Kur'an-ı Kerim'in Allah Kelamıdır Günümüze Hiç Değiştirilmeden Gelmiştir
Kur'an-ı Kerim'in Allah Kelamıdır Günümüze Hiç Değiştirilmeden Gelmiştir
Kur'an-ı
Kerim'in Allah kelamı olduğu ve günümüze kadar hiç değiştirilmeden nasıl
geldiğini açıklar mısınız?
Cevap:
Değerli
kardeşimiz,
Kur'an-ı
Kerim'in mucizeliği konusunda şimdiye kadar, hiçbir tereddüde, hiçbir şüpheye
meydan bırakmayacak şekilde, pekçok şey söylenmiş ve pekçok şey yazılmıştır.
Biz, sual-cevap sütununun müsaadesi ölçüsünde ve hülâsa mahiyetinde birkaç ana
başlığı zikretmekle yetineceğiz.
Kur'ân-ı
Kerim'in, Efendimiz (asm) veya başka biri tarafından tertib edildiği iddiası
birkaç gözü dönmüş cahiliye insanıyla, günümüzün, Kur'ân düşmanı müsteşrikleri
tarafından sık sık ortaya atılan bir mevzudur ve bununla bilgisiz, görgüsüz
kimselerin zihinlerinin bulandırılması hedeflenmektedir. Kanaatimce, dünün
müşrikleri gibi, bugünün müşrikleri de, bu mevzuda düşünmeden garazlı
davranıyor ve garazlı konuşuyorlar. Zira Kur'ân, kim tarafından olursa olsun,
insafla ele alındığı zaman bir beşere mal edilemeyecek kadar muallâ ve ilâhî
olduğu anlaşılacaktır. Şimdi bu ciddî mevzuun derinlemesine tahlilini dev
adamların devâsâ kitaplarına havale edip sadece birkaç ana başlığı
hatırlatacağız:
1. Bir kere
Kur'ân'ın üslubuyla hadislerin üslubu birbirlerinden o kadar farklıdır ki;
Araplar, Efendimizin (asm) Kur' ân dışı beyanlarını, kendi muhavere ve konuşma
tarzlarına uygun buluyorlardı ama, Kur'ân karşısında hayret ve hayranlıktan
kendilerini alamıyorlardı.
2. Hadisleri
okurken, arkasında düşünen, konuşan, Allah haşyetiyle iki büklüm olan bir insan
imajı sezilir. Oysa ki, Kur'ân'ın sesinde yüksek bir celâdet, heybetli bir edâ
ve cebbar bir şive hissedilir. Bir insan beyanında, birbirinden öyle çok farklı
iki üslubu birden tasavvur etmek ne makuldür ne de mümkün.
3.
Mektep-medrese görmemiş Ümmî Bir İnsanın -O ümmîye ruhlar feda olsun- eksiksiz,
kusursuz; ferdî, ailevî, içtimâî, iktisâdî ve hukukî bir sistem getirip vaz'
etmesi, her şeyden evvel düşünce ve aklın bedâhetine terstir. Hele bu sistem,
asırlar boyu, dost-düşman bir sürü millet tarafından tatbik edilecek kadar
harika ve bugüne kadar tazeliğini korumuşsa.
4. Kur'ân'da
varlık, hayat ve bunlarla alâkalı ibadet, hukuk ve iktisad gibi mevzular
birbiriyle öyle dengeli ve yerli yerince ele alınmıştır ki; bunları
görmemezlikten gelerek onu beşer kelâmı farzetmek, bir bakıma onun mübelliğini
beşer kabul etmemek demektir. Zira, yukarıdaki meselelerin bir teki bile,
süreklilik ve zaman üstü olma gibi, hususiyetleriyle en büyük dâhilerin dahi
altından kalkamayacağı ağır meselelerdir. Böyle, yüzlerce meselesinden herbiri,
birkaç dâhinin üstesinden gelemeyeceği zengin muhtevalı bir kitabı,
mektep-medrese görmemiş bir ümmîye isnad etmek mücerred bir iddiadır.
5. Kur'ân,
geçmişe-geleceğe dair verdiği haberler itibariyle de hârikadır ve katiyyen
beşer kelâmı olamaz. Bugün, yeni yeni keşiflerle ortaya çıkarılan, geçmiş
kavimlerin yaşayış tarzları, iyi veya kötü akıbetleri kelimesi kelimesine
asırlârca evvel Kur'ân-ı Kerim'in haber verdiği gibi çıkmıştır. İşte, Hz. Sâlih
(as), Hz. Lut (as) ve Hz. Musa (as) gibi peygamberler, işte onların kavimleri
ve işte herbiri başlı başına birer ibret meşheri olan meskenleri!..
