Ne Çekiniyorsun? "Ben Osmanlıyım" Demekten!

Ne Çekiniyorsun? "Ben Osmanlıyım" Demekten!

 

Çekinme! Senin ataların; ataların en şereflisi, en adaletlisi ve en medeniyetlisidir... "Osmanlı gibisi yok" derken taraflı gibi gözükebilirsin olsun hiç sorun değil... Ne mutlu! Tarafsızın taraflı gibi gözükmesi... Çünkü her millete nasip olmaz bu. Allah bu şerefi Türk’e nasip etmiştir... Her millet övünemez böyle geçmişiyle çünkü övünse de yarısı hayal mahsulüdür...

Ataların; Allah’ın yolundan gitmiş ve 600 küsur sene boyunca zalimlerin sırtlarında at koşturmuştur. Yoo Osmanlı öyle kolay değil kitaplara da sığamaz, birkaç sayfasına hele hiç sığamaz!
Sen bakma bizim aktardıklarımız ummandan bir kaç damla...
Çekinme! "Ben Osmanlıyım" demekten... Ataların bugün bile dünyaya örnek olacakta nitelikte, atalarının yönetim modelini taklit etmekte o özenilen Avrupa bile!

Geçmişini kötüleyen, geçmişinden utanan, hatta inkâr eden bizim gibi bir millet az bulunur; belki de hiç yoktur... Birçok farklı kültürdeki, dindeki, dildeki insanları Osmanlı altı asır nasıl bir arada tutabildi, bunun sırrını araştırmaktadırlar. Eski başkan Clinton ve ondan önceki ve sonraki başkanlar, "Osmanlıdan çok istifade ediyoruz" demişlerdir... Herkes bizim geçmişimizden, kültürümüzden istifade ederken “Biz Niçin Mahrum Kalalım Çekinelim?”

Yalnız kapitalist devlet adamları değil, çeşitli siyasi görüşteki birçok devlet adamı hatta komünistler bile Osmanlıdan çok şey öğrenmişlerdir... Bunları açıkça da ifade etmişlerdir.
Örneğin Emekli Büyükelçi Oğuz Gökmen, "Bir Zamanlar Hariciye" kitabında naklettiği Yugoslavya’da görevli iken geçen şu anekdot çok ibretlidir:
"Bir gün, üst düzey protokol ile ava çıkmıştık. Devlet Başkanı Tito bana ‘Osmanlı’ diye hitap ederek:
‘İyi iyi ama hiç domuz vuran olmamış, sen de vuramamışsın!’ dedi. Kendisinin vurduğu üç büyük yaban domuzu karşısında yerde yatıyordu. Bana
‘Siz Osmanlılar yemezsiniz ama domuz öldürmeyi seversiniz!’ dedi ve arkasından gevrek bir kahkaha attı. Sonra,
‘Sizler için Macaristan’dan özel olarak beslenmiş sülünler getirttik!’ dedi. Gerçekten de öyle imiş. Kendilerinde pek kalmamış, Macarlar yetiştiriyormuş kafeslerde getirip Kara Yorgi Ormanlarına salıvermişler. Zavallı mahlûklar silah sesini duyar duymaz yaralı veya değil patır patır düşmeleri de anlaşılan bu yüzden olmalı idi. Bazıları yere düştükten sonra toparlanıyorlar koşmaya başlıyorlardı.
Tito çok keyifli idi. Bana ‘Bu sülünler Mohaç’tan kaçmışlar, Osmanlıdan kaçmışlar!’ diyerek latife etmek istedi. Kendisine
‘Bizler artık Osmanlı değiliz!’ diyecek oldum. Daha tercümeyi beklemeden, ‘Osmanlısınız bre. Osmanlısınız... Ne çekiniyorsun Osmanlıyım demekten! Biz bu memlekette altı milleti bir arada yaşatmayı, yönetmeyi Osmanlı’dan öğrendik!’ dedi..."

Görüyorsunuz... Yabancılar bile Osmanlıyız demekten çekindiğimizi biliyorlar... Aslında bu geçmişi kötüleme reddetme yeni değildir. Geçmişte de her yeni rejimde çok tekrarlandı. İkinci Meşrutiyetçiler kendi varlıklarını, düşüncelerini kabul ettirebilmek için, daha önceki dönemi, bir felaket olarak gösterdiler. Eğer bunlara değer verilirse o rejimin tekrar geleceğini söylediler...

