Kem Âlât İle Kemâlât Olmaz (2)

Kem Âlât İle Kemâlât Olmaz (2)

Atalarımız çok güzel söylemişler: "Kem alat ile kemalat olmaz." Yani eksik, aksak enstrümanla mükemmellik yakalanmaz.
Nabi'nin:
"Tahsil-i kemalat kem alat ile olmaz" beytinde de geçer bu söz. Kaliteli malzeme olmazsa kaliteli ürün olmaz. Tabi ki kaliteli insan olmazsa toplumda da düzelme olmaz.
 Yeşilay’ın raporuna göre Türkiye’de sigara ve uyuşturucuya başlama yaşı 11’e inmiş. Alkole başlama yaşı ise 13’e kadar düşmüş. Fuhuşa başlama yaşı 11 – 13 arasındaymış. Artık şehrimizde de okul önlerinde, sokaklarda sigara içen kızlı erkekli çocuk toplulukları bizi şaşırtmıyor. Sekiz-on sene kadar önce alkollü içki satan dükkânların sayısı bir elin parmaklarını geçmezken şimdi her cadde de, her sokakta birkaç tanesine rastlamak mümkün. Şehrimizde tüketilen içki ve sigara bedeli milyarlarla hesaplanıyor artık. [DPT’nın açıklamalarına göre yurdumuzda kişi başına içki tüketimi 20 litreyi aşıyor. Alkollü içki tüketiminde dünyanın ilk beşi arasına; sigarada ise dünyada ikinciliğe yükselmiş durumdayız.] Yine şehrimizde mantar gibi biten kafe-disko benzeri yeraltı eğlence merkezlerinin önünde rastladığımız genç kızlarımızın hallerine üzülmemek mümkün değil. Bunlar hastalıklarımızdan bazıları.
 Toplumsal mikroplara karşı direnebilmek için oluşturulan aşı kurumları da kapatıldığından sosyal hastalıklar hızla yayılıyor. Allah şifa versin diyelim. Tabi hasta önce hasta olduğunu kabul etmeli ki tedavi için sunulan reçeteleri uygulayabilsin şifa bulsun ve iyileşsin. Yoksa hasta, gübre yığının içinde kendisini gül bahçesinde sanabilir.
 Şöyle kendi kendimizi bir hesaba çekelim. Bugün yüzüne gülümsediğimiz, hoşça sözler söylediğimiz veya selâm verdiğimiz insanların kaçına bunu Allah’ın rızasını kazanmak için uyguladık. Yoksa selamlarımız, iltifatlarımız ve tebessümlerimiz; makam, mevki dünyalık menfaat ve çıkar için mi? Ziyarete gittiğimiz arkadaşlarımız, dernek, vakıf, oda, cemaat veya partideki insanlara karşı davranışlarımızın temelini ne oluşturuyor, Allah rızası mı? O zaman eli öpülesi birisiniz. Yok değilse tedavi olunuz.
 Milliyetçi / ilerici / demokrat/ sofi / dinci / aşiret sahibi görüntüleriyle ‘şimdi sıra bize geldi, ticarette mi yapamayacaz yav’ ayaklarıyla bu milletin cebini hortumlayanlar; siz hastasınız tedavi olunuz. Haksız ihalelerle, arsa spekülasyonlarıyla kolay para kazanıp yüz binlerce dolarlık evlerle-arabalarla-bağ bahçelerle hava atanlar, fakirin hakkını yememek için(!) ekmeksiz kebap yiyenler, siz de hastasınız lütfen tedavi olunuz!
 Türk veya Kürt 30 yılda 30 bin insanımızın kanına girenler zaten kalplerinin olduğunu söylemiyorlar. Ama onlar eleştirildiğinde cahiliyeci bir tavırla “gayreti millîyemize dokunmayın” diye sızlananlara da derim ki ne zamandan beri gayreti diniye, gayreti milliyeye dönüştü? Unuttunuz mu, hani merhum İkbal ”milliyetçilik İslam’ın kefenidir.” demişti. Kalpleriniz kefenlendiyse vah size! Yok, eğer sizin de kalbiniz hastaysa siz de tedavi olunuz!