Kur'ân'ın,
geçmişe dair verdiği haberlerin katiyyet ve doğruluğu kadar, geleceğe aid
ihbarâtı da o ölçüde önemli ve başlı başına bir mucizedir. Mesela, senelerce
evvel Mekke'nin fethedileceğini ve Kâbe'ye emniyet içinde girileceğini,
"Allah
dilediğinde, güven içinde başlarınızı traş ederek ve saçlarınızı kısaltarak
korkmadan Mescid-i Haram’â gireceksiniz." (Fetih, 48/27)
ayetiyle haber
verdiği gibi, İslâm'ın bütün bâtıl sistemlere galebe çalacağını da
"O,
Resûlünü, hidayet ve hak dinle gönderdi ki bütün dinlere galebe çalsın. Şâhid
olarak.Allah yeter." (Fetih, 48/28)
beyanıyla ilân
etti. Kezâ, o gün Romalılar karşısında savaş galibi görünen Sâsânilerin
yenileceğini ve aynı zamanda, Bedir gâlibiyetiyle Müslümanların da
sevineceğini,
"Rum
yenildi (bölgenize) en yakın bir yerde. Onlar bu mağlubiyetden sonra (yeniden)
galebe çalacaklar. Birkaç yıl içinde. Bundan önce de sonra da iş Allah'a
aiddir. O gün mü'minler de sevinirler." (Rum, 30/2-4)
müjdesiyle
duyurmuşdu; vakti gelince Kur'ân'ın haber verdiği gibi çıktı. Bunun gibi,
"Ey
Resûl, Rabbinden sana indirileni duyur; eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini
yapmamış olursun. Allah seni (insanlardan gelen kötülüklerden)
koruyacaktır." (Maide, 5/67)
ayetiyle de,
en yakınındaki amcasından, düşman millet ve düşman devletlere kadar çevresi
düşmanlıklarla sarılı olduğu halde, hayatını emniyet içinde geçireceği
va'dolunmuşdu ve öyle de oldu.
Değişik ilim
dallarının inkişâfıyla, âfâk ve enfüsün yâni insan mâhiyeti ve mekânların didik
didik edileceğini, ilmî buluş ve tesbitlerin, yeni yeni keşiflerin insanoğlunu
inanmaya zorlayacağını,
"Biz
onlara, ufuklarda ve kendi nefislerinde mucizelerimizi göstereceğiz ki, o
(Kur'ân ve Kur'ân'ın getirdikleri)nin gerçek olduğu onlara iyice belli olsun.
Rabbinin her şeye şâhid olması yetmez mi?" (Fussilet, 41/53)
mucizevî
beyanıyla ifâde etmişti ki, günümüzde süratle o noktaya doğru gidilmektedir.
Ayrıca, Kur'ân, nazil olduğu günden bu yana,
"Deki:
And olsun, eğer insanlar ve cinler şu Kur'ân'ın bir benzerini getirmek için
toplansalar, yine O'nun benzerini getiremezler. Birbirlerine arka verseler
de." (İsra, 17/88)
deyip,
hasımlarının damarlarına dokundurduğu halde, bir-iki küçük hezeyanın dışında,
kimsenin ona nazire yapmaya teşebbüs etmemesi ve edememesi, onun verdiği haberi
doğrulamakda ve mucize olduğunu ilan etmektedir.