Osmanlının Özelliği
Batılı tarihçilere göre, İslam dünyasının bugün siyasi varlığı, kültür ve dinini muhafazası Osmanlı ve Selçuklunun eseridir... (Elbette, bu ihsanın sahibi Allah’ü Teâlâ’dır.) Osmanlı ve Selçuklu’nun bu hizmeti olmasaydı İslamiyet dünyanın birkaç yerinde azınlık dini olurdu... (Her nimetin asıl sahibi Allah’ü Teâlâ’dır, kullar vesiledir) Osmanlılar eski dünya denilen Asya, Avrupa ve Afrika’nın merkezi ve hâkimi oldular. Arap, Mısır Medeniyeti, Kuzey Afrika, Fenikeliler, Yunan, Roma, Pers, Bizans, Girit ve diğer medeniyetlerin mirası üzerine oturdular. Ancak bunları dışlamadılar. Orta Asya’dan (Türkistan’dan) getirdiklerini kendi medeniyetleriyle kaynaştırdılar. Mirasçı oldukları medeniyetlerden faydalandılar. Bunu yaparken asla İslamiyet’in dışına çıkmadılar. Osmanlı, Türk-İslam sentezi içinde kendisine özel bir şahsiyet ve asalet kaynağıdır...

Osmanlı, toprakları üzerinde yaşayan farklı din, dil, kültür ve milletlere mensup olanları adalet, barış, refah, dayanışma, refah içinde yönetmeyi başardı. O tarihlerde aynı din ve kültüre sahip Avrupalılar birbirini yiyordu. Savaşsız gün ve yıl yok gibiydi!

Osmanlı devleti nasıl olup da gelmiş geçmiş bütün medeniyetler (Mısır-Fenike-Mezopotamya-İslam-Pers-Bizans-Eski Yunan-Girit, Roma, Orta Asya, Kafkasya, Balkan) coğrafyasına hâkim olmayı başardı?
Osmanlı medeniyetinin çeşitli kültür, din, mezhep ve milletlerle barış içinde asırlarca yaşamasının hikmeti nedir?
 Müslüman Türkler dünya tarihini şekillendiren bu kurucu iradeyi nereden aldı? Osmanlı’nın vârisi olan Türkler, bu kurucu iradeyi, dünyaya adalet ve huzur getirmek, İslamiyet’i en güzel halleriyle yayma hasletlerini halen genlerinde taşıyorlar mı? Bir kere Osmanlı coğrafyasında Türkiye’nin güçlenmesini bazıları özellikle yabancı devletler asla istemiyorlar... (kendilerine zarar vereceğinden Osmanlı gelirse Avrupa’nın hâkimiyeti biter çünkü)

Müslüman Türkler, bu kurucu iradeyi yeniden fiiliyata geçirecek bir manevi kabiliyet geliştirirlerse, Batı’nın ve Çin’in başını çektiği dünya düzeni ile küreselleşmenin ardına sığınan G-7’nin sömürü çabaları büyük darbe alır. Osmanlı Devleti, XVII. Yüzyıl sonuna kadar bütün dünyaya ilaç satıyordu. İstanbul’da 700 doktor, 80 göz doktoru, 700 operatör, 794 şifalı çiçek ve yiyecek yapanlar (eczacı) vardı. Aynı tarihte, İstanbul’da 9 hastane mevcuttu. Bunlardan Fatih, Süleymaniye, Sultanahmet, Haseki sultan hastaneleri ve birçok şubeleri faaliyette idi. Ayrıca, Dar’ül-cünun da (akıl hastanesi) akıl hastaları özel usullerle tedavi ediliyordu. II. Bayezid Han, Akkirman Seferine giderken 1485 yılında Avrupa’da eşi olmayan muhteşem Bimaristan’ın (hastahane) temelini attı. Bu eser iki senede bitirildi. Almanların ünlü mimarı Fredirik Şöl, bu binanın 17. yüzyılda örnek olduğunu Bradfort, Stuttgart, Berlin, Anvers ve Londra hastanelerinin bu Türk eserini taklit ederek yapıldığını kaydeder...