 Herhangi bir devlet kurumuna gittiğinizde; karşısında beklediğiniz memurun başını kaldırıp yüzünüze baktığını hiç gördünüz mü? Siz istediğiniz kadar dikilin; o, önündeki bir şeylerle ilgilenir hep. Sorularınızı bir suç işlemişsiniz gibi asık bir yüzle yarım yamalak cevaplarlar. Öfffleyip-küflerler. Geçen hafta adliye, tapu, maliye nüfus idaresi, sağlık ocağı, emekli maaşım için gittiğim banka gibi kurumlarda hep aynı manzarayla karşılaştım. Vatandaş da, memur da olsak görevimizi yapmamız ve güler yüzlü olmamız çok zor değil. Bunu beceremiyor muyuz? Kendimizi yoklayalım kalbimizde bir hastalık olabilir. Tedavi olmalıyız o zaman…
 Teşviklerin, kredilerin, dededen kalmış arazilerin vermiş olduğu refahla hep insanlara yukardan bakan; feodal beylerimiz; bir gün sahibi / maliki olduğunu sanarak üzerinde burnu bir karış havada gezip dolaştığımız toprağın iki metre altında, onun bir parçası olunacağını unutmayalım. (Şu geleneksel) kibrinizden kurtulmak ve yüreğinizin yumuşaması için tedavi olunmalı.
 Hastalıklar esnafa da oldukça bulaşmış. Şehrimizde bir elektrikçi, su tesisatçısı, boyacı, marangoz, fayansçı, müteahhit, oto tamircisi vb. herhangi bir esnafa iş yaptırdınız mı? Sanmıyorum ama eğer sözünde duranı, işini layıkıyla ve zamanında yapanı bulursanız onun kıymetini biliniz. Çünkü sayıları çok az. Tutulan sözü ve kızaran yüzü ara ki bulasın. Yaptığı işin hakkını vermeyen, aldığı parayı hak etmeyen esnafta kul hakkına el uzatmamak için kendini kontrol etmeli, yanlışları varsa nefsini tedavi etmelidir.
 Kalpleri hastalananların toplumsal davranış bozuklukları saymakla bitmeyecek en iyisi nefsimizdeki problemleri yakından tanıyalım ve hasta olduğumuzun farkına varıp tedavi olma yollarını arayalım. Çünkü kötü aletle nasıl sanatımızı başarıyla yapamayacaksak; kalbi hastalıklı bireylerin oluşturduğu toplumlarda da güzellikler olmayacaktır.
 Bakalım bu kalp hastalıklarının önde gelenleri ve tedavi şekilleri nelermiş:
Riya: Ahiret için yapmamız gereken bir davranışı insanların arasında belli yerlere gelmek için ve saygın biri olarak adlandırılmak için yaptıklarımızdır. Namaz, oruç, zekât, hacc ibadetlerimizi yapıp ve günlük yaşantımızda diğer görevlerimizi yerine getirdiğimizde bütün bunları diğer insanların gözlerinde büyütüp övmeleri, pohpohlamaları, ikramda bulunmaları ve bizi belli makamlara layık görmeleri için yapıyorsak işte bu riya hastalığına yakalandığımızı gösterir.
 Efendimiz (as) riyayı küçük şirk olarak tanımlamış; ibadetleri boşa çıkaran felaketlerden biri saymıştır. Ahiretimize zarar verecek olan riya hastalığını tanımamız ve bizde böyle alametler varsa bunları tedavi etmemiz gerekir ki Allah (cc)’ın “Dünyada kendilerine gösteriş yaptığınız kimselere gidiniz ve bakınız bakalım onların yanında hiçbir mükâfat bulabilecek misiniz?” hitabına muhatap olmayalım.
 Riyanın ilk akla gelen belirtileri şunlardır:
İnsanların önünde namaz kılarken kuralları uygulayıp; evimizde kendi başımızayken güvercinlerin yemi gagalamaları gibi hızlı hızlı hareket etmemiz.
 Hakkı söyleme, iyiliği emredip kötülükten sakındırma gibi davranışları gelecekte kendimize siyasi veya ticari çıkarlar sağlamada bir alt yapı olarak görmemiz.
Salih ve takvalı kişilerin yanında ‘gösteriş için’ sessiz ve mütevazı olmamız hüzünlü ve zahit kisvesine bürünmemiz.
‘Desinler diye’ siyasi, ilmi ve dini konularda önemli şahısları ziyaret etmemiz daha sonra onları davet ederek ziyafetler vermemiz.
Yaşadığımız konutları, büroları ve otomobillerimizi aşırı derecede süslememiz ve bunları övünme konusu yapmamız.
