Hicret Et!

Hicret Et!

 

Muhiddin-i Arabî Kuddise Sirrûh buyuruyor:

 

“Hicret et!

Gâvur memleketlerinde oturma!

Gâvur îçinde oturmak, İslâm dinine ihanettir.

Ve onlara yardım demektir.

Sakın onların tebasına geçme!”

 

Hadis’i şerifte şöyle varid oldu:

“Müşriklerin içinde ikamet eden Müslümanlardan ben berîyim!”

 

“İslâm kelimesinin itibarı kalmıyor.”

Nefislerine zulmederek yaşayan kimselerin canlarını Melekler alırken onlara derler ki:

“- Siz ne işte idiniz?

Onlar da;

“- Biz, aciz kimselerdik!” derler.

Melekler de onlara;

“- Allah Teâlâ’nın Arz’ı geniş değil miydi, siz de hicret edeydiniz?” derler.

İşte onların varacakları barınacakları yer, Cehennem’dir. Ne fena bir yerdir o.”

 

Mühiddin-i Arabî Kuddise Sirrûh derki:

“Biz, şimdi Müslümanları Beyt-i Makdesi ziyaretten men ediyoruz. Çünkü orası [Ehl-i Salib ordularının Kudüs’ü işgal altında bulundurduğu zamanlar] gâvurların elindedir.” (Şimdi de öyle!).

 

Hicret: Bir manası da, ALLAH ve Rasûlünün, zemm ettiği kötü huylardan hicret etmektedir.

Yâni, ALLAH’ın nehyettiği şeyleri bırakmaktır… Muhyiddin Arabi

Sular Hep Aktı Geçti,
Kurudu Vakti Geçti,
Nice Han Nice Sultan,
Tahtı Bıraktı Geçti,

Dünya Bir Penceredir,
Her Gelen Baktı Geçti..

Yunus EMRE

Dereler akar gider 
Taşları yıkar gider 
Bu dünya bir pencere 
Her gelen bakar gider 

Dere akar bulanık 
Köpüğünden alalık 
Ha bu ışıklı dünya 
Oldu bize karanlık 

Gidelim değirmene 
Öğütelim unları 
Güneşe çevirelim 
Bu karanlık günleri

muhittin arabi buyuruyor hicret et gavur memleketlerinde oturma

·         “Akıllara sükût gerekir.Sükût aklı çoğaltır.” (Ehl-i İrfan)…

 

 

 

 

 

Zzzz

zzzzz

 

“Kim Allah’a ve ahiret gününe iman ederse misafirine ikram etsin. Onun caizesi (ödülü), bir gün ve bir gecedir. Ziyafet ise üç gündür. Bundan sonrası sadakadır.” (Müslim, Lukata, 15-16)

“Misafir rızkını getirir ve (evdeki) topluluğun günahını (bağışlatıp) götürür.” (Feyzü’l-Kadîr, 4/261)Düşünceyi düşünen insandır

Peygamber Efendimiz, 'ın elçisi olması dolayısıyla ciddi, vakarlı, ağırbaşlı, heybetli bir insandı. Bu hali zaten normaldi. Çünkü taşıdığı görev, üstlendiği vazife bunun gereğiydi. Ancak her haliyle o da bir insandı. Hem de çok cana yakın...

Herkese samimi ve içten davranırdı. Zaman olur, şakalaşır, tatlı ve güzel bir hava oluştururdu. Çünkü başka türlü olsaydı, insanlar Peygamberimize yanaşamazlar, ona soru bile soramazlardı.

Zaten insan her zaman ciddi ve ağır meseleleri konuşamaz, bazen ortamın yumuşatılması, insanların rahatlatılması gerekir.

Herkes gibi Peygamberimiz de şaka yapar, lâtifeli konuşur, ama hiçbir zaman yalan söylemezdi. Çünkü şaka yollu da olsa, yalan yalandır.

Ebû Hüreyre'nin rivayetine göre Peygamberimiz şöyle buyurmuşlardır:

"Kul şaka ile de olsa yalanı, doğru bile olsa lüzumsuz tartışmayı bırakmadıkça tam inanmış bir mü'min olamaz."

Peygamber Efendimiz bir yandan yeri geldikçe şaka yaparken, diğer yandan da Sahabîlerin yersiz şaka yapmamaları konusunda uyarıda bulunurlardı.

"Arkadaşlarınla ağız kavgası yapma, bir söz verip de tutmamazlık etme."

Etrafındakiler sordular:

"Yâ Resulallah, siz de şaka yapıyorsunuz."

Çelişkili gibi görünen bu durumu Peygamberimiz şöyle cevapladı:

"Evet, ben de şaka yaparım, fakat şaka yaparken bile sadece hakikati söylerim."

Bunun yanında, Peygamberimiz insanlarla alay etmez, hafife almaz, dalga geçmez, küçük düşürmez, mahcup etmez, zor durumda bırakmaz, "işletme" gibi olumsuz tavırları hoş karşılamazdı.

Peygamberimizin yaptığı şakalar yerli yerinde ve mesaj doluydu. Lüzumsuz ve yersiz değildi. Daha çok gönül alıcı ve sevindirici şakalar yapardı. Çocuklarla, hanımlarıyla, yaşlı ve kimsesiz kişilerle şakalaşması bu türdendi.

Peygamberimiz çocukları çok severdi. Onlarla ilgilenir, sevindirirdi. Çocuklar Peygamberimizden hiç kaçmazlar, nerede görseler hemen yanına gelirler, çevresini sararlardı.

Enes bin Mâlik anlatıyor:

"Peygamber Efendimiz insanların en güzel ahlâklısı idi. Benim Ebû Umeyr adında küçük bir kardeşim vardı. Peygamber Efendimiz bizim eve gelerek onu gördüğünde,

"Ebû Umeyr'i üzgün görüyorum, sebebi nedir?" "Babam, 'Yâ Resulallah, oynadığı nugayr kuşu öldü' dedi.

(Nugayr, serçeye benzeyen kırmızı gagalı bir kuştur.)

"Bundan sonra Peygamber Efendimiz, Ebû Umeyr'i ne zaman görse;

"Ebû Umeyr ne oldu senin nugayr?' diye takılırdı."

Hazret-i Enes'in kendisi de Peygamberimizin hizmetine on yaşlarında iken girmişti. Bir defasında Efendimiz kendisine:

"Ey iki kulaklı adam" diye takılmıştı.

Peygamberimiz aile içinde mükemmel bir eş, şefkatli ve sevimli bir babaydı. Zaman zaman eşleriyle de şaka yapar, onlarla olan samimiyetini geliştirirdi.

Hazret-i Âişe genç ve zeki bir hanım olduğu için Peygamberimiz ona ayrı bir ilgi gösterirdi.

Hazret-i Âişe anlatıyor:

"Ben zayıf, ince belli genç bir hanımdım. Bir seferde Peygamberimizle birlikte bir yolculuğa çıktım. Peygamberimiz bir yerde Sahabîlere:

"Siz ilerleyin" dedi. Onlar gidince ikimiz arkada yalnız başına kaldık. Bana:

"Gel seninle yarışalım" dedi ve koşmaya başladık. Ben kendisini geçtim.

"Aradan birkaç yıl geçmişti. Yine onunla birlikte bir yolculukta iken bir yerde Sahabîlere:

"Siz ilerleyin" dedi ve ikimiz yalnız kaldık.

"Gel yarışalım" dedi. O zamanlar ben kilo almıştım. Önceki yarışmayı da unutmuştum. Koşmaya başladık. Fakat bu sefer de o beni geçti. Gülümseyerek:

"Bu defaki benim seni geçişim, o gün beni geçişine bedel olsun' buyurdu."

Peygamber Efendimizin kendi aile içindeki bir latifesini de Numan bin Beşir rivayet ediyor:

"Bir gün Hazret-i Ebû Bekir, Peygamber Efendimizin huzuruna girmek için izin istedi. Kızı ve Peygamberimizin hanımı Âişe'nin Efendimize bağırdığını işitti.

"Resulullaha nasıl bağırırsın?' diye elini kaldırarak bir tokat atmaya davrandı. Fakat Peygamberimiz bırakmadı. Ebû Bekir kızgın olarak ayrıldı, çıktı.

"Ebû Bekir çıktıktan sonra Peygamber Efendimiz Âişe' ye:

"Gördün mü, seni nasıl kurtardım adamın elinden...' dedi.

