Kayıtlar

Sevgi Görmeden

               Ben köyde ailemden sevgi görmeden büyüdüm. Ailem hep erkek çocuk beklemiş. Beşinci kız çocuk, yani ben olunca herkes ağlamış. Babam iki gün eve gelmemiş. İtile kakıla büyüdüm. İlkokuldan sonra ne okula gönderdiler ne hocaya. Evde hep hırgür, dayak. Kışın halı dokur, yazın bahçede tarlada çalışırdık. Bu yüzden benden büyük ablalarımı babam evlendirmiyordu. Başlık parası âdeti olsa eminim hiç durmaz evlendirirdi ama bizim köyde başlık parası yoktur. Kızlar çalışır babam parayı alır akşama kadar kahvede tavla oynardı. Köyümüzde yol yapım çalışmalarında çalışan bir çocuğu sevdim. Babası ölmüş iki kız kardeşi evlenmiş annesi ile yaşıyordu. Önümde dört ablam varken evlenmem olası değildi. O’nun annesi de beni istemiyordu zaten. Kaçmaya karar verdik ve kaçtık. Ben 15 eşim 17 yaşındaydı. Şehirde ablasının evinde evlendik. Bir hafta sonra eşimin köyüne döndük. Bizim köye hiç benzemiyordu. Meğer bu köyde başlık parası varmış. Ba...

İsveç'te Kilisenin Gençlik Kolları Başkanı Müslüman Oldu

Resim
İsveçli ateist bir baba ve Hristiyan bir annenin oğlu olan Hugo, Müslüman oldu. İslam’la şereflenen Hugo, son olarak; kilise gençlik kolları başkanı olarak görev yapıyordu. İslam'la şereflenmeden önce İsveç'te bir kilisenin gençlik kolları başkanı olan Doktor Hugo, Müslüman oldu. Ateist bir baba ve Hristiyan bir annenin oğlu olan Hugo, "İslam hakkında okumalar yaptım, Kur'an meali okudum. Rahiplerle tartıştım, Müslümanlarla konuştum. İçten içe aslında Müslüman olduğumu hissettim!" dedi. Domuz eti yemeği bıraktığını söyleyen Hugo, "Benim için tam anlamıyla bir dönüm noktası oldu. Kiliseye gittiğimde herkes dua ederken ben içimden Fatiha Suresi’ni okuyordum. Fark ettim ki ben sadece kendimi kandırıyorum. Ramazan’da namaz kılıp oruç tutabilmek için Ramazan'dan önce şehadet getirmeye ve Müslüman olduğumu açıklamaya karar verdim!" ifadelerini kullandı. Kendisini en çok etkileyen ayetin Fatiha suresi olduğunu belirten Hugo , "Bana göre Fat...

Eskiden

Eskiden, yoldan geçen birisi, bahçesinde acâyip hareketler yapan bir adama sorar: “- Niye öyle tepinip duruyorsun?” “- Keçe tepiyorum. Sıkıştırıp pazarda satacağım. Ne yapalım, fâni dünya işte; üç-beş kuruş kazanıyoruz!” “- Başındaki çıngırak ne?” “- Çevredeki bahçelerin ekin ve meyvelerine kuşların gelmemesi için, çıngırakla ses çıkarıyorum. Sâhipleri de bana bunun için biraz ücret ödüyor. Ne yapalım, fâni dünya işte; üç-beş kuruş kazanıyoruz!” “- Peki, sırtındaki yük nedir?” “- Bu yayıktır. Yoğurttan yağ çıkarıyorum. Sonra da götürüp pazarda satacağım. Ne yapalım, fâni dünya işte; üç-beş kuruş kazanıyoruz!” “- O elinde döndürdüğün nedir?” “- Elimdeki kirmen. Komşuların yünlerini eğiriyorum. Onlar da ücretini ödüyor. Ne yapalım, fâni dünya işte; üç-beş kuruş kazanıyoruz!” “- Ağzınla ne mırıldanıyorsun?” “- Hatmi tehlil okuyorum. İsteyenlere hediye ediyorum. Onlar da bana çeşitli hediyeler veriyorlar. Ne yapalım, fâni dünya işte; üç-beş kuruş kazanıyoruz!” “- Gö...

