Dünya Sevgisi...
Dünya
Sevgisi...
Manevi hastalıkların başı
dünya sevgisidir. Bütün kötülükler ondan doğar. İnsanları çekememezliğe,
birbirine karşı düşmanlığa ve kibirlenmeye sevk eder...
Şüpheli, mekruh hatta haram
şeyleri insanlara yaptırır. Dahası küfre bile girmesine sebep olur.
Peygamberlerin çoğuna iman etmeyenler, dünya saltanatları ellerinden çıkacağı
endişesi ile mahrum kalmışlardır. Yoksa bunların hak olduklarını çok iyi
biliyorlardı. Fir'avn iman etseydi; Mısır'a olan hâkimiyeti kalmazdı. Nemrut
mü'minlerden biri olabilseydi, "Nemrut"luğunu nasıl yapacaktı?!
Eshab-ı kirâmdan birisi, bir
gün sevgili Peygamberimize (aleyhisselâm) sorar:
-Bana öyle bir şey öğretin
ki; onu yaptığımda hem Rabbim beni sevsin, hem de insanlar! Cevap olarak
buyurdular ki:
"Dünyayı sevme Rabbimiz
seni sever..."
Rabbimiz dünyayı sevmiyor,
sevenleri de sevmiyor. Dünyadan başka hiçbir yerde O'na isyan edilmez. Bundan
dolayı dünyayı sevmez.
"Başkasının elindekine
de göz dikme, insanlar seni sever..." İnsanlar kendilerinden bir şey
istenmesinden hoşlanmazlar. Ebedi saadet için...
Dünya sevgisi, ahireti
unutturur. Ne büyük aptallıktır! İnsan, bırakıp gideceği muhakkak olan dünyaya
bu kadar önem veriyor, gidip kalacağı muhakkak olan ahiretini ihmâl ediyor ve
unutuyor. Servetinin artmasına seviniyor ama ömrünün azaldığına üzülmüyor...
Neye yarar öldükten sonraki
servet? Mukaddes dinimiz, çalışıp kazanmayı, zengin olmayı kötülememiştir.
Bilâkis teşvik etmiştir. Zekât ve sadaka vermeyi emrediyor. Verenlerin ne kadar
büyük nimetlere kavuşacakları, ebedi saadete erecekleri bildirilmiştir. Bütün
bunlar, para ile elde edilir. İnsanı annesinden yeni doğmuş gibi günahsız hale
getiren "hac" ibadeti de parasız olamaz. Zenginlere farzdır. Bir
oruçluya "iftar" açtıran kişinin oruç sevabına kavuşacağını hepimiz
biliyoruz. Musa aleyhisselam zamanında fakir bir adam vardı ona dedi ki:
-Sen Kelimullâhsın,
Rabbimizle konuşuyorsun, durumumu arz et, bana biraz mal versin! O da arz eder.
Rabbimiz buyurur ki: "O kuluma söyle, istiyorsa ona dünyada vereyim,
istiyorsa ahirette." Adam dünyada ister. Musa aleyhisselam adamı azarlar
ve "Üç günlük dünyayı ne yapacaksın?
Hepsini bir gün bırakıp
gideceksin. Sen ahireti iste, orası ebedidir" buyurur. Adam der ki:
-Rabbim bana bıraktı madem, ben dünyada istiyorum... Ve adam kısa zamanda çok
zengin oldu. Bir taraftan gelir, diğer taraftan hayırlı işlere harcar... Nerede
bir fakir var, yardım eder. Nerede borçlu var, borcunu öder. Yetimlere sahip
çıkar. Onları sevindirir. Bir müddet sonra adam ölür...
Musa aleyhisselam bakar ona
cennette köşk hazırlanmış. Hikmetini merak eder ve sorar: "Ya Rabbi bu
kulun dünyada istedi, sen de verdin. Bu köşk nasıl elde edildi?" Şöyle
cevap alır: "Doğrudur, o dünyada istedi, biz de verdik. Bu köşkü ise
parasıyla satın aldı..." Çalışmak ibâdettir...
Yüce dinimiz, bir kişinin
bakmakla mükellef olduklarının nafakasını temin için yaptığı çalışmayı beş
vakit namazını kılması şartıyla ibadet saymış ve büyük sevaplar vadetmiştir...
Bir memur dairesinde, bir
işçi iş yerinde, bir esnaf dükkânında çalışırken; sevap kazanıyor. Yani hem
para hem de sevap kazanıyor... Dünyaya çalışmayı, para kazanmayı ibadet kabul
eden dinimiz, çalışmayı değil, dünya sevgisini çirkin görüyor... Gemi susuz
yüzmez. Altında su olmalı, fakat içine su almamalı. İçine su girerse batar.
Abdülkâdir Geylâni
hazretleri bir sohbetinde şöyle buyuruyor: "Helâlinden kazandığınız
paraları, kasanızda muhafaza edebilirsiniz. Ceplerinizde de taşıyabilirsiniz,
ama kalbinizde değil."
M. Said
Arvas
Yorumlar
Yorum Gönder