Osmanlıya Hayranlığımızın Nedeni
Ömürlerini tamamlayıp tarih sayfalarında yerini almış yüzlerce devlet vardır... Bunların çok az bir kısmından ders kitaplarında bahsedilir. Çoğunun ders kitaplarında adı bile geçmez! Bütün bu tarihe mâl olmuş devletlerden sistemine, idare tarzına hayran olunan, özlenilen, aranan devlet sayısı çok çok çok azdır, Bunlardan biri de Osmanlı Devleti’dir. Yıkılışının üzerinden bir asra yakın zaman geçmesine rağmen, hüküm sürdüğü üç kıtadaki milletler Osmanlıyı bir türlü unutamadılar! Bunca yıl unutturmak için yapılan iftiralara, yalanlara rağmen! Aksine Osmanlıya hayranlıkları günden güne artmaktadır. Osmanlının yıkılışı için çalışan milletler de aynı durumdalar...

Osmanlının hüküm sürdüğü toprakların dışında da durum bundan farklı değildir. Osmanlı arşivleri dünyanın her tarafından özellikle ABD’den gelen ilim adamları, araştırmacılar ile dolup taşmaktadır. Bütün dünyanın özellikle Amerikalının dikkatini çeken ve hayranlık duyulan Osmanlıdaki özellikler nelerdir? Kısaca bundan bahsedelim...

İnsana Değer Veriyorlardı...
Osmanlı idaresi insan tabiatına uygun bir sistemle idare ediliyordu... Çünkü devlet idaresinde, halka davranışlarda İslam ahlakı esas alınmıştı... Sistemin esas alındığı kaynak ise İslamiyet idi. Bunun için dinin emri gereği, Osmanlı milliyet ayırımı yapmadı; devleti belli bir ırkın üzerine bina etmedi... Kurucuları Türk olmasına rağmen, diğer milletleri dışlamış olmamak için devletin isminde Türk kelimesini kullanmayıp "Osmanlı" ifadesini öne çıkardılar. Bütün milletlere eşit yaklaşıp hepsini adalet ile idare ettiler...

Ayrıca kendileri Müslüman ve Devletin idaresinde İslamiyet esas alındığı halde diğer dinlere de müsamaha gösterdiler. Hıristiyan Ortodoks mezhebinin ve Ermeni Patrikliğinin merkezi Osmanlı topraklarındaydı. Mûsevîliğin doğuş yeri ve merkezi Osmanlı toprağı idi. Her din mensubu, kendi din ve dillerinde mabet, okul açıp, ibadetlerini yapabilme hürriyetine sahiptiler. Gayri Müslimler bazı suçların dışında, kendi kilise ve havralarında kendi davalarına bakarlardı... Osmanlı Devleti; kavimler, dinler ve mezhepler arasında sağlam bir ahenk kurmakla, halk kitleleri arasında hiçbir fark ve tezada müsaade etmemekle, dünya tarihinde milletlerarası en kudretli bir siyasî varlık teşkil etti. Geniş insan toplulukları nezdinde sosyal adâleti kurmakla dünya tarihinde bir ilki gerçekleştirmişti... Devletin hikmet-i vücudu; insânî esaslara bağlı bir cihân hâkimiyeti düşüncesine dayanıyordu...

Endonezya’dan İspanya’ya, Kırım’dan Yemen’e kadar Müslüman milletlerin hâmiliğini yapan Osmanlılar, daimâ mazlûmların yanlarında yer almışlar, fethettikleri yerlere, hizmetin en üstününü götürmüşlerdir... Büyüklüğü, bütün hasletleri ile üzerinde taşıyan Türk ordusunun fethettiği bir Hıristiyan köyünde, aynı gün aç ve açıkta olan kalmaz, kimsesi olmayan dul kadına o gün aş çıkar, giyecek ve barınak temin edilirdi. Bazen o ülkeye yapılan masraf, alınan vergiden çok daha fazla olurdu. Bu sebeple, Hıristiyan âlemi, Osmanlıyı daima kurtarıcı olarak karşılamıştır...

