Asr-ı Saadet Gençliği ve İslam’a Hizmetleri
Asr-ı
Saadet Gençliği ve İslam’a Hizmetleri
Gençlik çağı kişinin en dinamik
olduğu, enerji dolu ve hareketli bir çağıdır. Bu dönemde kişi, hayatı tozpembe
görür, karşılaştığı olayları hisleriyle değerlendirir, sahip olduğu enerjiyi
harcayabilmek için daha çok harekete ihtiyaç duyar. Bu enerji itibariyle genç
insan, birçok meseleyi çözebilecek hareket ve beceriye de sahiptir. Kendisine
fırsat verildiğinde çok önemli başarılara imza atabilecek yeteneğe sahip
bulunmaktadır. Çok ciddi görevleri yerine getirebilecek kabiliyet, genç insanda
daima mevcuttur. Esas olan, gençteki bu kabiliyeti keşfedip; onu geliştirmek,
bunun içinde ona görevler vererek sorumluluk bilinci kazandırmaktır.
İslâmî anlayışa göre, gençlik
yaşına gelmiş kişi, artık çocuk kabul edilmemektedir. Böyle bir kişi, hayatın
her türlü sorumluluğuna muhataptır ve mükelleftir. Akıllı olup buluğ çağına
ulaşmış ve İslâm anlayışına göre genç kabul edilmiş kimse, tam bir eda
ehliyetine sahiptir. Böyle bir genç, hiç kimsenin iznine bağlı kalmaksızın
bütün akitleri yapabilir.
Gerçekten gençliğin gereği
harekettir. Bu ideale ulaşma, üstün hedefe erme, üstün gayeye varma yönünde
gerçekleşen bir hareket olmalıdır; vuran, kıran, yıkan değil, yapan ve imar
eden bir hareket olması gerekir.
Gençlik Allah Teâlâ’nın biz
kullarına bahşettiği en güzel nimetlerden biridir ve bu nimetin de kıymetinin
bilinmesi, şükrünün eda edilmesi gerekir. Efendimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem
ihtiyarlık gelmeden gençliğin kıymetinin bilinmesi gerektiğini buyurur. Peki,
gençliğin kıymeti nasıl bilinir?
İnsan, hayatının en verimli
olduğu bu yıllarda, ilk önce yükümlü olduğu ibadetleri eksiksiz yerine
getirmelidir. Rabbi’nin rızası peşinde koşan kul daha sonra anne babasına ve
ümmete faydalı olmaya gayret etmelidir. Allah rızası için insanlığa hizmet etme
bilinci ile her davranışında ölçülü ve dikkatli olmalıdır. İlim öğrenmek için
en uygun dönem olan bu zamanları boşa harcamamalı, kendini geliştirmelidir.
Ancak bu şekilde gençlik nimetinin kıymeti bilinmiş olur.
Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi
Vesellem buyurmuştur ki:
“Bir genç ilim ve ibadet içinde
yetişir, olgunlaşırsa, Allah Teâlâ kıyamet günü ona yetmiş iki sıddıkın sevabı
kadar sevap verir.”
Efendimiz Sallallahü Aleyhi
Vesellem başka bir hadis-i şerifte ise:
“Gençlik yıllarında Allah’a
kulluk yapanın, ihtiyarlık zamanlarında kulluk yapmaya başlayana üstünlüğü,
peygamberlerin insanlara olan üstünlüğü gibidir (o derece faziletlidir)”
Ne var ki günümüz gençliği bu
hususlarda hayli zorlanmaktadır. Etrafını saran kötü ahlak örnekleri içinde
kendini koruması, bir ideal peşinde istikrarla yürümesi çok meşakkatlidir ve
çoğu zaman böyle durumlarda nefsine yenik düşebilmekte, dünyalık heveslere
kapılmaktadır.
Ancak Allah Teâlâ bir hadis-i
kutside: “Kaza ve hükmüme inanan, Kitabın (Kur’an’ın) hüküm ve tavsiyelerine
boyun eğen, verdiğim rızıkla kanaat eden, şehvani arzularını benim rızam için
terk eden genç bir mümin, katımda bir kısım meleklerimin derecesindedir”
buyurarak gençlikte yapılan kulluğun ehemmiyetini biz insanlara bildirmiştir.
