Hz. Mevlânâ’nın Ölüm Anlayışı
Hz. Mevlânâ’nın Ölüm Anlayışı
Şeb-i Arus, düğün gecesi anlamına gelir. Hz. Mevlana,
ölüm gecesinin “Şeb-i Arus” olarak anılmasını, ağlama, yas, matem tutulmasını
değil, sevinç ve kutlama yapılmasını istemiştir. Çünkü ölüm günü Sevgili’ye,
Hakk’a kavuşma günüdür.
Hz. Mevlana’nın Sevgili’ye kavuşma günü olan 17
Aralık “Şeb-i Arus Vuslat Törenleri” ile kutlanmaktadır. Vuslat; erişme,
kavuşma, buluşma demektir.
Hz. Mevlana, ölümü; ten kafesine mahkum edilmiş
ruhun tekrar aslına dönmesi, aşık ile
maşuğun kavuşması, ikinci doğum olarak nitelemiştir:
“Şu dünya yüzündeki hayat, aslında bir ölümden
ibarettir. Bizi korkutan ölüm de hakikatte, hayattır! Bunu ters düşünmek, yani
ölümü, bir başka âleme doğmak değil de yok olup gitmek gibi sanmak imansızlıktır!
Eğer Hak, ten hanesini yıkarsa, sakın inleme, şikâyet etme! Şunu iyi bil ki
aslında sen, ten zindanında mahpussun; ölüm gelip de orası yıkılınca
kurtulacaksın!”
“Kuşa, kafesi bırakıp uçmak nasıl hoş, tatlı
gelirse, bana da ölmek ve bu yurttan göçmek öyle hoş, öyle tatlı geliyor.”
“Ey ruh âleminden bu dünyaya doğup gelenler! Ölüm
gelince ürkmeyin, korkmayın! Bu, ölüm değil, bu ikinci bir doğumdur; doğun,
doğun!”
Mevlana, Mesnevi’sinde Bilal-i Habeşi’nin ölüm
anlayışını örnek vermiş, ruhun dünya gurbetinden vatanına dönmesini, Allah’a
kavuşmayı sağlayan ölümün neşe ile karşılanması gerektiğini belirtmiştir:
“Hz. Bilal zayıflıktan hilale, yani yeni ay’a
dönmüş, yüzüne ölümün rengi, ölümün gölgesi düşmüştü. Eşi onun bu halini
görünce, “Eyvahlar olsun! Evim yıkıldı!” dedi. Bilal ona, “Hayır, hayır!” dedi,
“Evin yapıldı. Şimdi neşe ve sevinç zamanı. Ben şimdiye kadar, yaşayış yüzünden
keder içindeydim, yasta idim. Sen ölümün nasıl bir yaşayış, nasıl bir şey
olduğunu ne bilirsin?” Hz. Bilal hep bu sözü söylüyor, söylerken de yüzünde
nergisler, güller, laleler açılıyor, yani mübarek yüzü gittikçe nurlanıyordu.
Eşi Bilal’in hastalığının arttığını görünce, “Ey güzel huylu, ayrılık çağı
geldi.” dedi. Bilal, “Hayır, hayır! Buluşma çağı, kavuşma çağı.” dedi. Eşi dedi
ki, “Sen bu gece gurbete gidiyorsun, soyundan sopundan, yakınlarından ayrılıp
kayboluyorsun.” dedi. Bilal dedi ki, “Hayır, belki bu gece ruhum gurbetten,
asıl vatanına kavuşuyor.”
Hz. Mevlânâ’da ölüm; sevgiliye kavuşmak, bir başka
deyişle düğün günü anlamına gelmektedir. Mevlânâ, “herkes ayrılıktan bahsetti,
bense vuslattan” der. Böylece herkesin ayrılık olarak anladığı ölümü, Hz.
Mevlânâ sevgiliye kavuşmak olarak nitelendirmiş ve öyle kabullenmiştir.
Mevlânâ anlayışında; her şeyi yoktan var eden ve tek
yaratıcı güç olan Allah (cc), en büyük sevgili olarak kabul edildiği için, ölüm
O’na kavuşulan gün olarak algılanmış ve ölüme vuslat, ölüm gecesine de Şeb-i
Arûs denmiştir.
Bu hangi aşk ve hangi sevdadır ki, ağızların tadını
bozan ve nice ocaklar söndüren ölümü, sevgiliye kavuşma olarak adlandırsın ve
düğün gecesi olarak kabullensin. Bu anlayış ancak, sonsuz ve derin bir ilâhi
aşk anlayışı ile mümkün olabilir. İşte Hz. Mevlânâ; yüz yıllardır bu derin
aşkın ve sonsuz ilâhi sevdânın temsilcisi olmuş, bu aşkı Konya’dan tüm dünyaya
duyurmuştur.
Bu aşk deryasının temsilcisi; “Aşk geldi, damarımda,
derimde kan kesildi. Beni kendimden aldı, sevgiliyle doldurdu. Bedenimin her
yanını sevgili kapladı. Benden kalan yalnız bir ad, ondan ötesi hep O...”
diyerek gönlündeki sonsuz ilâhi aşkı ve derin Hak sevdâsını dile getiren Hz.
Mevlânâ’dır.