"Aradan birkaç gün geçtikten sonra Ebû Bekir tekrar müsaade isteyerek Peygamberimizin huzuruna girdi. Bu sefer Efendimizle Âişe'yi barışmış görünce sevindi ve Peygamberimize dönerek şöyle dedi:

"Beni nasıl kavganıza kattıysanız, barışınıza da katar mısınız?"

"Peygamberimiz:

"Kattık, kattık' buyurdu."

Peygamberimizin aile içinde şöyle bir latifesi de olmuştu:

Adamın biri Peygamberimizin amcasıoğlu Abdullah bin Abbas'a sordu:

"Peygamber Efendimiz şaka yapar mıydı?"

"Evet, yapardı."

"Şakalarından bir örnek verir misiniz?"

"Bir gün hanımına bol bir elbise giydirdikten sonra;

"Güle güle giy, 'a şükret ve gelinler gibi yerde sürü' diye takıldı."

Peygamberimiz kimsesiz, fakir, yoksul, herkesin yüz vermediği, ilgilenmediği insanlarla küçük şakalar yapar, kalplerini kazanırdı.

Enes bin Mâlik anlatıyor:

"Bir gün adamın biri Peygamber Efendimizin huzuruna geldi ve kendisinden bir binek hayvanı istedi.

"Peygamberimiz ona, 'Peki, sana bir dişi deve yavrusu vereyim mi?' diye takıldı.

"Adamcağız, 'Yâ Resulallah, ben sizden bir binek istiyorum, dişi deve yavrusunu ne yapayım?"

"Peygamber Efendimiz gülerek:

"Bütün develer dişi deve yavrusu değil midir?' buyurdu."

Peygamberimizin dadısı ve Zeyd bin Hârise'nin hanımı Ümmü Eymen, bir gün Peygamber Efendimize gelir ve onu evine davet eder:

"Yâ Resulallah, beyim sizi davet ediyor."

"O da kim, hani şu gözlerinde beyazlık olan adam mı?"

"Beyimin gözlerinde beyazlık yok yâ Resulallah!"

"Evet, gözlerinde beyazlık var."

"Vallahi yok yâ Resulallah."

"Hiçbir insan yoktur ki, gözlerinde beyazlık bulunmasın."

Peygamberimizin buna benzer bir latifesini Hasan-ı Basrî Hazretleri rivayet ediyor:

Bir gün yaşlı bir kadın Peygamberimize gelerek:

"Yâ Resulallah! Cennete girmem için bana dua eder misiniz?" dedi.

Peygamber Efendimiz:

"Yaşlı kadınlar Cennete giremez" diye ona takıldı.

Bunun üzerine kadın ağlayarak oradan ayrıldı.

Peygamber Efendimiz, Sahabîlere:

"Gidin ona söyleyin, 'Sen Cennete yaşlı olarak giremezsin.' Cenab-ı Hak, 'Biz onları yepyeni bir yaratılışla yarattık da, eşlerine sevgi ile düşkün hep aynı yaşta genç kızlar yaptık' buyurmuyor mu?" (Vakıa Sûresi, 36.)

Peygamberimizin bir başka latifesini de Enes bin Mâlik'ten dinleyelim:

"Çöl halkından Zahir adında bir adam vardı. Zahir Peygamberimize her gelişinde kendi yetiştirdiği ürünlerden hediyeler getirirdi. Şehirden çöle döneceği zaman da, Peygamber Efendimiz ihtiyacı olan şeylerle onun heybesini doldururdu. Gelen hediyelere bu şekilde karşılık verdikten sonra da şöyle buyururdu:

"Zahir bizim çölümüz, biz de onun şehriyiz."

"Peygamberimiz Zahir'i çok severdi. Halbuki Zahir hiç de güzel değildi. Fizikî olarak son derece çirkin bir adamdı.

"Bir gün pazarda çölden getirdiği malları satmaya çalıştığı bir sırada Peygamber Efendimiz gitti, sessizce yaklaştı, Zahir'i arkasından kucakladı ve elleriyle gözlerini kapadı.

"Zahir tutanın kim olduğunu göremiyordu. Tutan kimse bıraksın' diye çabalamaya başladı. Bu arada göz ucuyla arkasından tutanın Efendimiz olduğunu anlayınca sırtını Peygamberimizin göğsüne iyice dayamaya başladı.

"Zahir'in bu neşeli hareketinden hoşlanan Peygamber Efendimiz yüksek sesle:

"Bu köleyi satıyorum, var mı alan?' diye seslenmeye başladı.

"Zahir boynu bükük, mahzun bir halde:

"Yâ Resulallah, benim gibi değersiz bir köleye vallahi

kuruş veren olmaz' deyince Peygamber Efendimiz: "Hayır, yâ Zahir, sen katında hiç de değersiz

değilsin' buyurdu

Xxxx

Bir gün Peygamber Efendimize bir Sahabi eşinden şikayete gelir. “Benim eşim misafiri sevmiyor. Bana ne gibi tavsiyede bulunursunuz?” der.

 

111

Eşi misafir sevmeyen adama Peygamberimizin uyguladığı metod - Resim : 2

Efendimiz ( sav ) ; “Yarın size misafir olacağım. Eşin, ben içeri girerken de baksın ,çıkarken de baksın der.”

 

211

Eşi misafir sevmeyen adama Peygamberimizin uyguladığı metod - Resim : 3

Sahabi eşine efendimizin geleceğini müjdeler. Tabi bu müjde evde büyük bir heyecanı beraberinde getirir!

 

311

Eşi misafir sevmeyen adama Peygamberimizin uyguladığı metod - Resim : 4

Aldığı haber karşısında eşi çok sevinir . Yalnız dışarıdan içeri girerken ve çıkarken bakmasını özellikle söyler ve eşinin hazırlıklarını yapar .

 

411

Eşi misafir sevmeyen adama Peygamberimizin uyguladığı metod - Resim : 5

Ertesi gün olur. Efendimiz ( sav ) gelirken Pencereden bakınca ne görsün ki! Efendimiz gümüşten tepsi içinde, cennetten çeşit çeşit yiyecekleri de beraberinde getirmiş.

 

511

Eşi misafir sevmeyen adama Peygamberimizin uyguladığı metod - Resim : 6

Efendimiz’i bir sevinç içinde ağırladıktan, sonra Efendimiz yola koyulmuş.

 

611

Eşi misafir sevmeyen adama Peygamberimizin uyguladığı metod - Resim : 7

Sahabenin eşi tekrar pencereden bakmış. Birde ne görsün ki! Getirdiği tepsinin içinde yılanlar çıyanlar akrepler böcekler doldurmuş geri gidiyor. Hemen eşine seslenmiş. Korku içinde anlatmış.

 

711

Eşi misafir sevmeyen adama Peygamberimizin uyguladığı metod - Resim : 8

Eşi koşarak Efendimizin yanına sormaya gitmiş.

 

811

Eşi misafir sevmeyen adama Peygamberimizin uyguladığı metod - Resim : 9

Peygamber ( sav) bu durum karşısında; ” Eşine anlat. Misafirin güzelliği, yiyeceklerle ikramlarla bereketle gelir ve evden giderken bütün kötülükleri alır ve götürür .

 

911

Eşi misafir sevmeyen adama Peygamberimizin uyguladığı metod - Resim : 10

Tepside gördüğü kötülükler, günahlar kavgalar dövüşler böcekler yılanlar çiyanlar misafir ile çıkar ve gider eve huzur ve bereket gelir.

 

1011

Eşi misafir sevmeyen adama Peygamberimizin uyguladığı metod - Resim : 11

Misafir gelmeyen eve kavga, dövüş ,huzursuzluk ve bereketsizlik , fakirlik baş gösterir.”

 

1111

Sonraki Galeri

İstiklal

 Ramazan

 Hz.aişe'ye Atılan İftira

05 Mar 2017 01:00 Son Güncelleme: 04 Ağu 2022 15:54

Hz.Aişe'ye atılan iftira

Hz.Aişe'ye atılan iftira

Hz.Aişe'ye atılan iftira - Resim : 1

Allah Rasulü (s.a.s.) ile birlikte bu sefere katılan Hz. Aişe, dönüş yolculuğunda, ordunun konakladığı bir yerde, tam hareket edilmek üzereyken, devesi üzerinde taşınan ve hevdec adı verilen kapalı, yuvarlak ve üstü kubbeli kafesinden def-i hacet için çıkmış ve bu ara- da gerdanlığını kaybetmişti.