Kur'ân-ı
Kerim'in nâzil olduğu ilk yıllarda, Müslümanlar az, zayıf, iktidarsız ve
geleceğe aid hiçbir düşünceleri yoktu. Ne bir devlet, ne dünya hakimiyeti ne de
yeryüzündeki sistemleri altüst edecek dinamikleri hâvi yeni dinin güç kaynağı
adına hiçbir şey bilmiyorlardı. Oysa ki, Kur'ân
"Allah
sizden, inanıp iyi işler yapanlara va'deti ki; onlardan öncekilerini nasıl
hükümrân kıldıysa, onları da yeryüzünde hükümran kılacak ve kendileri için
seçip beğendiği dinlerini sağlama bağlayacak ve korkularının ardından da onları
güvene erdirecektir." (Nur, 24/55)
ayetiyle
onlara, bu yüksek hedefleri gösteriyor ve cihanın hakimi olacakları müjdesini
veriyordu. Daha bunlar gibi, Müslümanlığın ve Müslümanların geleceği, zafer ve
hezimetleri, terakkî ve tedennîleriyle alâkalı pekçok ayetler varki, hepsini
burada zikretmemiz mümkün değil. Kur'ân-ı Kerim'in gelecekle alâkalı verdiği
haberlerin büyük bir bölümünü, değişik ilim dallarının varacakları nihâi
hudutlarla ilgili olan ayetler teşkil eder. İlmî tesbitlerle alâkalı, kısa
fezlekeler halinde, Kur'ân'ın verdiği haberler o kadar hârika ve o kadar
erişilmezdir ki, onun bu mevzudaki beyanlarını kulak ardı etmek mümkün
olmayacağı gibi, bu mevzudaki beyanlarıyla ona beşer kelâmı demek de mümkün
değildir. Yüzlerce âyetin sarâhat, delâlet ve işaret yoluyla ifâde ettikleri
harikalara dair pekçok eser yazıldığından, bu meselenin tafsilâtını o eserlere
havale ederek, misâl teşkil edecek birkaç ayetin işaret ve delâlet ettikleri
hususları kaydedip geçeceğiz:
1. Kâinatın
Yaratılışı
Kâinatın
yaratılışıyla alâkalı olarak,
"İnkâr
edenler, gökler ve yer bitişik bir durumdayken, onları birbirinden
ayırdığımızı, sonra da bütün canlıları sudan yarattığımızı görüp düşünmüyorlar
mı? Halâ imân etmeyecekler mi?" (Enbiya, 21/30)
ayetinin
anlattığı yüksek hakikat, teferruatına dair farklı mütalâalar ileri sürülse
bile ilk hilkatla alâkalı değişmeyen en sabit bir prensiptir. Ayette anlatılan,
bitişik olma ve ayrılma, ister gazlardan müteşekkil kitlenin, nebulolara
ayrılması, ister güneş sistemi gibi sistemlere bölünüp şekillenmesi ve
manzumelerin ortaya çıkması, isterse bir sehâbiye ve bir dumanın bölünüp,
parçalanıp, zabt-ü rabt altına alınması şeklinde olsun netîce değişmez. Âyet,
kullandığı malzeme ve seçtiği üslup itibariyle, ilmî araştırmalar için hep bir
ışık kaynağı olmuş, bütün faraziye ve nazariyelerin eskiyip atılmasına karşılık
o, tazeliğini korumuş, bugünlere gelmiş ulaşmış ve yarınlara hakim olmaya da
namzed görünmektedir.
2. Astronomi
Kur'ân-ı
Kerim'de astronomiye esas teşkil edecek o kadar çok âyet vardır ki, bunların
biraraya getirilerek teker teker tahlil edilmeleri, cildler ister. Biz bir-iki
âyetin işaretiyle iktifâ edeceğiz.
"Allah o
zattır ki, gökleri, görebildiğiniz bir direk olmaksızın yükseltti; sonra da
iradesini (tekvin) arşına yöneltti. Artık hepsi belli bir süreyle kayıtlı
olarak akıp gitmektedir." (Ra'd, 13//2)
Âyet, göklerin
yükseltilmesini, genişleyip büyümesini hatırlattığı gibi, her şeyin nizam
içinde baş başa, omuz omuza olmasını da (bilebileceğimiz cinsten bir direk
olmaksızın) sözüyle ifade etmektedir. Evet, kubbe-ı âsumânı tutup, dağılmasına
meydan vermeyen, görebileceğimiz cinsten bir direk yok ama, yine de bütün bütün
direksiz değil. Zira, kütlelerin dağılmaması ve gelip birbirine çarpmaması
için, görülsün görülmesin mevcut nizama esas teşkil edebilecek kanun, kaide,