Hatmi Tehlil Nedir?

Cevap: Hatmi tehlil, 70.000 Kelîme-i tevhîd, yâni “Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah” sözünü okumaktır. Bir kimse bu mübârek sözü tekrar tekrar söyleyince, Allahü teâlâdan başkasını yok bilmekte, her şeyden yüz çevirip, hak olan bir mâbûda dönmektedir. Tevhîd kelimesini çok okumanın sevâbı birçok hadîs-i şerîflerde bildirilmiştir. Îmân ile ölenlere hatm-i tehlîl yapmak ve sevâbını rûhlarına hediye etmek çok faydalıdır. Peygamber efendimiz buyurdu ki: “Bir kimse kendisi için veya başkası için yetmiş bin aded kelime-i tevhîd okursa, günâhları affolur.”, “Lâ ilâhe illallah diyen kimse Cennet’e girer.” İmam Rabbani hazretleri Perkene şehri kadılarına baş sağlığı için yazdığı 104. mektubunda buyuruyor ki; “Merhum hazretin ölümü acısı, her ne kadar pek şiddetli ve çok çetin ise de, fakat kul için, sâhibinin işinden râzı olmaktan başka çare yoktur. İnsan, bu dünyada kalmak için yaratılmadı. Dünyada iş yapmak, çalışmak için yaratıldık. Çalışmalıyız! Çalışıp da, kazanıp da ölen bir k...

Kendini Bilen Rabbini Bilir (Men Arefe Nefsehü)

Nefsini terk etmeden Rabbi’ni arzularsın, Hayvanı sen geçmeden, insanı arzularsın.   (men arefe nefsehü, fekad arefe rabbeh), Kendini sen bilmeden, sübhânı arzularsın!   Sen bu evin kapısın, henüz bulup açmadan, Ma’şûka kavuşacak, zamanı arzularsın.   Dışarı üfürmekle, yakılır mı bu ocak? Gönlün Hakk’a vermeden, ihsanı arzularsın!   Dağlar gibi kuşatmış, tembellik, kardeş seni, Günahını bilmeden, gufranı arzularsın!   Konuk için evin yok, hiç hazırlığın da yok, Issız dağın başında, mihmanı arzularsın!   Bostanı, bağı gezdim; meyvesin bulamadım, Sen söğüt ağacından, rumbanı arzularsın!   Gece sayıklar gibi, anlaşılmaz söz ile Sen de mi ey Niyazi, irfanı arzularsın?   Camı temizlemeden, aynayı arzularsın, Zünnârını kesmeden, îmânı arzularsın!   Küçük çocuklar gibi, binersin ağaç ata, Tecriben yok, topun yok, meydânı arzularsın!   Karıncalar gibi sen, ufak ufak yürürsün, Melekl...

Rindlerin Akşamı

Rindlerin Akşamı   Dönülmez akşamın ufkundayız vakit çok geç, Bu son fasıldır ey ömrüm nasıl geçersen geç…   Cihâna bir daha gelmek hayâl edilse bile, Avunmak istemeyiz böyle bir teselliyle…   Geniş kanatları boşlukta simsiyah açılan, ve arkasında güneş doğmayan büyük kapıdan…   Geçince başlayacak bitmeyen sükûnlu gece, Guruba karşı bu son bahçelerde keyfince…   Ya şevk içinde harap ol ya aşk içinde gönül, Ya lale açmalıdır göğsümüzde yahut gül…   Yahya Kemal BEYATLI Kuddise Sirrûh

Bekleyen

  Sen, kaçan ürkek ceylânsın dağda, Ben, peşine düşmüş bir canavarım! İstersen dünyayı çağır imdada; Sen varsın dünyada, bir de ben varım!   Seni korkutacak geçtiğin yollar, Arkandan gelecek hep ayak sesim. Sarıp vücudunu belirsiz kollar, Enseni yakacak ateş nefesim.   Kimsesiz odanda kış geceleri, İçin ürperdiği demler beni an! De ki: Odur sarsan pencereleri, De ki: Rüzgâr değil, odur haykıran!   Göğsümden havaya kattığım zehir, Solduracak bir gül gibi ömrünü, Kaçıp dolaşsan da sen, şehir şehir, Bana kalacaksın yine son günü.   Ölürsün... Kapanır yollar geriye; Ben mezarla sırdaş olur, beklerim. Varılmaz hayale işaret diye, Toprağında bir taş olur, beklerim...   Necip Fazıl KISAKÜREK Kuddise Sirrûh