 

110

Hz.Aişe'ye atılan iftira - Resim : 2

Gece karanlığında gerdanlığını ararken biraz oyalanmış ve bu arada ordu hareket etmişti. Hz. Aişe’nin dışarı çıktığını gör- meyen taşıyıcılar, genç ve zayıf olan Hz. Aişe’yi içinde zannederek hevdeci- ni deveye yükleyip yola koyuldular.

 

210

Hz.Aişe'ye atılan iftira - Resim : 3

Geri döndüğünde ordunun uzaklaştığı- nı gören Hz. Aişe, kendisini almaya gelirler umuduyla olduğu yerde bekler- ken uykuya daldı. Bu esnada ordunun artçılarından olan Safvan b. Muattal ismindeki sahabi, Hz. Aişe’yi görüp uyandırdı ve devesine bindirerek ordu- ya yetiştirdi. Hz. Aişe ile Safvan’ın yalnız geldiklerini gören münafıkların re- isi Abdullah b. Übey,

 

310

Hz.Aişe'ye atılan iftira - Resim : 4

onlar hakkında iftiraya başladı. Buna alet olan birkaç kişinin katılımıyla iftira ve dedikodu yayılmaya başladı. Olayın gerçek ma- hiyetinden haberdar olmayan sevgili

 

410

Hz.Aişe'ye atılan iftira - Resim : 5

Peygamberimiz ailesiyle ilgili dediko- dulardan son derece rahatsız oldu. Kendisine yapılan iftirayı duyan Hz. Aişe de Hz. Peygamber’in izniyle babasının evine gitti ve üzüntüsünden günlerce ağladı.

 

510

Hz.Aişe'ye atılan iftira - Resim : 6

Bu olaydan bir ay sonra Hz. Aişe’nin suçsuz olduğunu bildiren ayet- ler geldi. Bu ayetlerde, yapılan dedikoduların tamamen asılsız ve iftira oldu- ğu bildirildi.

 

610

Hz.Aişe'ye atılan iftira - Resim : 7

Hz. Aişe’nin namuslu olduğu haber verildi. Müminlerin bu ola- yı işittiklerinde iftira olarak değerlendirmeleri gerektiği hatırlatıldı ve bu şe- kilde hareket etmeyenlerin tavrı kınandı.

 

710

Hz.Aişe'ye atılan iftira - Resim : 8

Allah’ın, müminleri, bir daha buna benzer bir durumu tekrarlamaktan sakındırıp uyardığı açıklandı. İnananlar arasında çirkin şeylerin yayılmasını arzu eden kimselerin çetin bir azaba uğrayacağı bildirildi. (Nur, 11-21.)

xxxx

Doğum gününüz aydın, kazancınız bereketli olsun, hayırlı sabahlar…

 

https://ekonomi.haber7.com/ekonomi/haber/3361926-turkiye-ekonomisinin-en-onemli-sorunu-ne-vatandas-cevapladi

https://www.haber7.com/siyaset/haber/3361991-turkiye-gazze-icin-tek-yurekken-cumhuriyetin-derdi-yine-muslumanlar

 

 

 

 

 

Zz

Dünya sevgisi en tehlikeli şey olacak hadisi şerif

اَذِلَّةٍ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ اَعِزَّةٍ عَلَى الْكَافِر۪ينَۘ

Onlar mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı güçlü ve onurludurlar.[2]  Burada “ezille” kelimesinin tevazu anlamına geldiği görülmektedir,

 

وَاخْفِضْ لَهُمَا جَنَاحَ الذُّلِّ مِنَ الرَّحْمَةِ وَقُلْ رَبِّ ارْحَمْهُمَا كَمَا رَبَّيَان۪ي صَغ۪يراًۜ

Onlara merhametle ve alçak gönüllülükle kol kanat ger. “Rabbim! Onlar nasıl küçüklükte beni şefkatle eğitip yetiştirdilerse şimdi sen de onlara merhamet göster” diyerek dua et.[3]

 

Bir kutsî hadiste ululuk (kibriyâ) ve kudretin (izzet) Allah’a mahsus olduğu belirtildikten sonra, “Bunlarda benimle yarışmaya kalkışanı helâk ederim” buyurulmuştur.[4] [5]

dikkat çekmektedir:

 

اَلَّذ۪ينَ اِذَا ذُكِرَ اللّٰهُ وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ وَالصَّابِر۪ينَ عَلٰى مَٓا اَصَابَهُمْ وَالْمُق۪يمِي الصَّلٰوةِۙ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ

 “… Alçakgönüllü kimseleri müjdele! Onlar, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperen, başlarına gelen (musibet)lere sabreden, namazı dosdoğru kılan ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda harcayan kimselerdir.” [6]

 

Böylece mütevazı kişi herkes gibi kendisinin de Allah’ın bir kulu olduğunu,

 

اِنَّ اَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ اَتْقٰيكُمْۜ

 

O’nun katında üstünlüğün ancak takva ile olduğunu bilir.[7]

 

إِنَّمَا الأَعْمَالُ بِالنِّيَّاتِ

 

Amellerin niyetlere göre değer kazanacağına[8] inandığından diğer insanların Allah nazarında kendisinden daha üstün olabileceğini düşünür.

 

Bu nedenle diğer insanları küçümsemez; onlarla Allah’ın emrettiği şekilde kırgınlık, kıskançlık ve küskünlükten uzak, sevgi, saygı, dayanışma ve yardımlaşma içerisinde kardeşçe yaşar.

 

Kıymetli Müminler

 

İnsanlığa Kur’an ahlâkını yaşayarak gösteren Hz. Peygamber onlara tevazuyu da yaşayarak öğretmiştir:

 

Kaynaklarda Hz. Peygamber’in ahlâkına dair rivayetler çerçevesinde onun tevazusu hakkında da şu tür bilgiler yer alır:

 

 

Hicretin sekizinci yılıydı. Savaşa gerek kalmadan Mekke’yi fetheden oldukça kalabalık Müslüman ordusunun başında Hz. Muhammed SAV. vardı. O, bu şanlı zaferin büyüsüne kapılmamış; mübarek şehir Mekke’ye mağrur bir komutan edasıyla değil Allah’ın verdiği bu nimete şükretmenin bilinciyle başını önüne eğerek girmişti.

 

Genciyle yaşlısıyla, kadınıyla erkeğiyle Mekke halkı, Safâ tepesinde Resûlullah’a bağlılıklarını bildiriyor ve insanlar bölük bölük Allah’ın dinine giriyorlardı.

 

Biat etmek üzere yanına gelenlerden biri onunla konuşmaya başlamıştı. Fakat bu büyük insanla karşı karşıya gelmek ve onunla konuşmak kendisini o kadar heyecanlandırmıştı ki titremeye başladı. Bunu gören Hz. Peygamber,

 

هَوِّنْ عَلَيْكَ فَإِنِّى لَسْتُ بِمَلِكٍ إِنَّمَا أَنَا ابْنُ امْرَأَةٍ تَأْكُلُ الْقَدِيدَ

 

“Sakin ol! Ben bir kral değilim. (Güneşte) kurutulmuş et yiyen bir kadının oğluyum.” diyerek onu rahatlattı.[9]

 

Hayatının en görkemli sahnesinde dahi kibre kapılmayarak tevazudan ayrılmayan Allah Resûlü bu davranışıyla bir insanlık dersi vermiş, ashâbına da aynı tavrı sergilemeleri gerektiğini bildirmiştir.

 

Onlara, “Allah birdir!” dedikleri için kendilerini akıl almaz işkencelere maruz bırakan ve âciz bir şekilde öz vatanlarını terk etmeye mecbur bırakan müşriklere galip geldikleri bu büyük günde büyüklenmemeleri gerektiğini şu sözleriyle hatırlatmıştır:

 

يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّ اللَّهَ قَدْ أَذْهَبَ عَنْكُمْ عُبِّيَّةَ الْجَاهِلِيَّةِ وَتَعَاظُمَهَا بِآبَائِهَا …. وَالنَّاسُ بَنُو آدَمَ وَخَلَقَ اللَّهُ آدَمَ مِنْ تُرَابٍ

 

“Ey İnsanlar! Allah sizden câhiliye gururunu ve atalarla övünme âdetini gidermiştir… İnsanlar, Âdem’in çocuklarıdır ve Allah, Âdem’i topraktan yaratmıştır…”[10]

 

Hz. Ömer’in Resûlullah’ın tevazuunu şöyle dile getirdiği rivayet edilir:

 

“Ey Allah’ın resulü!