Öyleyse yapılması gereken,
Efendimiz’in ikazlarını kulağımıza küpe yapıp, Rabbimiz’in müjdesine nail
olabilmek niyetiyle gençlik yıllarımızı en güzel şekilde değerlendirmektir.
Tabi bu söylediklerimiz; gençler hayata küssün, içine kapansın, bir inziva
hayatı yaşasın demek değildir. Zaten bu, gençler için uygun da değildir. Herkes
yaşının yani fıtratının gereğince yaşamalıdır. 17 yaşındaki bir delikanlıdan 60
yaşındaki bir ihtiyarın ağırlığını beklemek doğru olmaz. Burada kastedilen,
hayatını Kur’an ve sünnetin çizdiği çerçevede yaşamak, ibadetlerini yerine
getirmek, eğlenecekse yine eğlenmek ama dinimizin koyduğu sınırları aşmamaktır.
Ubeydullah b. Şumeyt, babasından
şöyle rivayet ediyor:
"İnsanlar üç çeşittir.
Birincisi; genç yaşında hayırlı bir iş bulup, sonra dünyadan âhirete intikal
edene kadar bu hayırlı işi devam ettiren insandır. İşte bu insan Allah Celle
Celâlühü'ye yakın olandır, ikincisi; ömrünü günah işlemekle ve gafletle
geçirip, sonra hepsinden tövbe ederek vazgeçen insandır. Bu da Sâhibu Yemîn'dir
(amel defterini sağ tarafından alan). Üçüncüsü; gençliğinde şer işler icat
edip, sonra dünyadan çıkana kadar bunları işleyen insandır. Bu ise, Sâhibu
Şimal'dir. (amel defterini solundan alanlar)"
Menkıbe
Ebu'l Celd dedi ki:
"İsa Aleyhisselâm yaşlılara
şöyle dedi:
'Ey ihtiyarlar topluluğu!
Biliyorsunuz ki ekin sararıp kuruyunca hasadı yaklaşmış demektir.'
Onlar da; 'Evet! Öyle olur!'
dediler.
İsa Aleyhisselâm; 'Öyleyse siz
de hazır olun! Sizin de hasadınız yaklaştı' dedi.
Sonra gençlerin yanından geçti.
Onlara şöyle dedi: 'Ey gençler topluluğu ekin sahibi, belki de ekinini yaş
olarak kesecek, bunu biliyor musunuz?'
Onlar da; 'Hayır... Bilemeyiz'
dediler.
İsa Aleyhisselâm; ‘O halde hazır
olun. Çünkü ne zaman hasad edileceğinizi bilemezsiniz' dedi."
Çocuğun dini ve ahlaki eğitimini
aldığı ilkokulu ailesidir. Anne baba çocuğuyla nasıl ilgilenmişse onda göreceği
ahlak da öyle olur. Lakin çocuk büyüyüp gençlik yaşına gelince ailesi dışında
çevreden de etkilenir. Öyle ki bazen anne babanın sözünden daha önemli olur çevresinden
duydukları. Bu yüzden arkadaşlık gençlik döneminde son derece önemli bir yere
sahiptir.
Peygamberimiz Sallallahü Aleyhi
Vesellem “Kişi arkadaşının dini üzeredir. O halde herkes kiminle arkadaşlık
yaptığına baksın” buyurarak işin hangi boyutlara gelebileceği hakkında bizleri
uyarmıştır. Gençlerin kiminle arkadaşlık yaptığına dikkat etmesi, arkadaşlarını
sadece gülüp eğleneceği insanlar olarak değerlendirmemesi esas olarak ahlakına
bakması gerekir. Gül bahçesinde olan gülün kokusundan nasiplenir. Kendimizden
daha ahlaklı insanlarla bir arada olmaya çalışalım ki onların güzelliği bize de
sirayet etsin.
Hişam b. Hassan, Hafsa Hatun'un
şöyle öğüt verdiğini söylüyor:
"Ey gençler topluluğu!
Henüz genç iken nefislerinizi terbiye edin! Zira ben hakiki amelin ancak gençlikte
yapılan ameller olduğuna inanıyorum."
