Hicret Et!
Hicret Et!
Muhiddin-i
Arabî Kuddise Sirrûh buyuruyor:
“Hicret
et!
Gâvur
memleketlerinde oturma!
Gâvur
îçinde oturmak, İslâm dinine ihanettir.
Ve
onlara yardım demektir.
Sakın
onların tebasına geçme!”
Hadis’i
şerifte şöyle varid oldu:
“Müşriklerin
içinde ikamet eden Müslümanlardan ben berîyim!”
“İslâm
kelimesinin itibarı kalmıyor.”
Nefislerine
zulmederek yaşayan kimselerin canlarını Melekler alırken onlara derler ki:
“- Siz
ne işte idiniz?
Onlar
da;
“- Biz,
aciz kimselerdik!” derler.
Melekler
de onlara;
“- Allah
Teâlâ’nın Arz’ı geniş değil miydi, siz de hicret edeydiniz?” derler.
İşte
onların varacakları barınacakları yer, Cehennem’dir. Ne fena bir yerdir o.”
Mühiddin-i
Arabî Kuddise Sirrûh derki:
“Biz,
şimdi Müslümanları Beyt-i Makdesi ziyaretten men ediyoruz. Çünkü orası [Ehl-i
Salib ordularının Kudüs’ü işgal altında bulundurduğu zamanlar] gâvurların
elindedir.” (Şimdi de öyle!).
Hicret:
Bir manası da, ALLAH ve Rasûlünün, zemm ettiği kötü huylardan hicret
etmektedir.
Yâni, ALLAH’ın nehyettiği şeyleri bırakmaktır…
Sular
Hep Aktı Geçti,
Kurudu Vakti Geçti,
Nice Han Nice Sultan,
Tahtı Bıraktı Geçti,
Dünya
Bir Penceredir,
Her Gelen Baktı Geçti..
Yunus
EMRE
Dereler
akar gider
Taşları yıkar gider
Bu dünya bir pencere
Her gelen bakar gider
Dere akar bulanık
Köpüğünden alalık
Ha bu ışıklı dünya
Oldu bize karanlık
Gidelim değirmene
Öğütelim unları
Güneşe çevirelim
Bu karanlık günleri
muhittin arabi buyuruyor hicret et
gavur memleketlerinde oturma
·
“Akıllara sükût gerekir.Sükût aklı çoğaltır.” (Ehl-i İrfan)…
·
Zayıf karakterli insanların,
hayatlarını sürdürmek için kindar duygulara ihti…
·
İbadetlere riya karıştırmayın
ki amelleriniz boşa gitmesin.[Deylemi Çünkü Allahü teâl…
·
Seni tanımadan önce ağaçların
çiçek açtığı ve yaprak döktüğü mevsimleri hep k…
·
“Ya Resulallah! Ben senin
üzerine çok salat getiriyorum. Duamın ne kadarını size tahs…
Zzzz
zzzzz
“Kim Allah’a ve ahiret
gününe iman ederse misafirine ikram etsin. Onun caizesi (ödülü), bir gün ve bir
gecedir. Ziyafet ise üç gündür. Bundan sonrası sadakadır.” (Müslim, Lukata,
15-16)
“Misafir rızkını getirir
ve (evdeki) topluluğun günahını (bağışlatıp) götürür.” (Feyzü’l-Kadîr, 4/261)Düşünceyi
düşünen insandır
Peygamber Efendimiz, 'ın elçisi olması
dolayısıyla ciddi, vakarlı, ağırbaşlı, heybetli bir insandı. Bu hali zaten
normaldi. Çünkü taşıdığı görev, üstlendiği vazife bunun gereğiydi. Ancak her
haliyle o da bir insandı. Hem de çok cana yakın...
Herkese samimi ve içten davranırdı. Zaman
olur, şakalaşır, tatlı ve güzel bir hava oluştururdu. Çünkü başka türlü
olsaydı, insanlar Peygamberimize yanaşamazlar, ona soru bile soramazlardı.
Zaten insan her zaman ciddi ve ağır meseleleri
konuşamaz, bazen ortamın yumuşatılması, insanların rahatlatılması gerekir.
Herkes gibi Peygamberimiz de şaka yapar,
lâtifeli konuşur, ama hiçbir zaman yalan söylemezdi. Çünkü şaka yollu da olsa,
yalan yalandır.
Ebû Hüreyre'nin rivayetine göre Peygamberimiz
şöyle buyurmuşlardır:
"Kul şaka ile de olsa yalanı, doğru bile
olsa lüzumsuz tartışmayı bırakmadıkça tam inanmış bir mü'min olamaz."
Peygamber Efendimiz bir yandan yeri geldikçe
şaka yaparken, diğer yandan da Sahabîlerin yersiz şaka yapmamaları konusunda
uyarıda bulunurlardı.
"Arkadaşlarınla ağız kavgası yapma, bir
söz verip de tutmamazlık etme."
Etrafındakiler sordular:
"Yâ Resulallah, siz de şaka
yapıyorsunuz."
Çelişkili gibi görünen bu durumu Peygamberimiz
şöyle cevapladı:
"Evet, ben de şaka yaparım, fakat şaka
yaparken bile sadece hakikati söylerim."
Bunun yanında, Peygamberimiz insanlarla alay
etmez, hafife almaz, dalga geçmez, küçük düşürmez, mahcup etmez, zor durumda
bırakmaz, "işletme" gibi olumsuz tavırları hoş karşılamazdı.
Peygamberimizin yaptığı şakalar yerli yerinde
ve mesaj doluydu. Lüzumsuz ve yersiz değildi. Daha çok gönül alıcı ve
sevindirici şakalar yapardı. Çocuklarla, hanımlarıyla, yaşlı ve kimsesiz
kişilerle şakalaşması bu türdendi.
Peygamberimiz çocukları çok severdi. Onlarla
ilgilenir, sevindirirdi. Çocuklar Peygamberimizden hiç kaçmazlar, nerede
görseler hemen yanına gelirler, çevresini sararlardı.
Enes bin Mâlik anlatıyor:
"Peygamber Efendimiz insanların en güzel
ahlâklısı idi. Benim Ebû Umeyr adında küçük bir kardeşim vardı. Peygamber
Efendimiz bizim eve gelerek onu gördüğünde,
"Ebû Umeyr'i üzgün görüyorum, sebebi
nedir?" "Babam, 'Yâ Resulallah, oynadığı nugayr kuşu öldü' dedi.
(Nugayr, serçeye benzeyen kırmızı gagalı bir
kuştur.)
"Bundan sonra Peygamber Efendimiz, Ebû
Umeyr'i ne zaman görse;
"Ebû Umeyr ne oldu senin nugayr?' diye
takılırdı."
Hazret-i Enes'in kendisi de Peygamberimizin
hizmetine on yaşlarında iken girmişti. Bir defasında Efendimiz kendisine:
"Ey iki kulaklı adam" diye
takılmıştı.
Peygamberimiz aile içinde mükemmel bir eş,
şefkatli ve sevimli bir babaydı. Zaman zaman eşleriyle de şaka yapar, onlarla
olan samimiyetini geliştirirdi.
Hazret-i Âişe genç ve zeki bir hanım olduğu
için Peygamberimiz ona ayrı bir ilgi gösterirdi.
Hazret-i Âişe anlatıyor:
"Ben zayıf, ince belli genç bir hanımdım.
Bir seferde Peygamberimizle birlikte bir yolculuğa çıktım. Peygamberimiz bir
yerde Sahabîlere:
"Siz ilerleyin" dedi. Onlar gidince
ikimiz arkada yalnız başına kaldık. Bana:
"Gel seninle yarışalım" dedi ve
koşmaya başladık. Ben kendisini geçtim.
"Aradan birkaç yıl geçmişti. Yine onunla
birlikte bir yolculukta iken bir yerde Sahabîlere:
"Siz ilerleyin" dedi ve ikimiz
yalnız kaldık.
"Gel yarışalım" dedi. O zamanlar ben
kilo almıştım. Önceki yarışmayı da unutmuştum. Koşmaya başladık. Fakat bu sefer
de o beni geçti. Gülümseyerek:
"Bu defaki benim seni geçişim, o gün beni
geçişine bedel olsun' buyurdu."
Peygamber Efendimizin kendi aile içindeki bir
latifesini de Numan bin Beşir rivayet ediyor:
"Bir gün Hazret-i Ebû Bekir, Peygamber
Efendimizin huzuruna girmek için izin istedi. Kızı ve Peygamberimizin hanımı
Âişe'nin Efendimize bağırdığını işitti.
"Resulullaha nasıl bağırırsın?' diye
elini kaldırarak bir tokat atmaya davrandı. Fakat Peygamberimiz bırakmadı. Ebû
Bekir kızgın olarak ayrıldı, çıktı.
"Ebû Bekir çıktıktan sonra Peygamber
Efendimiz Âişe' ye:
"Gördün mü, seni nasıl kurtardım adamın
elinden...' dedi.
"Aradan birkaç gün geçtikten sonra Ebû
Bekir tekrar müsaade isteyerek Peygamberimizin huzuruna girdi. Bu sefer
Efendimizle Âişe'yi barışmış görünce sevindi ve Peygamberimize dönerek şöyle
dedi:
"Beni nasıl kavganıza kattıysanız,
barışınıza da katar mısınız?"
"Peygamberimiz:
"Kattık, kattık' buyurdu."
Peygamberimizin aile içinde şöyle bir latifesi
de olmuştu:
Adamın biri Peygamberimizin amcasıoğlu
Abdullah bin Abbas'a sordu:
"Peygamber Efendimiz şaka yapar
mıydı?"
"Evet, yapardı."
"Şakalarından bir örnek verir
misiniz?"
"Bir gün hanımına bol bir elbise
giydirdikten sonra;
"Güle güle giy, 'a şükret ve gelinler
gibi yerde sürü' diye takıldı."
Peygamberimiz kimsesiz, fakir, yoksul,
herkesin yüz vermediği, ilgilenmediği insanlarla küçük şakalar yapar,
kalplerini kazanırdı.
Enes bin Mâlik anlatıyor:
"Bir gün adamın biri Peygamber
Efendimizin huzuruna geldi ve kendisinden bir binek hayvanı istedi.
"Peygamberimiz ona, 'Peki, sana bir dişi
deve yavrusu vereyim mi?' diye takıldı.
"Adamcağız, 'Yâ Resulallah, ben sizden
bir binek istiyorum, dişi deve yavrusunu ne yapayım?"
"Peygamber Efendimiz gülerek:
"Bütün develer dişi deve yavrusu değil
midir?' buyurdu."
Peygamberimizin dadısı ve Zeyd bin Hârise'nin
hanımı Ümmü Eymen, bir gün Peygamber Efendimize gelir ve onu evine davet eder:
"Yâ Resulallah, beyim sizi davet
ediyor."
"O da kim, hani şu gözlerinde beyazlık
olan adam mı?"
"Beyimin gözlerinde beyazlık yok yâ
Resulallah!"
"Evet, gözlerinde beyazlık var."
"Vallahi yok yâ Resulallah."
"Hiçbir insan yoktur ki, gözlerinde
beyazlık bulunmasın."
Peygamberimizin buna benzer bir latifesini
Hasan-ı Basrî Hazretleri rivayet ediyor:
Bir gün yaşlı bir kadın Peygamberimize
gelerek:
"Yâ Resulallah! Cennete girmem için bana
dua eder misiniz?" dedi.
Peygamber Efendimiz:
"Yaşlı kadınlar Cennete giremez"
diye ona takıldı.
Bunun üzerine kadın ağlayarak oradan ayrıldı.
Peygamber Efendimiz, Sahabîlere:
"Gidin ona söyleyin, 'Sen Cennete yaşlı
olarak giremezsin.' Cenab-ı Hak, 'Biz onları yepyeni bir yaratılışla yarattık
da, eşlerine sevgi ile düşkün hep aynı yaşta genç kızlar yaptık' buyurmuyor
mu?" (Vakıa Sûresi, 36.)
Peygamberimizin bir başka latifesini de Enes
bin Mâlik'ten dinleyelim:
"Çöl halkından Zahir adında bir adam
vardı. Zahir Peygamberimize her gelişinde kendi yetiştirdiği ürünlerden
hediyeler getirirdi. Şehirden çöle döneceği zaman da, Peygamber Efendimiz
ihtiyacı olan şeylerle onun heybesini doldururdu. Gelen hediyelere bu şekilde
karşılık verdikten sonra da şöyle buyururdu:
"Zahir bizim çölümüz, biz de onun
şehriyiz."
"Peygamberimiz Zahir'i çok severdi.
Halbuki Zahir hiç de güzel değildi. Fizikî olarak son derece çirkin bir adamdı.
"Bir gün pazarda çölden getirdiği malları
satmaya çalıştığı bir sırada Peygamber Efendimiz gitti, sessizce yaklaştı,
Zahir'i arkasından kucakladı ve elleriyle gözlerini kapadı.
"Zahir tutanın kim olduğunu göremiyordu.
Tutan kimse bıraksın' diye çabalamaya başladı. Bu arada göz ucuyla arkasından
tutanın Efendimiz olduğunu anlayınca sırtını Peygamberimizin göğsüne iyice
dayamaya başladı.
"Zahir'in bu neşeli hareketinden hoşlanan
Peygamber Efendimiz yüksek sesle:
"Bu köleyi satıyorum, var mı alan?' diye
seslenmeye başladı.
"Zahir boynu bükük, mahzun bir halde:
"Yâ Resulallah, benim gibi değersiz bir
köleye vallahi
kuruş veren olmaz' deyince Peygamber
Efendimiz: "Hayır, yâ Zahir, sen katında hiç de değersiz
değilsin' buyurdu
Xxxx
Bir gün Peygamber Efendimize bir Sahabi
eşinden şikayete gelir. “Benim eşim misafiri sevmiyor. Bana ne gibi tavsiyede
bulunursunuz?” der.
111
Eşi misafir sevmeyen adama Peygamberimizin
uyguladığı metod - Resim : 2
Efendimiz ( sav ) ; “Yarın size misafir
olacağım. Eşin, ben içeri girerken de baksın ,çıkarken de baksın der.”
211
Eşi misafir sevmeyen adama Peygamberimizin
uyguladığı metod - Resim : 3
Sahabi eşine efendimizin geleceğini müjdeler.
Tabi bu müjde evde büyük bir heyecanı beraberinde getirir!
311
Eşi misafir sevmeyen adama Peygamberimizin
uyguladığı metod - Resim : 4
Aldığı haber karşısında eşi çok sevinir .
Yalnız dışarıdan içeri girerken ve çıkarken bakmasını özellikle söyler ve
eşinin hazırlıklarını yapar .
411
Eşi misafir sevmeyen adama Peygamberimizin
uyguladığı metod - Resim : 5
Ertesi gün olur. Efendimiz ( sav ) gelirken
Pencereden bakınca ne görsün ki! Efendimiz gümüşten tepsi içinde, cennetten
çeşit çeşit yiyecekleri de beraberinde getirmiş.
511
Eşi misafir sevmeyen adama Peygamberimizin
uyguladığı metod - Resim : 6
Efendimiz’i bir sevinç içinde ağırladıktan,
sonra Efendimiz yola koyulmuş.
611
Eşi misafir sevmeyen adama Peygamberimizin
uyguladığı metod - Resim : 7
Sahabenin eşi tekrar pencereden bakmış. Birde
ne görsün ki! Getirdiği tepsinin içinde yılanlar çıyanlar akrepler böcekler
doldurmuş geri gidiyor. Hemen eşine seslenmiş. Korku içinde anlatmış.
711
Eşi misafir sevmeyen adama Peygamberimizin
uyguladığı metod - Resim : 8
Eşi koşarak Efendimizin yanına sormaya
gitmiş.
811
Eşi misafir sevmeyen adama Peygamberimizin
uyguladığı metod - Resim : 9
Peygamber ( sav) bu durum karşısında; ” Eşine
anlat. Misafirin güzelliği, yiyeceklerle ikramlarla bereketle gelir ve evden
giderken bütün kötülükleri alır ve götürür .
911
Eşi misafir sevmeyen adama Peygamberimizin
uyguladığı metod - Resim : 10
Tepside gördüğü kötülükler, günahlar kavgalar
dövüşler böcekler yılanlar çiyanlar misafir ile çıkar ve gider eve huzur ve
bereket gelir.
1011
Eşi misafir sevmeyen adama Peygamberimizin
uyguladığı metod - Resim : 11
Misafir gelmeyen eve kavga, dövüş
,huzursuzluk ve bereketsizlik , fakirlik baş gösterir.”
1111
Sonraki Galeri
İstiklal
Ramazan
Hz.aişe'ye Atılan İftira
05 Mar 2017 01:00 Son Güncelleme: 04 Ağu 2022
15:54
Hz.Aişe'ye atılan iftira
Hz.Aişe'ye atılan iftira
Hz.Aişe'ye atılan iftira - Resim : 1
Allah Rasulü (s.a.s.) ile birlikte bu sefere
katılan Hz. Aişe, dönüş yolculuğunda, ordunun konakladığı bir yerde, tam
hareket edilmek üzereyken, devesi üzerinde taşınan ve hevdec adı verilen
kapalı, yuvarlak ve üstü kubbeli kafesinden def-i hacet için çıkmış ve bu ara-
da gerdanlığını kaybetmişti.
110
Hz.Aişe'ye atılan iftira - Resim : 2
Gece karanlığında gerdanlığını ararken biraz
oyalanmış ve bu arada ordu hareket etmişti. Hz. Aişe’nin dışarı çıktığını gör-
meyen taşıyıcılar, genç ve zayıf olan Hz. Aişe’yi içinde zannederek hevdeci- ni
deveye yükleyip yola koyuldular.
210
Hz.Aişe'ye atılan iftira - Resim : 3
Geri döndüğünde ordunun uzaklaştığı- nı gören
Hz. Aişe, kendisini almaya gelirler umuduyla olduğu yerde bekler- ken uykuya
daldı. Bu esnada ordunun artçılarından olan Safvan b. Muattal ismindeki sahabi,
Hz. Aişe’yi görüp uyandırdı ve devesine bindirerek ordu- ya yetiştirdi. Hz.
Aişe ile Safvan’ın yalnız geldiklerini gören münafıkların re- isi Abdullah b.
Übey,
310
Hz.Aişe'ye atılan iftira - Resim : 4
onlar hakkında iftiraya başladı. Buna alet
olan birkaç kişinin katılımıyla iftira ve dedikodu yayılmaya başladı. Olayın
gerçek ma- hiyetinden haberdar olmayan sevgili
410
Hz.Aişe'ye atılan iftira - Resim : 5
Peygamberimiz ailesiyle ilgili dediko-
dulardan son derece rahatsız oldu. Kendisine yapılan iftirayı duyan Hz. Aişe de
Hz. Peygamber’in izniyle babasının evine gitti ve üzüntüsünden günlerce ağladı.
510
Hz.Aişe'ye atılan iftira - Resim : 6
Bu olaydan bir ay sonra Hz. Aişe’nin suçsuz
olduğunu bildiren ayet- ler geldi. Bu ayetlerde, yapılan dedikoduların tamamen
asılsız ve iftira oldu- ğu bildirildi.
610
Hz.Aişe'ye atılan iftira - Resim : 7
Hz. Aişe’nin namuslu olduğu haber verildi.
Müminlerin bu ola- yı işittiklerinde iftira olarak değerlendirmeleri gerektiği
hatırlatıldı ve bu şe- kilde hareket etmeyenlerin tavrı kınandı.
710
Hz.Aişe'ye atılan iftira - Resim : 8
Allah’ın, müminleri, bir daha buna benzer bir
durumu tekrarlamaktan sakındırıp uyardığı açıklandı. İnananlar arasında çirkin
şeylerin yayılmasını arzu eden kimselerin çetin bir azaba uğrayacağı
bildirildi. (Nur, 11-21.)
xxxx
Doğum gününüz aydın,
kazancınız bereketli olsun, hayırlı sabahlar…
https://www.haber7.com/siyaset/haber/3361991-turkiye-gazze-icin-tek-yurekken-cumhuriyetin-derdi-yine-muslumanlar
Zz
Dünya sevgisi en tehlikeli şey olacak hadisi şerif
اَذِلَّةٍ عَلَى
الْمُؤْمِن۪ينَ اَعِزَّةٍ عَلَى الْكَافِر۪ينَۘ
Onlar mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere
karşı güçlü ve onurludurlar.[2] Burada
“ezille” kelimesinin tevazu anlamına geldiği görülmektedir,
وَاخْفِضْ لَهُمَا
جَنَاحَ الذُّلِّ مِنَ الرَّحْمَةِ وَقُلْ رَبِّ ارْحَمْهُمَا كَمَا رَبَّيَان۪ي
صَغ۪يراًۜ
Onlara merhametle ve alçak gönüllülükle kol kanat
ger. “Rabbim! Onlar nasıl küçüklükte beni şefkatle eğitip yetiştirdilerse şimdi
sen de onlara merhamet göster” diyerek dua et.[3]
Bir kutsî hadiste ululuk (kibriyâ) ve kudretin (izzet)
Allah’a mahsus olduğu belirtildikten sonra, “Bunlarda benimle yarışmaya
kalkışanı helâk ederim” buyurulmuştur.[4] [5]
dikkat çekmektedir:
اَلَّذ۪ينَ اِذَا ذُكِرَ
اللّٰهُ وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ وَالصَّابِر۪ينَ عَلٰى مَٓا اَصَابَهُمْ
وَالْمُق۪يمِي الصَّلٰوةِۙ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ
“…
Alçakgönüllü kimseleri müjdele! Onlar, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperen,
başlarına gelen (musibet)lere sabreden, namazı dosdoğru kılan ve kendilerine
rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda harcayan kimselerdir.” [6]
Böylece mütevazı kişi herkes gibi kendisinin de
Allah’ın bir kulu olduğunu,
اِنَّ اَكْرَمَكُمْ
عِنْدَ اللّٰهِ اَتْقٰيكُمْۜ
O’nun katında üstünlüğün ancak takva ile olduğunu
bilir.[7]
إِنَّمَا الأَعْمَالُ
بِالنِّيَّاتِ
Amellerin niyetlere göre değer kazanacağına[8]
inandığından diğer insanların Allah nazarında kendisinden daha üstün
olabileceğini düşünür.