 

Eğer sen yalnız emsalinle oturup kalksaydın sohbetine nâil olamazdık,

Denginden başkasıyla evlenmeseydin aramızdan biriyle evlenmezdin,

Yalnız emsalinle yiyip içseydin soframıza oturmazdın.

Halbuki sen

 

bize arkadaş oldun,

bizden eş aldın,

bizimle yiyip içtin,

sıradan elbise giydin,

bineğe binip terkiye birilerini aldın,

yer sofrasında yemek yedin”[11].

Resûlullah yüksek mertebesine rağmen insanların en alçak gönüllüsü idi. Bir sahâbî, onu hac sırasında kimseyi rahatsız etmeden sıradan biri gibi Mina’da şeytan taşlarken gördüğünü anlatmıştır.

 

Yine Allah Resulü:

 

hastaları ziyaret eder,

cenazelere katılır,

Davetlere icabet ederdi[12].

Ayakkabısını kendi onarır,

elbisesini yamar,

eşlerine yardım ederdi.

Bir meclise girdiğinde insanların kendisini ayakta karşılamasını istemezdi.

Çocukların yanına gider ve onlara selâm verirdi.

Onun meclisi hayâ, tevazu ve güven meclisiydi.

Arkadaşları arasında sıradan biri gibi oturur, bu sebeple bir yabancı onu sormadan tanıyamazdı.

Sofrası sade olurdu.

İnsanların sohbetlerine katılır ve eski devirleri hatırlatan şiirler okurdu[13].

Yaşamının hiçbir anında “beşer” olduğunu unutmamıştır

Allah tarafından kendisine verilen yüce meziyetlerle kendini büyük görmemiştir.

Kendisini canından çok seven ashâbın ona aşırı övgülerde bulunmasını istememiş ve onları bu konuda uyarmıştır:

لاَ تُطْرُونِى كَمَا أَطْرَتِ النَّصَارَى ابْنَ مَرْيَمَ ، فَإِنَّمَا أَنَا عَبْدُهُ ، فَقُولُوا عَبْدُ اللَّهِ وَرَسُولُهُ

 

“Hıristiyanların Meryem oğlunu (İsa’yı) övmekte aşırı gittikleri gibi siz de beni övmede aşırılık göstermeyin. Şüphesiz ki ben Allah’ın kuluyum. Onun için bana ‘Allah’ın kulu ve resûlü’ deyin.”  [14]

 

Kendisi için ayağa kalkılmasını hoş görmemiş,

toplumun en fakir kesimiyle birlikte oturup kalkmış, yemiş içmiş,

Bu tutumlarıyla insanlara örneklik eden Allah Resûlü sık sık insanları kibirden sakındırıp alçakgönüllü olmaya çağırmıştır:

 

وَإِنَّ اللَّهَ أَوْحَى إِلَىَّ أَنْ تَوَاضَعُوا حَتَّى لاَ يَفْخَرَ أَحَدٌ عَلَى أَحَدٍ وَلاَ يَبْغِى أَحَدٌ عَلَى أَحَدٍ

 

“Allah bana, mütevazı olup birbirinize karşı övünmemenizi ve birbirinize karşı haddi aşan davranışlarda bulunmamanızı vahyetti.” [15] buyurmuştur.

 

Allah’ın Sevgili Kulları

 

Hazan mevsiminde yapraklarını tek tek döken bir ağaç gibi, şu fânî dünya hayatında günlerini çarçabuk tüketmekte olan bir kula yakışan en güzel haslet, tevâzûdur, haddini bilmektir. Cenâb-ı Hak, âyet-i kerîmede şöyle buyurur:

 

وَعِبَادُ الرَّحْمٰنِ الَّذ۪ينَ يَمْشُونَ عَلَى الْاَرْضِ هَوْنًا وَاِذَا خَاطَبَهُمُ الْجَاهِلُونَ قَالُوا سَلَامًا

 

“Rahmân’ın (has) kulları onlardır ki, yeryüzünde tevâzû ile yürürler ve kendini bilmez kimseler onlara laf attığında (incitmeksizin) «Selâm!» derler (geçerler).”

 

Nitekim bir kul, Allah için tevâzû gösterdiği zaman, Allah Teâlâ, onun hikmetini artırır ve onu yükseltir. Kim de kusur ve noksanlarının farkında olmaz, bilgisizliğini kabul etmez ve daha da mühimi Allâh’ın sonsuz kudreti karşısında bir “hiç” olduğunu itiraf etmezse, kendisinde bir kıymet ve kudret vehmetmiş olur. Bu vehme kapılarak kendini beğenen bir insanın da tevâzûdan aslâ nasîbi yoktur.

 

Zira o kimse, bu hareketiyle Cenâb-ı Hakk’ın “el-Kibriyâ/büyüklük, azamet” sıfatına ortak olmaya kalkışır. Lâkin “el-Kibriyâ” sıfatının, ortaklığa aslâ tahammülü yoktur.

 

Nitekim İblis, büyüklük taslayarak “ben” dedi, kahroldu gitti.

Birçok mânevî meziyetleri olan Bel’am bin Baûra da benliğin pençesinde perişan oldu.

Yine Kârûn, Allâh’ın lutf u keremiyle ihsan ettiği nimetleri kendine izâfe ederek, “Ben kazandım.” dedi. O da dayanıp güvendiği bütün servetiyle yerin dibine gömüldü.

Tevâzûdan uzaklaşarak firavun gibi büyüklük ve azamet taslayanlar, tarih sahnesinde rezil olmaktan kurtulamamışlardır. Meselâ Ebrehe, kocaman fillerle Kâbe’yi yıkmaya geldiğinde Cenâb-ı Hak, onu çöllerden gelen aslan, kaplan ve yılanlarla değil, minicik kuşların attığı minicik taşlarla kahretti. Kendisini de Mekke önünde öldürmedi. Bilâkis büyük bir gurur ve kibirle çıktığı Yemen’de, kavminin içinde yaralı ve perişan olarak rezil ve kepâze bir sûrette öldürdü. Yine tanrılık iddiasında bulunan Nemrud’u, toz kadar bir sinekle helâk etti. Velhâsıl işte Cenâb-ı Hak’la kibriyâ ve azamet yarışına girenlerin fecî âkıbeti…

 

Burada şu husûsu da bilhassa vurgulamak yerinde olacaktır. Bir mü’min, sadece sâlih bir mü’mine karşı alçak gönüllü davranmalıdır.

 

Buna karşılık kibirli, kendini beğenmiş, burnundan kıl aldırmayan, insanlara yukarıdan bakan ve onlara haksız davranan kimselere aslâ tevâzû ile yaklaşmamalıdır. Böyle kimseler ile gönlünü dünyaya kaptıran, her şeyi para-pul, makam-mevkî ile ölçen kimselere tevâzû göstermeye kalkmak, İslâm’ın izzetinden fedakârlık yapmaktır ki, buna kimsenin hakkı yoktur.

 

Tevâzû, menfaatperestlik için haksızın karşısında ezilip büzülmek değildir. Tevâzu, hak karşısında boynu kıldan ince olmaktır.

 

Velhâsıl Cenâb-ı Hak, Peygamber Efendimizʼe:

 

وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ لِلْمُؤْمِن۪ينَ

 

“Mü’minlere şefkat ve tevâzû kanadını indir.”[16]

 

وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ لِمَنِ اتَّـبَعَكَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَۚ

 

“Sana uyan mü’minlere alçak gönüllü davran!”[17]  buyurarak Oʼnun şahsında bizlere; şefkatli, merhametli ve mütevâzı olmamızı emretmiştir.

 

Yüce Rabbimiz mü’minleri birbirine kardeş yapmış, sonra da onlara birbirinin derdiyle ilgilenmeyi, birbirinin yarasına merhem olmayı ve kardeşlerinin sıkıntılarını gidermeyi emretmiştir.

 

Şu hâlde mü’minler, kardeş olduklarını hiçbir zaman unutmayarak birbirlerine aslâ kaba davranmamalı, kendilerini diğer kardeşlerinden üstün görmemeli ve onlardan bir kabalık görünce hemen yüz çevirmeyerek kardeşlerine karşı anlayışlı olmalıdır.