Hasan-ı Basrî Rahmetullahi Aleyh
şu tembihi çok yapardı: “Gençler! Yönünüzü âhirete çevirin. Âhireti çokça talep
edin. Biz, âhireti talep edenin âhiretle birlikte dünyayı da elde ettiğini çok
gördük. Ama dünyayı talep edip de, dünya ile birlikte âhireti elde edeni
görmedik.”
Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi
Vesellem, “Yedi sınıf insan vardır ki, Allahu Teâlâ, kendi rahmetinden başka
hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyamet gününde, onları kendi gölgesinde
gölgelendireceği sınıflardan birinde de ‘Allah’a ibadetle büyüyen genç’ olarak
zikretmiştir.’’
Hz. Peygamber Sallallahü
Aleyhi Vesellem’in Gençliğe Gösterdiği Özel İtina
Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi
Vesellem ve gençlik arasındaki ilişkiyi tespit etmek; onların nasıl büyük
sorumluluklar aldıklarını, kendilerine nasıl çok ciddi görevler verildiğini,
onlarında bu görevlerin hakkını nasıl verdiklerini, gerek tebliğ ve eğitim
alanında, gerek siyasi, idari ve askeri alanlarda, gerekse içtimai, iktisadi ve
sportif hayatta başarılara nasıl damga vurduklarını ortaya koymak; bütün
bunlardan hareketle Müslüman gençlerde sorumluluk bilincinin daha güzel bir
şekilde yerleşmesine katkıda bulunmaktır.
Peygamberimiz Sallallahü Aleyhi
Vesellem ‘’Ümmetimin en hayırlıları benim zamanımda yaşayanlardır‘’ buyurmak
suretiyle, genelde bütün ashabı taltif ederek övmüştür. Bununla beraber onun,
gençliğe ayrı bir önem verdiğini söylememiz gerekir. Bunun sebebi de Hz.
Peygamber Sallallahü Aleyhi Vesellem’in ‘’Bana gençliğin yardımı lütfedildi. ‘’
sözünde aramak gerekir. İslâmi hareket de gençlerin omuzlarında yükselmiş ve
onların omuzlarında devletleşmiştir.
Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi
Vesellem buyurmuştur ki:
“Size hayırlı gençleri tavsiye
ederim. Çünkü onların kalbi daha incedir. Allah beni doğrulukla ve müsamahayla
gönderdi. Bana gençler yanaştı, ihtiyarlar muhalefet etti.”
Hz. Peygamber gençliğe o kadar
önem vermiştir ki, bazen onlara karşı duyduğu sevgiyi açıkça söylemiştir.
Hicret esnasında on yedi yaşında olan ve Hz. Peygamber’in vefatına kadar geçen
zaman dilimi içinde gençliğinin baharında olduğu anlaşılan Muaz b. Cebel’e
Allah’ın Rasûlü Sallallahü Aleyhi Vesellem, yemin ederek kendisini sevdiğini
söylemiş ve arkasından da bazı tavsiyelerde bulunmuştur.
Menkıbe
Ebu'l-Bahterî, Ali Radiyallahü
Anh'den rivayet ediyor:
"Peygamber Sallallahü
Aleyhi Vesellem beni Yemen'e gönderdi. Dedi ki:
'Ey Allah'ın Rasûlü! Beni gönderiyorsun.
Ancak yaşım genç ve hüküm verme konusunda tecrübem yok'.
Bunun üzerine elini göğsüme
koydu ve; ‘Allah diline hidayet edecek ve kalbini sabit kılacaktır' dedi.
Ondan sonra hiçbir konuda
tereddüt etmedim".
Sa’d b. Ebî Vakkas’ın kardeşi
Umeyr Radiyallahü Anh gibi bazı gençlerin, şehitlik mertebesin, şiddetle
arzuladıklarını görüyoruz. O, Bedir Savaşı’na giderken Hz. Peygamber’den
gizleniyordu. Bunu gören ağabeyi, niçin gizlendiğini sorunca, Hz. Peygamber’in
kendisini küçük olduğu gerekçesiyle geri çevirebileceğini, oysa şehit olmayı
arzu ettiğini söylemiş ve gerçekten de adı geçen savaşta on altı yaşında iken
şehit edilmiştir.
