GERÇEK TEDBİR BUDUR

Gerçek Tedbir Budur

Hepimiz çocuklarımızdan şikâyet ederiz. Hatta böyle giderse herkes şikâyetçi görünüyor. Fakat hiçbirimiz kendi hatalarına bakmaz. “Zamane çocuğu” der geçer. “Zamane çocuğu” ne demekse öyle garip bir ucubedir ki, yapılan gayri meşru işleri bile meşrulaştırmaktadır. Hacı hoca bile çocuğunun işlediği haramlar karşısında “Ne yapalım zamane çocuğu”  deyip işin içinden sıyrılmaktadır.
Acaba geçmiş zamanla şimdiki zaman arasında ne fark vardır? Eskiden dünya kendi etrafında ve güneş etrafında kaç saatte dönüyordu, şimdi kaç saatte dönüyor? Bakıyoruz hiçbir fark yok. Yüce Rabbimiz öyle güzel ayarlamış ki, ona bizim aklımız ermez. On milyar yıl öncesi de aynı, şimdi de aynı. O zaman fark nerde? Fark bizde, fark bizim yaşayışımızda, güzel İslâmiyet’i kendi nefsimizin sapık ideallerine uydurmak isteyişimizde.
Çocuğumuz daha anne karnına düşmeden önce ve sonra yaptığımız tüm olumlu ve olumsuz davranışlar doğacak çocuğun huy ve karakterine yansımaktadır. Bugünkü bilim çocuğun anne karnında olan davranışlarının yansımalarını tespit etmiştir. Yakında anne karnından önceki yaşantıların da yansımalarını tespit edecektir.
Mademki yaptığımız her davranış çocuklarımıza yansımaktadır. O zaman her davranışımıza dikkat etmeliyiz, her nefesimizi Rıza-i İlâhiye uygun harcamalıyız. Anlatacağımız hikâye bunu daha da somutlaştırıyor.

Su Kırbasını Delen Çocuk
İstanbul'un Vefa semtine adı verilen Şeyh Vefa, Fatih devrinin büyük âlimlerinden ve evliyasındandı. Akşemseddin (Rahmetullahi Aleyh), Molla Gürani (Rahmetullahi Aleyh) gibi devrin manevi önderlerinden biriydi. Bu büyük zatın oyun yaşlarındaki bir oğlu, kötü bir alışkanlık edinmişti. Ucuna biz (sivri çivi) çakılmış bir sopa ile o devirde evlere içme suyu taşıyan sakaların kırbalarını deliyordu.
Eti yenen hayvan derisinden yapılmış su tulumu demek olan kırba, sivri bir madde ile dokunuldu mu kolayca delinecek bir nesneydi. Şeyh Vefa'nın oğlu da bunu yapıyordu. Sakalar, "Çok sevdiğimiz din büyüğümüzün oğludur, çok sürmez geçer" diye bir müddet dayandılarsa da baktılar vazgeçeceği falan yok, Şeyh Vefa (Rahmetullahi Aleyh)'e şikâyet ettiler.
Vefa Hazretleri olanları duyunca hayretler içinde kaldı. Nasıl olur da bunca dikkat ve özenle yetiştirilen, haram lokmadan uzak tutulan bir çocuk böyle bir şey yapardı?
Şeyh Vefa hazretleri sakalara, "Tamam" dedi. Konu anlaşıldı, gereken yapılacak, sizin de zararınız ödenecektir.”
Önce kendinden işe başladı. "Acaba çocuğum doğmadan önce, anne karnında veya doğduktan sonra ben haram yedim mi?  Yanlışlıkla da olsa çocuğa yedirdim mi?" diye düşündü. Kendinde bir şey bulamadı. Hanımına sordu; "Sen bu çocuğa hamile kalmadan önce, hamileyken veya doğduktan sonra haram bir şey yedin mi, çocuğa yedirdin mi? Çok iyi düşün, bana bildir, yoksa oğlanın sonu kötü" dedi.
Hanımı düşündü, taşındı, bulamadı. Sonra istihareye yattı, nihayet bir olay hatırladı.
Oğlana hamileyken misafirliğe gittiği bir komşu evinde, rafların birinde nar varmış. Görünce canı çekmiş ama istemeye de utanmış. Ev sahibi hanım bulundukları odadan dışarı çıkınca yakasındaki iğneyi nara batırıp suyunu içmiş. Bunu şeyhe anlattı. Şeyh Vefa "Aman hatun hiç vakit geçirmeden o komşuya git, olanı biteni dosdoğru anlat, narın bedelini öde ve helallik dile" diye tembihledi. Hanımı gidip komşudan helâllik aldı.
Kendi de sakaları çağırdı, kimin kaç tane kırbası delinmişse hepsinin parasını ödedi ve haklarını helâl ettirdi.
Oğlana olayın başından sonuna kadar bir şey denmedi. Hakkında böyle şikâyet var, bir daha yaparsan asarız, keseriz yollu tehdit edilmedi. Ama çocuk bir daha bizli sopa ile kırbaları delmedi, babasına gelip yaptığı hatayı itiraf etti.
Burada bir iki tane çok muhteşem eğitim metodu görüyoruz:
1- “Benim çocuğum yapmaz” diye bir şey yok. Demek ki herkesin çocuğu hatalar yapar.
2- Çocuğu suçlandırmadan önce kendi hatalarımızı araştırmak, başkalarına verilen zararları ödemek. Kimsenin ahını yerde bırakmamak.
Herhalde insan hakları bu olsa gerek. Demek birleşmiş milletler kurulmadan önce bile Müslümanlar’da insan hakları en güzel şekliyle varmış. İleride hayvan haklarına da değineceğiz inşallah.
Burada şu soruyu sormadan geçemeyeceğim: “Hepimiz çocuklarımızı böyle yetiştirseydik, acaba insanlık böyle olur muydu, böyle büyük buhranlara sürüklenir miydi”?
            Sevgiyle kalın, Allah’ü tealâ hepimizin yar ve yardımcısı olsun!
                                                                                                                      Yaşar AKKAŞ
“Bu eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.”



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Esmaül Hüsna (Arapça- Türkçe) دُعٰٓاءُ اَسْمٰٓاءُ الْحُسْنٰى

Uzun Ömür İçin Dua

Şifa Salavâtı (Salavâtı Tıbbil Kulubi/Salâvatı Tıbbiye)