 

Yâ Rabbi! Bizleri İslâm kardeşliğini en güzel bir sûrette yaşayan, birbirine karşı dâimâ tevâzû ile davranan sâlih kullarından eyle…

 

VAAZI İNDİRMEK İÇİN TIKLA WORD

 

VAAZI İNDİRMEK İÇİN TIKLA PDF

 

(Lisânü’l-ʿArab, “vażʿ” md.; Tâcü’l-ʿarûs, “vażʿ” md.) ↑

el-Mâide 5/54 ↑

el-İsrâ 17/24 ↑

(Müsned, II, 376, 414, 427; Ebû Dâvûd, “Libâs”, 25; İbn Mâce, “Zühd”, 16). ↑

MUSTAFA ÇAĞRICI, “TEVAZU”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/tevazu (19.09.2019). ↑

Hac, 22/35 ↑

Hucurât, 49/13 ↑

Buhârî, Bed’ü’l-vahy, 1. ↑

İbn Mâce, Et’ıme, 30 ↑

Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân, 49. ↑

(Gazzâlî, I, 310) ↑

(Kuşeyrî, I, 380) ↑

(Gazzâlî, II, 380-381) ↑

Buhârî, Enbiyâ, 48. ↑

Müslim, Cennet, 64. ↑

el-Hicr, 88 ↑

eş-Şuarâ, 215 ↑

 

zz

 

Allah, bana şunu vahyetti: "Birbirinize karşı alçak gönüllü olun. Hiçkimse başkasına karşı övünmesin. Hiçkimse haddini aşıp bir başkasına zulmetmesin."

(Müslim, "Cennet", 64)

Rabbimiz! Bizi, inkâr edenler için bir sınama konusu yapma. Bizi bağışla, Rabbimiz! Çünkü kudret ve hikmet sahibi olan Sensin.

(Mümtehine, 60/5

Bir koyun sürüsüne salıverilmiş iki aç kurdun yaptığı zarar, mala ve mevkiye düşkün bir adamın dinine verdiği zarardan daha büyük değildir."

(Tirmizî, "Zühd",43)

 

 

Türkiye’de 260 şubesi olan McDonald’s İsrail ordusuna ücretsiz yemek Sağladığını duyurdu…

Dikkat Edin! Yahudi İsrail, ABD ve AB mallarını boykot edin!

Anlayın! “Kâfire giden bir kuruş Müslüman’a bin kurşun olarak geri döner…”

Ey Müslümanım diyen kişi! ABD ve Yahudi "Boykot et!". Gâvura giden bir kuruş, Müslüman'a bin kurşun olarak geri döner!

 

 

Allah’ım bütün Müslümanları bir ve beraber eyle!

Allah’ım Müslümanlar’ın sıkıntılarını gider!

 

Benden sana nasihat kardeşim 4 şeyden sakın nefret etme: Annen, baban,kardeşlerin, çocukların

 

(Sadi Şirazi Rahmetullahi Aleyh)

 

 

 

 

HUCURAT SURESİNDE GEÇEN İNSAN İLİŞKİLERİNDE 9 KURAL

1- فَتَبَيَّنُٓوا Size gelen bir haberin doğruluğunu araştırın. (Hucurat 6)
2-  اَقْسِطُوا Adaletli davranın. (Hucurat 9)
3-  فَاَصْلِحُوا İnsanların arasını düzeltin. (Hucurat 10)
4-  لَا يَسْخَرْ Alay etmeyin. (Hucurat 11)
5-  لَا تَلْمِزُٓوا Birbirinizi ayıplamayın. (Hucurat 11)
6-  لَا تَنَابَزُوا بِالْاَلْقَابِ Birbirinizi (kötü) lakaplarla çağırmayın.(Hucurat 11)
7-  اِجْتَنِبُوا كَث۪يراً مِنَ الظَّنِّ Zannın bir çoğundan sakının. (Hucurat 12)
8-  لَا تَجَسَّسُوا Kusurları ve mahremiyetleri araştırmayın. (Hucurat 12)
9-  لَا يَغْتَبْ Birbirinizin gıybetini yapmayın.. (Hucurat 12

 

 

 

 

 

HUCURAT SURESİNDE GEÇEN İNSAN İLİŞKİLERİNDE 9 KURAL

1- فَتَبَيَّنُٓوا Size gelen bir haberin doğruluğunu araştırın. (Hucurat 6)

2-  اَقْسِطُوا Adaletli davranın. (Hucurat 9)

3-  فَاَصْلِحُوا İnsanların arasını düzeltin. (Hucurat 10)

4-  لَا يَسْخَرْ Alay etmeyin. (Hucurat 11)

5-  لَا تَلْمِزُٓوا Birbirinizi ayıplamayın. (Hucurat 11)

6-  لَا تَنَابَزُوا بِالْاَلْقَابِ Birbirinizi (kötü) lakaplarla çağırmayın. (Hucurat 11)

7-  اِجْتَنِبُوا كَث۪يراً مِنَ الظَّنِّ Zannın bir çoğundan sakının. (Hucurat 12)

8-  لَا تَجَسَّسُوا Kusurları ve mahremiyetleri araştırmayın. (Hucurat 12)

9-  لَا يَغْتَبْ Birbirinizin gıybetini yapmayın.. (Hucurat 12)

 

Allahümme Âmîn! Ya Muîn! Ya Mûcîb! Velhamdü lillâhi Rabbil âlemin!

 

https://can-ada.net/1-kitap-indir/kitaplar/hadis-i-serif-pdf/

 

Cenab-ı Hak,

🌹🌹🌷🌺Rabbim cümlemizi rızasından ayırmasın. Âmîn! Ya Muîn!

"Acın için Kur'an var.

İsteklerin için duâ var.

Umudun için sabır var.

Hüznün için namaz var.

..

Günahın için istiğfår var.

*Estagfirullah

Bütün dertlerin için Rabbin var.

*Elhamdülillah

Gam yok tevekkül var.

Geceler için sabahlar var.

Zorluklar için kolaylıklar var.

Üzülme.."!!

 

Çok güzel yorum yaptınız. Rabbim sizden ve sizin gibilerden ebediyen razı olun kardeşim. Sakın bizleri duada unutmayın!

Miftahul Kulüb İndirme linki:

 

https://archive.org/search?query=creator%3A%22K%C3%BCt%C3%BCb%C3%BC+Kad%C3%AEme%22

 

https://www.necatiaksu.net/

 

https://ia803406.us.archive.org/15/items/miftahul-kulub/Miftahul%20Kul%C3%BBb.pdf

 

xxxxxxx

(Esad Coşan Rahmetullahi Aleyh)

Kuşçular Köyü’nden arkadaşımız, komşumuz Mehmet Derin’in vefat ettiğini büyük bir üzüntüyle öğrendim.

Allah'ü Teâlâ rahmet eylesin, mekânı Cennet, makamı âli olsun!

Rabbim yakınlarına ve sevenlerine sabırlar versin!

 

 

Allah'ü Teâlâ rahmet eylesin, mekânı Cennet, makamı âli olsun!

 

"Annen yoksa kimsen yok"

Hoşgörü ve fedakârlıklarıyla ilham kaynağımızdır annelerimiz. Yoklukları sürekli hissettiğimiz eksikliğimizdir.

Cenneti Ayakları Altına Serilen Ulvi yaratılmışlardır Annelerimiz.

Başta şehitlerimizin anneleri olmak üzere, cennet kokulu annelerimizin Anneler Günü'nü yürekten kutluyorum.

 

cccccc

Allah'ü Teâlâ rahmet eylesin, mekânı Cennet, makamı âli olsun!

Allâhü Teâlâ son nefese kadar, son nefes dâhil, imandan, Kur’ân’dan ve Allah yolunda hizmetten ayırmasın. (Âmîn)

 

Âmîn, Ecmain Bahçıvan bir gül için bin diken yetiştirir.

Geceniz mübarek olsun! Güzel kalbinize nurlar dolsun!

Akşamınız ve geceniz mübarek olsun, gönlünüze mutluluklar dolsun! Rabbimize emanet olun! Fi emanillah!

Rahmetullahi Aleyh

 

Huzurlu mutlu geceler, Rabbim her nefesinizi ibadete çevirsin!

 

Hayırlı akşamlar, geceniz kutlu ömrünüz uzun ve bereketli olsun! Rabbim iki cihan saadeti versin!