Bu nedenle diğer insanları küçümsemez; onlarla
Allah’ın emrettiği şekilde kırgınlık, kıskançlık ve küskünlükten uzak, sevgi,
saygı, dayanışma ve yardımlaşma içerisinde kardeşçe yaşar.
Kıymetli Müminler
İnsanlığa Kur’an ahlâkını yaşayarak gösteren Hz.
Peygamber onlara tevazuyu da yaşayarak öğretmiştir:
Kaynaklarda Hz. Peygamber’in ahlâkına dair
rivayetler çerçevesinde onun tevazusu hakkında da şu tür bilgiler yer alır:
Hicretin sekizinci yılıydı. Savaşa gerek kalmadan
Mekke’yi fetheden oldukça kalabalık Müslüman ordusunun başında Hz. Muhammed
SAV. vardı. O, bu şanlı zaferin büyüsüne kapılmamış; mübarek şehir Mekke’ye
mağrur bir komutan edasıyla değil Allah’ın verdiği bu nimete şükretmenin
bilinciyle başını önüne eğerek girmişti.
Genciyle yaşlısıyla, kadınıyla erkeğiyle Mekke
halkı, Safâ tepesinde Resûlullah’a bağlılıklarını bildiriyor ve insanlar bölük
bölük Allah’ın dinine giriyorlardı.
Biat etmek üzere yanına gelenlerden biri onunla
konuşmaya başlamıştı. Fakat bu büyük insanla karşı karşıya gelmek ve onunla
konuşmak kendisini o kadar heyecanlandırmıştı ki titremeye başladı. Bunu gören
Hz. Peygamber,
هَوِّنْ عَلَيْكَ
فَإِنِّى لَسْتُ بِمَلِكٍ إِنَّمَا أَنَا ابْنُ امْرَأَةٍ تَأْكُلُ الْقَدِيدَ
“Sakin ol! Ben bir kral değilim. (Güneşte)
kurutulmuş et yiyen bir kadının oğluyum.” diyerek onu rahatlattı.[9]
Hayatının en görkemli sahnesinde dahi kibre
kapılmayarak tevazudan ayrılmayan Allah Resûlü bu davranışıyla bir insanlık
dersi vermiş, ashâbına da aynı tavrı sergilemeleri gerektiğini bildirmiştir.
Onlara, “Allah birdir!” dedikleri için kendilerini
akıl almaz işkencelere maruz bırakan ve âciz bir şekilde öz vatanlarını terk
etmeye mecbur bırakan müşriklere galip geldikleri bu büyük günde
büyüklenmemeleri gerektiğini şu sözleriyle hatırlatmıştır:
يَا أَيُّهَا النَّاسُ
إِنَّ اللَّهَ قَدْ أَذْهَبَ عَنْكُمْ عُبِّيَّةَ الْجَاهِلِيَّةِ وَتَعَاظُمَهَا
بِآبَائِهَا …. وَالنَّاسُ بَنُو آدَمَ وَخَلَقَ اللَّهُ آدَمَ مِنْ تُرَابٍ
“Ey İnsanlar! Allah sizden câhiliye gururunu ve
atalarla övünme âdetini gidermiştir… İnsanlar, Âdem’in çocuklarıdır ve Allah,
Âdem’i topraktan yaratmıştır…”[10]
Hz. Ömer’in Resûlullah’ın tevazuunu şöyle dile
getirdiği rivayet edilir:
“Ey Allah’ın resulü!
Eğer sen yalnız emsalinle oturup kalksaydın
sohbetine nâil olamazdık,
Denginden başkasıyla evlenmeseydin aramızdan biriyle
evlenmezdin,
Yalnız emsalinle yiyip içseydin soframıza
oturmazdın.
Halbuki sen
bize arkadaş oldun,
bizden eş aldın,
bizimle yiyip içtin,
sıradan elbise giydin,
bineğe binip terkiye birilerini aldın,
yer sofrasında yemek yedin”[11].
Resûlullah yüksek mertebesine rağmen insanların en
alçak gönüllüsü idi. Bir sahâbî, onu hac sırasında kimseyi rahatsız etmeden
sıradan biri gibi Mina’da şeytan taşlarken gördüğünü anlatmıştır.
Yine Allah Resulü:
hastaları ziyaret eder,
cenazelere katılır,
Davetlere icabet ederdi[12].
Ayakkabısını kendi onarır,
elbisesini yamar,
eşlerine yardım ederdi.
Bir meclise girdiğinde insanların kendisini ayakta
karşılamasını istemezdi.
Çocukların yanına gider ve onlara selâm verirdi.
Onun meclisi hayâ, tevazu ve güven meclisiydi.
Arkadaşları arasında sıradan biri gibi oturur, bu
sebeple bir yabancı onu sormadan tanıyamazdı.
Sofrası sade olurdu.
İnsanların sohbetlerine katılır ve eski devirleri
hatırlatan şiirler okurdu[13].
Yaşamının hiçbir anında “beşer” olduğunu
unutmamıştır
Allah tarafından kendisine verilen yüce meziyetlerle
kendini büyük görmemiştir.
Kendisini canından çok seven ashâbın ona aşırı
övgülerde bulunmasını istememiş ve onları bu konuda uyarmıştır:
لاَ تُطْرُونِى كَمَا
أَطْرَتِ النَّصَارَى ابْنَ مَرْيَمَ ، فَإِنَّمَا أَنَا عَبْدُهُ ، فَقُولُوا
عَبْدُ اللَّهِ وَرَسُولُهُ
“Hıristiyanların Meryem oğlunu (İsa’yı) övmekte
aşırı gittikleri gibi siz de beni övmede aşırılık göstermeyin. Şüphesiz ki ben
Allah’ın kuluyum. Onun için bana ‘Allah’ın kulu ve resûlü’ deyin.” [14]
Kendisi için ayağa kalkılmasını hoş görmemiş,
toplumun en fakir kesimiyle birlikte oturup kalkmış,
yemiş içmiş,
Bu tutumlarıyla insanlara örneklik eden Allah Resûlü
sık sık insanları kibirden sakındırıp alçakgönüllü olmaya çağırmıştır:
وَإِنَّ اللَّهَ أَوْحَى
إِلَىَّ أَنْ تَوَاضَعُوا حَتَّى لاَ يَفْخَرَ أَحَدٌ عَلَى أَحَدٍ وَلاَ يَبْغِى
أَحَدٌ عَلَى أَحَدٍ
“Allah bana, mütevazı olup birbirinize karşı
övünmemenizi ve birbirinize karşı haddi aşan davranışlarda bulunmamanızı
vahyetti.” [15] buyurmuştur.
Allah’ın Sevgili Kulları
Hazan mevsiminde yapraklarını tek tek döken bir ağaç
gibi, şu fânî dünya hayatında günlerini çarçabuk tüketmekte olan bir kula
yakışan en güzel haslet, tevâzûdur, haddini bilmektir. Cenâb-ı Hak, âyet-i
kerîmede şöyle buyurur:
وَعِبَادُ الرَّحْمٰنِ
الَّذ۪ينَ يَمْشُونَ عَلَى الْاَرْضِ هَوْنًا وَاِذَا خَاطَبَهُمُ الْجَاهِلُونَ
قَالُوا سَلَامًا
“Rahmân’ın (has) kulları onlardır ki, yeryüzünde
tevâzû ile yürürler ve kendini bilmez kimseler onlara laf attığında
(incitmeksizin) «Selâm!» derler (geçerler).”
Nitekim bir kul, Allah için tevâzû gösterdiği zaman,
Allah Teâlâ, onun hikmetini artırır ve onu yükseltir. Kim de kusur ve
noksanlarının farkında olmaz, bilgisizliğini kabul etmez ve daha da mühimi
Allâh’ın sonsuz kudreti karşısında bir “hiç” olduğunu itiraf etmezse,
kendisinde bir kıymet ve kudret vehmetmiş olur. Bu vehme kapılarak kendini
beğenen bir insanın da tevâzûdan aslâ nasîbi yoktur.
Zira o kimse, bu hareketiyle Cenâb-ı Hakk’ın
“el-Kibriyâ/büyüklük, azamet” sıfatına ortak olmaya kalkışır. Lâkin
“el-Kibriyâ” sıfatının, ortaklığa aslâ tahammülü yoktur.
Nitekim İblis, büyüklük taslayarak “ben” dedi,
kahroldu gitti.
Birçok mânevî meziyetleri olan Bel’am bin Baûra da
benliğin pençesinde perişan oldu.
Yine Kârûn, Allâh’ın lutf u keremiyle ihsan ettiği
nimetleri kendine izâfe ederek, “Ben kazandım.” dedi. O da dayanıp güvendiği
bütün servetiyle yerin dibine gömüldü.
Tevâzûdan uzaklaşarak firavun gibi büyüklük ve
azamet taslayanlar, tarih sahnesinde rezil olmaktan kurtulamamışlardır. Meselâ
Ebrehe, kocaman fillerle Kâbe’yi yıkmaya geldiğinde Cenâb-ı Hak, onu çöllerden
gelen aslan, kaplan ve yılanlarla değil, minicik kuşların attığı minicik
taşlarla kahretti. Kendisini de Mekke önünde öldürmedi. Bilâkis büyük bir gurur
ve kibirle çıktığı Yemen’de, kavminin içinde yaralı ve perişan olarak rezil ve
kepâze bir sûrette öldürdü. Yine tanrılık iddiasında bulunan Nemrud’u, toz
kadar bir sinekle helâk etti. Velhâsıl işte Cenâb-ı Hak’la kibriyâ ve azamet
yarışına girenlerin fecî âkıbeti…
Burada şu husûsu da bilhassa vurgulamak yerinde
olacaktır. Bir mü’min, sadece sâlih bir mü’mine karşı alçak gönüllü
davranmalıdır.
Buna karşılık kibirli, kendini beğenmiş, burnundan
kıl aldırmayan, insanlara yukarıdan bakan ve onlara haksız davranan kimselere
aslâ tevâzû ile yaklaşmamalıdır. Böyle kimseler ile gönlünü dünyaya kaptıran,
her şeyi para-pul, makam-mevkî ile ölçen kimselere tevâzû göstermeye kalkmak,
İslâm’ın izzetinden fedakârlık yapmaktır ki, buna kimsenin hakkı yoktur.
Tevâzû, menfaatperestlik için haksızın karşısında
ezilip büzülmek değildir. Tevâzu, hak karşısında boynu kıldan ince olmaktır.
Velhâsıl Cenâb-ı Hak, Peygamber Efendimizʼe:
وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ
لِلْمُؤْمِن۪ينَ
“Mü’minlere şefkat ve tevâzû kanadını indir.”[16]
وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ
لِمَنِ اتَّـبَعَكَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَۚ
“Sana uyan mü’minlere alçak gönüllü
davran!”[17] buyurarak Oʼnun şahsında
bizlere; şefkatli, merhametli ve mütevâzı olmamızı emretmiştir.
Yüce Rabbimiz mü’minleri birbirine kardeş yapmış,
sonra da onlara birbirinin derdiyle ilgilenmeyi, birbirinin yarasına merhem
olmayı ve kardeşlerinin sıkıntılarını gidermeyi emretmiştir.
Şu hâlde mü’minler, kardeş olduklarını hiçbir zaman
unutmayarak birbirlerine aslâ kaba davranmamalı, kendilerini diğer
kardeşlerinden üstün görmemeli ve onlardan bir kabalık görünce hemen yüz
çevirmeyerek kardeşlerine karşı anlayışlı olmalıdır.
Yâ Rabbi! Bizleri İslâm kardeşliğini en güzel bir
sûrette yaşayan, birbirine karşı dâimâ tevâzû ile davranan sâlih kullarından
eyle…
VAAZI İNDİRMEK İÇİN TIKLA WORD
VAAZI İNDİRMEK İÇİN TIKLA PDF
(Lisânü’l-ʿArab, “vażʿ” md.; Tâcü’l-ʿarûs, “vażʿ”
md.) ↑
el-Mâide 5/54 ↑
el-İsrâ 17/24 ↑
(Müsned, II, 376, 414, 427; Ebû Dâvûd, “Libâs”, 25;
İbn Mâce, “Zühd”, 16). ↑
MUSTAFA ÇAĞRICI, “TEVAZU”, TDV İslâm Ansiklopedisi,
https://islamansiklopedisi.org.tr/tevazu (19.09.2019). ↑
Hac, 22/35 ↑
Hucurât, 49/13 ↑
Buhârî, Bed’ü’l-vahy, 1. ↑
İbn Mâce, Et’ıme, 30 ↑
Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân, 49. ↑
(Gazzâlî, I, 310) ↑
(Kuşeyrî, I, 380) ↑
(Gazzâlî, II, 380-381) ↑
Buhârî, Enbiyâ, 48. ↑
Müslim, Cennet, 64. ↑
el-Hicr, 88 ↑
eş-Şuarâ, 215 ↑
zz
Allah, bana şunu vahyetti: "Birbirinize karşı
alçak gönüllü olun. Hiçkimse başkasına karşı övünmesin. Hiçkimse haddini aşıp
bir başkasına zulmetmesin."
(Müslim, "Cennet", 64)
Rabbimiz! Bizi, inkâr edenler için bir sınama konusu
yapma. Bizi bağışla, Rabbimiz! Çünkü kudret ve hikmet sahibi olan Sensin.
(Mümtehine, 60/5
Bir koyun sürüsüne salıverilmiş iki aç
kurdun yaptığı zarar, mala ve mevkiye düşkün bir adamın dinine verdiği zarardan
daha büyük değildir."
(Tirmizî, "Zühd",43)
Türkiye’de 260 şubesi
olan McDonald’s İsrail ordusuna ücretsiz yemek Sağladığını duyurdu…
Dikkat Edin! Yahudi
İsrail, ABD ve AB mallarını boykot edin!
Anlayın! “Kâfire giden
bir kuruş Müslüman’a bin kurşun olarak geri döner…”
Ey Müslümanım diyen kişi! ABD ve Yahudi "Boykot
et!". Gâvura giden bir kuruş, Müslüman'a bin kurşun olarak geri döner!
Allah’ım bütün Müslümanları bir ve
beraber eyle!
Allah’ım Müslümanlar’ın sıkıntılarını
gider!
(Sadi Şirazi Rahmetullahi Aleyh)
HUCURAT SURESİNDE GEÇEN İNSAN İLİŞKİLERİNDE 9 KURAL
1- فَتَبَيَّنُٓوا Size gelen bir haberin doğruluğunu
araştırın. (Hucurat 6)
2- اَقْسِطُوا Adaletli davranın.
(Hucurat 9)
3- فَاَصْلِحُوا İnsanların arasını
düzeltin. (Hucurat 10)
4- لَا يَسْخَرْ Alay etmeyin.
(Hucurat 11)
5- لَا تَلْمِزُٓوا Birbirinizi
ayıplamayın. (Hucurat 11)
6- لَا تَنَابَزُوا بِالْاَلْقَابِ
Birbirinizi (kötü) lakaplarla çağırmayın.(Hucurat 11)
7- اِجْتَنِبُوا كَث۪يراً مِنَ الظَّنِّ
Zannın bir çoğundan sakının. (Hucurat 12)
8- لَا تَجَسَّسُوا Kusurları ve
mahremiyetleri araştırmayın. (Hucurat 12)
9- لَا يَغْتَبْ Birbirinizin
gıybetini yapmayın.. (Hucurat 12
HUCURAT SURESİNDE GEÇEN İNSAN İLİŞKİLERİNDE 9 KURAL
1- فَتَبَيَّنُٓوا
Size gelen bir haberin doğruluğunu araştırın. (Hucurat 6)
2- اَقْسِطُوا
Adaletli davranın. (Hucurat 9)
3- فَاَصْلِحُوا İnsanların arasını düzeltin. (Hucurat 10)
4- لَا يَسْخَرْ Alay etmeyin. (Hucurat 11)
5- لَا تَلْمِزُٓوا Birbirinizi ayıplamayın. (Hucurat 11)
6- لَا تَنَابَزُوا بِالْاَلْقَابِ Birbirinizi (kötü)
lakaplarla çağırmayın. (Hucurat 11)
7- اِجْتَنِبُوا كَث۪يراً مِنَ الظَّنِّ Zannın bir çoğundan
sakının. (Hucurat 12)
8- لَا تَجَسَّسُوا Kusurları ve mahremiyetleri araştırmayın.
(Hucurat 12)
9- لَا يَغْتَبْ Birbirinizin gıybetini yapmayın.. (Hucurat
12)
Allahümme Âmîn! Ya Muîn! Ya Mûcîb! Velhamdü lillâhi
Rabbil âlemin!
https://can-ada.net/1-kitap-indir/kitaplar/hadis-i-serif-pdf/
🌹🌹🌷🌺❤️Rabbim cümlemizi rızasından ayırmasın. Âmîn! Ya Muîn!
"Acın için Kur'an var.
İsteklerin için duâ var.
Umudun için sabır var.
Hüznün için namaz var.
..
Günahın için istiğfår var.
*Estagfirullah
Bütün dertlerin için Rabbin var.
*Elhamdülillah
Gam yok tevekkül var.
Geceler için sabahlar var.
Zorluklar için kolaylıklar var.
Üzülme.."!!
Çok güzel yorum yaptınız. Rabbim sizden ve sizin
gibilerden ebediyen razı olun kardeşim. Sakın bizleri duada unutmayın!
Miftahul
Kulüb İndirme linki:
https://archive.org/search?query=creator%3A%22K%C3%BCt%C3%BCb%C3%BC+Kad%C3%AEme%22
https://ia803406.us.archive.org/15/items/miftahul-kulub/Miftahul%20Kul%C3%BBb.pdf
(Esad Coşan Rahmetullahi
Aleyh)
Kuşçular
Köyü’nden arkadaşımız, komşumuz Mehmet Derin’in vefat ettiğini büyük bir
üzüntüyle öğrendim.
Allah'ü
Teâlâ rahmet eylesin, mekânı Cennet, makamı âli olsun!
Rabbim
yakınlarına ve sevenlerine sabırlar versin!
Allah'ü
Teâlâ rahmet eylesin, mekânı Cennet, makamı âli olsun!
"Annen
yoksa kimsen yok"
Hoşgörü
ve fedakârlıklarıyla ilham kaynağımızdır annelerimiz. Yoklukları sürekli
hissettiğimiz eksikliğimizdir.
Cenneti
Ayakları Altına Serilen Ulvi yaratılmışlardır Annelerimiz.
Başta
şehitlerimizin anneleri olmak üzere, cennet kokulu annelerimizin Anneler
Günü'nü yürekten kutluyorum.
cccccc
Allah'ü
Teâlâ rahmet eylesin, mekânı Cennet, makamı âli olsun!
Allâhü
Teâlâ son nefese kadar, son nefes dâhil, imandan, Kur’ân’dan ve Allah yolunda
hizmetten ayırmasın. (Âmîn)
Âmîn, Ecmain Bahçıvan
bir gül için bin diken yetiştirir.
Geceniz mübarek olsun!
Güzel kalbinize nurlar dolsun!
Akşamınız ve geceniz
mübarek olsun, gönlünüze mutluluklar dolsun! Rabbimize emanet olun! Fi emanillah!
Rahmetullahi Aleyh
Hayırlı akşamlar, geceniz kutlu ömrünüz uzun ve
bereketli olsun! Rabbim iki cihan saadeti versin!
Bu gün de güneş battı.
Bir günü daha geride bıraktık. Yarın yepyeni bir gün olacak. Yeni gün, yeni
umutlar, yeni hayaller... Yeni günde kendinize bir şans verin. Mutlu olmak için
ne gerekiyorsa yapmaya çalışın, sevdiklerinizi mutlu edin, daha çok gülümseyin.