Bu aşk denizine dalan; “Bu kapı umutsuzluk kapısı
değil, aşk kapısıdır gel” diyerek tüm dünyaya kucak açan ve bütün insanlığı
Hak’kın aydınlık ve nurlu kapısına çağıran, herkesi Hak yola davet eden Hz.
Mevlânâ’dır.
Bu ilâhi aşkı terennüm eden; “Başımı koyduğum her
yerde secde ettiğim O’dur. Tek Mâbûd ancak Allah’tır. Bağ, gül, sema, sevgili…
Hepsi bahane, maksat daima O’dur” diyerek tek amacının Allah’a kavuşmak
olduğunu dile getiren Hz. Mevlânâ’dır.
Bu aşk bağının sembolü; “Aşka uçarsan kanadın yanar”
diyen bir şaire cevap olarak, “Aşka uçmazsan kanat neye yarar” diyerek gerçek
aşkın Allah’a ulaşmak olması gerektiğini haykıran gönüller Sultanı Hz.
Mevlânâ’dır.
Bu sonsuz ve derin aşkın sahibi; “Bizim
Peygamberimizin yolu aşk yoludur. Biz aşk çocuklarıyız, aşk bizim anamızdır.
Aşksız olma ki ölü olmayasın. Aşkta öl ki diri kalasın” diyerek ilâhi aşka
dalmanın sonsuz dirilik olduğunu, ölmemek için ilâhi sevdâ ateşine girmek
gerektiğini vurgulayan Hz. Mevlânâ’dır.
Mâşûkluk âlemine dalan ve ilâhi aşkın sırlarına
vâkıf olan; “Allah'dan başka bir temâşâsı bulunan aşk, aşk olamaz, saçma-sapan
bir sevda olur" diyen ve Allah’ın nûrûnu görerek ilâhi aşkta kemâle eren,
yalnız ve ancak tek olan Allah’a aşkla bağlanılacağını ve O’ndan gayrisine
bağlılığın saçmalık olduğunu dile getiren aşk bağının bülbülü Hz. Mevlânâ’dır.
İnsanların rûhunu ilâhi aşkla dirilten; “Allah için
ağlayan göz ne mübarektir. O’nun aşkıyla yanıp kavrulan yürek ne mukaddestir”
diyerek yüreklerin ve gönüllerin bağlanması gereken gerçek aşk yolunu gösteren
ve ilâhi aşk mesajını tüm dünyaya duyurarak herkesi ölçülemeyecek bir rahmete
boğan Hz. Mevlânâ’dır.
İşte bu derin ve sonsuz ilâhi aşktır ki; ölümü en
büyük sevgili olan Allah’a kavuşmak anlamına gelen vuslat, ölüm gecesini de
düğün gecesi anlamına gelen Şeb-i Arûs olarak algılasın ve kabullensin.
Daha çocuk yaşta iken Mevlânâ’daki kemâlâtı gören
şeyh Feridüddin-i Atar; Sultânül-Ulemâ Bahâeddin Veled’e hitaben şöyle der:
“Çok geçmeyecek, bu senin oğlun âlemin yüreği yanıklarının yüreklerine ateşler
salacaktır.” Gerçekten de öyle olmuş, Hz. Mevlânâ’daki aşk ateşi, dünyanın her
tarafındaki yüreği yanıkları Konya’ya koşturmaya yetmiştir.
Hz. Mevlânâ’nın ölüm anlayışını, ancak onun aşk
anlayışı ile anlatmak mümkündür. Zira Mevlânâ anlayışında âşık, mâşûkuna ancak
ölüm sayesinde kavuşabilir. Hz. Mevlânâ’nın ölüm anlayışını anlatan şu gazeli
ne kadar da mânidâr.
“Öldüğüm gün tabutum götürülürken, bende bu dünya
derdi var sanma.
Benim için ağlama, yazık vah vah deme. Şeytanın
tuzağına düşersem işte o zaman eyvah demenin sırasıdır.
Cenazemi gördüğün zaman ayrılık ayrılık deme. Benim
buluşmam, kavuşmam işte o zamandır.
Beni kabre indirip toprağa verdikleri zaman sakın
elvedâ elvedâ deme. Zira mezar cennet topluluğunun perdesidir.
Batmayı gördün ya, doğmayı da seyret. Güneşe ve aya
batmadan ne ziyan gelir ki?
Sana batmak görünür, ama o doğmaktır. Mezar hapis
gibi görünür, ama o cânın kurtuluşudur.
Hangi tohum yere ekildi de bitmedi? İnsan tohumu
bitmeyecek diye şüpheleniyor musun?”
Hz. Mevlânâ, âlemlerin Rabbine şöyle seslenir. “Ölmek
şeker gibi tatlı bir şey... Cânı sen aldıktan sonra, seninle olunca candan da
tatlıdır ölüm.”
Hz. Mevlânâ, ziyaretçilerine de şöyle seslenir.
“Ölümümden sonra mezarımı yerde aramayınız. Bizim mezarımız, âriflerin
gönüllerindedir. Hak Teâlâ beni aşk şarabından yaratmıştır. Ölsem, çürüsem
bile, ben yine o aşkım.” (Alıntı)
Yorumlar
Yorum Gönder