Bu gün de güneş battı. Bir günü daha geride bıraktık. Yarın yepyeni bir gün olacak. Yeni gün, yeni umutlar, yeni hayaller... Yeni günde kendinize bir şans verin. Mutlu olmak için ne gerekiyorsa yapmaya çalışın, sevdiklerinizi mutlu edin, daha çok gülümseyin. Dünyaya bir kere geliyoruz herkes hata yapar affedin kendinizi, başka insanları. Yarın yeni bir gün tertemiz bir sayfa hayatınıza renk katın mutlu olmak sizin elinizde

HUZURLU GECELER DİLERİM

                        Rabbimiz tüm hastalarımıza acil şifalar versin!!!

https://www.facebook.com/reel/

https://www.facebook.com/reel/

لا تخجل حين تتسخ لتنال رزقك

‏فهذا أفضل لك من أن تكون بكامل أناقتك ويطعمك أحدهم

Geçimini sağlamak için kirlendiğinde utanma

Senin için zarif olup birinin seni beslemesinden daha iyidir.

 

 

Xxxxx

 

Hayırlı akşamlar, âlemlerin Rabbi Allah’ü Teâlâ’ya emanet olunuz!

 

 

İslam'ın sevgi, barış ve hoşgörü dini olduğuna dair örnekler verir misiniz?

İslam'ın sevgi, barış ve hoşgörü dini olduğuna dair örnekler verir misiniz?

Soran : akinci23

 

Tarih: 18.03.2007 - 11:37 | Güncelleme: 07.11.2020 - 09:37

  

Cevap

Değerli kardeşimiz,

 

İslam kelimesi, Arapça'da "barış" kelimesiyle aynı anlama gelir. İslam, Allah'ın sonsuz merhamet ve şefkatinin yeryüzünde tecelli ettiği huzur ve barış dolu bir hayatı insanlara sunmak için indirilmiş bir dindir. Allah tüm insanları, yeryüzünde merhametin, şefkatin, hoşgörünün ve barışın yaşanabileceği model olarak İslam ahlakına çağırmaktadır. Bakara Suresi'nin 208. ayetinde şöyle buyurulmaktadır:

 

"Ey iman edenler, hepiniz topluca "barış ve güvenliğe" (Silm'e, İslam'a) girin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır."

 

Ayette görüldüğü gibi Allah, insanların "güvenliği"nin ancak İslam'a girilmesi, Kur'an ahlakının yaşanmasıyla sağlanabileceğini bildirmektedir.

 

Allah bozgunculuğu lanetlemiştir

 

Allah, insanlara kötülük yapmaktan sakınmalarını emretmiş; küfrü, fıskı, isyanı, zulmü, zorbalığı, öldürmeyi, kan dökmeyi yasaklamıştır. Allah'ın bu emrine uymayanlar, ayetin ifadesiyle "şeytanın adımlarını izleyenler" olarak nitelendirilmiş ve açıkça Allah'ın haram kıldığı bir tutum içerisine girmişlerdir. Kur'an'da bu konudaki birçok ayetten sadece iki tanesi şöyledir:

 

"Allah'a verdikleri sözü, onu kesin olarak onayladıktan sonra bozanlar, Allah'ın ulaştırılmasını emrettiği şeyi kesip-koparanlar ve yeryüzünde bozgunculuk çıkaranlar; işte onlar, lanet onlar içindir ve yurdun kötü olanı da onlar içindir." (Rad, 13/25)

 

"Allah'ın sana verdiğiyle ahiret yurdunu ara, dünyadan da kendi payını (nasibini) unutma. Allah'ın sana ihsan ettiği gibi, sen de ihsanda bulun ve yeryüzünde bozgunculuk arama. Çünkü Allah, bozgunculuk yapanları sevmez." (Kasas, 28/77)

 

Görüldüğü gibi, Allah, İslam dininde, terör, şiddet anlamlarını da kapsayan her türlü bozgunculuk hareketini yasaklamış ve bu tür bir eylem içinde olanları lanetlemiştir. Müslüman dünyayı güzelleştiren, imar eden insandır.

 

İslam, düşünce hürriyetini ve hoşgörüyü savunur

 

İnsanların fikir, düşünce ve yaşam özgürlüğünü açıkça sağlayan ve güvence altına alan bir din olan İslam, insanlar arasında gerginliği, anlaşmazlığı, birbirlerinin hakkında olumsuz konuşmayı ve hatta olumsuz düşünceyi (zan) dahi engelleyen ve yasaklayan emirler getirmiştir.

 

Değil terör ve çeşitli şiddet eylemi, İslam, insanların üzerinde fikri olarak bile en ufak bir baskı kurulmasını yasaklamıştır:

 

"Dinde zorlama (ve baskı) yoktur. Şüphesiz, doğruluk (rüşd) sapıklıktan apaçık ayrılmıştır." (Bakara, 2/256)

 

"Onlara 'zor ve baskı' kullanacak değilsin." (Gaşiye, 88/22)

 

İnsanların bir dine inanmaya veya o dinin ibadetlerini uygulamaya zorlanması, İslam'ın özüne ve ruhuna aykıdır. Çünkü İslam, inanç için özgür iradeyi ve vicdani bir kabulü şart koşar. Elbette Müslümanlar birbirlerini Kur'an'da anlatılan ahlaki vasıfların uygulanması için uyarabilir, teşvik edebilirler. Ama asla bu konuda bir zorlama yapılamaz. Ya da dünyevi bir imtiyaz tanınarak, kişi dini uygulamaya yönlendirilemez.

 

Bunun aksi bir toplum modeli varsayalım. Örneğin insanların ibadet yapmaya zorlandıklarını farzedelim. Böyle bir toplum modeli İslam'a tamamen aykırıdır. Çünkü inanç ve ibadet, sadece Allah'a yönelik olduğunda bir değer taşır. Eğer bir sistem insanları inanca ve ibadete zorlayacak olursa, bu durumda insanlar o sistemden korktukları için dindar olurlar. Din açısından makbul olan ise, vicdanların tamamen serbest bırakıldığı bir ortamda Allah rızası için dinin yaşanmasıdır.

 

Allah masum insanların öldürülmesini haram kılmıştır

 

Bir insanı suçsuz yere öldürmek, Kur'an'a göre en büyük günahlardan biridir:

 

"Kim bir nefsi, bir başka nefse ya da yeryüzündeki bir fesada karşılık olmaksızın (haksız yere) öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu (öldürülmesine engel olarak) diriltirse, bütün insanları diriltmiş gibi olur. Andolsun, elçilerimiz onlara apaçık belgelerle gelmişlerdir. Sonra bunun ardından onlardan bir çoğu yeryüzünde ölçüyü taşıranlardır." (Maide, 5/32)

 

"Ve onlar, Allah ile beraber başka bir ilaha tapmazlar. Allah'ın haram kıldığı canı haksız yere öldürmezler ve zina etmezler. Kim bunları yaparsa 'ağır bir ceza ile' karşılaşır." (Furkan, 25/68)

 

Yukarıdaki ayetlerde görüldüğü gibi, masum insanları haksız yere öldüren kişiler büyük bir azapla tehdit edilmişlerdir. Allah tek bir kişiyi öldürmenin, tüm insanları öldürmek kadar ağır bir suç olduğunu haber vermiştir. Allah'ın sınırlarını koruyan bir insanın değil binlerce masum insanı katletmek, tek bir insana bile zarar verme ihtimali yoktur. Dünyada adaletten kaçarak cezadan kurtulacağını sananlar, öldükten sonra, ahirette Allah'ın huzurunda verecekleri hesaptan asla kaçamayacaklardır. İşte bu nedenle ölümlerinin ardından Allah'a hesap vereceklerini bilen müminler Allah'ın sınırlarını korumakta büyük bir titizlik gösterirler.

 

Allah, müminlere şefkatli ve merhametli olmalarını emreder

 

Bir ayette Müslüman ahlakı şöyle anlatılmaktadır:

 

"Sonra iman edenlerden, sabrı birbirlerine tavsiye edenlerden, merhameti birbirlerine tavsiye edenlerden olmak. İşte bunlar, sağ yanın adamlarıdır." (Beled, 90/17-18)

 

Allah'ın, ahiret günü kurtuluşa erenlerden olmaları, rahmetine ve cennetine kavuşabilmeleri için kullarına indirdiği ahlakın en önemli özelliklerinden biri ayette görüldüğü gibi "merhameti birbirlerine tavsiye edenlerden olmak"tır.

 

Kur'an'da tarif edilen İslam son derece modern, aydınlık, ilerici bir yapıya sahiptir. Gerçek Müslüman, her şeyden önce, barışçı, hoşgörülü, demokrat ruhlu, kültürlü, aydın, dürüst, sanattan ve bilimden anlayan, medeni bir kişilik yapısına sahiptir.

