Derviş, Hasan'ın Hikâyesi
Derviş, Hasan'ın Hikâyesi
Genç derviş Mehmet'in Hasan isminde bir
arkadaşı vardır.. Bir gün Hasan Mehmet'e; "Lütfen şeyhine sorar mısın, ben
de bir derviş olabilir miyim?" der. Mehmet şeyhine bu talebi ilettiğinde
şeyh cevap vermez.
Mehmet'in üçüncü kez şeyhine başvurması
üzerine Şeyh sonunda; "Arkadaşına söyle gelsin ve dergâhımızda hizmet
etsin. Derviş olmaya hazır olup olmadığını görelim" der.
Hasan dergâhın mutfak işlerinde ve
temizliğinde çalışmaya başlar. Bir süre sonra Mehmet şeyhine arkadaşının
durumunu sorar. Şeyh; "Söyle ona, gelecek hafta bayramımızda bana bir
bardak su getirsin. Eğer seçkin misafirlerin huzurunda bana başarıyla hizmet
edebilirse bu onun hazır olduğunun bir işareti olacaktır." diye cevaplar.
Bayram günü yemekler yenilir, sohbetler
edilir, Şeyh konuşmasına başladığında, Hasan mutfakta tedirginlik içinde
çağrılmasını beklemektedir. Şeyh sonunda bir bardak su istediğini işaret
ettiğinde, Hasan hemen tepsi üzerinde bir bardak su ile koşturur şeyhin
karşısına ve başlar ayakta beklemeye. Karmaşık bir öykü anlatmakta olan Şeyh,
bir noktayı vurgulamak için elini salladığında bardak devriliverir. Hasan,
korkuyla, dehşet içinde sımsıkı yumar gözlerini.
Gözlerini açtığında, kendisini ormanda,
bir kayanın dibinde bulur. Yürüyerek ormanın içinden geçip, bir kasabaya gelir.
Rastladığı lokantadan gelen harika kokular ona birden açlığını hatırlatır.
Cüzdanının yanında olmadığını bilmesine rağmen, açlığına direnemeyip güzel bir
sıcak yemek söylemeye karar verir.
Tatlısını yiyip, keyifle kahvesini
yudumlarken, masasına iyi giyimli bir adam yaklaşır. "Umarım yemeğimizi
beğendiniz?" diye sorar. "Oh! Evet, her şey çok lezzetliydi. Siz
lokantanın sahibi misiniz?" diye sorar Hasan, sanki cüzdanını arıyormuş
gibi yaparak. "Evet" diye cevap verir adam "ve mütevazı
yemeklerimizi beğenmenize çok sevindim".
"Cüzdanımı bulamıyorum"da diye
sızlanır Hasan, "onu düşürmüş olmalıyım. Bu durumda yemeğin bedelini nasıl
ödeyebilirim?"
"Buralarda yeni olmalısınız. Herhangi
bir şey ödemeniz gerekmiyor. Ancak geçenlerde hayata gözlerini yuman
ebeveynimin ruhu için dua edebilirseniz çok memnun olurum."
Hasan, dükkan sahibinin ebeveyninin ruhu
için dua eder. Lokanta sahibi de çok teşekkür ederek, ertesi gün yine yemeğe
gelmesi için ısrarla davet eder.
Şaşkınlık içinde olan Hasan doymuş ve memnun
bir şekilde oradan ayrılır. Havada akşam serinliği vardır. Bir terzinin önünden
geçerken durur ve çok güzel bir paltoyu hayranlık içinde seyreder. Bu sırada dükkândan
genç bir adam çıkıp, "Bu paltoyu beğendiniz mi?" diye sorar.
"Çok güzel" diye cevap verir Hasan
"Ve dikişindeki incelik ve ustalığa hayran kaldım."
"Teşekkür ederim", der genç adam.
"O sizindir."
Hasan reddetmeye çalışır, ancak terzi
ısrar eder. "Siz buralardan değilsiniz, öyle değil mi?" diye sorar
terzi. "Kalacak yeriniz var mı?"
