Neme Lâzım!
Neme Lâzım!
Değerli
dostlar; bir fert olsun, bir aile olsun, bir toplum olsun, bir millet olsun
neden çöker diye düşünürsek en önemli nedenlerden birisi “Neme lâzımcılıktır!”.
Neme lâzımcılık sağlıklı bünyeyi içten kemiren kanser gibidir. Her ortama
kolaylıkla sızar. Kimsenin haberi olmaz. Toplumu ve fertleri içten eritir. Koca
bir çınar içi çürüyünce çöktüğü gibi o toplum da ne kadar güçlü olursa olsun
çöker gider.
Neme
lâzımcılığın girdiği yerde kötülükle mücadele biter. Kötülük serbest kalarak
şımarır, alır başını gider. Bir örnek verelim. Ülkemizde dünya şaheseri bir
bina var. O ülke halkı o binayla övünüyor. Her yıl sayısız turist o binayı
ziyaret edip; milyonlarca liralık döviz bırakıyor. Bir gün iki yaramaz çocuk o
binanın karşısında ateş yakmışlar. Oradan geçenler “neme lâzım” diyerek
kimse yetkilileri ve itfaiyeyi aramamış. Sonra ateş büyüyüp o güzel binaya sıçramış.
O şaheser bina birkaç dakikada kül olur gider.
İşte
size şanlı tarihimizden yüzde yüz yaşanmış bir hikâye…
Kanuni
Sultan Süleyman, devletini olabilecek en yüksek seviyelere çıkarır; ama “Günün
birinde Osmanoğulları da inişe geçer, çökmeye yüz tutar mı?” diye de zaman
zaman düşünür… Birçok meselede olduğu gibi, bu endişe edilecek düşüncesini sütkardeşi
meşhur âlim Yahya Efendi’ye açmaya karar verir. Keşfine, kerametine inandığı
Yahya Efendi’ye el yazısıyla bir mektup gönderir:
-“Sen
ilahi sırlara vakıfsın. Kerem eyle de, bizi aydınlat. Bir devlet hangi halde
çöker? Osmanoğulları’nın akıbeti nasıl olur? Bir gün olur da izmihlale uğrar
mı?” diye özetler endişesini.
Devrin
kudretli sultanı Muhteşem Süleyman’dan gelen bu mektubu okuyan Yahya Efendi’nin
cevabı ise gayet kısadır:
-“Neme
lâzım be Sultanım!”
Topkapı
Sarayı’nda bu cevabı hayretle okuyan Sultan, bu söze bir mana veremez, endişesi
daha da artar. Zira Yahya Efendi gibi bir zat, ciddi bir meseleye böylesine
basit bir cevap vermezdi, vermemeliydi… Söylenmeye başlar: “Acaba bilmediğimiz
bir mana mı vardır bu cevapta?”
Kalkar,
Yahya Efendi’nin Beşiktaş’taki dergâhına gider. Bu sefer sitem dolu bir
şekilde:
-
“Ağabey ne olur mektubuma cevap ver. Bizi geçiştirme, soruyu ciddiye al!”
diyerek, sorusunu tekrar sorar. Yahya Efendi duraklar:
-“Sultanım,
sizin sorunuzu ciddiye almamak kabil mi? Ben sorunuzun üzerine iyice düşündüm
ve kanaatimi de açıkça arz etmiştim.”
-“İyi
ama bu cevaptan bir şey anlamadım. Sadece “neme lazım be sultanım!” demişsiniz.
Sanki “beni böyle işlere karıştırma” der gibi bir mana çıkarıyorum. ”
Yahya
Efendi bunun üzerine, ibret dolu şu sözleri tarih gergefine nakşeder:
-“Sultanım!
Bir devlette zulüm yayılsa, haksızlıklar ayyuka çıksa… İşitenler de neme lâzım,
deyip uzaklaşsalar, sonra koyunları kurtlar değil de, çobanlar yese, bilenler
bunu söylemeyip sussa, gizleseler, fakirlerin, muhtaçların, yoksulların, kimsesizlerin,
feryadı göklere çıksa da, bunu da taşlardan başkası işitmese, işte o zaman
devletin sonu görünür. Böyle durumlardan sonra devletin hazinesi boşalır, halkın
itimat ve hürmeti sarsılır. Asayiş ve emniyete vesile olan, itaat hissi gider, halkta
hürmet duygusu yok olur. Çöküş ve izmihlal de böylece mukadder hale gelir…”
Söyleneni
dinlerken ağlamaya başlayan koca Sultan, başını sallayarak da bunları tasdik
eder. Söz bitince ikazlarının devamı için tembihte bulunur. sütkardeşine. Sonra
da memleketinde kendisini ikaz eden böyle bir âlim olduğu için Allah’a
şükrederek oradan ayrılır…
Allah’ü
Teâlâ hepimizi sorumluluklarını ve görevlerini gereği gibi yerine getirenlerden
eylesin! Hoşça kalın, dostça kalın, Allah’ü Teâlâ’ya emanet olunuz efendim!
Yorumlar
Yorum Gönder