 

Kur'an'ın getirdiği güzel ahlakla yetişen bir Müslüman, herkese İslam'ın öngördüğü sevgiyle yaklaşır; her türlü fikre karşı saygılıdır; estetiğe ve sanata değer verir, olaylar karşısında her zaman uzlaştırıcı, gerilimi azaltan, kucaklayıcı, itidalli davranışlar sergiler. Böyle insanların oluşturdukları toplumlarda ise, bugün en modern devletler arasında gösterilen ülkelerden daha gelişmiş bir medeniyet, yüksek bir toplumsal ahlak, neşe, huzur, adalet, güvenlik, bolluk ve bereket hakim olacaktır.

 

Allah Hoşgörü ve Affediciliği Emretmiştir

 

Kur'an-ı Kerim'in Araf Suresi'nin 199. ayet-i kerimesindeki "Sen af yolunu benimse" sözleriyle ifade edilen "affedicilik ve hoşgörü" kavramı, İslam dininin temel kaidelerinden birini oluşturur.

 

İslam tarihine bakıldığında, Müslümanların Kur'an ahlakının bu önemli özelliğini sosyal yaşama nasıl geçirdikleri çok açık bir şekilde görülür. Müslümanlar ulaştıkları her noktada, hatalı uygulamaları ortadan kaldırarak hür ve hoşgörülü bir ortam oluşturmuştur. Din, dil ve kültür bakımından birbirine taban tabana zıt olan halkların aynı çatı altında barış ve huzur içerisinde yaşamalarını sağlamış, kendisine tabi olanlara da büyük bir ilim, zenginlik ve üstünlük kazandırmıştır. Nitekim büyük bir coğrafyaya yayılmış olan Osmanlı İmparatorluğu'nun varlığını yüzyıllarca devam ettirebilmesindeki en önemli nedenlerden biri, İslam'ın getirdiği hoşgörü ve anlayış ortamının yaşanması olmuştur. Asırlardır hoşgörülü ve şefkatli yapılarıyla tanınmış olan Müslümanlar, her zaman dönemlerinin en merhametli ve en adil kişileri olmuşlardır. Bu çok uluslu yapı içerisindeki tüm etnik gruplar, yıllarca mensubu oldukları dinleri özgürce yaşamışlar, üstelik dinlerini ve kültürlerini yaşayabilecekleri tüm imkanlara da sahip olmuşlardır.

 

Gerçek anlamda Müslümanlara mahsus olan hoşgörü, ancak Kur'an'ın emrettiği doğrultuda uygulandığında tüm dünyaya barış ve esenlik getirir. Nitekim Kur'an'da

 

"İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen, en güzel bir tarzda(kötülüğü) uzaklaştır; o zaman, (görürsün ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak bir dost (un) oluvermiştir." (Fussilet, 41/34)

 

ayet-i kerimesi ile bu özelliğe dikkat çekilmiştir.

 

Tüm bunlar, İslam'ın insanlara öğütlediği ahlak özelliklerinin, dünyaya barış, huzur ve adalet getirecek erdemler olduğunu göstermektedir. Şu an dünya gündeminde olan ve adına "İslami terör" denen barbarlık ise, Kur'an ahlakından tamamen uzak, cahil ve bağnaz insanların, dinle gerçekte hiç bir ilgisi olmayan canilerin eseridir. İşledikleri vahşetleri İslam kisvesi altında yürütmeye çalışan bu kişi ve gruplara karşı uygulanacak kültürel çözüm, gerçek İslam ahlakının insanlara öğretilmesidir.

 

Başka bir deyişle, İslam dini ve Kur'an ahlakı, terörizmin ve teröristlerin destekleyicisi değil, yeryüzünü terörizm belasından kurtaracak çaredir.

 

Barış Dini ve Sevgi Peygamberi

 

Peygamberler, dünyayı esenlik ve barış yurdu hâline getirmek için görevlendirilmiş kimselerdir. Onlar, insanlığa "barış ve esenlik" anlamına gelen İslâm dinini ulaştırmak için gönderilmişlerdir. Bir hadislerinde Peygamberimiz (s.a.s.),

 

"Biz peygamberler baba bir kardeşleriz, hepimizin dini birdir." (Buharî, Enbiya, 48)

 

buyurmuştur. Yüce Allah da Kur'ân'da,

 

"Allah katında yegâne geçerli din İslâm'dır." (Âl-i İmran, 3/19)

 

buyurur ve bütün peygamberlerin bu dini insanlara tanıtmak için geldiğini ve bu konuda peygamberlerin ilk örnekleri insanlara sunduğunu haber verir.

 

İslâm, barış ve esenlik demektir. Müslüman da barış ve esenliğe ermiş, barış ve esenliği hedeflemiş kimse demektir. Yüce Allah'ın bir adı da 'Selâm'dır. Buna göre O, barış ve esenlik kaynağıdır. O'na teslim olan Müslüman, barış ve esenlik kaynağına bağlanmakla önce kendi iç dünyasında huzur ve sükuna kavuşan, sonra da tanıştığı bu huzuru dış dünyasına taşıma sevdasında olan kimse demektir. Gerçekten de iyi Müslüman, en olumsuz şartlarda bile yaşasa, her türlü stres, buhran ve iç huzuru zedeleyen duygulardan uzak kalmaya çalışır. Bu sebeple 'Darü's-Selâm' (barış ve esenlik yurdu) Cennet'e talip olan Müslüman dünyayı, barış yurdu hâline getirmekle görevlendirilmiştir. Bir açıdan bu yüzden de olacak ki ilk insan, dünyaya gelmeden önce Cennet'e konmuş, Cennet'te bir süre yaşayıp Cennet kültürü ile donatıldıktan sonra dünyaya gönderilmiştir. Artık dünyaya gönderilen insan, kaybettiği Cennet'in sevdasıyla yanıp tutuşmakta, önce onu dünyada kurmaya çalışmakta ve hiç olmazsa âhirette ona tekrar kavuşmayı düşlemektedir.

 

Aynı şekilde Müslüman'ın bir adı da 'emniyet ve güven sahibi' anlamında 'Mü’min'dir. Yüce Allah'ın bir adı da 'Mü’min'dir. Dolayısıyla güven kaynağı Yüce Allah'a inanan, O'na bağlanan mü'min, kendi iç dünyasında tutarlı, huzurlu olan ve iç dünyasında kurduğu bu güven ortamını dış dünyaya taşıyan kimse demektir. Bu yüzden inanan insanın varlığı, herkes için hayırdır. Nitekim Kur'ân, İslâm toplumundan bahsederken şöyle buyurur:

 

"Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten meneder ve Allah'a inanırsınız..." (Âl-i İmran, 3/110)

 

İslâm dininin sahibi olan Yüce Allah'ın bir adı da Vedûd'dur (Hûd 11/90). Vedûd, çokça seven ve sevilen anlamına mubalâğalı ism-i fail kalıbıdır. Evet Yüce Allah, sevgi kaynağıdır. Sevgiyi O yaratmış ve bizim özümüze de "Kendi Ruhu'ndan üflerken" sevgiyi O yerleştirmiştir. İbn Arabî'nin dediği gibi,

 

"Biz sevgiden sudur ettik, sevgi üzerine yaratıldık, sevgiye doğru yöneldik ve sevgiye verdik gönlümüzü." (İbnü'l-Arabî 1998, 38)

 

Nitekim bir âyette şöyle buyurulmuştur:

 

"Rabbim Rahimdir, Vedûddur" (pek merhametlidir, kullarını çok sever)."(Hûd, 11/90)

 

İşte kendisi her bakımdan güzel olan ve güzeli seven Yüce Allah, fıtratlara sevgiyi yerleştirmiş ve onun söz ve davranışlara yansımasını sağlamak için sevgi yumağı peygamberler göndermiş, sevmeyi ve sevilmeyi sağlayan düsturlar mecmuası kitaplar indirmiştir. Son olarak da Hz. Muhammed (s.a.s)'i göndererek, "birbirini yemede sırtlanları geçmiş" olan insanlardan, birbirini seven, başkasını kendisine tercih eden Müslümanlar yetiştirmiştir. Bu konudaki pek çok âyetten ikisi şöyledir:

 

"Hep birlikte Allah'ın ipine sımsıkı yapışın; parçalanmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O'nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah, size âyetlerini böyle açıklar ki, doğru yolu bulasınız."(Âl-i İmran, 3/103)

 

"Daha önceden Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık hissetmezler. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir." (Haşr, 59/9)

 

İslâm'a göre en büyük fetih, barıştır. Nitekim Fetih Sûresi'nin ilk âyeti olan "Biz Sana aşikâr bir fetih ve zafer ihsan ettik." âyetindeki "Feth-i Mübin"den kasıt, pek çok tefsirciye göre, Hudeybiye Barış Anlaşmasıdır (Taberî, 26:67-68; İbn Kesîr, 4:183) Neredeyse savaşın eşiğine gelmiş iki grup arasında imzalanan bu anlaşmanın en önemli maddesine göre ise, Müslümanlarla Mekke Müşrikleri on yıl süreyle birbirleriyle savaş yapmayacaklardı. Bedir, Uhud ve Hendek savaşlarından sonra Hicretin 6. yılında yapılan bu anlaşma ile Peygamberimiz (s.a.s.), güven ve barış dini İslâm'ın yayılmasının önündeki savaş engelini kaldırmıştır, bir bakıma, insanlar ile iradî tercihleri ve doğruyu bulma arasındaki engel kaldırılmıştır.