Hasan, yeri olmadığını itiraf ettiğinde,
“O zaman bana bir iyilik yapabilirsiniz. Dükkânımın üzerindeki odada kalacak ve
herhangi bir yangın ya da başka bir acil durum ihtimaline karşı dükkânıma göz
kulak olacak birisine ihtiyacım var.”
Hasan, yeni odasında, yeni paltosuyla,
midesi lezzetli yiyeceklerle dolu, mutluluk içinde uzanmış, “Bütün ihtiyaçlarım
mucizevi bir şekilde karşılandı, cennette olmalıyım.” diye düşünürken,
dışarıdan hoş, neşe dolu sesler duyar. Pencereden baktığında caddenin,
birbiriyle sohbet eden ve kahkahalar atan kadınlarla dolu olduğunu görür. Bir
anda gözüne hayatında gördüğü en güzel kadın ilişir. Bütün gece uyku girmez
gözüne. Ertesi sabah terziye gece gördüklerini anlatır.
“Perşembe gecesi, bizim kadınlar
gecemizdir.” diye açıklar terzi. “Kasabanın kadınları o geceyi hep birlikte
geçirirler ve erkekler evlerinde kalır. Birçok erkek eşlerini ilk kez bu
gecelerde görmüştür. Bu gerçekleştiğinde, âdetimiz o genç adamın bir Perşembe
gecesi elinde yanan bir mum taşıyarak dışarıya çıkmasıdır. Genç adam bu mumu
seçtiği kadına sunar ve eğer kadın da mumu kabul ederse, bu onun genç adamın
teklifini kabul ettiği anlamına gelir.”
Geçmek bilmez bir hafta boyunca heyecanla
bekleyen Hasan, perşembe akşamı, kalbini çalan o güzel kadına elinde taşıdığı
mumu sunar. Kadın, mumu Hasan’ın titreyen ellerinden alır ve ona gülümser.
Başka ne yapacağını bilemeyen Hasan, oradan koşarak ayrılıp, odasına sığınır.
Ertesi sabah Hasan hâkimin makamına
çağrıldığını öğrenince birden telaş ve korkuya kapılır. Acaba lokantada yediği
bedava yemekler için mi, palto için mi yoksa mum için mi çağrılıyordur?
Hâkim, haşin bakışlı, seçkin bir
beyefendidir. Bakışları Hasan’ın kalbine işler. Hasan’ın bütün dehşet ve
endişelerinin aksine hâkim gülümseyerek; “Görünen o ki: Kızım sizin teklifinizi
kabul etmiş. Onun çeyizinde bir ev ile hizmetçilere ve bir yatırım yapmanıza
yetecek kadar para bulunmaktadır. Ancak kızımla evlenmeden önce, üç şartımı
yerine getireceğine söz vermelisin.” der.
Hasan sevdiği kızın eline dokunabilmek
için bile her şeye söz vermeye razıdır. “Evet, elbette. Şartlarınız nelerdir?”
diye sorar.
“Diline, eline ve beline sahip olmaya söz
vermelisin. Söz veriyor musun?”
“Evet, söz veriyorum.”
Ve Hasan evlenir. Sevdiği kadınla evlenen,
zengin bir yaşam süren herkes gibi, hayattaki en mutlu insan hisseder kendini.
Günün birinde Hasan ve karısı geç saatlere
kadar uyurken, kapı çalar. Hasan o anda bir yatırımla ilgili olarak buluşması
gereken kişiler olduğunu hatırlar ve canı gitmek istemez. Karısına; “Sevgilim,
bir iş randevusu vermiştim, ama şimdi bununla uğraşmak istemiyorum. Kapıdaki
adamlara evde olmadığımı ve onları öğleden sonra göreceğimi söyler misin?”
Karısı şaşkın bir halde; “Ne? Bu adamlara
ne söylememi istiyorsun?”
Sabırsızlanan Hasan tekrarlar, “Onlara
dışarıda olduğumu ve onları ancak öğleden sonra kabul edebileceğimi söyle!”