Hudeybiye Antlaşması’nın
imzalanmasından az önce sahabe, canlarını feda etmek üzere Hz. Peygamber ‘e
beyat ettiklerinde, ilk beyat eden kişinin yirmi yaşlarında bir genç olduğu
söylenmiştir. Bundan başka hicri 86’da yüz yaşlarında vefat eden ve
Hudeybiye’de yirmi yaşlarında bir delikanlı olduğu anlaşılan Abdullah b. Ebî
Evfâ, on yedi yaşlarında Abdullah b. Yezîd el-Hatmi, on altısında Abdullah b.
Ömer el-Hattab gibi daha birçok gencin, meşhur ‘’Bey’atu’r-Rıdvân’’ da Allah
için canlarını vereceklerine söz verdiklerini görüyoruz.
Osman b. Talha Radiyallahü Anh
Hudeybiye sonrası Hz. Peygamber’e Müslüman olmak için geldiğinde, daha
gençliğinin baharındaydı. Babası Talha b. Ebî Talha ise en tehlikeli İslâm
düşmanlarındandı.
Zübeyr b. El-Avam, Müslüman
olduğunda on iki yaşındaydı. Amcası ise ona Müslüman olduğundan dolayı işkence
yaptı.
Talha b. Ubeydullah Radiyallahü
Anh Müslüman gençliğin önde gelen simalarından biri iken, annesi Sa’be,
müşrikler adına oğluna işkence yapıyordu.
İlk Müslümanların çok büyük bir
çoğunluğunu gençlik kesimi oluşturmaktadır. En nüfuzlu ailelerin, en nüfuzlu
soyların gençleri Müslüman olmuşlardı. Biz Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi
Vesellem’in kutlu davasında destek olan ve onu yalnız bırakmayan gençlerden
bazı simaları burada zikredeceğiz.
Hz. Ali Radiyallahü Anh Müslüman
olduğunda on yaşlarındaydı.
Hz. Ali Radiyallahü Anh’ın abisi
Cafer b. Ebî Talib yirmi yaşlarındaydı.
Habbâb b. El-Eret Radiyallahü
Anh on altı yaşındaydı.
Sa’d b. Ebî Vakkas Radiyallahü
Anh on dokuz yaşındaydı.
Talha b. Ubeydullah Radiyallahü
Anh da Hz. Peygamber döneminin önemli gençlerinden biridir. Özellikle Uhud
Savaşı’nda Hz. Peygamber’i bütün gayretleriyle koruması ve kendi vücudunu ona
siper etmesiyle dikkat çeken Talha Radiyallahü Anh on dört veya on sekiz
yaşlarındaydı.
Menkıbe
Enes b. Mâlik Radiyallahü Anh
anlatıyor:
"Ebû Talha Radiyallahü Anh
Uhud Savaşı günü Resûlullah'ın önünde durmuş, müşriklere ok atıyordu.
Resûlullah da Sallallahü Aleyhi Vesellem onu kendisine siper edinmişti. Ebû
Talha Radiyallahü Anh güzel bir atıcıydı. Her bir ok atışında Resûlullah Sallallahü
Aleyhi Vesellem okunun nereye düştüğünü görmek için bedenini onun bedeninin
ardından çekiyordu. Ebû Talha ise ayağa kalkarak ve göğsünü genişleterek şöyle
diyordu:
- Anam babam size feda olsun yâ
Resûlullah! Ardımdan ayrılmayın ki, size herhangi bir ok isabet etmesin. Göğsüm
sizin göğsünüzün önünde olsun!
Ebû Talha Radiyallahü Anh
kendisini Resûlullah'ın Sallallahü Aleyhi Vesellem önüne set çekerek ona siper
oluyor ve
- Yâ Resûlullah! Ben güçlü,
kuvvetliyim. Bütün ihtiyaçların için beni gönder; bana neyi dilersen onu emret,
diyordu."
Bilhassa İslâmi ilimlerde
otorite olan ve Müslüman olur olmaz Kur’an-ı müşriklerin arasında okuyacak
kadar cesaretli olan, cılız fiziğine rağmen küfrün elebaşlarına meydan okuyan
genç Müslümanlardan biri, Abdullah b. Mesud Radiyallahü Anh’dır. İslâm’a
girdiğinde on altı yaşındaydı.
