Tevhid, Tenzih ve İstiğfar

Tevhid, Tenzih ve İstiğfar

Eğer hayatınızdaki sıkıntı, stres, bunalım, üzüntü gibi şeylerden şikâyetçi iseniz, yaşama sevincinizi kaybettiğinizi düşünüyorsanız bu ilaç tam size göre!

Yunus Aleyhisselâm’ı bilirsiniz. Ortadoğu bölgesinde Ninova halkına peygamber olarak gönderilmişti. Kavmi kendisini dinlemediler ve iman etmediler. Bunca tebliğ ve davet faaliyetinin işe yaramadığını gören Yunus Aleyhisselâm, Rabbinden izin gelmediği halde artık bu kavmin iman etmeyeceğini, adam olmayacağını düşünerek Ninova şehrini terk etti. Kendisi kavmine karşı öfkelenmişti. Bir peygamberi dinlememenin cezasını onların da tatmasını istiyor, kendisi de onları öfkelendirmek istiyordu. Böyle söz dinlemeyen bir kavme beyhude yere tebliğde bulunmaktansa burayı terk etmek daha iyidir diye düşünüyordu. Şehri terk ederken düşüncesi Allah’a isyan etmek, peygamberlik görevinden istifa etmek değildi elbette. Bir peygamber nasıl böyle bir şey düşünebilir ki? O, Rabbinin bu konuda kendisini sıkıştırmayacağını, ona bu sebeple azap etmeyeceğini düşünüyordu. Çünkü ne de olsa elinden gelen her şeyi yapmıştı. Hem geçmişte helak olan nice toplumlarda da peygamberler aynı şeyi yapmamış mıydı? Bunca tebliğ işe yaramamış, sonunda kavimleri helak edilmişti. Belli ki Yunus Aleyhisselâm da belki de bu dik başlı, asi, söz dinlemez, laf anlamaz toplumun başına benzer bir belanın geleceğini düşünüyordu.

Yunus Aleyhisselâm kavminden ayrıldıktan sonra bir gemiye bindi. Ortada bir fırtına veya tehlike olmadığı halde dolu olan gemi batayazdı. Bunun üzerine geminin çalışanları “aramızda efendisinden kaçan bir köle var, böyle olmasaydı ortada bir sebep yokken gemi batma tehlikesi geçirmezdi. Bu tehlikeden kurtulmak için onu denize atmamız gerekir yoksa onu denize atmadan buradan kurtulamayız” dedi. Gemide kura çekildi ve kurada Yunus Aleyhisselâm çıktı. Yunus Aleyhisselâm denize atılınca büyükçe bir balık (en doğrusunu Allah’ü Teâlâ bilir ama muhtemelen balina) kendisini yuttu. Yunus Aleyhisselâm balığın karnında, denizin dibinde, karanlıkların içinde yaptığının yanlışlığını anladı. Vicdan azabı içinde Rabbine şöyle yalvardı:

لَا إِلهَ إلَا أَنْتَ سُبْحَانَكَ إِنِّي كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ.

“Lâ ilâhe illâ ente, sübhâneke, innî küntü mine’zâlimîn.”


(Senden başka ilah yoktur. Seni [her türlü noksanlıktan] tenzih ederim. Ben gerçekten [kavmimi terk etmekle] zalimlerden oldum.” (Enbiya, 87)

Balık Yunus Aleyhisselâm’ı ıssız bir yerde karaya bıraktı. Yunus Aleyhisselâm orada kendine geldi. Sonra tekrar kavmine döndü, yeniden tebliğini yaptı ve sayıları yüz bini geçen kavmi toptan imana geldiler. Böylece geçmiş kavimler içinde peygamberine bir bütün halinde iman eden tek kavim Yunus Aleyhisselâm’ın kavmi oldu.

Bu kıssada alınacak öyle dersler ve ibretler var ki… Bunlar için değil bir yazı, bir kitap yazılsa yeridir. Ben, bu kıssadaki sadece bir noktaya dikkat çekeceğim. Yunus Aleyhisselâm’ın, balığın karnında iken söylediği cümle… Kendisinin kurtulmasına vesile olan cümle…

Hz. Peygamber bu cümle hakkında şöyle demiştir: “Yunus’un balığın karnında yaptığı duayı bir Müslüman herhangi bir şey için yaparsa mutlaka kendisinin duasına icabet edilir.” (Tirmizî, Deavât, 82)

Âlimlerimiz yazdıkları eserlerde bu duayı “sıkıntılı kimsenin okuması gereken dua (duâü’l-mekrûb)”, “sıkıntılı anlarda okunacak dua” (duâü’l-kerb) diye ifade etmişlerdir. (Bkz. İmam Nevevî, el-Ezkâr, s. 121)

Bu dua üzerinde uzun okumalar, araştırmalar yaptım. Yunus Aleyhisselâm’ın sıkıntı anında niçin bu üç cümleyi söylediğini anlamaya çalıştım. Yine bir müminin sıkıntı durumunda bu duayı yapmasının sebebi üzerinde düşündüm. Okuduklarım arasında açık ve net bir şey bulamamakla birlikte ipuçlarından yola çıkarak kendimce şöyle bir noktaya ulaştım.