Dünyaya bir kere geliyoruz herkes hata yapar affedin kendinizi, başka
insanları. Yarın yeni bir gün tertemiz bir sayfa hayatınıza renk katın mutlu
olmak sizin elinizde
HUZURLU GECELER DİLERİM
https://www.facebook.com/reel/
https://www.facebook.com/reel/
لا تخجل حين تتسخ لتنال رزقك
فهذا
أفضل لك من أن تكون بكامل أناقتك ويطعمك أحدهم
Geçimini sağlamak için kirlendiğinde
utanma
Senin için zarif olup birinin seni
beslemesinden daha iyidir.
Xxxxx
Hayırlı
akşamlar, âlemlerin Rabbi Allah’ü Teâlâ’ya emanet olunuz!
İslam'ın sevgi, barış ve hoşgörü dini olduğuna dair
örnekler verir misiniz?
İslam'ın sevgi, barış ve hoşgörü dini olduğuna dair
örnekler verir misiniz?
Soran : akinci23
Tarih: 18.03.2007 - 11:37 | Güncelleme: 07.11.2020 -
09:37
Cevap
Değerli kardeşimiz,
İslam kelimesi, Arapça'da "barış"
kelimesiyle aynı anlama gelir. İslam, Allah'ın sonsuz merhamet ve şefkatinin
yeryüzünde tecelli ettiği huzur ve barış dolu bir hayatı insanlara sunmak için
indirilmiş bir dindir. Allah tüm insanları, yeryüzünde merhametin, şefkatin,
hoşgörünün ve barışın yaşanabileceği model olarak İslam ahlakına çağırmaktadır.
Bakara Suresi'nin 208. ayetinde şöyle buyurulmaktadır:
"Ey iman edenler, hepiniz topluca "barış
ve güvenliğe" (Silm'e, İslam'a) girin ve şeytanın adımlarını izlemeyin.
Çünkü o, size apaçık bir düşmandır."
Ayette görüldüğü gibi Allah, insanların
"güvenliği"nin ancak İslam'a girilmesi, Kur'an ahlakının yaşanmasıyla
sağlanabileceğini bildirmektedir.
Allah bozgunculuğu lanetlemiştir
Allah, insanlara kötülük yapmaktan sakınmalarını
emretmiş; küfrü, fıskı, isyanı, zulmü, zorbalığı, öldürmeyi, kan dökmeyi
yasaklamıştır. Allah'ın bu emrine uymayanlar, ayetin ifadesiyle "şeytanın
adımlarını izleyenler" olarak nitelendirilmiş ve açıkça Allah'ın haram
kıldığı bir tutum içerisine girmişlerdir. Kur'an'da bu konudaki birçok ayetten
sadece iki tanesi şöyledir:
"Allah'a verdikleri sözü, onu kesin olarak
onayladıktan sonra bozanlar, Allah'ın ulaştırılmasını emrettiği şeyi
kesip-koparanlar ve yeryüzünde bozgunculuk çıkaranlar; işte onlar, lanet onlar
içindir ve yurdun kötü olanı da onlar içindir." (Rad, 13/25)
"Allah'ın sana verdiğiyle ahiret yurdunu ara,
dünyadan da kendi payını (nasibini) unutma. Allah'ın sana ihsan ettiği gibi,
sen de ihsanda bulun ve yeryüzünde bozgunculuk arama. Çünkü Allah, bozgunculuk
yapanları sevmez." (Kasas, 28/77)
Görüldüğü gibi, Allah, İslam dininde, terör, şiddet
anlamlarını da kapsayan her türlü bozgunculuk hareketini yasaklamış ve bu tür
bir eylem içinde olanları lanetlemiştir. Müslüman dünyayı güzelleştiren, imar
eden insandır.
İslam, düşünce hürriyetini ve hoşgörüyü savunur
İnsanların fikir, düşünce ve yaşam özgürlüğünü
açıkça sağlayan ve güvence altına alan bir din olan İslam, insanlar arasında
gerginliği, anlaşmazlığı, birbirlerinin hakkında olumsuz konuşmayı ve hatta
olumsuz düşünceyi (zan) dahi engelleyen ve yasaklayan emirler getirmiştir.
Değil terör ve çeşitli şiddet eylemi, İslam,
insanların üzerinde fikri olarak bile en ufak bir baskı kurulmasını
yasaklamıştır:
"Dinde zorlama (ve baskı) yoktur. Şüphesiz,
doğruluk (rüşd) sapıklıktan apaçık ayrılmıştır." (Bakara, 2/256)
"Onlara 'zor ve baskı' kullanacak değilsin."
(Gaşiye, 88/22)
İnsanların bir dine inanmaya veya o dinin
ibadetlerini uygulamaya zorlanması, İslam'ın özüne ve ruhuna aykıdır. Çünkü
İslam, inanç için özgür iradeyi ve vicdani bir kabulü şart koşar. Elbette
Müslümanlar birbirlerini Kur'an'da anlatılan ahlaki vasıfların uygulanması için
uyarabilir, teşvik edebilirler. Ama asla bu konuda bir zorlama yapılamaz. Ya da
dünyevi bir imtiyaz tanınarak, kişi dini uygulamaya yönlendirilemez.
Bunun aksi bir toplum modeli varsayalım. Örneğin
insanların ibadet yapmaya zorlandıklarını farzedelim. Böyle bir toplum modeli
İslam'a tamamen aykırıdır. Çünkü inanç ve ibadet, sadece Allah'a yönelik
olduğunda bir değer taşır. Eğer bir sistem insanları inanca ve ibadete
zorlayacak olursa, bu durumda insanlar o sistemden korktukları için dindar
olurlar. Din açısından makbul olan ise, vicdanların tamamen serbest bırakıldığı
bir ortamda Allah rızası için dinin yaşanmasıdır.
Allah masum insanların öldürülmesini haram kılmıştır
Bir insanı suçsuz yere öldürmek, Kur'an'a göre en
büyük günahlardan biridir:
"Kim bir nefsi, bir başka nefse ya da
yeryüzündeki bir fesada karşılık olmaksızın (haksız yere) öldürürse, sanki
bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu (öldürülmesine engel olarak)
diriltirse, bütün insanları diriltmiş gibi olur. Andolsun, elçilerimiz onlara
apaçık belgelerle gelmişlerdir. Sonra bunun ardından onlardan bir çoğu
yeryüzünde ölçüyü taşıranlardır." (Maide, 5/32)
"Ve onlar, Allah ile beraber başka bir ilaha
tapmazlar. Allah'ın haram kıldığı canı haksız yere öldürmezler ve zina
etmezler. Kim bunları yaparsa 'ağır bir ceza ile' karşılaşır." (Furkan,
25/68)
Yukarıdaki ayetlerde görüldüğü gibi, masum insanları
haksız yere öldüren kişiler büyük bir azapla tehdit edilmişlerdir. Allah tek
bir kişiyi öldürmenin, tüm insanları öldürmek kadar ağır bir suç olduğunu haber
vermiştir. Allah'ın sınırlarını koruyan bir insanın değil binlerce masum insanı
katletmek, tek bir insana bile zarar verme ihtimali yoktur. Dünyada adaletten
kaçarak cezadan kurtulacağını sananlar, öldükten sonra, ahirette Allah'ın
huzurunda verecekleri hesaptan asla kaçamayacaklardır. İşte bu nedenle
ölümlerinin ardından Allah'a hesap vereceklerini bilen müminler Allah'ın
sınırlarını korumakta büyük bir titizlik gösterirler.
Allah, müminlere şefkatli ve merhametli olmalarını
emreder
Bir ayette Müslüman ahlakı şöyle anlatılmaktadır:
"Sonra iman edenlerden, sabrı birbirlerine
tavsiye edenlerden, merhameti birbirlerine tavsiye edenlerden olmak. İşte
bunlar, sağ yanın adamlarıdır." (Beled, 90/17-18)
Allah'ın, ahiret günü kurtuluşa erenlerden olmaları,
rahmetine ve cennetine kavuşabilmeleri için kullarına indirdiği ahlakın en
önemli özelliklerinden biri ayette görüldüğü gibi "merhameti birbirlerine
tavsiye edenlerden olmak"tır.
Kur'an'da tarif edilen İslam son derece modern,
aydınlık, ilerici bir yapıya sahiptir. Gerçek Müslüman, her şeyden önce,
barışçı, hoşgörülü, demokrat ruhlu, kültürlü, aydın, dürüst, sanattan ve
bilimden anlayan, medeni bir kişilik yapısına sahiptir.
Kur'an'ın getirdiği güzel ahlakla yetişen bir
Müslüman, herkese İslam'ın öngördüğü sevgiyle yaklaşır; her türlü fikre karşı
saygılıdır; estetiğe ve sanata değer verir, olaylar karşısında her zaman
uzlaştırıcı, gerilimi azaltan, kucaklayıcı, itidalli davranışlar sergiler.
Böyle insanların oluşturdukları toplumlarda ise, bugün en modern devletler
arasında gösterilen ülkelerden daha gelişmiş bir medeniyet, yüksek bir
toplumsal ahlak, neşe, huzur, adalet, güvenlik, bolluk ve bereket hakim
olacaktır.
Allah Hoşgörü ve Affediciliği Emretmiştir
Kur'an-ı Kerim'in Araf Suresi'nin 199. ayet-i
kerimesindeki "Sen af yolunu benimse" sözleriyle ifade edilen
"affedicilik ve hoşgörü" kavramı, İslam dininin temel kaidelerinden
birini oluşturur.
İslam tarihine bakıldığında, Müslümanların Kur'an
ahlakının bu önemli özelliğini sosyal yaşama nasıl geçirdikleri çok açık bir
şekilde görülür. Müslümanlar ulaştıkları her noktada, hatalı uygulamaları
ortadan kaldırarak hür ve hoşgörülü bir ortam oluşturmuştur. Din, dil ve kültür
bakımından birbirine taban tabana zıt olan halkların aynı çatı altında barış ve
huzur içerisinde yaşamalarını sağlamış, kendisine tabi olanlara da büyük bir
ilim, zenginlik ve üstünlük kazandırmıştır. Nitekim büyük bir coğrafyaya
yayılmış olan Osmanlı İmparatorluğu'nun varlığını yüzyıllarca devam
ettirebilmesindeki en önemli nedenlerden biri, İslam'ın getirdiği hoşgörü ve
anlayış ortamının yaşanması olmuştur. Asırlardır hoşgörülü ve şefkatli
yapılarıyla tanınmış olan Müslümanlar, her zaman dönemlerinin en merhametli ve
en adil kişileri olmuşlardır. Bu çok uluslu yapı içerisindeki tüm etnik
gruplar, yıllarca mensubu oldukları dinleri özgürce yaşamışlar, üstelik
dinlerini ve kültürlerini yaşayabilecekleri tüm imkanlara da sahip olmuşlardır.
Gerçek anlamda Müslümanlara mahsus olan hoşgörü, ancak
Kur'an'ın emrettiği doğrultuda uygulandığında tüm dünyaya barış ve esenlik
getirir. Nitekim Kur'an'da
"İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen, en güzel bir
tarzda(kötülüğü) uzaklaştır; o zaman, (görürsün ki) seninle onun arasında
düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak bir dost (un) oluvermiştir."
(Fussilet, 41/34)
ayet-i kerimesi ile bu özelliğe dikkat çekilmiştir.
Tüm bunlar, İslam'ın insanlara öğütlediği ahlak
özelliklerinin, dünyaya barış, huzur ve adalet getirecek erdemler olduğunu
göstermektedir. Şu an dünya gündeminde olan ve adına "İslami terör"
denen barbarlık ise, Kur'an ahlakından tamamen uzak, cahil ve bağnaz
insanların, dinle gerçekte hiç bir ilgisi olmayan canilerin eseridir.
İşledikleri vahşetleri İslam kisvesi altında yürütmeye çalışan bu kişi ve
gruplara karşı uygulanacak kültürel çözüm, gerçek İslam ahlakının insanlara
öğretilmesidir.
Başka bir deyişle, İslam dini ve Kur'an ahlakı,
terörizmin ve teröristlerin destekleyicisi değil, yeryüzünü terörizm belasından
kurtaracak çaredir.
Barış Dini ve Sevgi Peygamberi
Peygamberler, dünyayı esenlik ve barış yurdu hâline
getirmek için görevlendirilmiş kimselerdir. Onlar, insanlığa "barış ve
esenlik" anlamına gelen İslâm dinini ulaştırmak için gönderilmişlerdir.
Bir hadislerinde Peygamberimiz (s.a.s.),
"Biz peygamberler baba bir kardeşleriz,
hepimizin dini birdir." (Buharî, Enbiya, 48)
buyurmuştur. Yüce Allah da Kur'ân'da,
"Allah katında yegâne geçerli din
İslâm'dır." (Âl-i İmran, 3/19)
buyurur ve bütün peygamberlerin bu dini insanlara
tanıtmak için geldiğini ve bu konuda peygamberlerin ilk örnekleri insanlara
sunduğunu haber verir.
İslâm, barış ve esenlik demektir. Müslüman da barış
ve esenliğe ermiş, barış ve esenliği hedeflemiş kimse demektir. Yüce Allah'ın
bir adı da 'Selâm'dır. Buna göre O, barış ve esenlik kaynağıdır. O'na teslim
olan Müslüman, barış ve esenlik kaynağına bağlanmakla önce kendi iç dünyasında
huzur ve sükuna kavuşan, sonra da tanıştığı bu huzuru dış dünyasına taşıma
sevdasında olan kimse demektir. Gerçekten de iyi Müslüman, en olumsuz şartlarda
bile yaşasa, her türlü stres, buhran ve iç huzuru zedeleyen duygulardan uzak
kalmaya çalışır. Bu sebeple 'Darü's-Selâm' (barış ve esenlik yurdu) Cennet'e
talip olan Müslüman dünyayı, barış yurdu hâline getirmekle görevlendirilmiştir.
Bir açıdan bu yüzden de olacak ki ilk insan, dünyaya gelmeden önce Cennet'e
konmuş, Cennet'te bir süre yaşayıp Cennet kültürü ile donatıldıktan sonra
dünyaya gönderilmiştir. Artık dünyaya gönderilen insan, kaybettiği Cennet'in
sevdasıyla yanıp tutuşmakta, önce onu dünyada kurmaya çalışmakta ve hiç olmazsa
âhirette ona tekrar kavuşmayı düşlemektedir.
Aynı şekilde Müslüman'ın bir adı da 'emniyet ve
güven sahibi' anlamında 'Mü’min'dir. Yüce Allah'ın bir adı da 'Mü’min'dir.
Dolayısıyla güven kaynağı Yüce Allah'a inanan, O'na bağlanan mü'min, kendi iç
dünyasında tutarlı, huzurlu olan ve iç dünyasında kurduğu bu güven ortamını dış
dünyaya taşıyan kimse demektir. Bu yüzden inanan insanın varlığı, herkes için
hayırdır. Nitekim Kur'ân, İslâm toplumundan bahsederken şöyle buyurur:
"Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış
en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten meneder ve Allah'a
inanırsınız..." (Âl-i İmran, 3/110)
İslâm dininin sahibi olan Yüce Allah'ın bir adı da
Vedûd'dur (Hûd 11/90). Vedûd, çokça seven ve sevilen anlamına mubalâğalı ism-i
fail kalıbıdır. Evet Yüce Allah, sevgi kaynağıdır. Sevgiyi O yaratmış ve bizim
özümüze de "Kendi Ruhu'ndan üflerken" sevgiyi O yerleştirmiştir. İbn
Arabî'nin dediği gibi,
"Biz sevgiden sudur ettik, sevgi üzerine yaratıldık,
sevgiye doğru yöneldik ve sevgiye verdik gönlümüzü." (İbnü'l-Arabî 1998,
38)
Nitekim bir âyette şöyle buyurulmuştur:
"Rabbim Rahimdir, Vedûddur" (pek
merhametlidir, kullarını çok sever)."(Hûd, 11/90)
İşte kendisi her bakımdan güzel olan ve güzeli seven
Yüce Allah, fıtratlara sevgiyi yerleştirmiş ve onun söz ve davranışlara
yansımasını sağlamak için sevgi yumağı peygamberler göndermiş, sevmeyi ve
sevilmeyi sağlayan düsturlar mecmuası kitaplar indirmiştir. Son olarak da Hz.
Muhammed (s.a.s)'i göndererek, "birbirini yemede sırtlanları geçmiş"
olan insanlardan, birbirini seven, başkasını kendisine tercih eden Müslümanlar
yetiştirmiştir. Bu konudaki pek çok âyetten ikisi şöyledir:
"Hep birlikte Allah'ın ipine sımsıkı yapışın;
parçalanmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize
düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O'nun nimeti
sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında
iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah, size âyetlerini böyle açıklar
ki, doğru yolu bulasınız."(Âl-i İmran, 3/103)
"Daha önceden Medine'yi yurt edinmiş ve
gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine göç edip gelenleri
severler ve onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık hissetmezler.
Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim
nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir." (Haşr,
59/9)
İslâm'a göre en büyük fetih, barıştır. Nitekim Fetih
Sûresi'nin ilk âyeti olan "Biz Sana aşikâr bir fetih ve zafer ihsan
ettik." âyetindeki "Feth-i Mübin"den kasıt, pek çok tefsirciye
göre, Hudeybiye Barış Anlaşmasıdır (Taberî, 26:67-68; İbn Kesîr, 4:183)
Neredeyse savaşın eşiğine gelmiş iki grup arasında imzalanan bu anlaşmanın en
önemli maddesine göre ise, Müslümanlarla Mekke Müşrikleri on yıl süreyle
birbirleriyle savaş yapmayacaklardı. Bedir, Uhud ve Hendek savaşlarından sonra
Hicretin 6. yılında yapılan bu anlaşma ile Peygamberimiz (s.a.s.), güven ve
barış dini İslâm'ın yayılmasının önündeki savaş engelini kaldırmıştır, bir
bakıma, insanlar ile iradî tercihleri ve doğruyu bulma arasındaki engel
kaldırılmıştır.
Sevgi ve Güven Âbidesi Hz. Muhammed
Hz. Peygamber (s.a.s.), varlığı insanlığın hayır ve
yararına olan toplumu oluşturmak için çalışmış ve sonuçta böyle bir toplumu
oluşturarak bu dünyadan ayrılmıştır. Nitekim, Onun sağlığında Hayber
Yahudileri, Müslümanlardan gördükleri adalet ve hakkaniyet karşısında
"Herhalde Cennet, Müslümanların eliyle yeryüzünde kuruldu." demekten
kendilerini alamamışlardır. Peygamberimiz (s.a.s.), bizzat kendi hayatıyla
bunun en güzel misalini sunmuştur.
"Andolsun ki, Resûlullah, sizin için, Allah'ı
ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çokça zikredenler için güzel bir
örnektir." (Ahzâb, 33/21)
Nitekim O, daha peygamber olmadan Mekke'de
sergilediği kırk yıllık örnek hayatında herkesin takdirini kazanmış ve
'Muhammedü'l-Emîn' (Güvenilir Muhammed) denilmeye başlanmıştı. Onun bu
güvenilirliği ve saygınlığı kendini, Hz. Hatice (ra)'nin ona uluslararası
ticaret işlerini teslim etmesinde, Kâbe'deki Hakemlik olayında ve Mekke'de
haksızlıklarla mücadele adına kurulmuş olan Hılfu'l-Fudul cemiyetinin saygın
bir üyesi olmasında göstermişti. Yine peygamber olmadan önce yaptığı ticari
ortaklıklarda O'nun güvenilirliği ve dürüstlüğü herkesin dikkatini çekmekteydi.
O'nun peygamber olmadan önceki hayatı, altmış üç yıllık ömrünün yarısından
fazla, kırk yıllık uzun bir süredir. O, bu dönemde Allah'tan vahiy almadan önce
de, bir insan olarak tertemiz ve herkes için bir emniyet âbidesi olarak
yaşamıştı. Hem de pek çok insanın pek çok erdemden yoksun olduğu bir dönemde.