Örneğin; Osmanlının ilk zamanlarında Bursa uzun zaman kuşatmadan sonra, "kimsenin canına dokunulmayacağına" dair antlaşma yapılarak teslim alındıktan sonra, şehri terk etmeyerek orada gönüllü olarak kalan Tekfur’un vezirine, şehri teslim sebepleri sorulduğu zaman Orhan Gazi’ye verdiği cevap ilginçtir: "Sizin devletiniz günden güne büyüdü, bizim devletimiz küçüldü. Biz kendi halkımıza bile zulüm yapıyorduk. Babanızın idaresine geçen köylülerimiz zulümden kurtuldukları için memnun kalıp, size seve seve itaat ettiler. Rahat oldular ve biz de bu rahatlığa heves ettik..."

Osmanlı hiçbir zaman, despot bir tutumla hareket etmemiş, din ve milliyet ayırımı gözetmeksizin kendisine itaat edenlere hatta etmeyenlere bile, iyilikte ve vefada kusur göstermemiştir. Devlete karşı olmamak kaydıyla işlenen kusurlara müsamaha göstermiştir... Bir devletin devamında bu hususlar önemlidir...

Tarih boyunca, Müslümanlar idareleri altındaki milletlerin hukukuna saygı göstermişler, hiçbir devirde bunlara zulüm işkence yapmamışlardır. Mesela Osmanlının hiçbir döneminde kendilerinden olmayanlara zulüm yapılmamış, bunlar birbirlerine düşürülerek kırdırılmamıştır. Batılı sömürgeciler ise, her türlü zulmû işkenceyi reva görmüşlerdir. Sadece Müslümanlara değil, kendi inançlarından olmayan yani Hıristiyan olmayan herkese aynı muameleyi göstermişlerdir... Umulur ki, 21. yüzyılda artık bu huylarından, politikalarından vazgeçmişlerdir. Geçmişte yaptıklarından ders almışlardır. İbret alınması için geçmişte yaptıkları bazı uygulamalarından örnek vermek gerekise (( Meselâ; İngilizlerin en büyük sömürgeleri olan Hindistan’ın Amritsar şehrinde 1919 senesinde bir gün âyin sebebi ile toplanan Hindûlar, bisikleti ile oradan geçen bir Hıristiyan kadın misyonerine gereken hürmeti göstermedikleri için misyoner kadın, İngiliz generale bunları şikâyet eder... General derhâl askerlerine emir vererek, ma’bedde âyinle meşgûl halkın üzerine ateş açtırıp on dakikada yüzlerce kişiyi öldürtür. General bununla da yetinmeyerek, halkı üç gün elleri ve ayakları üzerinde hayvan gibi yürütür...
Şikâyet üzerine olayın aslını tahkîkât için Hindistan’a gelen müfettiş, generale müdafaasız halka ateş açtırmasının sebebini sorar. General: "Buranın kumandanı benim. Öyle lüzûm gördüm ve emrettim" cevâbını verir. Müfettiş: "Pekâlâ, halkın yüzüstü sürünmesini emretmenizin sebebi nedir?" diye sorar. General: "Hindlilerden bir kısmı tanrıları karşısında yüzüstü sürünüyorlar. Bunlara, bir İngiliz kadının bir Hindû tanrısı kadar mukaddes olduğunu ve onun karşısında da hakâret değil, sürünmeleri îcap ettiğini anlatmak istedim" diye cevap verir... ))

Hindistan hükümdarı Bahadır Şah, İngilizlerin yaptıkları zulümlere dayanamayarak, 1857’de, İngilizlere karşı askerlerin ve halkın teşviki ile büyük bir ayaklanma başlatmıştı. İngilizlerin Şah’a karşı tepki ve zulmü çok şiddetli oldu. İngiliz askerleri, genç, ihtiyâr, kadın erkek demeden bütün Müslümanları, hattâ çocukları kılıçtan geçirdiler... Şah teslim oldu. İki oğlu ve torunu öldürüldü. Bunların etinden çorba yaparak Şah’a ve hanımına ikram edildi. Çok aç olduklarından hemen ağızlarına aldılar. Fakat ne eti olduğunu bilmedikleri halde çiğneyemediler, yutamadılar. Kustular, çorba tabaklarını yere bıraktılar. Vâli Henri Bernard onlara: "Niçin yemediniz? Çok güzel çorbadır. Oğullarınızın etinden yaptırdım" dedi. Bir insan bunu nasıl yapar? Yapar çünkü, bunlar kendilerinden başkalarını insan kabul etmiyorlar... Araştırmacı yazar "sayın Yusuf Gezgin" İngizleri ve politikalarını şöyle anlatır: "Köleliği sistematik hale getirip, insanları yurdundan, ailesinden kopararak ‘bir ticari meta’ haline getiren bunlardır. Çok değil beş asır önce bir toprağı, kimliği medeniyeti olan Kızılderililerden, Aborijinlere, Mayalara, Asteklere kadar onlarca milletin-medeniyetin köküne kezzap suyu döken bunlardır! "