prensip mânâsında böyle bir direğin vücudu zarurîdir. Kur'ân bu ifadesiyle
bizlere, kütlelerarası ile'1-merkez (merkez çek) an'il-merkez (merkez kaç)
prensibini düşündürmektedir ki, bunun, Newton'un çekim kanununa veya
Einstein'in (hayyiz)'ine* uyup uymaması bir şey ifade etmez. Hele âyetin, Güneş
ve Ay'ın akıp gittiğini ifade etmesi çok enteresandır ve üzerinde durulmaya
değer. Rahmân suresindeki "Güneş ve Ay'ın hareketleri. tamamen bir hesaba
bağlıdır." (Rahman, 55//5), Enbiya suresindeki "Geceyi, gündüzü,
Güneşi, Ay'ı yaratan O'dur. Bunların herbiri bir yörüngede
yüzmektedirler." (Enbiya, 21/33), Yâsin suresindeki "Güneş kendine
mahsus yörüngede akıp gitmektedir." dedikten sonra "Bunların herbiri
belli bir yörüngede döner dururlar." (Yasin, 36/38-40) diyerek, Güneş, Ay
ve sair gezegenlerin bir nizama göre yaratıldıklarını, bir âhengi temsil
ettiklerini ve riyazî bir gerçeğe dayalı bulunduklarını apaçık dile
getirmektedir. Yerin Yuvarlaklığı "Geceyi gündüzün üstüne, gündüzü de
gecenin üstüne doluyor." (Zümer, 39/5) ayeti, kullandığı malzeme itibariyle,
gece ve gündüzün birbirini takib etmesini, sarığın başa sarılması gibi, ışık ve
karanlığın, Yerküre'nin başına "sarık gibi dolanması" sözüyle
anlatıyor.
Bir diğer
âyette ise,
"Arkasından
da yeryüzünü mücessem kat-ı nâkıs (yâni yerküreyi elips şeklinde),
söbüleştirdi." (Naziat, 79/30)
diyerek
müşahidlere peygamberlik buudunda varılmış en nihâi noktayı göstermektedir.
Mekân genişlemesi hususunda:
"Semâyı
biz kendi elimizle kurduk ve sürekli genişletmekteyiz." (Zariyat, 51/47)
Bu genişleme
ister Einsteine'nin anladığı mânâda, ister Edwin Hubble'in Güneş sisteminin
dahil olduğu galaksiden, nebulozların uzaklaşması şeklinde olsun fark etmez.
Önemli olan Kur'ân'ın, ana teme parmak basıp, tecrübî ilimlerin çok önünde
zirveleri tutup onlara ışık neşretmesidir.
3. Meteoroloji
Hava akımları,
bulutların kesâfet kazanması, havanın elektriklenmesi, şimşeklerin çakması ve
yıldırımların meydana gelmesi Kur'ân-ı Kerim'de, yer yer ilâhî nimetleri
hatırlatma ve yer yer de insanları tehdid etme sadedinde çokça zikredilen
hususlardan biri. Meselâ,
"Baksana,
Allah bulutları sürüyor, sonra toparlayıp birleştiriyor, sonra da üstüste
yığıyor.. Bir de bakıyorsun bunun arkasından yağmur ortaya çıkıyor. Doluyu da
yukarıda dağlar gibi olanlardan indiriyor; onunla dilediğini vuruyor,
dilediğinden de onu öteye çeviriyor." (Nur, 24/43)
Her yerde
olduğu gibi, burada da Kur'ân yağmur vak'asının nihâî durumunu ihtâr ederek,
fezâyı velveleye veren, bulut, yağmur, şimşek ve yıldırımlar gibi ürperten,
haşyet veren hadiselerin arkasındaki in'amperver eli göstermek ve ruhları ona
karşı uyanık olmaya çağırmakta aynı anda, belli disiplinlere bağlı olarak
yağmur ve dolunun meydana geliş keyfiyetlerini ve sonra da yeryüzüne inmelerini
öyle garib bir biçimde anlatmaktadır ki; böyle bir anlatış tarzından hemen
herkes bugün bilinene ters düşmeyecek şekilde yağmur ve dolunun meydana geliş
keyfiyetlerini anlar ve Kur'ân'ın beyanına hayranlık duyar. Kur'ân, iki ayrı
çeşit elektriğin birbirini çekmesi, aynı cinsten elektrik yükünün birbirini itmesi,
rüzgârların devreye girerek birbirini iten bu bulutları birleştirmesi; yerden
yukarıya yükselen pozitif yüklü akımların fezadaki mevcut elektrikle birleşmesi
neticesinde elektriklenmenin meydana gelmesi ve bu noktada buharın su damlaları
halinde yere inmesi gibi teferruâtla meşgul olmaz.