Mekke döneminde tebliğ ve irşat
faaliyetleri için evini Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi Vesellem’e tahsis
etmesiyle meşhur Erkam b. Ebî’l-Erkam on altı yaşlarındaydı.
Hicret esnasında yirmi yedi yaşlarında
olan ve on yedi yaşları civarında İslâm’ı kabul ettiği anlaşılan Hz. Ebu Bekir Radiyallahü
Anh’ın kızı Esma (r.anha) ilk Müslümanlardan olma şerefine sahiptir.
Peygamberimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem’in hicreti için elinden gelen her
türlü yardımı yapmış ve onun hicretinde çok önemli rol oynamıştır.
Allah Rasulü Aleyhisselâm’ın
hayatından örneklerle devam edersek, O’nun genç yaşta, yaşlı insanların
oluşturduğu “Hılfu’l-Fudul” yani Faziletlerin Korunması Cemiyeti’nin
üyesi olması, gençlerin toplum içinde hayırlara vesile olmasının yöntemi
hakkında ipuçları sağlar. Demek ki gençlerimiz, hayır amaçlı oluşumların içinde
yer almalı, yetişkinler de buna fırsat sağlamalıdır.
Yusuf b. Mâcişûn anlatıyor:
Ben, kardeşimin oğlu ve amcamın
oğlu, henüz küçükken, İbni Şihab'a hadis soruyorduk. Bize şöyle dedi:
"Yaşınız küçük diye kendinizi hor görmeyin! Hz. Ömer Radiyallahü Anh
kendisine zor ve karışık gelen bir iş için gençleri çağırırdı, onlarla istişare
ederdi. Onların keskin zekâlarından faydalanmak istiyordu."
Yine Asr-ı Saadet'teki cami ve
cemaat anlayışı da çarpıcı misallerdendir. Mescid-i Nebevî’nin bir köşesinde
bulunan Ehl-i Suffe'deki gençlerin, o çağda Allah’ın dini’nin yayılmasında ve
yaşanmasında büyük katkılar sağlaması dikkat çekicidir.
O, on sekiz yaşındaki Usame b. Zeyd
Radiyallahü Anh’ı ordunun başına komutan tayin ederken, çocuk yaşlarından
itibaren Hz. Ali Radiyallahü Anh’a önemli görevler verirken gençlere güveniyor;
sahip oldukları meziyetleri ve dinamizmi hayata geçirmelerine ortam
hazırlıyordu
Menkıbe
Alemlerin Sultanı Sallallahü
Aleyhi Vesellem, “Refîk-i A’lâ” yolculuğuna çıkmak üzereydi. Şiddetli baş
ağrısı başlamıştı. Ateşi giderek yükselmekteydi. Zeyd oğlu Üsame Radiyallahü
Anh Hazretlerini yanına çağırdı ve:
“Ey Üsame!.. Şam’a Rumların beldesi Belkâ
sınırına git, babanın şehit edildiği bölgeye ulaş, giderken de hızlı git,
haberin bile önüne geç, üzerlerine şimşek gibi saldır, yanına kılavuzlar al
ancak onların içinde az kal!..” emrini verdi.
Hz. Üsame henüz o vakit, on sekiz yaşındaydı.
Hemen hazırlıklara başladı. Ordu karargâhına geldi. Karargâh birlikleri “Cürf”
denilen yerde bulunuyordu. Cürf ise Medine’nin dışında Avâlî denilen semtte
idi.
Medineli müslümanlar emre tam itaat ettiler.
Ensar ve Muhacirin tamamı karargâha koştu. Hepsi de hazırdı. Kimler yok tu ki o
gün haberi hemen duyup da gelen… Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Ebu Ubeyde bin
Cerrah, Hz. Sa’d bin Ebi Vakkas, Hz. Katâde bin Numan (r.anhüm). Ne var ki bazı
insanlardan bir ses yükseldi:
“Zamanında Medine’ye hicret etmiş bulunan şu
kadar büyük sahabe varken bu genç mi komutan olacak?”