Bütün sınır anlaşmazlıklarının ve toprak kavgalarının arkasında İngilizler vardır... İngilizlerin çekildiği coğrafyalarda nizasız, kavgasız, huzur içinde tek bir ülke, bölge gösteremezsiniz! Çekildikleri yerlerde özellikle problem bırakırlar ki, elleri o coğrafyadan çekilmesin. İngiltere demokrasinin beşiği bilinir. Ama demokrasiyi sadece kendilerine layık görürler. İngilizlerin çekildiği bütün coğrafyalar acımasız diktatörlerin elindedir. Zira diktatörleri idare etmek, yönlendirmek ve buyruklara amade kılmak milletleri yönlendirmekten çok daha kolaydır. Halklar demir yumruklar altında ezilirken bunlar ‘demokrasiyi’, ‘insan haklarını’ değil, diktatörlerden tahtlarını koruma mukabili rüşvet aldıkları imtiyazları, zenginlikleri hatırlarlar... İngiltere Kraliçesinin tarihî ve turistik yöreleri gezmek için geldiğini sanmıyorum! Acaba Kraliçe Türkiye’de, kendi kurdukları sarsılan derin dengeleri yeniden inşa etmek veya revize etmek için mi geldi? Yoksa Orta Doğu’da uygulanacak yeni planlara bizi hazırlama, altyapı oluşturma amacı mı var?

SONUÇ:
Görülüyor ki; dünya birbirini yerken ırkçılık zalimlik yaparken, senin ataların her zaman adaletten medeniyetten ve insanlıktan yana olmuşladır... Osmanlının bilime katkısı da hiç az değildir hatta hemen hemen hepsinin fikir babaları Osmanlı ilim adamlarından gelir...

Mesela; günümüzde ilk denizaltının 1776 yılında Amerikalı bilim adamı David Bushnell tarafından yapıldığı bilinmektedir. Hâlbuki İbrahim efendi, 1719 yılında şehzadelerin sünnet düğününde eğlence maksatlı kullanılmak üzere, insan taşıyabilen ve bir saatten fazla su altında kalabilen, çelikten bir denizaltı yapmıştır...
Bu örnekler bir hayli çoktur... İnşallah onu da başka bir konuda ele alırız...

“Osmanlıyım demekten çekinme hiç! Osmanlı torunu olmak bir gururdur, sevinçtir özlemdir, bizlerin ilerlemede en büyük örneğidir... Bir milletin atalarını kötülemesi ya da onların adını ağzına almaktan utanması, utanç vericidir asıl... Gelecekler tarihin üzerine bina edilir, atalarına söven onları inkâr eden adlarını söylemekten utanan bir millet diğer milletlerin yanında da değersiz görülür...”

Tarih siyaset değildir, Tarih Ataları bilmektir, kendini bilmektir, neye nereye gittiğini bilmektir... Bir evladın babasına saygısı olması gibi, Bir milletin tarihine de saygısı olması gerekir, Bir evlat babasının adını söylemekten utanır mı hiç?
O halde atalarınızın ismini söylemekten neden utanasınız, bu sizin için bizler için bir gururdur...

https://www.cyber-warrior.org

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Esmaül Hüsna (Arapça- Türkçe) دُعٰٓاءُ اَسْمٰٓاءُ الْحُسْنٰى

Uzun Ömür İçin Dua

Şifa Salavâtı (Salavâtı Tıbbil Kulubi/Salâvatı Tıbbiye)