O ana vak'a ve
asıl tema üzerinde durur; teferruata ait diğer meselelerin izah ve
isimlendirilmelerini zamanın tefsirine bırakır. Hicr suresindeki,
"Aşılayıcı
rüzgârları gönderip onunla gökyüzünden su indirip size takdim ettik, (yoksa)
siz o suyu depo edemezdiniz." (Hicr, 15/22)
ayeti, bu
hususa ayrı bir buud ilâve ederek ağaçların ve çiçeklerin aşılanmasında
rüzgârların fonksiyonuna dikkati çektiği gibi onların bilhassa, bulutları
aşılama vazifesini de ihtar etmektedir. Oysa ki, Kur'ân nâzil olduğu zaman, ne
otun, ağacın, çiçeğin ne de bulutların aşılanma ihtiyaçları bilinmediği gibi,
rüzgârların çelik-çavak bu önemli vazifeyi gördüklerinden de hiç kimse haberdar
değildi...
4. Fizik
Varlığın ana
unsuru madde ve onun çift ve tek olma gibi hususiyetleri de Kur'ân-ı Kerim'in
ele alıp anlattığı mevzulardandır. Meselâ, Zâriyat suresinde
"İyice
düşünesiniz diye biz herşeyi çift olarak yarattık." (Zariyat, 51/49)
her şeyin çift
olarak yaratıldığı ve Kur'ân'ın kullandığı malzeme itibariyle, bunun önemli bir
esas ve âlem-şümul bir prensip olduğu anlaşılmakta. Şuarâ suresindeki ayette
ise
"Yeryüzüne
bakmıyorlar mı? Biz onda nice içaçıcı çiftler yaratıp yetiştirdik."
(Şuara, 26/7)
denilerek, her
sene gözümüzün önünde haşr-ü neşr olan yüzbinlerce çifte dikkat çekilmekte ve
Allâh'ın nimetleri hatırlatılmakta. Yâsin suresindeki ayet ise, daha şümullü ve
daha enteresan:
"Ne
yücedir o Allah ki toprağın bitirdiklerinden, (onların) kendilerinden ve daha
bilmedikleri nice şeylerden hep çiftler yaratmıştır." (Yasin, 36/36)
şeklindeki
beyanıyla, bugün bilip tesbit edebildiğimiz çift yaratıkların yanında, henüz
bilemediğimiz birçok çiftlerin varlığı da, ihtar edilmektedir.
Evet, Allah,
insanlardaki erkeklik ve dişilikten, otların, ağaçların çift olma esasına;
atomlar, atomlardaki elektron ve çekirdek ikiliğinden, madde -anti madde zıd
eşliliğine kadar, canlı-cansız, yerde-gökte değişik keyfiyet ve buudda ne kadar
çift varsa, umum nimetlerini tâdâd sadedinde, kendinden başka her şeyin çift
olduğunu zikredip bizleri düşünmeye davet ediyor. Sırf birer misal teşkil etsin
diye, yukarıda zikrettiğimiz âyetlerden başka, pekçok ilâhî beyan var ki,
herbirisi başlı başına birer mucize olması itibariyle, hem Kur'ân'ın Allah
kelâmı olduğuna hem de Peygamberimizin (asm) O'nun elçisi bulunduğuna apaçık
delâlet etmektedir.
Evet, Kur'ân
yeryüzünde hayatın ortaya çıkışından, bitkilerin aşılanma ve üremelerine,
hayvan topluluklarının yaratılmasından hayatlarını onlarla devam ettirdikleri
bir kısım sırlı düsturlara, bal arısı ve karıncanın esrarlı dünyalarından
kuşların uçuş keyfiyetine, hayvan sütünün hasıl olma yollarından insanın anne
karnında geçirdiği safhalara kadar pekçok mevzuda, kendine has ifade tarzıyla,
öyle veciz, öyle muhtevâlı, öyle hâkim bir üslupla ele aldığı şeyleri takib
etmektedir ki; bizim yorumlarımız bir yana, ne zaman onlara müracaat edilse hep
taze, genç ve ilimlerin varabilecekleri en son hedefleri tutmuş oldukları
görülecektir. Şimdi, bir kitap, binlerce insanın, bilmem kaç asırlık
çalışmaları neticesinde varabildikleri noktaların dahi ötesine parmak basıyor,
mevzua hakim bir üslupla o mevzuun hülâsasını veriyorsa, o kitabı, değil on
dört asır evvelki bir insana, günümüzün mütefennin yüzlerce, binlerce dâhisinin
mesâisine vermek dahi mümkün değildir. Hele o kitap, Kur'ân gibi muhtevası
zengin, ifadeleri çarpıcı, üslubu âli, şivesi de ilâhi olursa...