Sesler ardı ardına çoğalınca, kalpler ürperip
daralınca, bazı insanlar bir an olsun dalınca, Âlemlerin Efendisi Sallallahü
Aleyhi Vesellem o son günlerinde başına siyah sarığını sardı, şöyle hitap etti
insanlara:
“Allah’a and olsun, bu gün
Üsame’nin komutan tayin edilmesine nasıl itiraz ediyorsanız, daha önce de onun
babasının komutanlığına aynı anlayışla itiraz etmiştiniz. Allah’a yemin olsun
ki, babası komutanlığa nasıl layık idiyse ve benim yanımda insanların en sevgilisi
idiyse, oğlu da komutanlığa öylece layıktır!..”
Mesele “baba oğul meselesi” değildi.
Hepimizin bildiği bir hakikati
hatırlamakta fayda var: 12-15 yaşlarında, büluğa ermiş bir insanı Cenab-ı Allah
tam bir birey olarak kabul ediyor. Ama günümüz yetişkinleri 17-18 yaşındaki
genci neredeyse muhatap kabul etmiyor. Üstünlük yaşla değil, sahip olunan
fazilet ve takva iledir. Tabii ki genç insan da takva ve fazilet sahibi
olabilir.
Nitekim Mukaddes Kitabımız’a
baktığımızda, zulmün karşısında adaletin, bâtılın karşısında hakkın sesi olmuş
gençler görürüz. Ashab-ı Kehf’i bilirsiniz. Karanlık ruhlu kral Dakyanus'a
karşı iman ve azimle mücadele vererek bir mağaraya sığınmayı, saray zevk ü
sefasına tercih eden Ashab-ı Kehf, yedi gençten ibaret idi.
İslâm’ın o zorlu yıllarında da
gençleri görürüz. Hz. Ali Radiyallahü Anh, İslâm’ın sancaktarlığını yaparken,
Fahr-i Alem a.s.’ın hicretinde O'nun yatağına yatarak canını feda etmeye
hazırlanırken bir gençti. Gençliğin medarı iftiharı bir genç... O genç, risaletten
sonra velâyetin sultanı, mana âleminin ummanı oldu, Allah'ın Arslanı diye
adlandırıldı.
Genç bir köle iken Hak Din’le
müşerref olan, bütün eza ve cefalara rağmen “ehad” diye haykırmaktan vaz
geçmeyen müezzinlerin seyyidi Hz. Bilal-i Habeşî RADİYALLAHÜ ANH da bir gençti.
Çok zengin ve narin biri iken,
İslâm’la şereflendikten sonra türlü işkencelere maruz kalmış, Uhud'da sancağı
taşırken Rasulullah s.a.v’ı koruma uğrunda şehid edilen Mus'ab bin Umeyr Radiyallahü
Anh da bir gençti.
Genç Osman, daha 14 yaşında Büyük
Lehistan Seferine bizzat komuta ederek deha örneği sergilemiştir.
Yirmi bir yaşında İstanbul'u
fethederek Allah'ın Habibi Sallallahü Aleyhi Vesellem’ın övgüsüne mazhar olan
Fatih Sultan Mehmed Han, İlâ-yı Kelimetullah uğruna nice fetihler yapan
Yıldırım Beyazıd, Yavuz, Kanunî, hepsi birer gençtiler.
Menkıbe
Yahya bin Eksem Hazretleri,
henüz 20 yaşında iken Basra şehrine kadı olarak tayin edilmişti.
Basralılar, yeni kadının bu
kadar genç olmasını hayretle karşıladılar.
“Kadımız kaç yaşındadır, bu
kadar genç kadı olur mu?” Diye aralarında dedikodu ettiler.
Bu konuşmalar Yahya bin Eksem'in
kulağına gidince, şu cevabı verdi:
“Ben, Hz. Peygamberin Mekke'ye
kadı tayin ettiği Attab'dan da, Yemen'e kadı olarak gönderdiği Muaz bin
Cebel'den de daha yaşlıyım. Benim size kadı olmama, ne için şaşıyorsunuz?”
Bu örnekleri verirken bir
gerçeği gözden kaçırmak, özlediğimiz gençliği anlayamamak, hiç kavrayamamak
olur. Bu gerçek şudur: Her örnek gencin hamurunda, kâmil bir terbiyeci, ilmiyle
âmil rabbanî âlimler ve Allah dostlarının mayası vardır. Onlardaki
fevkalâdeliği, mükemmelliği, her biri gönül mimarı olan mana âleminin erlerinde
aramak gerekir. Bu ince noktayı göz ardı etmek, bir esere hayran olunduğu
halde, o eseri meydana getiren sanatkârı görememek, sezememek demektir.
