Sıkıntı, sıkıntı sıkıntı!
Sıkıntı, sıkıntı sıkıntı!
Topluluğun öncüleri bir taraftan merdiven kurarak ahitnameye
uzanırken bir taraftan da Ebu Talib'in dedikleri ile inceden inceye alay
ediyorlardı.
-Böcek, kâğıdı yiyecekmiş ama Allah isminin geçtiği yerden
korkup orayı öylece bırakacakmış. ne hayal ya! Bunu diyen şiir yazsa bari!
Bu gevezeliği yapan lafını bitirdiğinde ahitnameyi aşağı
indirmişti... Herkes merakla başına toplandı...
Yiyecek, giyecek sıkıntısı had safhada kuşatma üçüncü yıla
girdi. Ne olacak, bu işin sonu nereye varacak? Bu suali sadece muhasara
altındaki mümin veya Haşim’iler değil bazı Kureyşliler de kendi kendine sorup
derinden derine rahatsız olmaktadır. "Ahitname" dedikleri Kâbe
duvarına asılı şu paçavra artık yırtılıp atılmalıdır. Bu kadar da zulüm olmaz.
Bu anlaşma insanı insanın kurdu yapmıştır... Hişam bin Ömer bin Haris, bu kâğıdı
yırtmak için bir müddettir kendi kendine fikirler yürütüp, planlar kuruyor.
Bir gün Zübeyr bin Umeyye! Mahzumi'ye geldi ve düşüncesini ona
açtı.
-Ey Zübeyr! Senin vicdanın hiç sızlanmıyor mu?
Bak sen bolluk içinde yüzüyorsun. Oradaki halaların ne halde?
Bir tas çorbaya, bir eski entariye muhtaç duruma geldiler. şu Ebu Cehil'in
ettiği doğru mu?
Bunu içine sindirebiliyor musun?
Zübeyr, onu keskin bir dikkatle dinliyordu.
-Doğru dedi, bu insanlık değil. Şayet bana yardım eden olursa o
ahdi bozmaya çalışırım.
-Ben hazırım.
-İki kişi az olur. Bir kişi daha bulamaz mısın?
Bunun üzerine Hişam, Nevfel bin Abdi Menaf'a gitti; ve:
-Manzara seni rahatsız etmiyor mu? Bak şu gün bir kısım Abdi
Menaf evladı açlığa mahkum edilmiş ölümleri bekleniyor. Sen ne yapıyorsun? Hiç.
-Ama ben yalnız bir insanım ne yapabilirim ki?
-Hayır yalnız değilsin! Zübeyr de var. böylece üç kişi oluyoruz,
dedi...
Daha sonra bu üç kişiye iki kişi daha eklendi: Ebül Bühteri ile
Abdülmuttalib bin Abdülaziz. Bu beş kişi önce kafa kafaya verip stratejiyi bir
güzel çizdiler... Ertesi gün Kureyşliler’in en kalabalık olduğu saatte Zübeyr,
onlara seslenerek kendilerini sarıp tesir altına almaya çalışırken gönül birliği
ettiği diğer dört arkadaşı meclisin dört ayrı noktasında bulunacak ve buradan
yüksek sesle Zübeyr'e destek vereceklerdi.... Böylece toplum psikolojik
bakımdan hakimiyet altına alınarak hedef alınan maksada doğru yönlendirilecek.
Öyle yapıldı. Beklenen günde Kabe'nin önü. Kureyş'in en
kalabalık olduğu saatler... Birden bir ses:
Ey Mekkeliler!!!
Bütün başlar sesin geldiği tarafa çevrili ve bütün gözler sesin
sahibini arıyor. Zübeyr, yüksek bir yere çıkmış ateşli nutkunu veriyor:
-Bir düşünün! Biz refah içinde yüzerken akrabamız olan insanlar
muhasara altında açlıktan neredeyse kırılır duruma geldiler. Onlar tam üç
senedir her varlıktan mahrum halde sıkıntıları göğüslüyorlar. Çocukların ne
suçu var? Onlar bile çekiyor. bu ağır zulüm artık bitmeli... Bu hata düzelmeli.
Ve ben bunu düzelteceğim. "Ahitname" dediğimiz zalim paçavrayı Kâbe
duvarından alıp parça parça etmeden, bu kararın yürürlüğüne son vermeden
buradan ayrılmayacağım.
Ebu Cehil, cırtlak sesi ile bakışları kendine çekti:
-Yalan! Yalan söylüyorsun!