Şimdi dönüp
muhatabımıza şunları soralım:
- Ümmîliği
mucize o Zât, mektebin, medresenin, kitabın bilinmediği o cahilî vasatta,
canlılarda sütün meydana geliş keyfiyetini kimden öğrendi?
- Rüzgârların
aşılayıcı olduğunu, nebatât ve bulutları telkih ettiğini, yağmur ve dolunun
meydana gelme noktalarını nasıl bilebildi?
- Yerkürenin
elipsî olduğunu O'na kim ta'lim etti?
- Mekân
genişlemesini hangi rasathanede ve hangi dev teleskoplarla tesbit edebildi?
- Atmosferin
yapı taşlarını ve yukarılara doğru çıktıkça oksijenin azlığını hangi
laboratuvarda öğrendi?
- Hangi
röntgen şualarıyla cenînin anne karnında geçirdiği safhaları aynı aynıya tesbit
etti?
- Sonra da
bütün bu bilgilerin teferruâtına vâkıf, mütehassıs bir ilim adamı edasıyla,
tereddüdsüz, fütursuz ve kendinden gayet emin bir tarzda muhatablarına anlattı?..
5. Kur'ân-ı
Kerim Efendimizin (asm) vazife, mes'uliyet ve selâhiyetlerini anlatıp O'na yol
gösterdiği gibi, yer yer de seviyesine uygun olarak O'na itâbda bulunmakta ve
ikaz edip ırgalamaktadır.
Meselâ: Bir
defa münafıklara, izin vermemesi gerekirken izin verdiğinden dolayı,
"Allah
seni affetsin, doğru söyleyenler sana iyice belli olup ve yalan söyleyenleri
bilmezden önce, niçin onlara izin verdin?" (Tevbe, 9/43)
şeklinde
tenbihde bulunduğu gibi, Bedir esirleri hakkındaki tatbikatından dolayı da
"Yeryüzünde
tam yerleşip istikrar kazanıncaya kadar hiçbir peygambere esirler sahibi olmak
yakışmaz. Siz geçici dünya malını istiyorsunuz, Allah ise (sizin için) ahireti
istiyor. Allah daima üstün ve hikmet sahibidir..." (Enfâl, 8//67)
"Eğer
Allah'tan (affınıza dair) bir yazı ve takdir geçmemiş olsaydı, aldığınız
fidyeden dolayı size mutlaka büyük bir azab dokunurdu." (Enfal, 8/68)
mahiyetinde
itabda bulunmuştu. Bir keresinde, Allah'ın dilemesine havale etmeden,
"Yarın bu işi yaparım!.." dediği için,
"Hiçbir
şey için, bunu yarın yapacağım deme. Ancak Allah dilerse(de). Unuttuğun zaman
Rabbini an ve "Umarım Rabbim beni bundan daha doğru bir bilgiye ulaştırır
de." (Kehf, 18/23-24)
emir ve
tenbihinde bulunmuş, bir başka sefer
"İnsanlardan
korkup çekiniyordun; oysa asıl çekinmeye lâyık olan Allah idi." (Ahzab,
33/37)
itab işmâm
eder mahiyette sadece AIlah'tan korkulması lâzım geldiğini ihtar etmişti.
Zevcelerini bir meseledeki tavırlarına karşı bal şerbeti içmemeye yemin edince,
"Ey
Peygamber! Eşlerinin rızasını arıyarak Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi niçin
haram kılıyorsun? Allah çok gafûr ve rahimdir." (Tahrim, 66/1)
diyerek sertçe
ikaz ediyordu.
Daha bunlar
gibi, pekçok âyetle, bir taraftan O'nun vazife, mes'uliyet ve selâhiyetlerinin
sınırları belirlenirken, diğer taraftan az dahi olsa bu sınırlara riâyet
edilmediği, vazife ve mesuliyetin mukarrabine göre yerine getirilmediği
zamanlarda O'na itab edilmiş, tenbihde bulunulmuş ve yeryer sertçe uyarmalar
yapılmıştır. Şimdi hiç akıl kabul eder mi ki, bir insan bir kitap telif etsin,
sonra da o kitabın muhtelif yerlerine kendi hakkında, itab, kınama, ikaz ve
ihtar ifade eden âyetler yerleştirsin. Hâşâ!.. O kitap Allah kitabı, O Zât
(asm) da O'nun şerefli mübelliğidir...