Asr-ı Saadet’te bu manevi
otorite bizzat Habib-i Kibriya’dır. Osman Gazi’de Şeyh Edebali, Yunus'da Taptuk
Emre, II. Murad'da Hacı Bayram-ı Veli, Fatih'de Akşemseddin'dir.
Her devirde hak ve hakikate
susamış gençlik, günümüzde de fıtratının meyline uyarak büyük bir iştiyakla
iyiyi-güzeli arayış içindedir. Bu arayış, hiç şüphesiz ki gönül erbabı manevi
mimarların elinde gerçek olgunluğuna ulaşacaktır.
Aslında bugün aranan mana
otoritesini kuracak olanlar, kâmil şahsiyetlerdir. İnsanlığı ihya edecek ruh ve
manayı, cihanı nurlandıracak mesajı işte bu kâmil insanlar sunmaktadırlar.
Unutulmasın ki bu âlem boş
değildir. Hak ve hakikat onların şahsında temsil edilmiştir ve kıyamete kadar
da bu temsiliyet devam edecektir.
Hakiki olan dava her zaman taze
ve gençtir. Genç dava ise her zaman ve her yerde genç insanı fethetmeye devam
edecek.
S. Abdülhakim el-Hüseyni Kuddise
Sirrûh hazretleri bir sohbetlerinde gençlik hakkında şöyle buyurmuşlar:
İnsanın, reisini incitmemesi
için, huzuru Rabbû'l-âlemîn' de kendisinden davacı olunmaması için, elinden
geldiği kadar Peygamber Sallallahü Aleyhi Vesellem'in Şeriatı yolunda hareket
etmesi lâzımdır. Bunu gençlik zamanında, güçlü kuvvetli olduğu zamanlarda
yaparsa çok daha makbul olur.
Ağaç gençken meyveli olur, ondan
istifade edilir. Ama yaşlandıktan, kuruduktan sonra ağaçtan istifade edilemez.
Ancak kesilip, yakılmaya yarar.
Gerçek delikanlı, gençlik
zamanında Allah'a yönelen kişiye denir. Gençliğin ne büyük bir nimet olduğunu
maalesef gençler pek bilmezler. Onun kıymetini yaşlılar kaybettikten sonra
anlarlar. Fakat artık geç olur.
Eğer insan gençliğini Allah
yolunda tüketmezse, gençliğinin ne kıymeti kalır.
Gençliğini Allah yolunda tüketen
kimse, yaşlanıp da elinden bir şey gelmeyecek duruma düştükten sonra tâât ve
ibadet yapmasa bile, Rabbû'l-âlemîn yine de ona gençlikte yapmış olduğu
ibadetin sevabını verir. Çok az ibadetini bile gençlik ibadeti olarak kabul
eder. Çünkü onun, gençliğinde nasıl ibadet ettiğini Rabbû'l-âlemîn bilmektedir.
"Eğer ben kulumun güç ve takatini almasaydım, eski ibadetine devam
ederdi" der Rabbû'l-âlemîn ve gençliğinde böyle çalışan o kuluna
gençlikteki ibadet sevabını yaşlandığında da verir.
Rabbû'l-âlemîn insanı, dünyaya,
Zâtını tanısınlar diye, getirmiş, ömrünü, gençliğini dünya için tüketsinler
diye değil.
İnsan gençken, güçlü kuvvetli
iken, her günahı işleyecek enerjiye sahip iken, Allah'ın razı olmadığı
işlerden, kendini muhafaza ederse, nefsinin yönünü Allah'a çevirirse, nefsini
salih amellere, namaza, oruca, Allah'ın hoşlandığı şeylere yöneltirse, Allah'ın
yanında ne kadar makbul olur. Allah bilir, Rabbû'l-âlemîn böyle bir yönelişten
ne kadar hoşnut olur. Böyle bir kimsenin yapmış olduğu salih ameller Allah'ın
yanında ne kadar makbul olur. Sahibi yüce makamlar, yüksek dereceler elde eder.
Gerçek mânâda mücahid, böyle kimselerdir. Allah yanında makbul, Allah indinde
pehlivan böyleleridir. Bunlar Allah'ın aslanlarıdırlar.