Bu duada üç cümlede üç husus var: “Lâ ilâhe illâ ente: Senden başka ilah yoktur” bu cümle tevhid cümlesi. “Sübhâneke: Seni tenzih ederim” bu cümle tenzih cümlesi. “İnnî küntü mine’z-zâlimîn: Ben zâlimlerden oldum” Bu cümle istiğfar cümlesi. Bana göre işin sırrı bu üçünün bir araya toplanmasında gizli. Sıkıntıyı dağıtacak olan şey bu üçlü: Tevhid, tenzih ve istiğfar. Kısaca bir bakalım bunlara…

a) Tevhid:

Sıkıntıda olan kişi bilecek ki Allah’tan başka ilah yoktur. Yani bu sıkıntı da dâhil olmak üzere bu kâinatta olan biten ne varsa hepsini yaratan Allah’tır. Mümin hayatın bir imtihan olduğunu, bu hayatta hayır ve şer ile imtihan edileceğini, sıkıntıları yaratanın da Allah’ü Teâlâ olduğunu bilir. Her ne kadar bu sıkıntıların kendi başına gelmesinde kendi kusuru bulunsa da sonuç itibarıyla bunları yaratan zât, kendisinden başka ilah olmayan Allah’tır.

Mümin yine bilir ki bir sıkıntı ile karşılaştığında bu sıkıntısını giderebilecek yegâne zât, tek ilah Allah’tır. Öyle ise müminin başka kapılarda dilencilik etmesi, kendisi gibi aciz ve zayıf kullardan medet umması doğru değildir. Mümin, her türlü sıkıntıyı giderebilecek sonsuz güç ve kudret sahibinin dergâhına iltica etmeli, O’nun kapısını çalmalıdır. Ne diyordu Rabbimiz?

"Yoksa darda kalana kendine yalvardığı zaman karşılık veren ve (başındaki) sıkıntıyı gideren [başka bir ilah mı var?]" (Neml, 62)

b) Tenzih:

Sıkıntıda olan kişi başına sıkıntı geldi diye öfkelenme, kızma, Allah’ın yarattığı kadere kusur bulma gibi bir yola girmemeli, Allah’ın her türlü noksanlıktan uzak bulunduğunu bilip buna iman etmelidir. Eğer başımıza bizim kötülük olarak gördüğümüz bir şey geliyorsa –hâşâ- bu durum Allah’ın bilgisizliğinden, ilgisizliğinden, merhametsizlik ve hikmetsizliğinden değildir. Olan her şey O’nun bilgisi, kudreti, rahmeti ve hikmeti dâhilinde olmaktadır. Öyle ise ilahî hikmeti sorgulamak, onda kusur bulmak, kadere isyan etmek olacak şey değildir. Mümin, Allah’ın imtihanının kusursuzluğuna teslim olmalı, Rabbinin her türlü kusurdan uzak olduğunu kabul ve itiraf etmelidir.

Ne diyordu Rabbimiz?

"O sabredenler, kendilerine bir belâ geldiği zaman: Biz Allah'ın kullarıyız ve biz O'na döneceğiz, derler." (Bakara, 156)

c) İstiğfar

Başımıza gelen sıkıntıların bir bölümünde bizim bir kusurumuz olmasa bile çoğunda bizim işlediğimiz günahların, tedbirsizliğimizin, aklımızı doğru dürüst kullanmamamızın etkisi vardır. Belki de geçmişte yaptığımız kötülükler karşımıza bugün bir sıkıntı olarak çıkıyordur. Günahsız bir kimse olamayacağına göre kişi bir sıkıntı ile karşılaştığında aklına hemen “bu durum, benim yaptığım hataların, işlediğim günahların, kusurların, tedbirsizliklerin sonucu olabilir. Öyle ise –hâşâ- Rabbime kusur bulmadan önce şöyle bir kendimi kontrol etmeli, kendi yaptığım zulüm ve haksızlıkları, işlediğim günahları göz önüne getirmeli ve bunun için af dilemeliyim” diye düşünmelidir.

Ne diyordu Rabbimiz?

"Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. (Bununla beraber) Allah’ü Teâlâ çoğunu affeder." (Şûra, 30)

Evet… Allah’ü Teâlâ Resûlü Sallallahü Aleyhi Vesellem bir anlamda bizlere açık çek veriyor. Sıkıntıdaysanız bu duayı anlamını bilerek, aklınız ve vicdanınıza nakşederek okuyun sıkıntınız geçecek, Rabbinizden isteklerinize icabet edilecek diyor.

Çağımız kadar sıkıntı, buhran, stres ve depresyonun tavan yaptığı bir yüzyıl olmamıştır. İşte elimizde bir ilaç, bir iksir, bir anahtar.

Rabbimiz kusurlarımızı görüp itiraf etmeyi, günahlarımıza son vermeyi, sıkıntılarımızı sona erdirmeyi cümlemize nasip eylesin. Âmin.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Esmaül Hüsna (Arapça- Türkçe) دُعٰٓاءُ اَسْمٰٓاءُ الْحُسْنٰى

Şifa Salavâtı (Salavâtı Tıbbil Kulubi/Salâvatı Tıbbiye)

Güzel Ahlakla ilgili 40 Hadis