6. Kur'ân-ı
Kerim, bir belâğat harikasıdır ve bu sahada eşi menendi yoktur.
Bu itibarla da
onu bir beşere maletmek mümkün değildir. Efendimiz (sav) peygamberlikle ortaya
çıktığı zaman, kitleleri arkasından sürükleyen bir sürü şâir, edib ve söz
üstâdı vardı. Bunlar pekçoğu itibariyle de O'na muârız idiler. Yeryer kafa
kafaya verip düşünüyor; Kur'ân'ı bir kalıba yerleştirmek, bir şeye benzetmek ve
ne olursa olsun mutlaka hakkından gelmek istiyorlardı. Hatta, zaman zaman
Hristiyan ve Yahudi âlimleriyle de görüşüyor, onların düşüncelerini
alıyorlardı. Ne pahasına olursa olsun Kur'ân çağlayanını durdurmak ve kurutmak
için akıllarına gelen her şeyi yapma kararındaydılar. Bütün bu engellere ve
engellemelere, akla hayâle gelmedik karşı koymalara aldırmadan yoluna devam eden
Hz. Muhammed (sav), bilumum inkârlara, ilhadlara karşı sadece ve sadece
Kur'ân'la muâraza ediyor ve mücadelesini de zaferle noktalıyordu. Hem de bunca
hasıma rağmen.
Evet, o gün,
Hristiyan ve Yahudi ulemasıyla beraber, belâğatın dev temsilcileri, tek cebhe
olup etrafı velveleye verdikleri bir dönemde, Kur'ân o üstün ifade gücü, o
büyüleyici beyanı, o başdöndürücü üslûbu, o insanın içini ürperten ledünniliği
ve ruhâniliğiyle muhatablarının gönlüne girdi; arşı, ferşi çınlatacak bir ses,
bir soluk oldu yükseldi... Bir mübâriz gibi hasımlarını muârazaya çağırdı,
tehdit etti, meydan okudu "Siz de Kur'ân'a benzer bir kitap, hiç olmazsa
onun bir suresine denk bir şey, daha da olmazsa aynı ağırlıkta bir âyet ortaya
koyun; yoksa savulun gidin!.." dediği ve o günden bugüne de
"Eğer
kulumuz Muhammed'e (sav) indirdiğimizden şüphe içindeyseniz, haydi onun gibi
bir sûre getiriniz ve eğer doğru iseniz; Allah'tan başka bütün yardımcılarınızı
da çağırınız." (Bakara, 2/23)
"De ki:
and olsun, eğer insanlar ve cinler şu Kur'ân’ın bir benzerini getirmek için
toplansalar, yine onun benzerini getiremezler. Birbirlerine arka çıkıp yardım
etseler de." (İsra, 17/88)
"Yoksa
onu uydurdu mu diyorlar? De ki: Öyle ise siz de onun benzeri on uydurulmuş
(dahi olsa) sure getiriniz. (Hatta) eğer doğru iseniz, Allah'dan başka
çağırabildiklerinizi de çağırınız." (Hud, 11/13)
ayetleriyle
aynı şeyleri tekrar edip durduğu halde, bir-iki hezeyanın dışında, Kur'ân'ın bu
meydan okuyuşuna cevab verilmemesi, onun kaynağının beşerî olmadığını gösterir.
Zira, tarih şahitdir ki, Kur'ân'ın muârızları O'na ve O'nun mübelliğine her
türlü kötülük yapmayı denedikleri halde, Kur'ân'a nazire yapmayı akıllarından
bile geçirmediler. Böyle bir şeye güçleri yetseydi, nazire ile Kur'ân'ın sesini
kesecek, tehlikelerle dolu muharebe yoluna girmeyeceklerdi.
Evet, o koca
belâğat üstadları, şeref, haysiyet hatta ırz, namus gibi en değerli şeylerini
tehlikeye atıp muharebe yolunu seçmeleri, Kur'ân'a nazire yapılamamasının en
açık delîlidir. Eğer nazire yapmak mümkün olsaydı, münazara yolunu muharebe
yoluna tercîh edecek ve geleceklerini katiyyen tehlikeye atmayacaklardı. Arap
şâir ve nâşirlerinin, Kur'ân'ın benzerini getirememeleri tahakkuk edince, ona
Hristiyan ve Yahudiler arasında menşe' aramak beyhude ve bir çaresizlik
ifadesidir.