 Bu ve bunun gibi hastalıkların emarelerini kendimizde görüyorsak ilk yapmamız gereken; riyanın köklerini nefsimizden söküp bize musallat olan riya vesveselerini hemen kovmaktır. Övülmekten hoşlanmamalı, eleştirilere de açık olunmalıdır. Ayrıca yaptığımız her hareketin insanların rızası, makam ve mevki için değil de, Allah’ın (cc) rızasını kazanmak için yaptığımızın bilincinde olmalıyız. Nafile namazlarımızı, sadaka vermeyi, Kur’an okumayı, Allah’ı zikretmeyi vb. ibadetlerimizi mümkünse insanlardan uzak yerlerde yapmalıyız.” O ki ( gece namaza kalktığında) seni görüyor.” (Şuara218)
Nifak: Ahlakı ve erdemi kökünden kazıyan dini yok eden ve yakalananı aşağılık bir yaratık haline getiren bir hastalıktır. Bildiğimiz gibi ahirette münafığın yeri en aşağısıdır. ‘İtikadi nifaktan’ korunmak için ilk yapılması gereken uygun itikad kitaplarını dikkatle okuyup öğrenmektir. Ameli nifak ise insanı dinin dışına çıkarır, imanı zayıflatır ve kalbi karartır. Bu hastalığa yakalananlar münafıkların yaptıklarını yapar onların özelliklerini taşırlar. Örneğin: Allah’tan korkmaları gerekirken insanlardan utanıp günah işlemezler. Çok muhafazakâr görünüp de şehir veya yurt dışına ticarete veya geziye çıktıklarında her şeyi kendilerine mübah görenler kendilerini şöyle bir yoklamalılar. Emanete ihanet edenler, konuştuğunda yalan söyleyenler, söz verdiğinde sözünü tutmayanlar, birileriyle hasım olduklarında aşırı şiddetlenip hadi aşanlar, kâfirleri dost edinenler hastadırlar ve tedavi olmalıdırlar. Bu konuda aklımıza ilk gelebilecek tedavi yolları: Her zaman Allah’ın kontrolü altında olduğumuzu bilmemiz, ölümü, sonrasını ve hesap gününü unutmamamız, Kur’an-ı Kerim’i tefekkür ederek huşu ile okumamız, Efendimiz (as)’ın eşsiz özelliklerini tanıyıp O’na tabi olmamız, Allah’ı bilen seçkin insanlarla dostluk kurmamız, her zaman Allah’ın zikri ile meşgul olmamız, nafile ibadetleri çokça yapıp; Allah’ın korkusuyla gizlice ağlamamızdır…
 Kendini beğenme: Verilen nimetlerin asıl sahibinin ve kendisine verenin Allah (cc) olduğunu unutmak, sonsuza kadar onun kalacağını zannetmektir kendini beğenme. Efendimiz (as) bu konuda bizi şöyle uyarıyor: “ Üç şey helak edicidir. Takip edilen cimrilik, kendine uyulan heva ve kişinin kendini beğenmesi.” Tedavisi ise bizlere verilen her şeyin; zekâ, güç, ilim, sıhhat, güzellik, makam, zenginlik ve başarıyı Allah’ın isteğiyle elde ettiğimizin bilincinde olmakla başlar.
 Gurur: İnsanlardan bazılarının kendilerinde olmayan özellikleri taşıyormuş edalarıyla hareket etmeleri ve bu özellikleri kendi güçleriyle kazandıklarını söylemeleridir. Bunlar hayalleriyle ve kibirleriyle ömürlerini geçirirler. Tedavisi mi? Önce kendimizin’ne’ olduğumuzu samimiyetle kendimize ifade edeceğiz. Kendimizde olmayan şeyi iddia etmeyeceğiz. Hak etmediğimiz makam ve mevkileri kendimize yakıştırmayacağız. Acziyetimizin farkında olarak tüm benliğimizle Allah’a yöneleceğiz.
Kibir: Büyüklenme, kendini yüksekte görme, böbürlenme diye de adlandırılabilir. İnsanlara üstünlük taslamak, toplantılarda başköşeye oturmaktan hoşlanmak, yürürken büyüklük taslayarak / salınarak yürümek, arabasını olmayacak yerlerde hızlı kullanmak, hatalı konuştuğunun farkında olsa bile karşılık verildiğinde çok rahatsız olmak, Müslümanların güçsüzlüğünden sürekli bahsetmek, atalarıyla-milletiyle ve aşiretiyle övünmek, saygı gösterilmekten ve övülmekten hoşlanmak bu kalbi hastalığın emarelerinden bazılarıdır. İlk kibirlenenin İblis olduğunu; zengin Karun’un kibri sebebiyle azgınlaştığını ve cezalandırıldığını unutmamalıyız. Yüce Yaradanımız şöyle uyarıyor : ” İnsanları küçümseyip yüz çevirme, yeryüzünde böbürlenerek yürüme; şüphesiz ki Allah kendini beğenip övünen hiç kimseyi sevmez.” Efendimiz (as)‘ ın bu konuda bizi uyarılarından ikisi şöyledir: “Üç kişiyle Allah kıyamet gününde konuşmayacaktır. Onları temize çıkarmayacak, bakmayacaktır. Onlar için elim bir azap vardır. Zina eden ihtiyar, yalancı hükümdar, kibirli fakir kimselerdir. ” “ Her kim kendini büyük görür, ya da yürüyüşünde çalımlı ve debdebeli olursa Allah’a ulaştığında O’nu kendisine gazaplanmış olarak bulur.”