-Sen yalan diyorsun! Biz zaten o anlaşmaya ta o günden
muhaliftik, baskı altında evet dedik!..
-Asla! Asla! Ahdnameyi istemiyoruz.
-Ona uymayacağız.
Zübeyr'in arkadaşları dört taraftan Ebu Cehil'e cevap
yetiştiriyorlardı...
Halkdan beklenen sesler yükselmeye başladı:
-Doğru! Bıktık bu işten. Öz akrabalarımızı kendi ellerimizle
esir aldık; baskı altında inletiyoruz.
Bir anda herkes sustu. Ebu Talip, onlara hitap ediyordu:
-Ahitnameyi bana getirin?
..............
Ebu Talip, ahitnameyi ne yapacak, neden istiyor? Kâbe önünde
deminki tartışmalar olurken Cebrail aleyhisselam, Sevgili Peygamberimize
gelerek bahsi geçen ahitnamenin bir güve tarafından yendiğini; sağlam olarak
sadece "Allah" yazılı olan kısmın kaldığını haber vermişti.
Resulullah müjdeyi amcasına duyurdu. Ebu Talip şaşırdı:
Ama dedi, böyle bir şey varsa sen bunu nereden biliyorsun. Bizim
dışarı ile hiç bir irtibatımız yok ki ne biz dışarı çıkabiliyoruz, ne gelen
var?
-Cebrail'den öğrendim, buyurdular.
-Sen yalan söylemezsin, diyerek yeğeninin yanından ayrılıp ahitnamenin
asılı olduğu duvar dibine geldiğinde münakaşanın bu konuda olduğunu görmüş ve
işte o zaman onu istemişti.
Bazıları ümide kapıldı.
-Yeğenini teslim etmeye geldin değil mi? O ölmeden bu ikiliğin
bitmesi imkânsız.
Ebu Talib:
-Ey Kureyş şu anlaşmayı siz kaleme aldınız ve yine siz
mühürlediniz değil mi?
-Evet biz yazdık; reislerimiz mühürleri ile tasdik etti...
-Yeğenim, bir böceğin anlaşma metnini yediğini, sadece
"Allah" yazılı olan kısmın sağlam kaldığını söyledi. Ben doğru
söylediğine inanıyorum. Buna rağmen kâğıt sağlamsa O'nu size getireceğim. Şayet
dediği olmuşsa ahitnamenin hükmü kalmasın diyorum razı mısınız?
Topluluğun öncüleri bir taraftan merdiven kurarak ahitnameye
uzanırken bir taraftan da Ebu Talib'in dedikleri ile inceden inceye alay
ediyorlardı.
-Böcek, kâğıdı yiyecekmiş ama Allah isminin geçtiği yerden
korkup orayı öylece bırakacakmış. ne hayal ya! Bunu diyen şiir yazsa bari!
Bu gevezeliği yapan lafını bitirdiğinde ahdnameyi aşağı
indirmişti... Herkes merakla başına toplandı.
Muhafaza açıldı ki doğru. Ebu Talib'in haberi aynen vaki! Herkes
şaşkınlık içinde:
-Aaa! Hayret, imkânsız bir şey bu...
Ebu Cehil vaziyeti toparlamaya çalıştı.
-Hayret edecek ne var? Büyü işte anlamıyor musunuz? Benzerlerine
kaç kere şahit olduk? Bu da onlardan biri... Hadi Herkes dağılıp işine baksın.
-İşine baksınmış! Hayır. Bu paçavranın kalanı da yırtılmadan;
antlaşma yürürlükten kaldırılmadan bir yere gitmeyeceğiz.
-Evet arkadaşlar! Bu iş buraya kadar gider! Akrabamız kuşatma
altında bitti artık.
-Böyle bir ahdi istemiyoruz, bu anlaşmaya razı değiliz!
Bu sesler, Zübeyr ve dört arkadaşına aitti.
Kureyş'in çoğunluğu onlara katıldı. Kâğıdı paramparça ettikten
sonra kuşatma hattına saldırarak çemberi yardılar... Kimse itiraz edemedi. Zira
itiraz, bir isyan; büyük bir iç kavgaya sebep olacak ve belki de müminleri
çoğaltacaktı.
Bisetin onuncu yılına girerken Müslümanlar, üstün bir sabır ve
metanetle açlık ve yokluk imtihanını da vermiş oluyorlar... (Alıntı)
Yorumlar
Yorum Gönder