Bu sebeple O'nun, peygamber olmadan önceki ahlâkî güzelliği, olumsuz şartları
bahane ederek işledikleri kötülükleri, yahut yapmadıkları güzellikleri örtbas
etmeye çalışan günümüz insanı için son derece önemli ve anlamlıdır. O'nun
peygamber olmadan önce de güzellikleriyle toplum içerisinde tanınan bir insan
olduğunu açıklayan Kur'ân âyetlerinde şöyle buyurulur:
"Yoksa peygamberlerini henüz tanımadılar da bu
yüzden mi onu inkâr ediyorlar?" (Mü'minûn, 23/69)
"De ki: Eğer Allah dileseydi onu size
okumazdım, Allah da onu size bildirmezdi. Ben bundan önce bir ömür boyu
içinizde durmuştum. Halâ akıl erdiremiyor musunuz?" (Yunus, 10/16)
Ben peygamber olmadan önce kırk yıl aranızda
yaşadım. Siz benim doğruluğumu, dürüstlüğümü, emanete hıyanet etmeyişimi,
ümmiliğimi biliyorsunuz. Ben gençliğimde hiç Allah'a isyan etmedim. Şimdi siz
benden, böyle bir şeyi nasıl istersiniz? (Kurtubî, 8:321) O'nun sahip olduğu
güzelliklerle ilgili Kur'ân âyetlerinden biri de şöyledir:
"Gerçekten Sen çok üstün bir ahlâk
üzeresin." (Kalem, 68/3)
Fatiha ve Alâk sûresinden sonra üçüncü sırada inen
Kalem sûresinin bu âyeti, O'nun baştan beri sahip bulunduğu faziletleri açık
bir şekilde tescil etmektedir. Çünkü henüz onun tüm hayatını kuşatan Kur'ân
âyetleri inmemişti; buna rağmen O, büyük bir ahlâk üzere bulunuyordu. Daha
sonra O'nun, Kur'ân’la kendi içinde daha da olgunlaşan, mükemmellik içinde
mükemmellik kazanan ahlâkî kişiliğini eşi Hz. Ayşe (ra) şöyle özetleyecekti:
"Onun ahlâkı Kur'ân'dı." (İ. Hanbel,
Müsned, 6:188)
Hz. Hatice Vâlidemiz'le evlenirken nikâh merasiminde
söz alan amcası Ebû Talip henüz yirmi beş yaşındaki yeğenini şöyle
tanımlıyordu: "Doğrusu Muhammed, Kureyş'in hiçbir gencine benzemeyen,
onlardan hiçbiriyle bir tutulamayan bir gençtir. Çünkü o, şeref, asalet, erdem
ve akıl bakımından onlardan ayrılır." (İ. Hişam, 1/201)
Kendisine ilk vahiy geldiğinde, gördüğü manzara
karşısında heyecanlanan Hz. Peygamber (s.a.s)'e vefakâr ve fedakâr eşi Hz.
Hatice (ra) şöyle diyordu:
"Sen rahat ol, üzülme. Allah'a yemin ederim ki,
Allah seni asla utandırmayacak, ele güne rezil etmeyecektir. Çünkü sen,
akrabalık bağlarını gözetirsin. Hep doğru söylersin. Emanete hıyanet etmezsin.
Sıkıntılara katlanmasını bilirsin, güçsüzlerin elinden tutarsın. Misafir
ağırlamayı seversin. Zor durumda kalan mağdurların hakkını korumak için onlara
yardım edersin." (a.g.e., 1:253)
O'nun sahip olduğu bu erdemler, düşmanları
tarafından bile teslim edilmişti. Rum Kisrası, elçi olarak huzurunda bulunan, o
zaman henüz iman etmemiş Ebû Süfyan'a Peygamberimiz (s.a.s)’in özellikleri ile
ilgili sorular sormuş ve aralarında şöyle bir diyalog geçmişti:
- Bundan önce, onun hiç yalan söylediğine şahit
oldunuz mu?
- Hayır, asla böyle bir şeye şahit olmadık.
- İnsanlara yalan söylemeyen, vallahi Allah'a yalan
söylemez!
Habeşistan'a hicret eden Cafer b. Ebî Talib de
Necaşî'nin huzurunda şunları söylemişti:
"Ey Kral! Allah içimizden, aramızda yaşadığı
kırk yıl doğruluğu, dürüstlüğü, asaleti, emanete riâyetkârlığı ile tanıdığımız
bir kimseyi peygamber gönderdi..." (İbn Kesir, Tefsir, 2:411)
Peygamberliğinin onuncu yılında müşrik ve kâfirlerin
aşırı baskılarına maruz kalan Peygamberimiz (s.a.s.), davetini taşımak ve onlardan
kendisine arka çıkmalarını sağlamak için Taif'e gitti. Orada on gün kaldı ve ev
ev dolaşarak onlara doğruları anlattı. Sonuçta onlar Hz. Muhammed (s.a.s)'le
alay ettiler ve onu kovdular ve o çıkıp giderken onu ve arkadaşı Zeyd'i
ayaklarından kan akıncaya kadar taşladılar. O (s.a.s.), Taiflilerin elinden
kendini bir bağa zor atmış ve orada şöyle dua etmişti:
"Allahım! Güçsüz ve zayıflığımı, hor ve hakir
görülüşümü Sana arz ediyorum. Ey merhametlilerin en merhametlisi! Zayıf ve
güçsüzlerin Rabbi Sensin, benim Rabbim de! Şimdi beni kime bırakıyorsun. Beni,
senden uzak olan düşmanlara mı bırakıyorsun? Eğer bana kızmamışsan, hiç önemli
değil, çektiklerim bana hiç dokunmaz. Ben Sana, Senin nuruna sığınırım. Bana
gazap etmenden korkarım. Senin af ve merhametin benim için çok geniştir. Her
şey Senin rızan içindir. Bütün güç kuvvet Senin elindedir." (Köksal,
5/66-71)
İşte o sırada kendisine gelen ve eğer istersen bu
toplumu helâk edelim diyen meleğe Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle karşılık
vermiştir:
"Hayır, hayır. Ben onların helâk edilmelerini
istemiyorum. Aksine Allah'ın onların soyundan, yalnız Allah'a ibadet edecek,
O'na hiçbir şeyi ortak koşmayacak kuşaklar çıkarmasını diliyorum!"
(Köksal, 5/76)
Uhud savaşında yaralanıp dişi kırılınca, O,
"Müşriklere beddua etseniz!" diyenlere;
"Ben lânetçi olarak gönderilmedim. Ya Rab!
Kavmime hidâyet nasip et, çünkü onlar bilmiyorlar."(Buhari, Enbiya, 37)
diye dua etmişti. Kısaca O, insanlığa sevdalı, bütün
varlığını insanlığın kurtuluşuna adamış bir sevgi ve merhamet peygamberiydi..
Ona göre, bir kişinin hidâyete ermesi, yani gerçekle tanışması, tüm dünya ve
içindekilerden çok daha hayırlıydı.
Hicretin sekizinci yılında Mekke fethedilmişti. 53
yıllık baba ocağını Peygamberimiz (s.a.s)’e ve O'nunla beraber inananlara dar eden,
onlara olmadık işkence ve eziyeti reva gören, onları Mekke'den sürüp çıkaran,
bununla da kalmayıp onları Medine'de bile rahat bırakmayan, defalarca Medine'ye
saldırılar düzenleyen Mekkeliler Hz. Muhammed (s.a.s.) komutasında Mekke'ye
giren on bin kişilik orduya beyaz bayrak kaldırıp teslim olmuşlardı. Tüm
Mekkelilerin biraz heyecan ve biraz da korkuyla bekledikleri bir sırada Hz.
Muhammed (s.a.s.), onlara karşı, sevgi, merhamet ve hoşgörüyü zirvede temsil
eden insan olarak
"Size bugün hiçbir şekilde başa kakma ve kınama
yok. Allah sizi yarlıgasın. O, esirgeyicilerin en esirgeyicisidir. Gidiniz,
hepiniz serbestsiniz!" (Köksal, 15/288-289)
diyerek şanına yaraşanı yapmıştır.
Allah Resûlü'nün Kur'ân âyetlerinde ve kendi
sözlerinde geçen pek çok ismi ve sıfatı, bizim O'nu doğru olarak tanımamızda
oldukça önemlidir.
O Rahmet Peygamberidir (Rasülü'r-Rahme,
Nebiyyü'l-Merhame). O, belli bir kesime değil, tüm âlemlere rahmet olarak
gönderilmiştir.
O, Müjdeci ve Uyarıcıdır (el-Mübeşşir, el-Beşîr;
el-Münzir, en-Nezîr)
O, apaçık gerçektir (el-Hakku'l-Mübîn).
O, tutunulacak en sağlam kulptur
(el-Urvetü'l-Vüskâ).
O, dosdoğru yoldur (es-Sırâtü'l-Müstakîm)
O, ışığıyla etrafını aydınlatan parlak bir yıldızdır
(en-Necmü's-Sâkıb).
O, aydınlatan bir kandildir (en-Nûr,
es-Sirâcü'l-Münîr).
O, Allah'a çağıran bir davetçidir (Dâi ilâllah).
O, şefaati makbul bir şefaatçidir (eş-Şefî',
el-Müşeffe').
O, ıslahatçıdır (el-Muslih).
O, Allah'ın sevgilisi ve dostudur (Habîbullah,
Halîlürrahman).
O, güçlü delil ve kanıt sahibidir (Sâhıbü'l-Hucce
ve'l-Bürhân).
O, Allah'ın seçtiği seçkin kişidir (el-Mustafa,
el-Müctebâ, el-Muhtâr).
O, övülmüş, övülmeye lâyık kişidir (Muhammed, Ahmed,
Mahmûd, Hâmid).
O, Güvenilir Muhammed'dir (Muhammedü'l-Emîn).
O, peygamberlerin sonuncusudur (Hâtemü'n-Nebiyyîn)
(Kadı Iyaz, 189-195).
İşte O, sevgi yumağı, güven ve dürüstlük âbidesi
seçilmiş, gaye insanı anlamak, her şeyden önce O'nu tanımak, O'nun gibi olmakla
ve O'nu sevmekle mümkündür. Zaten O'nu anlamanın anlamı da budur. Nitekim O,
"Benim sünnetimi izleyen bendendir, ondan yüz
çeviren ise benden değildir." (Ma'mer ibn Raşid, 11/291)
buyurarak, bu gerçeğin altını çizmiştir. Kısaca
söylemek gerekirse Peygamber Efendimiz (s.a.s)’i anlamak ve sevmek, her yönüyle
O'nu doğru bir biçimde tanımak, O'na uymak, O'nun adını çokça anmak, O'nun
ismine ve bize bıraktığı evrensel değerlere saygı duymak, O'nun sevdiklerini
sevip, sevmediklerinden uzak olmak, O'nun ahlâkı olan Kur'ân ahlâkıyla
ahlâklanmakla olur.
Peygamberimiz’in Hayatından Sevgi Tabloları
Şimdi Allah Resûlü'nün hayatından sevgi tabloları
sunmak istiyoruz:
1. Allah Sevgisi: Allah Resûlü (s.a.s.), sürekli
Allah'ın gözetimi altında bir kul olduğunun şuurundaydı. O'na karşı kulluk
görevlerini aksatmadan ve kendine yaraşır bir biçimde yerine getirmeye gayret
ediyordu. Bu konuda O'nun hedefi, "Şükreden bir kul olmaktı" (Buharî,
"Münafikun," 79) Peygamberimiz (s.a.s), Allah'ı en iyi bilendi.
O'nunla irtibat hâlindeydi. O'nun hoşnutluğunu kazanmak tek derdiydi. Ölüm, onun
için O'na kavuşmaktı. Nitekim O’nun pek çok sözünde Allah sevgisi, Allah için
sevmek ana tema olarak işlenmiştir. Zaten O’nun bir sevgi yumağı oluşunun
temelinde de, sevgi kaynağı olan Yüce Allah'a olan bu yakınlık ve irtibatı
yatmaktadır.
2. Çocuk Sevgisi: Peygamber Efendimiz (s.a.s.),
çocukları kucağına alır, öper okşardı. (Buharî, "Edeb", 22) On tane
çocuğu olduğu halde hiç birisini alıp öpmediğini söyleyen birisine,
"Merhamet etmeyene merhamet edilmez. Allah kalbinden merhameti söküp
almışsa ben ne yapabilirim!" (a.y.) buyurmuştu. Çocuklarla ilgilendiği
gibi gençlerle de özellikle ilgilenmiş, onları ciddiye almış, onlara değer
vermiştir. O'na ilk inananlar arasında gençlerin ayrı ve önemli bir yeri vardı.
O, liyakatli gençleri çok büyük sahabilerinin de içinde bulunduğu ordulara
kumandan tayin ederek onları taltif etmiştir. O, Tebûk gazvesinde
Neccaroğulları sancağını henüz yirmi yaşındaki Zeyd b. Sabit'e vermiş; Bedir
savaşında yirmi bir yaşlarındaki Hz. Ali'yi sancaktar tayin etmiş;
Kudâaoğulları üzerine gönderilen kırk bin kişilik ordunun başına on sekiz
yaşındaki Üsame b. Zeyd'i geçirmiş; yirmi bir yaşındaki Muaz b. Cebel'i Yemen'e
vali olarak göndermişti.(Doğuştan Günümüze…, 1:391-392)
3. Aile ve Akraba Sevgisi: Ailesine düşkün bir ev
reisiydi. Ev işlerinde onlara yardım etmekten asla çekinmezdi. Yeri gelince et
doğrar, kabak doğrar, sökük dikerdi. Aile bireylerinin Allah'a karşı
görevlerini yerine getirme konusunda da onlara çok düşkündü. Çünkü O,
"Ailene namazı emret; kendin de ona sabırla
devam et. Senden rızık istemiyoruz; (aksine) Biz seni rızıklandırıyoruz. Güzel
sonuç, takvâ iledir." (Tâhâ, 20/132)
emrinin muhatabıydı. O, davetine önce akrabalarından
başlamıştı. Çünkü Allah öyle buyurmuştu:
"(Önce) en yakın akrabanı uyar." (Şuara,
26/214)
Akrabalık ilişkilerini her zaman sürdürmüş ve
yakınlarından da bunu istemişti. O, anne baba sevgisi üzerinde ısrarla durmuş,
süt annesini, süt kardeşini, baba dostunu sevmeyi ısrarla istemiş, kendisi de
onlara gereken ilgiyi göstererek en güzel misali sunmuştu.
4. Arkadaş Sevgisi: Peygamberimiz (s.a.s.), cahiliye
döneminin karanlıklarında yaşayan insanları her türlü sıkıntıya cefaya
katlanarak insanlık tarihinin en mükemmel insanları seviyesine yükseltmiştir.
Bir zamanlar kendisine olmadık işkence ve eziyeti yapmış olanları af ve onore
etmiştir.
"And olsun size kendinizden öyle bir Peygamber
gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün,
mü’minlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir." (Tevbe, 9/128)
"Mü’minlere kol kanat ger, onları şefkatle koru!"
(Hıcr, 15/88)
"Sana tâbi olan mü’minlere kol kanat
ger..." (Şuara, 26/215)
5. Ümmet Sevgisi: Hayatını ümmetine adadığı gibi,
ahirette de, peygamberlerin bile kendi derdine düşeceği anda O (s.a.s.),
"Ümmetî, ümmetî! Allah'ım, ümmetimi isterim ümmetimi!" (Ebu Avâne,
Müsned, 1:158) diyecektir.
6. İnsan Sevgisi: O, bütün âlemlere rahmet olarak
gönderilmiş bir peygamberdir (Enbiya, 21/107). Ne kadar kötü de olsa herkesi
davetine muhatap olarak kabul eden bir peygamber. İnsanları kurtarmak için
hiçbir fedakârlıktan kaçınmayan bir peygamber. Ev ev, panayır panayır, şehir
şehir dolaşmış, en zor şartlarda ve zamanlarda pek çok yere seferler düzenlemiş
bir peygamber. İnanç ayrımı yapmadan konu komşusuna karşı görevlerini yerine
getirmiş bir peygamber. Yanlış yere insanların öldürülmesine ve kim olursa
olsun onlara eziyet, işkence edilmesine, insanların köleleştirilmesine şiddetle
karşı çıkmış bir peygamber. Savaşta bile işkence edilerek insanları öldürmeyi
yasaklamış, savaşa katılmayanlara ve Müslüman olduğunu söyleyenlere asla
dokunulmamasını emretmiştir. O'nun döneminde yapılan savaşlarda ölen insanların
sayısı dört yüzü bulmamaktadır.
Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in sevgi ve şefkati
ilâhî kaynaklıydı;
"O vakit Allah'tan bir rahmet ile onlara
yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz,
etrafından dağılıp giderlerdi. Şu hâlde onları affet; bağışlanmaları için dua
et; iş hakkında onlara danış. Kararını verdiğin zaman da artık Allah'a dayanıp
güven. Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever." (Âl-i İmran,
3/159)
7. Diğer Canlılara ve Çevreye olan Sevgisi: O'nun,
insan dışındaki canlılara, hayvan ve bitkilere de büyük değer verdiğini ve
temiz bir çevre için elinden gelen her şeyi yaptığını görüyoruz. O,
"Yerdekilere merhamet edin ki göktekiler de
size merhamet etsin." (Tirmizî, Birr, 16)
buyurarak merhamete erişmeyi, tüm yeryüzündeki
varlıklara merhamet etmeye endekslemiştir. Bir köpeğe su veren kadının
bağışlandığını belirtirken, bir kediye eziyet edip ölümüne sebep olmanın Allah'ın
gazabını çektiğini vurgulamıştır. Bir keçiyi sağan adama uğradığında ona
şunları söylemiştir:
"Sağdığında yavrusu için de süt bırak."
(Mecmua'z-Zevaid, 8:196)
Kendisine, "Hayvanlara yapılan iyilik için de
mükâfat var mı?" diye soranlara şu cevabı vermiştir: "Evet, her
canlıya yapılan iyilik için mükafat vardır." (Buhari, Şürb, 9) O,
hayvanları bile keserken, bilenmiş bıçakla ve hayvana fazla eziyet
çektirilmeden kesilmelerini özellikle emretmiştir. (Müslim, "Sayd".
57)
Kendisi bir defasında beş yüz hurma ağacını birden
dikmiş (İ. Hanbel, 5:354) ve bu konuda şunları söylemiştir:
"Bir Müslüman bir ağaç diker de bunun
meyvesinden insan, evcil veya vahşi hayvan, veya bir kuş yiyecek olsa, yenen
şey diken için bir sadaka hükmüne geçer." (Müslim, Müsakat, 10)
"Kıyamet kopma anında bile olsa, elinde bir
ağaç filizi bulunan onu mutlaka diksin." (Buharî, el-Edebü'l-Müfred, 168)
Davarları yapraklarını yesin diye, bir ağacı sopayla
çırpan adama şöyle müdahalede bulunmuştu:
"Biraz ağır ol bakalım, ağaca vurarak, onu
kırıp dökerek değil, tatlılıkla sallayarak yaprağını dök!" (Üsdü'l-Ğabe,
3:276)
Yüce Allah'ın Mekke'yi Harem bölge yaparak bir
anlamda sit alanı ilân etmesi yanında, O da (s.a.s.), Medine ve Taif'i sit
alanı ilân etmişti (Bayraktar, 5:223-227)
"Yeryüzü bana mescid kılındı, onun toprağı
temiz ve temizleyicidir,"
buyuran Hz. Peygamber (s.a.s)'in Mekke, Medine, Uhud
dağı ve başka yerlerin sevgisini dile getiren pek çok hadisi vardır. O, gök
cisimleriyle de ilgilenmiş, onların doğuş ve batışlarını dua fırsatı olarak
değerlendirmiştir.
Peygamber'i Sevmek
Sevgi gönülde yer eden, dış dünyaya söz ve
davranışlarla yansıyan bir duygudur. Sevgi bir verme eylemidir. Sevdiğine gönül
verme, sevdiği uğruna verilmesini gerekeni vermedir sevgi. Peygamber (s.a.s)'i
sevmek, O'na gönül vermek, özveride bulunma, hattâ gerektiğinde O'nun uğruna
malını ve canını verme ile olur. Bu ise, O'nu tanımak, O'nu izlemek, O'nun
sevdiklerini sevmek, O'nun bize emanetleri olan Kitap ve Sünnet'e saygı duymak
ve sahip çıkmak, hiçbir konuda O'nun önüne geçmemekle gerçekleşir.
Bilgi olmadan sevgi olmaz. Bu yüzden, O'nu doğru bir
şekilde tanımadan lâyıkıyla sevemeyiz. O'nun sevgisini sadece adını taşımak ve
adını saygıyla anmak, O'nun özel eşyalarına (Mukaddes Emanetler) saygı duymakla
sınırlamak doğru değildir. O'nu sevmek demek, O'nu saygıyla ve çokça anmak
demektir. Tevhidi okurken, ona salâvat getirirken, ezan-ı Muhammedî
okurken-dinlerken, namazda tahıyyatta "Allah'ın selâmı, rahmet ve bereketi
senin üzerine olsun ey Nebî!" derken, salli-bârik dualarını okurken O'nu
andığımızın farkında olmaktır.
Sevilmek için sevmek gerekir. Sevgiyi hak etmek,
sevmek ve sevilmek için ise sevgi kaynağı Yüce Allah ile bağlantılı olmakla
mümkündür.
"İman edip, makbul ve güzel işler yapanları Rahman,
(hem Allah, hem de mahluklar nezdinde) sevgili kılacaktır..." (Meryem,
19/96)
Sevginin kaynağı, bir adı da Vedûd olan Allah'tır.