 Bu kalbi hastalığın tedavisi, önce hastalığın bizi Cehenneme götüreceğini bilerek bu konuda da Allah’a sığınmaktır. Daha sonra da dış görünümümüz, elbiselerimiz, kullandığımız eşyalar, arabamız, evimizin döşenmesi mütevazı olmalıdır. Aşırı derecede övülmekten, göklere çıkarılmaktan korkup kaçınılmalıdır. Bizi kibirlendiren ilim ise, bilmediklerimizi düşünmelidir. Beden güzelliği ise; ölümden sonraki halimizi ve kabirdeki durumumuzu düşünmelidir. Dindarlığımız ise; imanın gereğinin diğer müminlere karşı alçak gönüllü olmak olduğunu düşünmeliyiz. Soy ise üstünlüğün takva ile olduğunu hatırlamalıyız. Allah’tan korkmalı, haddimizi bilip tevazu sahibi olmalı, kibirden ve kibirlenmekten nefret etmeli, ihlâslı bir fert olmaya gayret etmeliyiz
 Kin ve haset: İntikam fırsatı kollayarak kalpte beslenen düşmanlığa kin denir. Hased ise Allah’ın başkasına vermiş olduğu nimetten rahatsız olup, onun zarar görmesini istemektir. Kendi başımıza kaldığımızda, kendimize bir soralım bakalım acaba kin, haset ya da buna benzer kötü duygulara sahip miyiz? Kalbimizde birilerine karşı kin ve çekememezlik var mı? Onlara verilen nimetleri yok etmek istiyor muyuz? Eğer böyle bir görüntü hissediyorsak hemen Allah’a sığınmalı af dilemeliyiz Kaza ve kader inancımızı kuvvetlendirmeliyiz. Ayrıca kızgın olduklarımızla barışıp helallik dilemeliyiz.
Lükse düşkünlük/cimrilik/mal ve makam sevgisi: Bunlar iki ifrat noktasıdır. Lükse düşkünlük; sürekli modaya uygun ve pahallı giyinmek, çeşitli masraflı yemek zevklerine sahip olmak, sık sık araba-ev değiştirmek ve bu değişimlerde mimari ve iç dekorda israf derecesinde gereksiz harcamalarda bulunmaktır. Cimrilik ise; maddi imkânlarının müsait olmasına rağmen özel ve genel sorumluluklarının gerektirdiği gerek kendisine, ailesine, çocuklarına, akrabalarına gerekse toplum içindeki ihtiyaçların karşılanması görevlerinde aşırı derecede eli sıkı olunmasıdır.
 Allah (cc), Ali İmran 180. ayette bu konuda şöyle buyuruyor: ”Allah’ın bol nimetinden verdiklerinde cimrilik edenler, sakın bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar, bilakis bu onların kötülüğünedir. Cimrilik yaptıkları şey, kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır.” El-Furkan 67. ayette “Onlar sarf ettikleri zaman ne israf ederler, ne de cimrilik, ikisinin arasında orta bir yol tutarlar.” El-Araf 31.ayette “ Yiyiniz içiniz fakat israf etmeyiniz çünkü Allah israf edenleri sevmez. ”
 Mal biriktirmekten başka bir derdi olmamak, zenginler tabakasında yer almak, büyük siyaset ve iş adamı olmak için aşırı gayret etmek diye adlandırabileceğimiz mal ve makam sevgisinden kurtulmanın yolu; dünya ve içindekilere meyletmenin kötülüğünü anlatan ayet ve hadisleri devamlı okuyup bu konular üzerinde çokça tefekkür etmektir.
 İlaçlarımız Kur’an eczanesindedir. Bu ilaçları nasıl mı kullanacağız? Eğer hasta olduğumuzun farkına vararak Yüce Yaratıcıya sığınırsak, O bize tedavi olacağımız bir hekim bulduracaktır. Kişisel olarak kendi kalbimizi tedavi etmemizin sonucu; yukarıda istemeden yazdığım can sıkıcı birkaç örnekle anlatmaya çalıştığım toplumsal küflenmemizi durduracağı ve daha güzel, daha mutlu, daha onurlu bir sosyal yaşam modeli oluşturabileceğimizdir. İşte o zaman; gelecekte en gür seda bu milletin olacaktır.

E. Ahmet Hatip

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Esmaül Hüsna (Arapça- Türkçe) دُعٰٓاءُ اَسْمٰٓاءُ الْحُسْنٰى

Şifa Salavâtı (Salavâtı Tıbbil Kulubi/Salâvatı Tıbbiye)

Güzel Ahlakla ilgili 40 Hadis