İmam-ı Azam Rahmetullahi Aleyh
İmam-ı Azam Rahmetullahi
Aleyh
Zengin bir tüccar ailenin çocuğu olan ve kendisi de
ticaretle uğraşan İmam-ı Âzam, ilim öğrenmeye başlayışını şöyle anlatır:
“Bir
gün âlimlerinden Ebu Amr eş-Şa’bî’nin yanından geçiyordum. Beni çağırdı ve:
– Nereye devam ediyorsun, dedi.
– Çarşıya, dedim.
– Maksadım o değil, âlimlerden kimin dersine devam
ediyorsun, dedi.
– Hiçbirinin dersinde devamlı bulunamıyorum, dedim.
– İlim ile uğraşmayı ve âlimler ile görüşmeyi sakın
ihmal etme! Ben senin zeki, akıllı ve kabiliyetli bir genç olduğunu görüyorum,
dedi.
Şa’bî’nin bu sözü beni etkiledi. Ticareti ortağıma
bırakıp ilim yolunu tuttum.”
İmam-ı Âzam Rahmetullahi Aleyh önce kelâm ilmini ve
münazara bilgilerini Ebu Amr eş-Şa’bî’den öğrendi. Kısa zamanda bu ilimlerde
parmakla gösterilecek bir seviyeye ulaştı. İmam-ı Âzam’ın talebesi Züfer b.
Hüzeyl şöyle demiştir: “Hocam Ebu Hanife der ki: Önce kelâm ilmini öğrendim.
Daha sonra Hammad b. Ebi Süleyman’ın ders halkasına katılarak fıkıh ilmine
başladım.”
Fıkıh ilmine nasıl başladığını, talebelerinin bir
sorusu üzerine şöyle anlatmıştır: “Bu, Allah Tealâ’nın tevfik ve inayeti
iledir. O’na daima hamd olsun. Ben ilim öğrenmeye başladığım zaman bütün
ilimleri göz önüne aldım. Her birinden bir kısım okudum. Neticesini ve
faydalarını düşündüm. Sonra fıkıh ilminde karar kıldım. Çünkü fıkıh ilminde âlimlerle
bir arada bulunmak, istikamet, güzel ahlâk ve takva üzere olma imkânı
mevcuttur. Aynı zamanda farzları işlemek, ibadet etmek, Rasulullah’ın sünnetine
uymak da fıkhı bilmeden mümkün olmaz.”
İmam-ı Âzam, dinini öğrenip öğretmekle geçirdiği
hayatının elli iki yılını Emevîler yönetiminde, on sekiz yılını da Abbasîler
devrinde yaşamıştır. Her iki dönemde de halife ve valilerin yaptıkları
hatalara, zulümlere de karşı çıkmış, hakkı söylemekten asla geri durmamıştır.
Hatta bu yüzden hapse atılıp işkence görmüştür. Diğer taraftan Ehl-i Sünnet
itikadında olan insanları saptırmaya çalışan dinsizlerle ve sapık fırkalarla da
mücadele etmiştir.
İlim ölmesin diye
İmam-ı Âzam Rahmetullahi Aleyh devrinin seçkin âlimlerinin
pek çoğuyla görüşüp ders almış olsa da, asıl hocası Hammad b. Ebi Süleyman’dır.
“Benim yanımda ders halkasının başına Numan’dan başka kimse oturmayacak” derdi.
İmam-ı Âzam, hocası Hammad’ın derslerine on sekiz yıl devam etti. Bu sırada sık
sık Hicaz’a gidip Mekke ve Medine’de çoğu Tabiîn’den olan alimler ile görüşür,
onlardan hadis dinler ve fıkıh müzakerelerinde bulunurdu. Ehl-i Beyt’e olan
saygı ve muhabbetiyle de bilinirdi. Muhammed Bâkır’ın ve Zeyd b. Ali’nin (Allah
onlardan razı olsun) sohbet meclislerinde bulundu.
Hocası Hammad Rahmetullahi Aleyh vefat ettiğinde
İmam-ı Âzam kırk yaşında idi. Talebeleri, arkadaşları ve halkın ileri gelenleri
ondan hocasının yerine geçmesini istediler. “İlmin ölmesini istemem!” deyip
talebe yetiştirmeye ve halkın meselelerini çözmeye başladı.
Her gün sabah namazından öğleye kadar halkın
sorularını cevaplandırır, öğle vakti bir miktar uyur, ardından yatsı namazına
kadar talebelerine ders verirdi. Sonra evine gidip biraz istirahat eder ve
tekrar camiye gelip sabaha kadar ibadet ederdi.
Sorulara cevap vermeden önce mesele açık olarak
müzakere edilir, talebeleri meseleyi çözmeye çalışırdı. Meselenin müzakeresi
bittikten sonra kendisi yeniden ele alıp gerekli incelemeleri yapar ve
cevaplandırır, fetvayı bizzat söylemek suretiyle talebelerine yazdırırdı. Bu
yazılar daha sonra fıkıh kaideleri haline gelmiştir. Talebeleri ve ilim
meclisinde bulunanlar fıkhî bir mesele sonuca ulaştırılınca şükür için tekbir
getirirlerdi. Kûfe mescidi tekbir sedalarıyla dolardı.
Yorumlar
Yorum Gönder