedir. Mesela birinci âyet: «Hamd Âlemlerin Rabbı Olan Allah'adır» Bu âyetin yorumlanması için «Âlemlerin Rabbı» deyimindeki hikmetleri bilmek gerekmektedir. Bu hikmetler ise, sırasıyla: Allah'ın Rahman ve Rahim oluşu, din gününün sahibi oluşu, yalnız O'ndan yardım isteneceği, yalnız O'na kulluk edilebileceği, hidayetin ve doğruyu bulmanın ancak O'nun sayesinde olduğu, istediğine nimet verdiği, istediğini ise yanılgıda ve nasipsiz bırakacağı gerçekleridir. Bu gerçekler ise Fatiha'nın ikinci âyetinden yedinci âyetine kadar bir dizi ahengi halinde verilmektedir. İkinci âyetteki Rahman sırrı da ancak diğer âyetlerin tek tek bu âyete vurgulanmasıyla anlaşılabilir. Kısa bir açıklama yapmak gerekirse; neden bazılarının hidayete erdiği, bazılarının sapkınlıkta kaldığı halde hayatlarını sürdürebildikleri Rahman sırrında gizlidir. Kur'an'da bir âyetin yorumlanmasında Fatiha'nın hangi âyetinin hangi katında kullanılabileceği ise elbette büyük bir vukuf ve mânâ sırrıdır.
2 - Kur'an âyetlerinden hangisi olursa olsun mutlaka Fatiha'nın temel hikmetleri içerisinde bir çözüm sırrına sahiptir. Dış anlamı bakımından ibadet ya da yasak niteliği taşıyan bir âyet; mutlaka Fatiha'nın dördüncü âyetinden bir yorum anahtarı alır. Yine tarihsel bir öykü Fatiha'nın 2 ve 7 nci âyetleriyle yorumlanabilir. Uzay fiziği, biyoloji ile ilgili âyetler mutlaka Fatiha'nın bir ve ikinci âyetleriyle yorumlanabilir. Ancak unutmamak gerekir ki, bu yorumlarda Fatiha'nın 7 kat Enfüs sırrından bir tanesi bilinip, bulunup uygulanabilinir. Yine Kur'an'ın bir çok suresinde bulunan ilk âyetlerdeki şifre âyetler, Fatiha anahtarı ile çözülür.
3 - Fatiha'nın en büyük özelliği Ahlak-i Muhammedi'yi ve imanı temsil etmesidir. «Yalnız sana kulluk ederiz yalnız senden yardım dileriz.» Âyeti, ufuk insan efendimizin ahlâkıdır ki: Kur'an'da ahlâkla ilgili bütün âyetler bu âyetin ışığı altında çözümlenebilir. Kur'an'ın, insanla ikiz olması sırrı: Fatiha efendimizin; Kur'an'ın bütünü ise mümin kardeşlerimizin tanımı kavramını getirir. Bütün inananlar, Kur'an'daki tek tek âyetler gibi mü'minleri temsil eder. Fatiha ise bütün müminlere dağılmış olan Efendimizin sırrını sembolize eder. Böylece Enfüsten âfâka doğru hem inananların birliği kurulur. Hem de Fatiha'dan Enfüs sırrına geçişleri kavranabilir.
4 - Kur'an'ın âyetlerinin kurulma sistematiği de Fatiha ile yakından ilgilidir. Yani Kur'an bir anlamda Fatiha'nın yorumudur. Bu yorum iki tarzda verilmiştir. Birinci tarz bütün âyetlere sinen Fatiha sistematiğidir. İkincisi ise Fatiha'nın tek tek âyetlerinin yorumudur. Bu toplu yorum Hâmim'le başlayan 7 sûrede sırasıyla verilmiştir. Yani her bir Hâ-mim süresi Fatiha'nın 7 âyetini yorumlar. Birinci bölümden beri anlattıklarımızın tümüyle; Fatiha'nın akıl almaz bu Enfüs hikmetini birlikte müteala ederseniz, çıkan netice şudur: Kur'an, tüm evrenin Allah tarafından yazılmış ilâhî bir bestesidir. Fatiha bunun altındaki ilâhî imzadır.
Kaynak: Mumsema. com

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Esmaül Hüsna (Arapça- Türkçe) دُعٰٓاءُ اَسْمٰٓاءُ الْحُسْنٰى

Uzun Ömür İçin Dua

Şifa Salavâtı (Salavâtı Tıbbil Kulubi/Salâvatı Tıbbiye)