"De ki: 'Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz
ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah, son derece bağışlayıcı
ve merhamet edicidir. De ki: Allah'a ve peygamberine itaat edin. Eğer yüz
çevirirlerse bilsinler ki, Allah kâfirleri sevmez." (Âl-i İmran, 3/31-32)
Anadoluda Peygamber Sevgisinin Tezahürleri
O'nun ismi ve O'nu hatırlatan isimler: Muhammed, Ahmed,
Mustafa,.. Gül, Güllü, Güldane, Gülber,.. Her Türk küçük Muhammed, yani bir
Mehmetçiktir. Ehl-i Beytinin isimleri: Hasan, Hüseyin, Ali, Fatma, Ayşe,
Hatice,.. Her Türk kızı bir küçük Ayşe'dir, Fatma'dır.
Sırf O'nun ismine saygısızlık olmasın diye, O'nun
ismini taşıyan bir kişi bir yaramazlık yapınca adının başına kötü bir ek alır
da yanlış anlaşılmalara sebep olur diye, 'Muhammed' ile aynı şekilde yazılan ve
fakat 'Mehmed' diye telaffuz edilen isim bize hastır.
O'nun en güzel medhiyeleri olan mevlidler, kaside ve
natlar ve diğer şiirler, bizim edebiyatımızda büyük bir yer tutar.
O'nun adı anılınca, kalbimizdesin anlamına
ellerimizi göğsümüze götürürüz. Adını saygı ve salâvatlarla anarız. Mübarek gün
ve geceler, düğün, cenaze, asker uğurlama gibi pek çok özel gün, O'nun mevlidi
okunarak kutlanır. Mevlidde O'nun doğumunu anlatan dizeler okunurken, sanki O
karşımızdaymış gibi ayağa kalkarız. Mescidlerimiz, evlerimiz O'nun adı, şemaili
yazılı levhalarla süslüdür.
O (s.a.s.), Allah'ın sevgilisi (Habîbullah) dir.
O'ndan bize kadar gelen özel eşyaları, tarih boyunca
bizim onurumuz ve gururumuz olmuştur.
Şairlerimiz saba rüzgarlarıyla, akan sularla, hacca
giden insanlarla, çocuklarımız hacı leyleklerle hep ona selâm göndermişlerdir.
Ama O sevgi odağına karşı sorumluluklarımız bunlarla
sınırlı kalmamalıdır. O'nu bütünüyle ve sağlıklı bir biçimde tanıyarak, O'nu
izlemeli ve O'na yaraşır Müslümanlar olmaya gayret etmeliyiz.
Kaynaklar:
Asım Köksal, İslâm Tarihi; Buharî,
el-Edebü'l-Müfred; Doğuştan Günümüze İslâm Tarihi; Ebû Avâne, Müsned; İbn
Hişam, es-Sîratü'n-Nebeviyye; İbnü'l-Arabî, İlâhî Aşk, (Çev. Mahmut Kanık),
İstanbul, 1998; Kâdî Iyâz, Kitâbü'ş-Şifâ; Ma'mer b. Raşid, el-Cami'; Mehmet
Bayraktar, "Asr-ı Saadette Çevre Bilinci", Bütün Yönleriyle Asr-ı
Saadet'te İslâm; Muhammed Hamidullah, Hz. Peygamberin Savaşları; Münavî,
Feyzu'l-Kadîr; Taberî, Tefsîr; İbn Kesîr, Tefsîr; Râzî, Tefsîr; Kurtubî,
Tefsîr.
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
Şefkat ve merhamet yorgunluğu
Zekeriya Erdim
Varlık âleminin ortak dili, sevgi ve ilgidir. Duygu,
düşünce, davranış kalıpları içinde hayata geçerek kendisini göstermeli, hale
dönüştüğünü belli etmelidir.
Şüphesiz, biz yarattığı herkes ve her şey için
"şefkatlilerin en şefkatlisi, merhametlilerin en merhametlisi" olan
Allah'ın kullarıyız. Millet olarak, ümmet olarak insanlar, hayvanlar, bitkiler,
canlı ve cansız tüm varlıklar için "şefkat ve merhamet elçisi" olarak
gönderilen peygamberlerin izinden giden bir ecdadın torunlarıyız.
Yaradan'ın rızası için yaratılanlara merhamet
etmezsek, O'nun da bize merhamet etmeyeceğine inanırız. Komşumuz açken biz tok
yatıp, dışlananlardan olmayalım diye elimizde fileler, sırtımızda koliler ile
köşe bucak dolanırız.
Ancak Allah'ın gücü ve imkânı sınırsız, kulların
gücü ve imkânı sınırlıdır. Kaldırma kabiliyetinin ve kapasitesinin üstünde yük
yüklenen kişilerin, kurumların, ülkelerin, toplumların; nefesi kesilir, dizi
bükülür, beli kırılır.
Sosyologlar, psikologlar, davranış bilimi uzmanları
buna "şefkat ve merhamet yorgunluğu" diyorlar. İyilik ve yardımda
aşırı gitmenin, herkesin derdini kendisine dert etmenin belirli bir noktadan
sonra bitmeye, tükenmeye, tıkanmaya yol açtığını söylüyorlar.
Doktorlarda, hemşirelerde, psikologlarda,
psikiyatristlerde, iyilik ve yardım çalışmalarına katılan gönüllülerde; bu hal
daha çok görülüyor. Şefkate ve merhamete muhtaç olan muhatapların durumları
içselleştirilip duygusal olarak, onların kalıplarına giriliyor.
Din-devlet-vatan-millet savunması için seferber
olan, uzun süre sosyal ve siyasal mücadelelerin içinde bulunan kimseler
arasında da çok sık rastlıyoruz. Şefkat ve merhamet yorgunluğu yüzünden, zayıf
düşüp kenara çekildiklerinde; değiştiklerini, dönüştüklerini, dertlerinden ve
davalarından vazgeçtiklerini sanıyoruz.
Merhametten maraz doğduğuna dair örnekler ve öyküler
var. Bazı tembeller, avareler, asalaklar; iyi niyetleri istismar ediyor,
fedakârlıkları sömürüyorlar.
Bunu organize iş haline getirenler bile oluyor.
Dilenciliği meslek edinenler yüzünden, gerçek ihtiyaç sahipleri gölgede
kalıyor.
Ülke ve toplum olarak da şefkat ve merhamet
yorgunluğu yaşıyoruz. Yıllardır, hatta asırlardır; Türk ve İslam dünyasının
yükünü taşıyoruz.
Şüphesiz, Peygamber Efendimizin Sallallahü Aleyhi
Vesellem’in beyan ettiği gibi "Veren el, alan elden hayırlıdır".
İyilik etmek, yardım yapmak; dostluk ve kardeşlik hukukunu geliştirir, ahiret
azığımızı artırır, güç ve itibar kazandırır.
Ancak, kendimize sormamız ve cevabını vermemiz
gereken bir soru var. "Kime, ne zaman, nasıl, ne kadar, nereye
kadar?".
İlkesiz, ölçüsüz, kontrolsüz, kesintisiz yapılan
iyilik ve yardımlar; "gönüllü" olmaktan çıkıp, "görev"
oluyor. Tutan elin tutma kabiliyeti ve kapasitesi kayboluyor; "kendisi
himmete muhtaç bir dede, nerde kaldı gayrıya himmet ede" denecek hale
geliyor.
Bu yolda ve yolculukta; nikâhlı eşini, nüfusuna
kayıtlı çocuklarını, ekmek kapısı olan işini, tanımlanmış sorumluluklarını
ihmal ederek dışarıda "hizmet" için koşturan kimseler görüyoruz.
Takati kesildiğinde, gücü ve imkânı sona erdiğinde;
kendisinin ve yakınlarının, perişan durumlara düştüklerine şahit oluyoruz.
Böyle örnekler ve öyküler sebebiyle, edinilen
tecrübelerin sonucu olarak; atalarımız, "Eve lazım olan, camiye caiz
değildir" demişler. Sevginin, ilginin, iyiliğin, yardımın; öncelik ve önem
sırasına göre, yakından uzağa doğru dağıtılması gerektiğini söylemişler.
Ayrıca birilerinin sırtına binmeye alışanlar,
yürümeyi unutuyorlar. Kendi ayakları üzerinde durma kabiliyetini ve
kapasitesini kaybedip; giderek "kötürüm" oluyorlar.
Onun için; "ihtiyaç sahibi kimselere sürekli
balık ikram etmek yerine, balık tutmayı öğretmek" bir ilke haline
getirilmiş. Tamamen aciz duruma düşenlerin dışındaki herkesin;
"tüketici" olmaktan kurtarılıp, "üretici" hale getirilmesi
tavsiye edilmiş.
Şefkat ve merhamet yorgunluğu içine düşen kişilerin
ve kurumların, ülkelerin ve toplumların; eğer bu durumdan kurtulup eski
performanslarını yeniden yakalamak istiyorlarsa, üç aşamalı bir uygulama
yapmaları gerekiyor. Gündemlerine giren, maddi ya da manevi yük haline gelen konuları
öncelik ve önem sırasına koyup; lüzumsuz angarya olanları "siyah"
alana atmaları, bir
nebze lazım olanları "gri" alanda
tutmaları, kayıtsız şartsız elzem olanları "beyaz" alana istif etmeleri
icap ediyor.
Bunun bir başka ifadesi; en kolay ve en fazla
"değer" üretebilecekleri alanlara, konulara yönelmek. Çok şeyi, yarım
yamalak yapmak yerine; az şeyi, en güzel şekilde yapacak hale gelmek.
Unutmayalım ki; âlemlerin ve içindekilerin sahibi
Allah'tır. Bizim yetişemediğimiz yerlere; başka kullarını istihdam ederek, O el
atacaktır.
Biz O'ndan daha güçlü, daha şefkatli, daha
merhametli değiliz. Sorumluluklarımızla birlikte, sınırlarımızı da iyi
bilmeliyiz.
Ölçü İmandandır…
Allah’ü Teâlâ’ya düşman insanları sevmek imanı bir meseledir.
·
Sevgi
sınırlı; şefkat ve merhamet sınırsızdır.
·
Hoşgörü
sınırlı; saygı sınırsızdır.
·
Fikirler
sınırlı; anlayış sınırsızdır.
Kâfir, Allah Düşmanı ve Gayri Müslim’e sevgi yok…
Onlarla dünyalık işlerde işbirliği yap ama sakın onları dost edinme.
Allah’ü Teâlâ’nın koyduğu ölçülere rağmen; Allah’ü
Teâlâ düşmanı, imansız birisine “Sevgi beslemek” küfürdür. Bu yüzden günah işlerken
dikkatli olalım. İşlediğimiz günahı savunmayalım! Günahlar davranışlarda
kalmalı; fikre taşınmamalı. Yüce İslâmiyet bizim oyuncağımız değil,
kurtuluşumuzdur.
Cihadın Önemi
Cihad, İslâm'ın yükselmesi, korunması ve yayılması
için her türlü çalışmada bulunmak, uğraşmak, cehd ve gayret sarf etmek ve bu
yolda sıcak ve soğuk savaşa girmektir. Başka bir ifade ile Allah Teâlâ
tarafından kullarına verilmiş olan bedenî, malî ve zihinsel düşünceleri Allah
yolunda kullanmak, o yolda feda etmektir. İnsanın maddî-manevî bütün varlığını
Allah yolunda ortaya koyarak Hakk'ın düşmanlarını yola getirmek için gayret
göstermesi "cihad" dır. Cihadı yapan kişi de “mücahit”tir.
İslâm'da cihad farzdır. Allah Teâlâ bu konuda şöyle
buyuruyor: "Hoşunuza gitmese de düşmanla savaşmak üzerinize farz kılındı!"
(el-Bakara, 2/216)
"Herhangi bir fitne kalmayıncaya ve din yalnız
Allah'ın oluncaya kadar onlarla çarpışın!" (el-Bakara, 2/193).
Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi Vesellem de
"Cihad kıyamete kadar devam edecek bir farzdır!" (Ebû Davûd,
el-Cihad, 33) buyurmuştur.
Bu farziyet bazı hallerde farz-ı ayın, bazı hallerde
ise farz-ı kifaye olur. Müslümanlar içinden sadece bir grup cihadın gayesini
gerçekleştirebiliyor; Müslümanların yurt, mal, ırz, namus ve haysiyetlerini
düşmanlara karşı koruyabiliyorsa o takdirde cihad farz-ı kifaye olmuş olur ve
diğer Müslümanların üzerinden sorumluluk kalkar. Şayet fert fert gücü yeten her
Müslümanın düşmana karşı koyma gereği varsa o zaman farz-ı ayın olur; herkesin
bizzat cihâd etmesi gerekir.
İslam’da cihadın gayesi, yukarıda zikredilen ayette
de belirtildiği gibi yeryüzünden fitneyi kaldırmak ve hakkı yüceltmektir.
İslâm'da savaş, intikam, öldürme, yağma, baskı ve zulüm yapmak için değil;
bunları ortadan kaldırmak için yapılır. Müslüman olmayanları zorla İslâm'a
sokmak yoktur. Cihad'dan maksat, insanları baskılardan kurtarmak, İslâm'ın yüce
gerçeklerini onlara duyurmak ve kendi rızalarıyla Müslüman olabilecekleri
ortamları hazırlamaktır.
İslâm'ın gayesi toprak ele geçirmek değildir. O
yalnız bir bölge ve kıta ile yetinmez. İslâm bütün dünyanın saadet ve refahını
düşünür. Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi Veselleme, hangi amelin daha faziletli
olduğu sorulduğunda, "İman ve Allah yolunda cihad'dır." (Tecrîd-î
Sarîh Tercümesi, VII, 445), buyurarak cihadın imandan hemen sonra geldiğine,
imanın cihadla varlığını sürdüreceğine işaret etmişlerdir. Ayrıca Allah yolunda
savaşanları, gazilik ve şehitlik rütbesine erenleri öven ve onlar için büyük
nimetler ve dereceler bulunduğunu haber veren birçok ayet ve hadis vardır.
Müslümanlar savaşı istemezler. Ama savaş vukû
bulunca sabır ve metanetle savaşırlar. Zira Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi
Vesellem: "Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyiniz. Fakat düşmanla karşı
karşıya gelirseniz sabrediniz, direniniz. " (Buharî, Cihad, 112, 156,
Müslim, Cihad 19, 20; Ebû Davud, Cihad, 89) buyurmuştur. Müslümanlar savaş
anında Allah'a güvenir ve Allah'ın kendileriyle beraber olduğunu bilirler. Onun
şu buyruğunu hiç akıllarından çıkarmazlar. "Ey peygamber; sana da sana
tâbi olan müminlere de Allah yeter. " (el-Enfâl, 8/64)
Ebu Hureyre radıyallahu anhden şöyle rivayet
edilmiştir:
“Bir kere Rasulullah Sallallahü Aleyhi Veselleme bir
kişi geldi:
“Ya Rasulallah! Bana cihada eş bir ibadet gösterir
misiniz?” dedi. Rasulullah Sallallahü Aleyhi Vesellem:
“Cihad değerinde bir ibadet bulmuş değilim ki!”
buyurdu. Ve devam ederek:
“Sana sorarım, gücün yetişir mi ki, mücahid sefere
çıktığı sıra sen de mescide girip, o dönünceye kadar namaz kılasın da hiç
usanmayasın. Ve oruç tutasın da iftar etmeyesin” diye sordu. O kişi:
“Buna kimin gücü yeter ki?” diye cevap
verdi.”(Buhari)
İslâmiyet'e göre cihad, bize harp açanlara (Bakara,
2/190) verdikleri sözü tutmayıp tekrar dinimize saldıranlara (Tevbe, 9/12-13),
Allah'a ve ahiret gününe inanmayarak, Allah ve Peygamberin haram kıldığı
şeyleri haram kabul etmeyenlere karşı (Tevbe, 9/29), yeryüzünde fitneyi söküp
atmak ve Allah'ın dinini hâkim kılmak (Bakara 2/19) gayesi ile meşrû
kılınmıştır.
Müslümanlar savaş için düşman memleketine girip bir
şehri veya bir kaleyi muhasara ettikleri zaman, önce onları İslâm'a davet
ederler. Kabul ederlerse kendileriyle savaşmazlar. Şayet İslâm'ı kabul
etmezlerse İslâm devletine cizye vergisi vermesini isterler. Verirlerse mal ve
can güvenliğini elde ederler. Bunu da kabul etmezlerse geriye savaşmak kalır.
Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi Vesellem ise:
"Müşriklerle mallarınızla, canlarınızla ve dillerinizle cihad
ediniz."
Yine; “Allah
benden evvel hiç bir ümmete bir nebi göndermemiştir ki, ümmet içinde kendisine
yardımcı olan havârîlere, yerleştirdiği geleneklere göre hareket eden
arkadaşlara ve emirlerine itaat eden dostlara sahip olmamış olsun. Sonra
bunları bir nesil takip eder. Onlar yapmadıklarını söyler, emredilmeyen işleri
yaparlar. Bunlarla eli ile fiilen mücadele eden mümindir, dili ile mücadele
eden mümindir, kalbi ile mücahede eden mümindir. Bunun dışında kalanların
hardal tanesi kadar da olsa imanları yoktur" (Müslim, İman 20) buyurmuşlardır.
Cihad için, Allah’ın dinini hâkim kılmak için
yapılacak en ufak bir çalışma, bu yolda duyulacak en ufak bir eziyet, netice
itibariyle dünyadan ve dünya içindeki her şeyden daha değerli, daha üstündür.
Çünkü mücahid için Allah’ın rızası ve cennet vardır. Çünkü mücahid cihada,
Allah’ın dinini hâkim kılmak için mücadeleye girişirken eziyetleri,
ızdırapları, işkenceleri ve ölümü göze almıştır. Çünkü bu yolda ölüm, ölüm
değildir. Bu yolda ölmek, yeni ve ebedi bir hayata geçiştir. Bu yolda ölmek
şehadettir. Allah yolunda ölmek, ölmek değil dirilmektir. Çok ama çok karlı bir
alışverişin yapılmasıdır, Allah yolunda ölüm. Şehadet; Yüce Rabbin hiçbir
karşılık istemeden verdiği can ve malı, , cennet karşılığında kulundan satın
alışıdır. Bu muamele, hem karlıdır, hem de garantilidir. Allah’ın garantisi
altındadır. Karşılığı; ya zafer ya ganimet, ya cennet ya da şehadet yani
kurtuluştur. Mü’min kul bilir ki, cihad yolu ve şehadet yolu Rabbinin rızasını
kazanmada en emin, en sağlam yoldur.
Şehidlerin günahlarının af olunacağı, Kur’an-ı
Kerim’de müjdelenmiştir:
“Rabb'leri onlara karşılık verdi: Ben, sizden erkek,
kadın, hiç bir çalışanın işini zâyi etmeyeceğim. Hep birbirinizdensiniz. Göç
edenler yurtlarından çıkarılanlar, yolumda işkence edilenler... Elbette onların
kötülüklerini örteceğim ve onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere
koyacağım. (Yaptıklarına), Allah katında bir karşılık olarak (bu nimetleri
vereceğim). Şüphesiz karşılıkların en güzeli Allah katındadır" (Âli İmran,
3/195).
Hz. Muhammed Sallallahü Aleyhi Vesellem’in, şehîd
olmanın fazileti hakkında söylemiş olduğu iki hadisin meali de şöyledir:
"Cennete giren hiç bir kimse, dünya üzerindeki
her şey kendisine verilse bile, dünyaya dönmek istemez. Ancak şehid
müstesnadır. O, göreceği ikramdan dolayı tekrar dünyaya dönüp on defa daha
öldürülmeyi (şehid olmayı) temenni eder" (Buhârî, Cihâd 6; Müslim,
İmâre,108,109; Neseî, Cihâd 33).
"Muhammed'in nefsi, elinin kudretinde olan
Allah'a yemin ederim ki, Allah yolunda savaşmak ve öldürülmek, sonra savaşmak
ve yine öldürülmek, sonra yine savaşmak ve öldürülmek isterdim" (Buhâri,
İman, 26; Müslim, İmâre,103,107; Neseî, Cihad, 37).
Rasûlullah ﷺ
şöyle buyurdu:
“Öylesi bir zaman gelecek ki, aç insanların yemek
kabı üzerine üşüştükleri gibi yabancı milletler de sizin başınıza
üşüşeceklerdir!”
Ashab Radiyallahü
Anhum: “Ey Allah’ın Rasulü! O gün bizim azlığımızdan mı bu olacaktır?” diye
sorunca,
Resulullah Sallallahü
Aleyhi Vesellem: “Hayır, bilakis sizler çok olacaksınız, fakat sel üzerindeki
çer-çöp gibi olacaksınız. Allah, düşmanlarınızın kalbinden sizden çekinme
duygusunu çekip alacak sizin kalbinize ise acziyet sokacaktır.”
Ashab : “Ey
Allah’ın Resulü! Acziyet nedir?” deyince,
Rasulullah Sallallahü Aleyhi Vesellem: “Dünyayı
sevmek ve ölümden nefret etmektir!” buyurmuştur. (Süneni Ebu Davud)
İslam ümmetine ölümsüz bir hayatın çığırını açan,
izzetle yaşamanın sürûrunu tattıran ve bu yolda önümüzde nur olup ışık saçan
ümmetin TÜM ŞEHİDLERİNE SELÂM VE İHTİRAM OLSUN, minnet ve şükranlarımız onların
aziz ruhlarınadır. Ruhları şâd olsun…
Xxxx
Bir Hasrettir Anne Baba Acısı…
Gelsem
şimdi eve, çalsam zili, kapıyı annem açsa...