Gör Zâhidi Kim Sâhib-i İrşâd Olayım Der

  Gör zâhidi kim sâhib-i irşâd olayım der Dün mektebe vardı bugün üstâd olayım der   Meyhânede ister yıkılup olmağı vîrân Bîçâre harâb olmadan âbâd olayım der   Elden komasun câm-ı meyi gül gibi bir dem Her kim ki bu gamhânede dilşâd olayım der   Bir serv-kadün bende-i efgendesi olsun Âlemde o kim gussadan âzâd olayım der   Ömrün geçirüp kûh-ı belâda dil-i şeydâ Berhem-zen-i hengâme-i Ferhâd olayım der   Vasl istemeyüp hicr ile hoş geçdügi bu kim Miskîn gam-ı cânâneye mu‘tâd olayım der   Gezdi yürüdi bulmadı bir eglenicek yer Min-ba‘d yine âzim-i Bağdâd olayım der   Bağdâd sadefdür güheri dürr-i Necef’dür Yanında anun dürr ü güher seng-i hazefdür   Bağdatlı Ruhi Kuddise Sirrûh

Azrail Başına Geldiği Zaman

Azrail, Başına Geldiği Zaman!   Azrail, başına geldiği zaman, Kırılır ayakla kol, yavaş yavaş... Mevlâ’m nasip etsin din ile iman Akar gözlerinden sel, yavaş yavaş...   Yüksek uçan gönül, yorulur bir gün, Ölçü terazisi, kurulur bir gün. Herkesin yaptığı, sorulur bir gün, Döner mi, ya Rabbi, dil yavaş yavaş...   Hep nefsine uydun, tevbe etmedin, Her bulduğun yedin, şükür etmedin. Nihayet, bu kara toprağa geldin Çekilir dünyadan el, yavaş yavaş...   Kabrin üzerine dikerler taşı, Bir avuç toprağa koyarsın başı. Baba, oğlun görmez, kardaş kardaşı Gider, geri dönmez yol, yavaş yavaş...   Kâfurlu, ılık suyu koyarlar O nazlı bedeni, tekmil soyarlar. Öldüğünü konu komşu duyarlar Gelir geri ahbaplar, ol yavaş yavaş...   (Alıntı)

Efendime Selâm Söyle!

  Seher vakti esen yeller; Efendime selâm söyle! Dost aşkıyla açan güller; Efendime selâm söyle!   Uzatırım yetmez elim; medhedemez aciz dilim; Ravzaya varınca yolum; Efendime selâm söyle!   Çöl, ovalar tuzlu yollar; âşık olan yanar, ağlar; Aciz gönlüm görmek ister; Efendime selâm söyle!   Uzatırım yetmez elim; medhedemez aciz dilim; Ravzaya varınca yolum; Efendime selâm söyle!   Ebu Zemzem sucuları; bitmez aşkın acıları; Anadolu hacıları; Efendime selâm söyle!   Uzatırım yetmez elim; medhedemez aciz dilim; Ravzaya varınca yolum; Efendime selâm söyle!

Âşığın Halleri

  دل گفت : وصالش بدعا باز توان یافت عمریست که عمرم همه در کار دعا رفت Gönül dedi: Kavuşmayı dua ile tekrar bulursun   Bir ömürdür ömrüm sadece dua ile geçti!   گر در سرت هوای وصال است حافظا بايد که خاک درگه اهل هنر شوی Ey Hâfız! Eğer başında (Allah’a ) kavuşma isteği, arzusu varsa Marifet ehlinin (Allah dostlarının) dergâhının toprağı olmalısın.   دانی که چیست دولت؟ دیدار یار دیدن در کوی او گدایی بر خسروی گزیدن Mutluluk nedir bilir misin? Sevgilinin yüzünü görmek Padişahlığı, onun sokağında dilencilik yapmaya tercih etmektir.   صبحدم مرغ چمن با گل نوخاسته گفت ناز کم کن که در این باغ بسی چون تو شکفت گل بخندید که از راست نرنجیم ولی هیچ عاشق سخن سخت به معشوق نگفت Sabahleyin, bülbül yeni açılmış gül goncasına: ” Çok nazlanma. Zira bu bağda senin gibi nice güller açtı. ” dedi. Gül gülerek : ” Doğru sözden incinmeyiz lakin, hiç bir âşık da maşukuna böyle ağır söz söylememiştir! ” diye cevap verdi.   غرور حسنت اجازت مگر ...