Hem, Hristiyan
ve Yahudiler bu muhteva ve bu ifade zenginliğinde bir kitap hazırlayıp ortaya
koymaya güçleri yetseydi, ne diye onu başkasına nisbet edeceklerdi. "Biz
yaptık" der ve onunla övünürlerdi...
Kaldı ki,
dünden bugüne, dikkatsiz veya garazlı bir iki müsteşrik ve müşrike bedel, bir
sürü ilim adamı, araştırmacı ve mütefekkir Kur'ân'ın muhteva zenginliği, ifade
gücü karşısında hayranlıklarını gizleyememiş ve onu alkışlamışlardır.
Charles
Milles; Kur'ân'ın üslubundaki zenginlik itibariyle tanzîr ve tercüme
edilmeyecek kadar yüksek bir edâya sahib olduğunu...
Victor
İmberdes; Kur'an'ın, bütün hukuk esaslarına kaynak olabilecek zengin bir
muhtevaya sahib bulunduğunu...
Ernest Renan;
Kur'ân'ın dînî bir inkılâb kadar edebî bir inkılâb da yaptığını...
Gustave Le
Bon; Kur'ân'la gelen İslâm'ın en saf, en hâlis bir tevhid anlayışını dünyaya
tebliğ ettiğini...
CI. Huart;
Kur'ân'ın Allah kelâmı olup, vahiy yoluyla Hz. Muhammed'e (sav) tebliğ
edildiğini...
H. Holman;
Hz.Muhammed (sav)'in Allah'ın son peygamberi, İslâmiyetin de vahyedilmiş
dinlerin en sonuncusu bulunduğunu...
Emile
Dermenyhem; Kur'an'ın, Peygamber (A.S.)'in birinci mucizesi olduğunu, edebî
güzelliği itibariyle de erişilmez bir muamma olduğunu...
Arthur
Bellegri; Hz. Muhammed'in (sav) tebliğ ettiği Kur'ân'ın bizzat Allah'ın eseri
olduğunu...
Jean Paul
Roux; Peygamberimizin en güçlü mucizesinin melek vasıtasıyla gönderilen
Kur'ân-ı Kerim olduğunu...
Raymond Charles;
Kur'ân'ın, hükmü hâlâ devam eden ve Allah'ın bir elçi vasıtasıyla müminlere
tebliğ ettiği beyanların en canlısı olduğunu...
Dr. Maurice;
Kur'an'ın her türlü tenkîdin fevkinde bir mucize, bir harika olduğunu hatta
daha da ileri giderek, edebiyatla ilgilenenler için Kur'ân'ın bir edebî kaynak,
lisan mütehassısları için lâfızlar hazinesi ve şairler için bir ilham menbaı
bulunduğunu...
Manuel King;
Kur'ân'ın, peygamberimizin peygamberliği süresince Allah'dan aldığı emirlerin
mecmuu bulunduğunu...
Mr. Rodwell;
İnsanın Kur'ân'ı okudukça hayretler içinde kaldığını ifâde eder ve onu
takdirlerle alkışlarlar.
Sadece birer
cümleciklerini alıp naklettiğimiz bu seçkin ilim adamı ve mütefekkirler gibi,
daha yüzlerce düşünür ve araştırmacı bilgilerinin vüs'ati nisbetinde, aynı
hakikatlara parmak basmış ve Kur'ân karşısında takdirle iki büklüm olmuşlardır.
Binlerce mütehassıs ve üstad kalemlerden çıkmış çok ciddi eserlerin yanında,
Kur'ân hakkında söz söylemek bize düşmezdi ama, başta sâhib-i Kur'ân'ın, sonra
da kalem erbâbıbın bağışlayacağı mülâhazasıyla, yaptıkları hizmete iştirak
arzusuyla bu cür'ette bulunduk.
İlave bilgi
için tıklayınız:
- Kur'an-ı
Kerim'in yazılması, toplanması ve kitap haline getirilmesi hakkında detaylı
bilgi verir misiniz?..
Selam ve dua
ile...
Sorularla
İslamiyet
Yorumlar
Yorum Gönder