Bir
özlemdir anne...
Şefkat...
Merhamet...
Sımsıcak
sinesine yaslansam ve bir kez daha annem diyebilen,
O da şefkat ve merhamet ile sinesine
"evladıııım!" diye alsa, sarsa sarmalasa...
Annenize iyi bakın...
Çünkü o
gittiğinde her oda da onu ve hatıralarını anacağınız acı çok büyüktür. Zira o
gittikten sonra ANNE, ANNECİĞİM demeyi çok ama çok özlersiniz.
Lâkin giden bir kez gitmiştir ve artık;
Sarılacak...
Dertlesecek...
Şefkat ve
merhamet timsali o yüreğine başınızı koyacak bir anneniz ol(a)mayacak...
Yoksa, hayatta iken boynuna sarılamadığınız
koca yürekli annenizin öldükten sonra toprağına mı sarılacaksınız?
Heyhat...
Şairin dediği gibi;
Gelsem
şimdi eve...
Çalsam
zili...
Kapıyı
annen açsa...
Kim geldi
diyen de Babam olsa...
Demeden bir kez daha anneniz ve babanız ile
olan olması gereken EVLAT konumunuzu gözden geçirin.
Sağlık
mutluluk ve huzur içinde
Nesibe
Tükel
Şefkat…
Merhamet…
Sımsıcak sinesine yaslansam ve bir kez daha annem
diyebilen,
O da şefkat ve merhamet ile sinesine “evladıııım!”
diye alsa, sarsa sarmalasa…
Annenize iyi bakın…
Çünkü o gittiğinde her oda da onu ve hatıralarını
anacağınız acı çok büyüktür. Zira o gittikten sonra ANNE, ANNECİĞİM demeyi çok
ama çok özlersiniz.
Lâkin giden bir kez gitmiştir ve artık;
Sarılacak…
Dertlesecek…
Şefkat ve merhamet timsali o yüreğine başınızı
koyacak bir anneniz ol(a)mayacak…
Yoksa, hayatta iken boynuna sarılamadığınız koca
yürekli annenizin öldükten sonra toprağına mı sarılacaksınız?
Heyhat…
Şairin dediği gibi;
Gelsem şimdi eve…
Çalsam zili…
Kapıyı annen açsa…
Kim geldi diyen de Babam olsa…
Demeden bir kez daha anneniz ve babanız ile olan
olması gereken EVLAT konumunuzu gözden geçirin.
Sağlık mutluluk ve huzur içinde
Kapıyı çalsam, annem açsa, babam “Hanım kim geldi”
diye sorsa, annem Tevfiğimiz geldi” dese
..Kapıyı çalsam, annem açsa, babam içeriden
seslense..
“Hanım kim geldi” diye sorsa, annem Tevfiğimiz
geldi” dese…
Alttaki mecazı isimsiz olarak buldum. Çok
etkilendim. Paylaşmak istedim. Babamı 31 Aralık1955’te annemi 1999’da
kaybettim.
Bu mecaz bu nedenle beni duygulandırdı. Hayatımız
böyleydi demek istemedim, “Ah keşke sağolsalardı” özlemimi iyice kabarttı…
Sizlerin sağ olan yakınlarınıza Allah ömür versin,
vefat edenlere Allah rahmet eylesin.
Gelsem şimdi eve...
Çalsam zili...
Kapıyı Annem açsa...
Kim geldi hanım diyen de Babam olsa
Tevfik Yener
Gelsem şimdi eve... Çalsam zili... Kapıyı Annem
açsa... Kim geldi hanım diyen de Babam olsa
https://www.haber7.com/yazarlar/ferman-karacam/3330668-rehavet-ehliyet-ve-liyakat
Ekonomi düzelmeden hiç bir şey düzelmez. Düşük faiz
diye diye Türk Lirası çöp oldu. Ekonomi bilim işidir. Arz talep dengesine
dayanır. Sen kaliteli üretim yapmadan, denk bütçe yapmadan, cari açığı
kapatmadan ne faizi, ne dövizi zorla düşüremezsin. Bütçen fazla versin bakalım
döviz faiz artıyor mu?
Ey hayran bırakan güzellikleri yaratıp yeryüzüne
yayan güzel Rabbim! Senin rızana kavuşmak
Ekke ile Medine İki Eşsiz Hazine
Geçtiğiniz yollara
Bizden selam götürün
Hak dost diyen dillere
Bizden selam götürün
Kutlu hicaz çölüne
Hakkın solmaz gülüne
O müminler seline
Bizden selam götürün
Mekke ile medine
İki eşsiz hazine
Cariyari güzine
Bizden silem götürün
Lailaheillallah
Muhammed rasulallah
Lailahe illallah
Aleyhi salatullah
Müzdelife mineye
Çek cefayı sineye
Günahlara tövbeye
Geldik ya rasulallah
Kavrulan açık başa
Öpülen siyah taşa
Gözlerden akan yaşa
Bizden selam götürün
Yağan nuru hüdaya
Merve ile safaya
Muhammed mustafaya
Bizden selam götürün
Yalvarıp rabbimize
Dualar edin bize
Muazzam kabe mize
Bizden silam götürün
Girenler dost bağına
Düşmez küfrün ağına
Mübarek nur dağı na
Bizden selam götürün
Her yönelen allah a
Çıkar nurlu sabaha
Ali rasulullaha
Bizden selam götürün
Lebbeyk deyip boyuna
Koşun zemzem suyuna
Beni hasiş soyuna
Bizden selam götürün
Tekbir alan ihvana
Kesilen her kurbana
Bütün ehli imana
Bizden selam götürün
Girersiniz ihrama
El sürmeden harama
Sahabei kirama
Bizden selam götürün
Yetişir cemal gayri
Çık sözün yoktur hayrı
Hüccaca ayrı ayrı
Bizden selam götürün
Xxxxxxx
DİNİMİZ İSLAM
Bütün Dini
Konular Menkıbe ve hikmetli sözlerKâbusnâme [Çok kıymetli nasihatler]
Kâbusnâme [Çok kıymetli nasihatler]
Kâbusnâme, 1082 yılında Kûhistan sultanı İskender
bin Kâbus’un, oğlu Gilan Şah’a nasihatleridir. Tarih boyunca pek çok padişah,
sultan ve devlet adamı tarafından birçok dillere çevrilir, birçok edebî, tarihî
ve ahlâkî eserlere kaynak teşkil eder.
----------------
K â b u s n â m e
----------------
Ey oğul, artık ben kocadım. Zayıf ve azıksız olarak
yol ağzına kadar geldim. Ölüm mektubunu elime verdiler. O mektup, sakalın
ağarmasıdır.
Şimdi ey oğul, tecrübelerle elde ettiğim birkaç öğüt
sana yadigâr olsun. Bu öğütlere uyarak hareket edersen, her muradına erersin,
zamanın elinden sille yemezsin. Çünkü baba şefkati, oğlunun azarlanmasını bile
istemez. Öyleyse sen de kulağını bu öğütler için açık tut, sonra pişman
olmayasın.
Gençler kendi bilgilerini yaşlıların bilgisinden
üstün görürler. Bunu bildiğim halde, sana yol göstermek için susarsam doğru
olmaz. Bütün tecrübelerimi az ve öz olarak yazdım. Her şeyin azı ve özü
faydalıdır.
Değerli mal, değerli insana vermek için saklanır.
Benim de en değerli şeyim bu öğütlerdir ve en değerli kimsem de sensin. Bu
öğütleri hor görme, bu sözlerden hem hikmet, hem saltanat kokusu gelir. Çünkü
bu sözler hem padişahların sözüdür, hem de hukemanın sözüdür. Öyleyse
yaşlılığında başına bir iş gelirse sıkıntı çekmemek için, bu sözleri gençlik
çağında öğren. Çünkü yaşlılar çok yaşadıkları için çok tecrübe elde ederler,
sıkıntılı anlarda bunların faydası olur.
***
Akıllı ol ve kendi soyunun itibarını iyi gözet, tâ ki,
şerefsizlerden olmayasın. Akıllı ve kabiliyetlisin, ama öğüt de aklın süsüdür,
benim vereceğim şeyle aklını süsle. Süslemezsen yine sen kaybedersin.
Benim ölümüm yakındır, senin de yerime gelmen
yakındır. Öyle çalış ki bu dünyada bir azık hazırlayasın, o yolda sana yardımcı
olsun. Çünkü, (Dünya ahiretin tarlasıdır) buyurulmuştur. Kendini öyle ver ki,
senin yerine başka biri ekmesin.
***
Ölümsüz diyarı, bu ölümlü diyar ile değiştirmeye
kalkma. İyiler aslana, kötüler ite benzer. Çünkü it bulursa bulduğu yerde yer;
aslan ise kendi inine götürür, sonra yer. Bu şu demektir: İt nefsinin esiridir,
bulduğunu burada yer, aslan zekidir, ne bulursa, ne avlarsa o öteki diyara
götürür. Gayret et, senin de avın iyilik olsun, öteki diyarda lazım olur.
İyilikten murat, ibadettir. Kul için ibadetten daha iyi av yoktur. Çünkü ibadet
eden ateşe benzer. Ateş ne kadar alçak yerde yansa da, alevi yükselir. İbadet
etmeyenler de, suya benzer, su ne kadar yukarı akıtılsa da, aşağı düşer,
göklere yükselmez. Boynumuzun borcu olan ibadet ateşini öyle kuvvetli yak ki,
alevi göklere yükselsin.
***
Allahü Teâlâ’nın emrine uygun şükredersen, azı çok
yerine geçer. Allahü Teâlâ’ da çok değil, sadece beş türlü ibadet emretti. Çok
olsa idi yapmaktan âciz kalırdık. Bunlardan biri Allah'ın birliğini ve Muhammed
aleyhisselamın peygamberliğini dil ile söylemek ve kalb ile tasdik etmektir.
Diğeri namaz ve oruçtur. Zenginlere farz olan hac ve zekât da vardır.
Kelime-i şehadet, batıllardan Allahü Teâlâ’ya
sığınmaktır. Namaz o kabullenişin hakikatini kulluğunda uygulamaktır. Oruç, o
kabullenişin ve kulluğun hakikatini Allah'a bildirmektir. Madem ki Allah’ın
kuluyuz, öyleyse o kullukta sağlam durmak gerektir. Namaz ve oruç Allahü Teâlâ’nın
has nimetidir, onları has kullarına nasip kılmıştır. Kötü kimseler bu
nimetlerden uzak kalır. Eğer bu iki nimette kusur edersen seçkinlerden
olamazsın, ayak takımından olursun.
Zekâtını severek ver. Zekât malın kiridir. Kirli
malla iş yaparsan temiz işlerin de kirlenir. Ömürde bir kere hac yap. Hac,
günahları temizler. Bir farz hac, yirmi kez Allah yolunda savaşmaktan daha
sevaptır.
Namazda maddi faydalar da vardır. Her şeyden önce,
namaz kılanın bedeni ve elbisesi devamlı temizdir. Namaz kılan kişide
büyüklenme olmaz, çünkü namazın aslı tevazudur. Kendini tevazuya alıştırırsan,
bedenin de sana uyar, tevazu kazanır. Sen tevazuyu gözetince, Allahü Teâlâ’
makamını yüceltir.
Oruç tutmak yılda bir aydır. Yılda bir ay olan
kulluğu dahi eksiklikle geçiren namert olur, aklı olan namertliği kendine reva
görmez.
Oruç tutmakta fitneci olma. Kadı gibi şehrin ileri
gelenleri ne zaman oruç tutarlarsa, sen de o zaman tut; onlar ne zaman yerse
sen de ye, cahillerin sözüne uyarak bir gün önce tutma.
Oruçla kulun ağzı mühürlenir. Sen bu mührü bütün
bedenine, diline, gözüne, ayağına, eteğine de vurmalısın ki oruç senden razı
olsun.
***
Şahsiyetini ana babanın verdiği adla değil de, kendi
gayretinle kazanmaya çalış. Çünkü anan ve baban sana Ahmet, Mehmet gibi bir ad
verdi. Oysa senin kazandığın ad, ya âlim, ya hâkim, ya doktor, ya öğretmen veya
sanatkâr olacaktır. Bu adlar halk arasında makbul olduğunu gösterir.
***
Tatlı dille konuşmayı alışkanlık haline getir. (Dili
tatlı olanın dostları çok olur) demişlerdir. Ne kadar tatlı söylersen söyle,
sözün yerini bilmedikçe söyleme. Çünkü yerinde söylenmeyen söz, tatlı ve güzel
de olsa acı ve çirkin görünür.
Kendini sıkıntıya sokacak sözü söyleme. Bu durumda
susmak daha iyidir. Güzel söz söyleyen güzel cevap işitir. İstediğini söyleyen
istemediğini işitir. (Kötü söz insanı dinden, tatlı dil yılanı ininden çıkarır)
derler.
***
Birine gelen belaya sevinmezsen, sana gelen belaya
da kimse sevinmez. Senden zayıf olana zulmetme, böylece sen de, senden kuvvetli
olanlardan zulüm görmezsin.
Çorak yere tohum eken ürün alamaz. Nanköre iyilik
eden, çorak toprağa tohum eken gibidir, fayda görmediği gibi zarar da
görebilir. Fakat iyiliği, lâyık olandan esirgeme.
Elinden iyilik etmek gelmezse, bari halkı iyiliğe
yönelt. Çünkü (Eddâllü alel-hayri kefâilihî), yani (Hayra yönlendiren, o hayrı
işlemiş gibi olur) buyurmuşlardır.
Yaptığın iyilikten dolayı pişman olma ve kötülükten
çok sakın. Çünkü iyiliğin ve kötülüğün karşılığı ölmeden sana erişir. İyilik
ettiğin kişinin gönlü ne kadar rahat olursa, senin de gönlüne o kadar rahat
erer. Kötülük ettiğin kişinin gönlüne ne kadar sıkıntı gelirse, senin de
gönlüne o kadar sıkıntı gelir, belki de sen daha çok sıkıntı çekersin.
İki yüzlü olma, buğday gösterip arpa satma, halka
kendini iyi gösterip gizlice kötü işler yapma, bu riya nişanıdır. Riyakârlıktan
çok sakın.
***
İnsan iki hâl üzeredir: Sevinç ve keder. İster
kederli, ister sevinçli ol, kederini ve sevincini öyle birine söyle ki,
üzüldüğün zaman o da seninle birlikte üzülsün, sevindiğin zaman o da seninle
birlikte sevinsin.
İyiliğe ve kötülüğe çabuk sevinme ve üzülme, bu çocukların
işidir. Olmayacak şey için kendinden geçme, yani olur olmaz şey için kendi
durumunu değiştirme. Çünkü akıllı kişiler, olur olmaz şey için kendilerinden
geçmezler ve değme yel ile deprenmezler.
Sevinçli iken bir musibet gelince kederlenme, refaha
kavuşunca da hemen sevinme. Akıllı kişiler bunları hoş görmezler. Her yokuşun
bir inişi, her zorluğun bir ferahlığı vardır. Sevinmenin sonunda bir üzüntü,
üzülmenin sonunda bir sevinç vardır.
Ummadığın bir yerden ümidini temelli kesme ve bir
şey umduğun yerden de sakın çok ümitli olma. Çünkü genelde nasip, umduğu yerden
değil, ummadığı yerden gelir.
İyiye iyi, kötüye kötü de, hakkı inkâr etme. Yani
sevmediğin bir kişi bile, bir şeye iyi diyorsa, o şey gerçekten de iyi ise, ona
sakın kötü deme. Kötü derlerse, sen de kötü olduğunu biliyorsan; ona iyi deme.
Hakkı kabul etmenin, hakkı inkâr etmekten iyi olduğunu unutma.
***
Öfkelenme. Biri sana öfkelenip sert söylerse sen ona
yumuşaklıkla cevap ver. Ama ahmaklara susmaktan başka çare yoktur. Nitekim (Ve
ma cevab-ül ahmak-ı illes-sükut), yani (Ahmağa verilecek en güzel cevap ancak
susmaktır) demişlerdir.
Senin üzerinde emeği olanın emeğini boşa çıkarma.
Eğer o emeğin karşılığını ödemiyorsan bari nankör olma. Senin için emek çeken
düşmanın ise, ona da elinden gelen her iyiliği, ihsanı yap. Çünkü insan ihsanın
kuludur.
Bazı iyi işler vardır, onları âdet edinen hem halk
katında, hem de Hak katında itibar görür. Bunlar, ilim, edeb, tevazu, zühd,
doğruluk, iffet, kimseyi incitmemek ve halka kolaylık göstermektir. Bunların
hepsinin sermayesi hayadır. Nitekim Peygamber efendimiz (El hayâü minel iman)
yani (Haya, imandandır) buyuruyor. Haya varsa iman da var. İman varsa, o iyi
işlerin hepsi de hâsıl olur.
***
Cahili, beceriksizi, insan yerine sayma, bunlarla
beraber oturma, hele kendini âlim sayan cahilden, aslandan kaçar gibi kaç.
Cahille sohbet etme, iyilerle sohbet et. Çünkü, iyilerin sohbeti yüzünden senin
adın da iyi olur.
Şırlağan susam yağıdır, ne zaman gülle sohbet eder,
hemhâl olur, artık ona susam yağı demezler, gül yağı derler, menekşeyle hemhâl
olursa menekşe yağıdır derler. Gül ve menekşe gibi güzel çiçeklerin hassaları,
rayihaları yüzünden, onlarla kırk gün düşüp kalkınca, susamın adı unutuldu, gül
ve menekşe ile anılır oldu. Hatta bu durumu hiç bilmeyen onu gül yağı menekşe
yağı sandı. Onun için Peygamber efendimiz, (Bir kavimle kırk gün düşüp kalkan,
onlardan olur) ve (Kişinin dini, arkadaşının dini gibidir) buyurdu. Demek ki
iyilerle veya kötülerle beraber olan onlar gibi olur.
***
Sana yapılan iyilikleri asla unutma. Senden bir şey
bekleyene, sitemle "Benden bir şeyler umuyorsun galiba" diyerek
başına kakma; çünkü senden bir şey bekleyene sitem etmek "ben de bir
menfaat bekliyorum" demek olur ki, bu da himmetsizliktir. İyi huyu ve iyi
kişiliği meslek edin, kötü huylardan uzak ol. Kimseye zararın, azarın ve
nazarın değmesin. Zarar verici olmak iyi değildir; çünkü zarardan eksiklik
doğar, eksiklikten ise şerefsizlik. Öyleyse halk içinde şerefsiz olmak iyi
değildir.
Seni akıllı kişiler övsün, cahil kişiler övmesin. Çünkü
akıllılar ileri gelenlerdir, cahiller ayak takımıdır. Bu iki grup birbirinin
zıddıdır. Akıllının bilgilice işini cahil beğenmez, cahilin bilgisizce işini
akıllı zaten beğenmez. Çünkü akıllı olan kendi mizacına uygun olarak bilgilice
iş görür, seni onun için beğenir; cahil de kendi mizacına uygun olarak iş
görür, seni onun için över. Cahilin övdüğü işten sakınmak gerek, tâ ki
akıllıların eğlencesi olmayasın; çünkü sıradan kişilerin katında övülen insan,
ileri gelenlere maskara olur.
***
Kimseyi incitme. Biri seni incitse de, sen onu
incitme ki, büyüklüğün nişanı budur.
Tecrübeli, şefkatli dostların sana öğüt verirlerse,
öğütlerine kulak ver. Öğüt veren böylesi dostların yanına yalnız olarak git ve
öğütlerinden nasibini al. Çünkü faydalı öğüt yalnızken verilir, halk arasında
verilen öğüt kulağa girmez olur, hem de sitem gibi olur.
Bir konuda bilgin tam olsa da bilginle gururlanma.
Ne zaman sana bir iş düşse, iyice bilsen ki sen o işi başarabilirsin, buna
güvenme, bir akıllı kişiye danışmadıkça o işe başlama. Kendi görüşünü
beğenenlerden olma.
Bir bilene akıl danışmayı ayıp sanma, "Doğru
görüş benim görüşümdür, başkası bana elverişli olanı ne bilir" deme, kendi
bildiğine gitme. Çünkü kendi görüşüyle iş tutan kişi, pişman olur. Akıllı
yaşlılarla ve şefkatli insanlarla yani o işin ehli ile istişare et, sonra o işe
el at.
Nasıl bir gözle görmek, iki gözle görmek gibi
olmazsa, iki kişinin görüşü de bir kişinin görüşü gibi değildir. Ehli olan çok
kişi ile istişare daha iyidir. Bir doktor hastalansa kendi kendini ameliyat
edebilir mi? İhtiyaç sahibi biri senin yanına gelecek olsa, onun için çalış,
çabala; emeğini ondan esirgeme. Bu, düşmanın veya seni çekemeyen biri olsa da,
farklı davranma. Ola ki o düşmanlık dostluğa dönüşe.