Elden Gider

  Sâkıyâ mey sun ki eyyâm-ı bahâr elden gider Hâtem-i câm-ı şarâb-ı hoş-güvâr elden gider   (Ey saki! Bize aşk kadehi sun. Bir gün bu bahar günleri geçip gider. Hoş içimli şarabın cömertliği bir gün elden gider.)   Aç gözün dünyâya meyl itme sakın ey haste-dil Sanma bu nakd-i hayâtı pâydâr elden gider   (Ey hasta gönüllü âşık! Gözünü aç! Sakın dünyaya meyletme. Sen bu nakit değerindeki hayatı ebedî, kalıcı sanma. Elbet bir gün elinden çıkacak.)   İrişür bir dem ki murg-ı cânunı sayd eyleyüp Nâgehân şehbâz-ı ömr-i bî-karâr elden gider   (Öyle bir zaman gelir ki gönül kuşunu avlayıp birden bire kararsız ömrünün avcısı elden gidiverir.)   Taşlıcalı Yahyâ Kuddise Sirrûh

Hazret-i Osman’ın Radıyallahü Anh’a “Yahudi” Diyen Adam

  Hazret-i Osman’ın Radıyallahü Anh’a “Yahudi” Diyen Adam   Zengin bir adam vardı. Hazret-i Osman’ın Radıyallahü Anh’a düşmanı idi. Hatta O’na Yahudi bile derdi. İmâm-ı A’zam Rahmetullahi Aleyh hazretleri bunu duyup adamı çağırdı ve şöyle dedi: “- Senin kızını tanıdığım bir Yahudiye vermek istiyorum.” Adam şaşkınlık içinde kaldı. Hemen itiraz etti: “- Sen Müslümanların imamısın. Bir Müslümanın kızını bir Yahudiye nikâh etmeye nasıl cevaz verirsin? Ben katiyen kızımı Yahudi’ye vermem.” “- Sübhanallah! Kızını, bir Yahudi’ye vermeye râzı olmuyorsun da, Peygamber aleyhisselâmın iki kızını bir Yahudi’ye verdiğini nasıl söyleyebiliyorsun?” Adam bu cevap karşısında hatasını anladı. İmâm-ı A’zamın mübârek sözlerinin bereketiyle bozuk itikadından vaz geçip tevbe etti.

Açıl İstanbul Açıl

  Yüz bin er haykırıyor: “Ya Cennet, ya İstanbul” Açıl İstanbul açıl, nurlu şafaklı tan bul.   Zafere koşuyorlar, atlılar ve yayalar, Akına katılıyor, dervişler, evliyalar.   Akşemseddin kupkuru toprağa diz çöküyor, Allaha el açıyor, hıçkırıp yaş döküyor,   Genç Hünkâr da el açıp Haktan zafer diliyor Manzaradan belli ki, bir çağ sona eriyor.   Gönüllerde şehadet ne kefen, ne de makber, Sarsıyor temelinden suru: “Allahü ekber”   Ordu; silâhı kadar imanla da donanmış, İstanbul’un fethine ta yürekten inanmış.   Hak, katına çağırır burca sancak asanı, Kefensiz kabul eder Ulubatlı Hasan’ı.   Hilâl, bahar yaşarken, haçlıda bir hazın var. Dün çan çalan şehirde bugün artık ezan var.   Mehmetlerden bir Fâ­tih, Ha­san­lar­dan bir Ulu, Bu or­du­ya ya­kış­tı fet­het­mek İs­tan­bul’u...    Ah­met Ma­hir Pek­şen