İnsan ihtiyarladıktan,
yaşlandıktan sonra, elinden ne hayır işler gelir, ne de günah işleri yapacak
gücü olur. Böyle kimsenin durumu yaşlanmış, kurumaya yüz tutmuş bir ağaca
benzer ki yaprakları olmayan, gölgelik vermeyen, meyveden kesilmiş kuru bir
ağacı sahibi ne yapsın? O, yere yatırıp kırmaktan, odun olarak kullanarak ateş
yakmaktan başka bir işe yarar mı? İnsan da aynen böyledir. Yaşlanıp ihtiyar
olduktan, hayır ve şer işleri yapacak tâkâtı kalmadıktan sonra o insandan bir
menfaat gelmez artık.
İnsan gençliğinde Allah'a
yönelmiş olan kimseye gıpta etmeli, dünya işinde başarılı olana değil. Çünkü
dünya geçicidir. Kısa bir zaman sonra elden çıkar. Ancak Allah'a yönelmiş,
ebedî kazanç temin etmiş kimseye gıpta edilir.
Hazret bir seferinde Garzan'a
gitmişti. Fettah Bey'in hânına esefle bakarken, yanına gelip ziyaret eden vaaz
ve nasihat isteyen Garzanlılara, "Benden ne vaaz ve nasihat istiyorsunuz.
Ben Nasihata lüzum görmüyorum. Size nasihat için Fettah Bey'in hânı yeter.
Günde üç-dört defa yüzünüzü oraya çevirip ibretle bakarsanız size yeter. Çok
iyi bilirsiniz ki, Fettah Bey ne kadar zengindi, ne kadar serveti, malı mülkü
vardı. Garzan'ın her evinde onun nam ve nişanını görmek mümkündür. Ne kadar
bahadır olduğunu, ne kadar saltanat sürdüğünü hepiniz bilirsiniz. Fakat sonu ne
oldu? Ölüp toprağın altına girmedi mi? Neticede ocağı sönüp köşkü sarayı
yıkılıp tarumar olmadı mı? Eğer düşünürseniz bundan daha büyük ibret, daha
büyük nasihat olmaz sizin için. İşte dünyanın sonu ancak böyledir"
buyurmuş.
İnsan ömrü üç konaktan
ibarettir. Bu konaklar çocukluk, gençlik ve ihtiyarlıktır. Ömür, ebediyet
yolculuğumuzda tek sermayedir. Zamanı boş yere harcayıp zayi etmek, bir daha
elimize geçmeyecek olan bu sermayeyi israf etmektir.
Peygamber Sallallahü Aleyhi
Vesellem buyurmuştur ki; “Kıyamet günü dört şeyden hesap sorulmadıkça kul
serbest bırakılmaz. Ömrünü nerelerde geçirdiğinden, gençliğini nerelerde
çürüttüğünden, malını nereden kazanıp nereye sarf ettiğinden ve bilgisiyle ne
gibi ameller yaptığından hesaba çekilir.”
Ebedi bir hayatı isteyen fıtrat,
o hayat içinde de gençliği arzulayacaktır. Gençlik çağı, yoluna en fazla
tuzaklar kurulan dönemdir. O tuzakların farkına vararak gençliğini her şeyden
önce imanıyla korumayı bilenler, ihtiyarlık kışında gözyaşı da dökmeyecektir.
Çok kısa sürecek bir zaman dilimindeki gülüşleri sonsuz ağlayışlara tercih
etmek akıllı insanın işi olmasa gerek. Ve sonunda emaneti asıl sahibine
bırakırken, emaneti korumanın karşılığında daha büyük mükâfatlarla birlikte
gençliğini de geri alacaktır.
Yürü –hâlâ- ne diye kendinle
savaştasın?
FATİH’in İstanbul’u fethettiği
yaştasın!
Allahü Teâlâ’dan temennimiz
bizleri gençliğimizin kıymetini bilen, yaşlılığımızda ise gençliğimizdeki gibi
amel eden, Sadatların gerçek manada gönlüne giren, dünya ahret Rabbimizin
rızasına eren kullarından eylesin inşallah. Âmin.
Kaynak: http://www.ilimyolunda.com
Yorumlar
Yorum Gönder