Sözden anlayan kişiler sana gelecek olsalar, onlara
hürmet et ve iyi davran. Çünkü onların sana gelmeleri seni ağırladıkları yani
sana kıymet verdikleri içindir. Sen de onları ağırlarsan yani onlara kıymet
verirsen, bu kez sana gelmeye daha istekli olurlar. Şahsiyetsiz kişinin yanına,
kimse gelmek istemez.
***
Doğru konuş, sakın yalan söyleme ve yalana benzeyen
gerçeği de söyleme. Çünkü bir gerçek ki yalana benzer, o da yalan olmuş olur.
Hep sözünün doğruluğuyla tanınmış biri olarak bilinmeye çalış.
Sözü yerine uygun olarak söyle, uygunsuz söz söyleme.
Çünkü beğenilen sözün hem söyleyene yararı var, hem de işitene. Uygunsuz sözün
zararı ise, söyleyene de, işitene de olur.
Sözünün başına ve sonuna dikkat et. Birine bir şey
söyleyecek olursan yüzüne karşı söyle, arkasından konuşma. Böylece sözü bilerek
söyleyenlerden olursun. Çünkü lafını bilmeden konuşan kişi, açık ve anlaşılır
konuşan papağana benzer. Papağan sarf ettiği sözden habersizdir. Papağan gibi
olanlara, "konuşur ama konuşmasını bilir" demezler. Öyleyse konuşan
ve konuşmasını bilen odur ki, konuştuğu zaman kim olursa olsun ondan bir şey
anlayabilmeli. Böyle olmayana insan demezler, çünkü böyleleri insan suretinde
hayvandır.
Söz yüce bir şeydir, sen de sözü yüce bil. Çünkü söz
en yüksek yerden gelmiştir, onun için azizdir. Bu aziz sözün yerini bulunca
bildiğinden sakınma. Ve yeri değilse sözü harcama, tâ ki sözün zayıf olmasın,
aklına ve bilgine zarar gelmesin.
***
Yok yere, anlamsız iddiada bulunma. Bir ilimden
habersizsen, o ilimle ilgili iddiayı bırak. Dilediğini, o bilmediğin ilimle elde
edemezsin, ama bildiğin ilimle ne gerekirse elde edersin.
Sana faydası veya zararı olmayan sırrı öğrenmeye
heveslenme ve sırrını kimseye söyleme. Birkaç kişi bir yere toplanıp otursa,
orada biriyle fısıldaşma. İyi dahi konuşsan halk kötüye yorar: "Kim bilir
ne uygunsuz söz ki, fısıltıyla söylüyor" der. Çünkü halkın birbirine olan
şüphesi kötüdür, öyleyse sözü açık söyle, ama ne söylersen kendi değerince
söyle, kendinden büyük söyleme.
Birinden işittiğin sözü dinle, fakat o sözle çabuk
hareket etme. Ne söylesen, önce düşün, sonra söyle, tâ ki sonra o sözünden
pişman olmayasın; çünkü derhal söylemenin bir şekli var: Ya yarar, ya zarar.
Ama düşünüp söylemek iki şekildir:
1- O sözün zararlıysa düşünmekle anlarsın, o zararlı
işten sakınırsın.
2- Yararlısını doğru bilirsin, çekinmeden o yararlı
şeyi elde etmeye gayret edersin.
Nerede olursan çok bilgili ve az sözlü ol. Susmak
ikinci sağlıktır. Çünkü çok kişi sağlıklı iken, sözü yüzünden hasta olur. Az
söylemek ve öz söylemek akıl nişanıdır. Çok söylemek bilgisizlik nişanıdır.
Çünkü bir kişi ne kadar akıllı ve kâmil olsa da, ne zaman çok sözlü olursa
-sözleri hep yerinde olsa bile- ayak takımı arasında adı beyinsiz olur. Eğer
cahil ve sıradan biri de olsa, ne zaman susmuştur ve konuşmaz, sıradan kişiler
onu akıllı ve hünerli kişilerden sayarlar.
***
Ne kadar temiz gönüllü, ne kadar iyi kalbli olsan
da, kendini övücü olma. Kişi kendine iyiyim diye şahitlik ederse şahitliği
geçmez. Çünkü şahitliği kendin için yaparsan onu dinlemezler. Çalış ki, seni
başkaları övsün. Kendi kendini övme.
Gücün yettikçe söz dinlemekten ürkme. Çünkü insan
söz dinlemekle söz ehli olur. Buna delil şudur: Bir çocuk doğunca yer altında
bir kubbede besleseler, süt emzirseler ve anasıyla dadısı yanında hiç
konuşmasalar, o çocuk büyüdüğü zaman dilsiz olur. Ama orada iki çocuk olsa ve
hiçbir söz işitmeseler, ikisi birbiriyle konuşmakla bir dil oluştururlar ve o
dili de ancak ikisi bilir, başkaları bilmez. Öyleyse halkın sözünü işit ve
kabul et. Özellikle geçmiş beylerin ve âlimlerin sözlerini can kulağıyla
dinlemek ve itimat etmek gerek.
***
Âdil hükümdar Nuşirvan'dan altın öğütler
* Gece ve gündüzün birbiri ardınca gelip gittiğini
gören insan, halden hale dönmesine üzülmesin. Yani sevinç gidip üzüntü gelirse,
üzüntü gidip sevinç gelirse, önem vermesin.
* Beceriksizle dost olma, beceriksiz ne dostluğa
yarar, ne düşmanlığa.
* Bir işi yapıp pişman olan, bir daha o işi
yapmasın.
* Dostlarına düşman olan birine dost denmez.
* Kendini bilgili sanan cahilden sakın.
* Düşmanının sırrını bilmesini istemiyorsan, dostuna
da sırrını söyleme.
* Büyüklere küçük gözüyle bakma, çünkü büyükleri
küçük görmek büyük ziyan getirir.
* Yakın arkadaşlarından bir şey ummaktansa, ölümü
yeğ gör.
* Himmetsiz kişinin ekmeğini yemektense, aç öl.
* Şüphenin yolunu yüz yerden bağlayacak olsan da,
tecrübe etmediğin kişiye güvenme.
* Kendinden aşağı akrabalarına muhtaç olmaktan büyük
dert yoktur.
* Bilmediği şeyi iddia edip, iddiasını başaramayarak
yalancı çıkmaktan büyük ayıp yoktur.
* Elinden geldiği halde, kendisinden istenen bir işi
bitirmeyen kişiden daha cimri kimse yoktur.
* Bir kişi senin aleyhinde bir söz söylese ve biri
de dostum diye o sözü sana yetiştirse, sen bunu ötekinden beter düşman bil.
Çünkü o düşman, arkandan konuşur, dostun ise yüzüne karşı söyler.
* Lüzumsuz yerlere göz dikmekten ve kulak vermekten
daha büyük dert olmaz.
* İnsan her şeyi cahillerin şerrinden saklayabilir,
ama bilgisini kendi şerrinden saklayamaz.
* Halkın, senin iyiliğini söylemesini istiyorsan,
kimsenin kötülüğünü söyleme.
* Dostlarının az olmasını istemiyorsan kindâr olma.
* Zahmet çekmeden kolaylıkla ömür sürmek istersen,
kendi işine bak, başkasının işine karışma.
* Deli denmesini istemiyorsan, ele geçmeyecek bir
şeyi isteme.
* Daima alnın ak, yüzün pak olmayı istersen,
utanmayı iş edin.
* Aldanmamak istiyorsan, tecrübe edilmiş işleri
bırakıp tecrübe edilmemiş olanlara yapışma.
* Mahcup olmak istemiyorsan, katkın olmayan yerden
bir şey götürme.
* Perdem yırtılmasın diyorsan, kimsenin perdesini
yırtma.
* Arkamdan gülünmesin diyorsan, elinin altındakileri
iyi besle.
* Pişman olmak istemiyorsan, nefsin arzusuna uyma.
* Zeki kimse kendini başkasının aynasında görür.
Yani bir kişinin yaşayışına bak, işleri iyi mi, kötü mü? Eğer ondaki kötü bir
iş sende de varsa, bu işlediğin iş kötüdür ve ondaki iyi bir iş sende de varsa,
bu işlediğin iş iyidir. Böylece işinin iyisini kötüsünü göstermek için o kişi
sana ayna olmuş olur.
* Korkusuz olmak istersen, halkla kavga etme, onları
inciticilerden olma.
* Kendine hürmet edilmesini istersen, başkalarına
hürmeti gözet.
* Sözüm dinlensin dersen, önce kendin o sözü uygula.
Yani yapmadığın iyi işleri başkasına emretme, sakınmadığın kötü işleri de
başkasına yasaklama.
* Herkesin iltifatını kazanmak istiyorsan, elin açık
olsun, nimetini herkese saç. (Tuzunun, ekmeğinin hakkı var) diyenleri çoğalt.
* Eğer bütün gönüllerde yer etmek istersen, sözünü
herkese hoş gelecek şekilde söyle.
* Kâmil insan olmak istersen, kendine lâyık
görmediğin bir işi başkasına da lâyık görme.
* Eğer yüreğine iyileşmesi mümkün olmayan bir yara
açmak istemiyorsan, cahillerle tartışma.
* Halkın iyisi olmayı istersen, varını halktan
esirgeme.
***
Gerçi gençsin, ama yaşlılar gibi akıllı ve temkinli
ol. Birdenbire gençliği bırak demiyorum. Tembel gençlerden olma, neşeli ol.
Çünkü gençler neşeli olursa hoş olur. Delilik çeşitlidir. Bir çeşidi de
gençliktir. Ama cahil gençlerden olma. Belâ cahillerden kopar. Ömrünün faydalı
lezzetini gençlik çağında al, yaşlılıkta bu lezzeti bulamazsın, bulsan da
faydası olmaz. Ne olursa olsun gençlikte Allahü Teâlâ’yı unutma ve ölümden emin
olma; çünkü ölüm gelince genç yaşlı demez. Öyleyse bilmiş ol ki, doğan ölür ve
dünyaya gelen gider.
Yaşlılara çok hürmet et ve onlarla rastgele konuşma
ve onların sözüne hemen cevap verme. O meseleyi bilsen bile, (Cevabını yine siz
buyurun) diyesin ve susasın. Çünkü en güzel cevap, onları dinleyip susmaktır.
Yoksa onların vereceği cevaptan utanılacak bir duruma düşersin. Yaşlıların
bilgi ve tecrübesi gençlerinkinden fazladır. Ama bu dediğim yaşlılar, saçını
başını büyüklerin sohbetinde ağartmış olanlardır. Din gayreti olan, büyükleri
seven, onların kitaplarını okuyan yaşlılardır, diğer yaşlı kimseler değildir.
Çünkü gelişigüzel büyümüş yaşlıdan, büyüklerin sohbetini dinlemiş toy gençlerin
sözleri daha iyidir.
Gençliğini rastgele geçirme, tâ ki yaşlılıkta
bilgisiz kalmayasın. Yaşlılar gibi olmaya, onların yanında bulunmaya dikkat et.
Atalarımız, (Öküz olacak tosun, öküzlerin yanında yatar) demişlerdir.
Ne zaman ki gençlik çağı geçip ihtiyarlık çağı
gelse, artık gençlikteki dinçliği bekleme. Gençler gibi giyinme, gençler gibi
yaşamaya özenme. Çünkü yaşlı, genç gibi zevk ve şehvet peşinde olursa, halk
arasında rezil olur. Öyleyse insan yerini yurdunu iyi bilsin. Gençlikte genç
olsun, kocalıkta gençlik evinden ihtiyarlık evine göçsün, yoksa, su üstüne yazı
yazmaya kalkan ve deniz üstüne saray yapmaya kalkışan kimseye benzer.
***
Yaşlandığında bir yerde yerleşmeye çalış, çünkü
yaşlılıkta yolculuk yapmak akıl kârı değildir. Hele yoksul ise daha zordur.
Çünkü yaşlılık bir düşman, yoksulluk başka bir düşman; bu iki düşmanla, mecbur
kalmadıkça, yola çıkmak akıllıca bir iş değildir. Eğer Allahü Teâlâ’, o
yolculukta sana yardım ederse ve nimete kavuşursan, evine dönmeyi arzu etme ki,
bir evden ötürü yine yolculuk zahmetini çekmeyesin. Çünkü kişinin geçimi nerede
iyiyse evinin orada olması uygundur. (Doğduğum yerde yaşlanmam ve hep orada
kalmam gerekir) demek yanlış olur. Onun için atalarımız, (Doğduğun yerde değil,
doyduğun yerde kal) demişlerdir. Vatan ikinci anadır; çünkü anayı sevmek
imandan olduğu gibi, vatanını sevmek de imandandır. İçinde aç, müflis oturmak
imandan olmaz. O halde işin nerede gelişmişse orayı vatan edin. Çünkü, (Kazancı
nerede ise o yerde olmak saadet belirtisidir) demişlerdir. Bahtsızlık alameti
şudur ki, aç ve dinç otursun, kıtlık çeksin, bu vatanımdır, terk etmem desin.
Bu ahmaklıktır. Görmez misin, Resulullah efendimiz Mekke'de doğdu, Mekke’yi
fethetmesine rağmen, tebliğ görevini Medine'de daha rahat yaptığı için artık
Medine’den ayrılmadı.
Sen de yararlı bir yer bulunca oradan ayrılmamaya
çalış, orada ayak direyesin. Sakın filan yerde fayda daha çoktur, diyerek
başıboş varmayasın, burada olan zararı orada kötü kılarsın ve orada daha
zararlı olursun. Çünkü (İyi bir yeri bırakıp daha iyisini bulayım deme, bu
hayal ile onu bulamazsın ve olanı da elden çıkarırsın) demişlerdir. [Dimyata
pirince giderken, evdeki bulgurdan da olursun]
***
Eğer dosta ve düşmana iyi görünmek istersen ömrünü
düzensiz geçirme, boş yere harcama. Ömrü boşa geçen, avamdan sayılır. Öyleyse
kendi işinin düzenini iyi koru.
Çok şakalaşma. (Şaka şerrin kılavuzudur, savaş
şakadan kopar) derler. Ama iyi şakalar yapabilirsen yap, iyi şaka yapmak ayıp
ve günah değildir. Şaka iyidir, ama saçma sapan şaka yapma. Şakayı senden aşağı
kişilerle yapma, tâ ki itibarın eksilmesin. Çok şaka yapan hafife alınır,
şakanın fazlası, insanın değerlerini giderir ve kötüleri, aleyhine
cesaretlendirir. Şakalaşmayı o derece ayarla ki, yemeğe atılan tuz gibi olsun.
Yemeğe atılan tuz, çok olunca yemeğin lezzetini nasıl giderirse, şaka da öyledir.
Azı karar, çoğu zarar. Çok az olursa gönlümüzün neşesi yerine gelmez. Şaka,
gönüldeki donukluğu ve o işe karşı doğan bıkkınlığı giderecek kadar olmalı.
Eğer şakayı terk edemiyorsan bari kendi akranınla
yap, tâ ki onların sözü sana ağır gelmesin. Çok şaka insanın bütün hünerini hor
eyler, kişi ne kadar ağır başlı ve hünerli olursa olsun, adi mizahla uğraşırsa,
hafif ve itibarsız olur. Çünkü sen ne söylersen, ister istemez cevabını
işitirsin. Sen başkasına ne yüklersen, sana da o kadar yük gelir.
***
Ne kazanırsan doğru ve uygun yerden kazanmaya çalış,
tâ ki oradan kazandığın içine sinsin. Kazancını telef etme, dağıtma; yani olur
olmaz yere harcama. Malı saklamak kazanmaktan daha güçtür. Çünkü parayı çok
kişi kazanır, ancak saklamasını, harcamasını bilmediği için yine de cimrilikten
kurtulamaz. Çalış, dünyalık biriktir. Eğer bir gün ihtiyacın olursa, toplayıp
biriktirdiğinle istediğini satın alırsın. Sonra çalış ki, o harcadığın kadarını
yerine koyasın. Eğer hep keseden yersen, aldığınca yerine koymazsan, Karun
kadar malın olsa da çabucak yok olur.
Gönlünü bir şeye sımsıkı bağlama. Eğer o şey ansızın
elinden giderse üzülmezsin. Yani zenginliğe büsbütün "Bana kalsın"
diye gönül bağlama. Eğer başına yoksulluk gelirse, üzülüp gönlün daralmasın.
Eğer malın çok olursa, bir gün yoksul olacağını düşün, o malı ihtiyatla, ölçülü
harca. Çünkü ölçülü harcayınca mal ne kadar az olsa da sonunda bir şey kalır,
ama ölçüsüz harcayınca mal ne kadar çok olursa olsun sonunda hiçbir şey kalmaz.
(Zahmetle saklamak, zahmetle istemekten iyidir) demişlerdir. Eline değeri az
olan bir şey geçerse, bundan ne olur deme, onu saklamaya çalış. Çünkü değeri az
olan şeyi saklayamayan değeri çok olanı hiç saklayamaz.
***
Hangi işi yaparsan yap, tembel davranma.
Tembellikten utan, tembellik bahtsızlığın başıdır. Her işe emek ver. Emek
verilen işin sonu, tembellikten iyi olur. Çünkü emek vermekle elde edilen, ne
kadar çok olursa, tembellikte de o kadar eksilir. Yazık değil mi, bir anlık
emek yüzünden elde edilecek şeyi tembellik yüzünden yitiresin. Öyleyse geri
durmak akıllıca bir iş değildir; yoksa muhtaç olarak yaşarsın. Bilmiş ol ki,
muhtaç olduktan sonra, (Ah n'olaydı emek çekseydim, tembellik etmeseydim, şimdi
lazım olan şeyi elde etseydim) demenin, pişman olmanın faydası olmaz.
Çalış ki emeğinin neticesini yine sen yiyesin, tâ ki
emeğin boşa gitmesin. Sende değerli bir şey varsa ve biri o sevdiğin şeyi
senden isterse, eğer lâyıksa ondan esirgeme. Çünkü ne olursa olsun, kişi
mezarına bir şey götüremez. Harcamanı gelirine göre yap, tâ ki yoksulluk ateşi
sana yol bulamasın. Elinde olanla yetin, çünkü kanaat ikinci zenginliktir.
Sakın açgözlü olma. Çünkü sana yük olacak şey nerede olsa yetişir.
***
İsraf etme. İsrafı hoş görme, kötü bil. Çünkü israf
Allahü Teâlâ’nın sevmediği şeydir. Onun sevmediği şey kullar için uğursuzdur.
Allahü Teâlâ’ (İsraf etmeyin, Allah israf edenleri sevmez) buyuruyor. Madem ki
Allahü Teâlâ’ müsrifi sevmiyor, sen de israfı sevme. Her felaket bir sebepten
dolayı gelir. Yoksulluk da bir felakettir ve onun sebebi israftır. İsrafın
fakirlikten başka sonucu yoktur. İnsanın kendi ihtiyacı için harcadığı şey
israf değildir. İsraf, gereksiz yerlere harcanan şeydir; ne dünyasına, ne de
ahiretine yaramayan şeydir. Sözde, sohbette, yemekte, içmekte ve her bir işte
israf iyi değildir. Çünkü israf, teni eritir, nefsi incitir, canı daraltır ve
diri insanı öldürür. Devamlı israf ederek rızkının kapısını üstüne kapama.
Gücün yettiğince kendini hoş tut, kendi işin için gerekli harcamadan kaçınma.
Bir şey senin için ne kadar aziz olsa da, kendi canından daha aziz olmasın.
Kısacası, elde ettiğini ölçüyle harcamaya çalış.
***
Dünyada iki şey vardır: Halk birinden kaçar, öbürünü
sever. Biri zahmet, diğeri rahatlıktır. Ama ikisi de insana gereklidir. Çünkü
zahmet çeken rahata erer, rahat yaşayan zahmete ermedikçe olmaz. Bugünkü zahmet
yarının rahatıdır, yarınki rahatlık da önceki günün zahmetidir. Ne elde
edersen, ikisini harca, ikisini sakla. Ne kadar ihtiyacın olursa olsun bundan
fazlasını harcama, zamanla birikir, bir zaruret anında ihtiyaç olur. İşte o her
gün artanı biriktir ve küçük bir ihtiyaç için ona dokunma, onu unut.
Biriktirince böyle biriktirmek gerekir. Eğer yaşlanmadan ölürsen "Hayırlı
kişiydi, mirasçısına bu kadar miras bıraktı" derler. Yaşlanırsan zaten
işten güçten kalırsın, o zaman bu biriktirdiğin sana destek olur.