Karısı, hayal kırıklığına uğramış bir
halde, çabucak giyinir ve odadan çıkar. Aradan bir süre geçer ve karısı geri
gelmeyince Hasan onu aramaya çıkar. Babasını ziyaret etmeye gitmiş
olabileceğini düşünerek kayınpederinin evine gider. Hâkim, kızgın bir şekilde
“İlk sözünü tutmadın! Daha da kötüsü yalnızca kendi dilini tutmamakla kalmayıp,
kızımdan bile senin için yalan söylemesini istedin. Bu affedilemez bir
davranış!”
Hasan yalvarır, özür diler ve bunun bir
daha asla olmayacağına dair söz verir. Kayınpederi merhamete gelir ve kızı da
geri dönmeyi kabul eder, kısa süre içinde her şey normale döner.
Birkaç hafta sonra Hasan ve karısı piknik
sepetlerini alarak pikniğe giderler. Karısı dinlenirken, Hasan yürüyüşe çıkar.
Yolda bir meyve bahçesinin yanından geçerken dalından kopan bir şeftali, bahçe
duvarının dışında büyümüş olan bir çalının üstüne düşer. Hasan şeftaliyi alır,
karısına götürür ve onu dilimlemesini ister.
“Bunu sana birisi mi verdi, yoksa satın mı
aldın?” diye sorar karısı.
“Hayır, onu yolda buldum. Yere düştü, ben
de aldım.”
“Yani bu şeftaliyi sana kimsenin
vermediğini ya da satmadığını mı söylüyorsun? Yalnızca onu gördün ve aldın?”
“Evet. Yolun üstünde yerde duruyordu.”
Karısı ağlamaya başlar ve oradan ayrılır.
Hasan eve döndüğünde, hiç kimsenin karısının eve döndüğünü görmediğini öğrenir.
Birkaç saat sonra, istemeye istemeye kayınpederini görmeye gider. Hâkim, daha
önceki gelişinden daha da kızgındır.
“Sen, ikinci sözünü de tutmadın! Eline hâkim
olmayı da başaramadın.”
“Ama şeftali herkesin gelip geçtiği yolda
duruyordu.” Diye kendini savunmaya çalışır Hasan.
“Bunun önemi yok. O şeftaliyi sen
yetiştirmedin, satın almadın ve onu bir hediye olarak da almadın. O senin
değildi ki alabilesin.”
Hasan yine affedilmesi için yalvarır,
yakarır. Bir daha böyle bir hata yapmayacağına söz verir ve sonunda karısı eve
dönmeyi kabul eder.
Birkaç ay sonra, Hasan kasabanın genç
kadınlarının çamaşır yıkamak üzere her perşembe günü nehrin kenarında
toplandığını fark eder. Karısı çok güzel bir kadın olmasına rağmen, onun
görünüşüne alışmıştır. Bu genç kadınların her biri hem güzel hem de ayrı bir
cazibeye sahiptir. Hasan her perşembe günü nehrin o bölümünden yürüyerek
geçmeyi adet haline getirir ve her geçen hafta o bölgede, genç kadınların güzel
vücutlarını seyretmek için daha fazla duraksamaya başlar.
Bir perşembe günü, Hasan genç kadınları
gözetlemek için bir çalının arkasına sinmiş beklerken, birisi ensesinden
yakalayarak onu ayağa kaldırır. Bu iri yarı bir askerdir. Adam onu tutup
kayınpederinin makamına götürür.
Hâkim, Hasan’a soğuk bir ifadeyle bakar.
“Üçüncü sözünü de tutmadın! Her ne kadar düşünce ve duygularını fiiliyata
dökmemiş olsan da, aklında kızıma karşı sadakatsiz davrandın.” diyerek,
muhafıza “Onu götür, geldiği yere geri at!” diye emreder. Muhafız Hasan’ı
sürükleyerek ormanı geçirir ve kayanın kıyısına gelip aşağıya fırlatır. Hasan
dehşet içinde gözlerini kapatır.
Gözlerini açtığında, Şeyhin huzurunda ve
elinde devrilmiş bardak olan tepsiyi tutarak ayakta beklemektedir.
Şeyh ona doğru eğilir ve fısıldar;
“Gördüğün gibi, henüz hazır değilsin!”
Alıntı
Yorumlar
Yorum Gönder