Borç edinme, bir şeyini rehine koyma. Buna benzer
işlerden dolayı halk içinde hor ve itibarsız görülürsün. Öyleyse bu işleri
kendine büyük günah bilmelisin. Bir dostuna ödünç vermişsen, artık ona malımdır
deme, o parayı o dosta bağışladın farz et. O dostun kendiliğinden vermedikçe
isteme, tâ ki gecikmesi sebebiyle dostluk bozulup kesilmesin. Çünkü borcun
gecikmesi, dostu çabuk düşman eder, ama düşmanı dost etmek güçtür. Düşmanı ve
dostu bilmemek çocukların işidir. Dostu düşmandan ayırmak ve akıllıca davranmak
gün görmüş yaşlıların işidir. Elinde olandan ihtiyaç sahiplerine vermeyi
esirgeme. Kimsenin malına da tamah etme ki, halkın gözünde büyüyesin. Kendi
malını kendinin, elin malını da elin bil.
***
Doğru için de olsa, yemin edici olma, çok yemin
edici olarak tanınma, tâ ki mecbur kalıp da yemin edersen yeminine inansınlar.
Her ne kadar zengin olsan da güvenilir, doğru sözlü ve iyi isim yapmış olmazsan
kendini yoksul bil. Çünkü yalan söyleyenlerin ve kötü isim yapmış olanların
sonu yoksulluktur. Kimseyi aldatmamaya çalış ve sakın aldanma, hele alış ve
verişte. Çünkü insan alışverişte çabuk aldanır.
Bütün işlerde sabırlı ol, aceleci olma. (Sabretmek
ikinci akıllılıktır) demişler. Yani bir kişinin ne kadar aklı olursa ve bir işini
sabırla işlerse, aklı o kadar çok olur.
Her işte kendi işinden habersiz olma, gafillik
ikinci ahmaklıktır. Yani gafil olan kişi ne kadar akılsızsa, ahmaklığı ve
akılsızlığı bir o kadar daha artar. Sonra her işte bezgin olma, bezginlik
ikinci cahilliktir. Eğer sana iş ve güç kapansa, tezce işini açmaya çalış, işin
düzelmeye yüz tutuncaya kadar sabret, çünkü hiç bir iş aceleyle iyi olmaz.
***
Eğer ev almak istersen öyle bir yerden satın al ki,
o mahallenin halkı iyi kişiler olsun. Önce komşularına bak evini al, (Önce
komşu, sonra ev) demişlerdir. Evi alınca komşuna çok hürmet et. Mahalle
halkıyla iyi geçin, hastalarını sor, ölüsü olana başsağlığı dile, cenaze
merasimine katıl. Komşunun sevinilecek bir işi olursa sen de birlikte sevin,
eğer üzülecek bir işi varsa sen de birlikte üzül. İmkânın ölçüsünde komşuna
hediye ver, yiyecek giyecek gibi... Çünkü sen komşularınla iyi geçinecek
olursan, o mahallenin ileri gelenlerinden olursun. Komşunun çocuğunu görünce
sev, okşa, mahallenin yaşlılarını ağırla ve hürmet et.
***
Dostsuz olma. Kim dostlarının işiyle ilgilenirse,
dostları da onun işiyle ilgilenirler. Eğer o ilgilenmezse dostlar da
ilgilenmezler. Öyleyse dostunun işini düşünüp ilgilenmeyen kişiye hiç kimse
dost olmaz. Her an bir dost edinmeyi âdet haline getir, tâ ki dostların çok
olsun. Çünkü çok dost arasında kişinin birçok ayıpları örtülür ve çok hüneri
açılır. Bundan dolayı kişinin dostunun çok olması gerekir. Ama yeni dost
tutunca eski dostlarından da yüzünü çevirme.
Dostlarının dostlarını da düşün, onlar da senin
dostlarındır. Düşmanlarınla dost olan dosttan da çekin. Ayrıca dostuna düşman
olan dosttan da sakın. Önüne kim gelirse sebepsiz yere seni şikayet eden
dostlardan uzak dur. Böyle kişiden dostluk bekleme ve dünyada hiç kimseyi
ayıpsız sanma.
İyilerle kötüleri birbirinden ayırt et. İyilerle
gönülden dost ol, kötülerle dil ucuyla dostluğun olsun. Çünkü kişinin daima
iyilere işi düşmez. Eğer bir kötü kişiye işin düşerse dostluğun sebebiyle elde
edersin. Öyleyse kötülerle de düşmanlık etme.
Kimseye düşman olmamaya çalış. Eğer bir kimse sana
düşman olursa korkma ve önem verme. Çünkü, (Düşmanı olmayan kişi, düşmanın
eğlencesi olur) demişlerdir. Gizli ve açık, düşmanın işinden habersiz olma.
Çünkü o daima kötü planlarla seni aldatma hesapları peşindedir. Sen de bir an
bile onun kötü oyunlarından kendini güvende sanmayasın.
Düşmanının tasarladığı oyunları her an sora dur, tâ
ki düşmanın belâsına uğramayasın. Sonra, fırsat düşmedikçe düşmanlığını belli
etme ve düşmanına karşı ne kadar büyüklük taslarsan tasla, kendini düşmana
büyük göster. Ne kadar düşmüş olsan da ona durumunu alçak gösterme.
Düşmanının güler yüz göstermesine, tatlı sözüne
aldanıp gönül bağlama ve inanma. Eğer düşman sana şeker gösterse, sen onu acı
bir şey san. Düşmanın ne kadar küçük olsa da, onu hor görme.
Bir düşmanın senden aman dilerse, ne kadar düşmanın
olsa da ve sana ne kadar eziyet etmişse de sen ona aman ver ve düşmanın aman
dilemesini çok büyük bir nimet yerine say. Çünkü düşmanın yenilmesi, kaçması ve
ölmesi nasılsa, aman dilemesi de öyledir. Düşmanını güçsüz gördüğünde birden
emin olup oturma, onu arada sırada gözetleyedur.
***
Önce işi yapmaya; sonra yaptığını söylemeye gayret
et. Başkasının sana dil uzatmasını istemiyorsan, sen de kimseye dil uzatma.
Asla ikiyüzlülük etme ve ikiyüzlülerden uzak ol.
Yedi başlı ejderhadan korkma, ama "evet" deyiciden kork. Çünkü onun
söz götürüp getirmekten bir anda yırttığını sen bir yılda dikemezsin.
Biri senin bir ayıbını yakalasa, o ayıbı hemen
kendinden uzaklaştır.
Çok itibarlı bir yere geçme, tâ ki o yerden aşağı
düşmeyesin. Yüksekten düşmenin acısı fazla olur.
Olur olmaz her suç için kimseyi cezalandırmayı
düşünme. Eğer biri bir suç işlerse, büyüklük göster ve ondan özür dilemesini
iste. Çünkü o suçlu da insandır. Küçük bir suç için kimseyi suçlama, tâ ki seni
de başkaları yok yere suçlamasınlar. Yani "keşke böyle yapmasaydı"
diye suçlamasınlar.
Yok yere öfkelenme, kızgınlığını yutmayı alışkanlık
haline getir. Biri senin yanında hata yapsa, sonra da dönüp af dilese, o hatayı
bağışlamayı boynunun borcu bil. Çok büyük bir suç olsa da affetmek güzeldir.
Her işlenen hataya ceza verecek olsan büyüklüğün nerede kalır?
Sonra özür dilememek için hata yapmamaya çalış.
Birine karşı aniden hata işlersen özür dilemekten utanma. Senden de suçlular af
isterse sen de bağışla, dileklerini kabul et.
***
Eğer birinden bir şey istemeyi düşünürsen, önce onu
dene, gör; o kişi cömert mi, yoksa cimri mi? Cömertse ihtiyacını dile getir,
ama dilek vaktini de gözet. Yani o kişinin gönlü dar veya aç olduğu vakit
dileğini dileme ki umduğundan mahrum kalmayasın. Sonra dilersen mümkün olanı
dile, ele geçmesi mümkün olmayan şeyi dileme, tâ ki elde edebilesin.
Bir istekte bulunmaya gittiğin vakit önce iyi sözler
tasarla ve hoş bir edep ve usûlle ortaya uygun bir söz at, sonra buna uygun bir
davranışla sözü maksadına getir ve hacetini dile. Söylediğin sözlerle ona lütuf
göster, (Hacet vaktinde lütuf göstermek ikinci aracıdır) demişler, yani lütuf,
sözü geçen kişi gibidir. Lütuf göstermenin, ona en yakınının söylemesi kadar
yardımı vardır. Öyleyse bir dilekte bulunduğun kimsenin katında kendini bir
aciz kul yerinde görmelisin, (insan iyiliğe kuldur).
Bir şey istedin ve isteğin kabul edildi mi, o kişiye
teşekkürünü yerine getir, onu hoşnut et. Böylece dileğin artarak devam eder.
Nitekim Allahü Teâlâ’, (Şükür, nimetin çoğalmasına sebep olur) buyurur. Hem,
önceki istek kabul olunca teşekkür etmek, ikinci isteğin kabul olunmasının da
umududur.
Birinden bir istekte bulundun, fakat isteğin kabul
edilmedi; bunu da kendi talihinden bil. Varıp o kişiyi halka şikayet etme,
"Hacetimi bitirmedi" deme. Çünkü o senin halka şikayet etmene önem
verseydi, hacetini bitirirdi.
***
Bütün ilimlerin içinde din ilminden büyük ilim
yoktur. Bütün faydalı ilimler dinin bir koludur. Din, kökü birlik olan bir ağaçtır,
dalları dinin hükümleridir ve bunları birbirinden ayıran dünya menfaatidir.
Gücün yettiği kadar din ilmine çalış, din ilmini
bilenlerin etrafında dolaş, tâ ki hem dünyayı elde edesin, hem de ahireti ele
geçiresin. Allah nasip ederse önce din ilmine yapış, çünkü o gövdedir, kalanı
daldır. Gövdesiz dal istemek sapıklık nişanıdır.
Eğer bu dediğim işlerden ilmi istersen kanaatkâr ol,
yani helâli ve haramı seçici ol, açgözlü olma. Gönlünde ilim sevgisini
sağlamlaştır, dünya sevgisini gider. Şöyle ki: İlme dost olmalısın, dünyaya
düşman. Cefaya ve zahmete dayanıklı ol. Gece uyumayı ve erken uyanmayı huy
edin.
Yazmaya ve okumaya karşı çok hırslı ol, yani
yazmaktan ve okumaktan başka hiçbir şeye isteğin olmasın. Gayet alçakgönüllü
ol, burnu büyük olma. Okumaktan üşenme, faydalı ne okursan ezberle ve ezberini
tekrarla.
Âlimleri sev ve daima ilim ehline yakınlaş, onların
katında saygılı ol, edepsiz olma. İlim öğrenmekte hırslı ol, unutkan olma. Ama
hocana ve her iyilik gördüğüne karşı haktanır ol. Yanından kitap, kalem eksik
olmasın, gönlün bunlardan başka şeylerle dolmasın.
Ne işitirsen aklında tutmaya çalış. Sözü az söyle,
ileri görüşlü ve ince fikirli ve kusursuz ol, kusurluluğa razı olma. Çünkü bir
ilim talibi bu dediğim gibi olursa, çok süre geçmeden benzeri bulunmayan bir
âlim olur.
Eğer çalışıp âlim olursan, gayet dindar olmalısın.
İbadette, namaz, oruç ve taat bucağına komşu ol, elbiseni daima temiz tut ve
hazır cevap ol. Sana sorulan her türlü meselede düşünmeden cevap verme.
Uygunsuz hareketlerin hoşuna gitmesin. Başkasının uygunsuz sözüyle hareket
etme. Kendi görüşünü başkasının görüşünden üstün tutmamaya çalış. Zayıf bir
mesele için, (Bu meselenin iki yüzü ve iki söylenişi vardır) gibi uygunsuz
şeyler söyleme
Konuşma sırasında kaskatı kesilip durma. Karşına,
sağına soluna bakarak konuş ve hararetli hararetli konuşurken, sözü çevirip
gevşek konuşma. Toplulukta seni dinleyen halkı her an kontrol et. İnce
görüşlülükle iyiden iyiye bak, eğer ağır nükteler hoşlarına gidiyorsa güzel
nükteler yap. Yok, eğer amiyane nükteler istiyorlarsa sen de amiyane konuş.
Toplulukta söylediğin her sözü unutma, çünkü başka bir zaman aynı toplulukta
onu tekrar etmeyesin.
***
Her an açık yüzlü ol, asık yüzlü olma. Üstünü başını
daima temiz tut, dinimizin yasakladığı her kötülükten kaç, emrettiği her
ibadeti de yapmaya çalış.
Garip Yolcu
Cennet’e Kalpleri Saf Olanlar
Girecektir…
İki cihan güneşi sevgili
peygamberimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem buyuruyor ki:
“Cennete girecek olan
topluluklardan öyleleri vardır ki, kalpleri kuş kalbi gibidir.” (Müslim, Cennet, 27; Ahmed b. Hanbel,
2/331)
Ya Rabbi bizlere de
Cennetine girmeyi, nur cemalini görmeyi, sevgili Rasûlün Muhammed
Aleyhisselâm’a komşu olmayı nasip eyle!
xxxx
“Hakiki müminler ancak o kimselerdir ki, Allah
anıldığı zaman kalpleri ürperir, karşılarında O’nun ayetleri okunduğu zaman
imanlarını artırır ve (onlar
yalnız) Rablerine tevekkül ederler (O’na
güvenip dayanırlar).” (Enfal, 8/2)
“Eğer siz gerçek manada Allah’a
tevekkül etseydiniz, sabahleyin aç gidip akşamleyin tok olarak (yuvalarına) dönen kuşları rızıklandırdığı gibi sizi (de)
muhakkak rızıklandırırdı.” (İbn Mace, Zühd,
14.)
Elhamdü lillâhi Rabbil âlemin, vessalâtü vesselâmü
alâ Rasülüne Muhammedin ve alâ alâhî eshabihî ecmaîn! Ya Rabbi Eş Şafi ismi
şerifin hürmetine, Arşı âlâ hürmetine, Muhammed Sallallahü Aleyhi Vesellem
hürmetine Elif Sare kızımıza ve şifa bekleyen hastalarımıza şifa ver. Âmîn
velhamdü lillâhi Rabbil âlemin!
Kardeş sizi; Sonsuz
Mutluluk İçin; Yolumuz Allah Yoludur...
gurubumuza bekliyoruz…
https://www.facebook.com/groups/346732276551963
Maşallah, maşallah,
nazar değmez inşallah! Döktürmüşsün, maşallah!
Âmîn, sizler de Allah'ü Teâlâ’'ya emanet olun!
Allah'ü Teâlâ’ rahmet eylesin! Mekânı Cennet, makamı
âli olsun!
Allah’ü Teâlâ’ uzun ömürler versin! Verdiği ömrü en
güzel değerlendirmeyi nasip etsin. Ailenizle ömür boyu mutlu bir hayat
geçirmenizi temenni ederim!
Rabbim razı olsun! Sizlerin de ömrünüz uzun ve
bereketli olsun!
Allah'ü Teâlâ’ rahmet eylesin, mekânı Cennet olsun!
Ekrem hocam! Başınız sağ olsun! Allah'ü Teâlâ’
rahmet eylesin, makamı Cennet olsun!
Allah'ü Teâlâ’ rahmet eylesin, mekânı Cennet olsun!
Allah'ü Teâlâ’ rahmet eylesin, mekânları Cennet
olsun!
Günaydın Mesajları
Allah'ın rahmet kapısı
hiç kapanmaz, el açan mahrum kalmaz, Hayırlı bir gün geçirmeniz dileğiyle.
Günaydınlar…
Güne nasıl başlarsan
öyle devam eder. Güzel bir gün hayır duaları ile başlar.
Allah hayırlı, huzurlu,
sağlıklı güzel bir gün nasip etsin cümlemize. Hayırlı sabahlar…
Dua ibadetin özüdür bol
dualı bir gün dileğiyle günümüz aydın kazancımız bereketli olsun, cümleten
hayırlı sabahlar…
Bugün bir günümüzü daha
aydınlatan Allah'a (c.c) şükürler olsun. Cümleten hayırlı sabahlar.
2014-02-13 günaydınmesajları.com
Her sabaha ALLAH'u
Teala'nın adıyla uyanmak sanki yeniden doğmak gibi... Hayırlı Sabahlar…
Her türlü sıkıntıdan
uzak, huzurun gölgesinde geçireceğiniz kıymetli günlerin ömrünüze yayılması
dileğiyle hayırlı sabahlar..
Allahü teala'nın selamı,
rahmeti ve bereketi üzerinize olsun, Rabbim hayırlı, huzurlu, sağlık huzurlu
bir gün nasip etsin…
Gözlerinizi bu sabah
mucizelere açmanız dileğiyle, hayırlı günler dilerim…
Dualarımın gözü
yüksekte, lakin haddimin boynu hakkın karşısında eğilmekte. Rabbim; hakkımızda
hayırlı olan neyse ihsan eyle... Âmin. Hayırlı günler, günaydın…
Günaydın! Evinizden
bereket, dilinizden dua, kalbinizden Rahman ve Resul aşkı eksik olmasın. Mutlu
ve huzurlu günler dilerim…
Günaydın, zifiri
karanlık geceyi aydınlık güne çeviren rabbim sizlerin sıkıntılarını da feraha
çıkarması dileği ile hayırlı bol kazançlı günler….
Rabbim, en sevdiğini en
sevdiğim eyle ve değmesin sana yaklaşmayacak sevgi yüreğime. Eğlenceli bir gün
geçirmeniz dileğiyle hayırlı sabahlar…
Bismillah her doğan
güneşe şükür olsun, rabbime gökler inler yerde Allahu ekber diyen Muhammediler
hayırlı sabahlar…
Sağanak sağanak rahmet
yağsın hayatına, her gün Rasûlallah Sallallahü Aleyhi Vessellem girsin rüyana,
melekler amin desin dualarına, kalbine nur, hanene huzur dolsun. Hayırlı
sabahlar…
Hayırlı ve güzel
sabahlar... Bugünün ve gönlün hep mutluluk dolsun...
Güzel bir gün hayır
duaları ile başlar... Hayırlı ve mutlu sabahlarınız olsun…
Herkese mutlu sabahlar
diliyorum... Hayırlı ve mutlu bir güne başlamanız dileğiyle günaydın...
Rabbim bizleri gecenin
karanlığından gündüzün aydınlığına çıkardığı gibi günümüzü de hayırlı kılsın
inşallah. Hayırlı Sabahlar…
Allah'ın rahmeti ve
bereketi her daim üzerinize olsun, evinizden huzur, yüzünüzden tebessüm eksik
olmasın. Hayırlı Sabahlar…
Allah Sevgisiyle
kalpleri dolu gönül dostları. Allah'ın Rahmeti, bereketi üzerinize olsun
inşallah. Hayırlı Sabahlar…
İyi ve güzel bir gün
için hayırlı sabahlar diliyorum arkadaşlar…
Selâmün Aleyküm ve
Rahmetullah ve Berakâtühü. Allah Celle Celâlüh’ün rahmeti, Efendimiz Sallallahü
Aleyhi Vessellem’in şefaati cümlemizin üzerinde olsun, hayırlı sabahlar...
Hayır dileyelim
Mevlâ’dan, günümüz uzak olsun belâdan, hayırlı ve güzel sabahlar…
Sabah seheriyle gününüz
aydınlandığı gibi gönlünüzde aydınlık olsun. Melekler duacınız olsun, hayırlı
sabahlar olsun…
xxxx
Elhamdü lillâhi Rabbil
âlemin, vessalâtü vesselâmü alâ Rasülüne Muhammedin ve alâ alâhî eshabihî
ecmaîn! Ya Rabbi Eş Şafi ismi şerifin hürmetine, Arşı âlâ hürmetine, Muhammed
Sallallahü Aleyhi Vesellem hürmetine Elif Sare kızımıza ve şifa bekleyen
hastalarımıza şifa ver. Âmîn velhamdü lillâhi Rabbil âlemin!
Kardeş sizi; Sonsuz
Mutluluk İçin; Yolumuz Allah Yoludur...
gurubumuza bekliyoruz…
https://www.facebook.com/groups/346732276551963
Maşallah, maşallah,
nazar değmez inşallah! Döktürmüşsün, maşallah!
Âmîn, sizler de Allah'ü Teâlâ’'ya
emanet olun!
Allah'ü Teâlâ’ rahmet
eylesin! Mekânı Cennet, makamı âli olsun!
Allah’ü Teâlâ’ uzun
ömürler versin! Verdiği ömrü en güzel değerlendirmeyi nasip etsin. Ailenizle
ömür boyu mutlu bir hayat geçirmenizi temenni ederim!
Rabbim razı olsun!
Sizlerin de ömrünüz uzun ve bereketli olsun!
Allah'ü Teâlâ’ rahmet
eylesin, mekânı Cennet olsun!
Ekrem hocam! Başınız sağ
olsun! Allah'ü Teâlâ’ rahmet eylesin, makamı Cennet olsun!
Allah'ü Teâlâ’ rahmet
eylesin, mekânı Cennet olsun!
Allah'ü Teâlâ’ rahmet
eylesin, mekânları Cennet olsun!
Yorumlar
Yorum Gönder