 

Sevgi ve Güven Âbidesi Hz. Muhammed

 

Hz. Peygamber (s.a.s.), varlığı insanlığın hayır ve yararına olan toplumu oluşturmak için çalışmış ve sonuçta böyle bir toplumu oluşturarak bu dünyadan ayrılmıştır. Nitekim, Onun sağlığında Hayber Yahudileri, Müslümanlardan gördükleri adalet ve hakkaniyet karşısında "Herhalde Cennet, Müslümanların eliyle yeryüzünde kuruldu." demekten kendilerini alamamışlardır. Peygamberimiz (s.a.s.), bizzat kendi hayatıyla bunun en güzel misalini sunmuştur.

 

"Andolsun ki, Resûlullah, sizin için, Allah'ı ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çokça zikredenler için güzel bir örnektir." (Ahzâb, 33/21)

 

Nitekim O, daha peygamber olmadan Mekke'de sergilediği kırk yıllık örnek hayatında herkesin takdirini kazanmış ve 'Muhammedü'l-Emîn' (Güvenilir Muhammed) denilmeye başlanmıştı. Onun bu güvenilirliği ve saygınlığı kendini, Hz. Hatice (ra)'nin ona uluslararası ticaret işlerini teslim etmesinde, Kâbe'deki Hakemlik olayında ve Mekke'de haksızlıklarla mücadele adına kurulmuş olan Hılfu'l-Fudul cemiyetinin saygın bir üyesi olmasında göstermişti. Yine peygamber olmadan önce yaptığı ticari ortaklıklarda O'nun güvenilirliği ve dürüstlüğü herkesin dikkatini çekmekteydi. O'nun peygamber olmadan önceki hayatı, altmış üç yıllık ömrünün yarısından fazla, kırk yıllık uzun bir süredir. O, bu dönemde Allah'tan vahiy almadan önce de, bir insan olarak tertemiz ve herkes için bir emniyet âbidesi olarak yaşamıştı. Hem de pek çok insanın pek çok erdemden yoksun olduğu bir dönemde. Bu sebeple O'nun, peygamber olmadan önceki ahlâkî güzelliği, olumsuz şartları bahane ederek işledikleri kötülükleri, yahut yapmadıkları güzellikleri örtbas etmeye çalışan günümüz insanı için son derece önemli ve anlamlıdır. O'nun peygamber olmadan önce de güzellikleriyle toplum içerisinde tanınan bir insan olduğunu açıklayan Kur'ân âyetlerinde şöyle buyurulur:

 

"Yoksa peygamberlerini henüz tanımadılar da bu yüzden mi onu inkâr ediyorlar?" (Mü'minûn, 23/69)

 

"De ki: Eğer Allah dileseydi onu size okumazdım, Allah da onu size bildirmezdi. Ben bundan önce bir ömür boyu içinizde durmuştum. Halâ akıl erdiremiyor musunuz?" (Yunus, 10/16)

 

Ben peygamber olmadan önce kırk yıl aranızda yaşadım. Siz benim doğruluğumu, dürüstlüğümü, emanete hıyanet etmeyişimi, ümmiliğimi biliyorsunuz. Ben gençliğimde hiç Allah'a isyan etmedim. Şimdi siz benden, böyle bir şeyi nasıl istersiniz? (Kurtubî, 8:321) O'nun sahip olduğu güzelliklerle ilgili Kur'ân âyetlerinden biri de şöyledir:

 

"Gerçekten Sen çok üstün bir ahlâk üzeresin." (Kalem, 68/3)

 

Fatiha ve Alâk sûresinden sonra üçüncü sırada inen Kalem sûresinin bu âyeti, O'nun baştan beri sahip bulunduğu faziletleri açık bir şekilde tescil etmektedir. Çünkü henüz onun tüm hayatını kuşatan Kur'ân âyetleri inmemişti; buna rağmen O, büyük bir ahlâk üzere bulunuyordu. Daha sonra O'nun, Kur'ân’la kendi içinde daha da olgunlaşan, mükemmellik içinde mükemmellik kazanan ahlâkî kişiliğini eşi Hz. Ayşe (ra) şöyle özetleyecekti:

 

"Onun ahlâkı Kur'ân'dı." (İ. Hanbel, Müsned, 6:188)

 

Hz. Hatice Vâlidemiz'le evlenirken nikâh merasiminde söz alan amcası Ebû Talip henüz yirmi beş yaşındaki yeğenini şöyle tanımlıyordu: "Doğrusu Muhammed, Kureyş'in hiçbir gencine benzemeyen, onlardan hiçbiriyle bir tutulamayan bir gençtir. Çünkü o, şeref, asalet, erdem ve akıl bakımından onlardan ayrılır." (İ. Hişam, 1/201)

 

Kendisine ilk vahiy geldiğinde, gördüğü manzara karşısında heyecanlanan Hz. Peygamber (s.a.s)'e vefakâr ve fedakâr eşi Hz. Hatice (ra) şöyle diyordu:

 

"Sen rahat ol, üzülme. Allah'a yemin ederim ki, Allah seni asla utandırmayacak, ele güne rezil etmeyecektir. Çünkü sen, akrabalık bağlarını gözetirsin. Hep doğru söylersin. Emanete hıyanet etmezsin. Sıkıntılara katlanmasını bilirsin, güçsüzlerin elinden tutarsın. Misafir ağırlamayı seversin. Zor durumda kalan mağdurların hakkını korumak için onlara yardım edersin." (a.g.e., 1:253)

 

O'nun sahip olduğu bu erdemler, düşmanları tarafından bile teslim edilmişti. Rum Kisrası, elçi olarak huzurunda bulunan, o zaman henüz iman etmemiş Ebû Süfyan'a Peygamberimiz (s.a.s)’in özellikleri ile ilgili sorular sormuş ve aralarında şöyle bir diyalog geçmişti:

 

- Bundan önce, onun hiç yalan söylediğine şahit oldunuz mu?

- Hayır, asla böyle bir şeye şahit olmadık.

- İnsanlara yalan söylemeyen, vallahi Allah'a yalan söylemez!

 

Habeşistan'a hicret eden Cafer b. Ebî Talib de Necaşî'nin huzurunda şunları söylemişti:

 

"Ey Kral! Allah içimizden, aramızda yaşadığı kırk yıl doğruluğu, dürüstlüğü, asaleti, emanete riâyetkârlığı ile tanıdığımız bir kimseyi peygamber gönderdi..." (İbn Kesir, Tefsir, 2:411)

 

Peygamberliğinin onuncu yılında müşrik ve kâfirlerin aşırı baskılarına maruz kalan Peygamberimiz (s.a.s.), davetini taşımak ve onlardan kendisine arka çıkmalarını sağlamak için Taif'e gitti. Orada on gün kaldı ve ev ev dolaşarak onlara doğruları anlattı. Sonuçta onlar Hz. Muhammed (s.a.s)'le alay ettiler ve onu kovdular ve o çıkıp giderken onu ve arkadaşı Zeyd'i ayaklarından kan akıncaya kadar taşladılar. O (s.a.s.), Taiflilerin elinden kendini bir bağa zor atmış ve orada şöyle dua etmişti:

 

"Allahım! Güçsüz ve zayıflığımı, hor ve hakir görülüşümü Sana arz ediyorum. Ey merhametlilerin en merhametlisi! Zayıf ve güçsüzlerin Rabbi Sensin, benim Rabbim de! Şimdi beni kime bırakıyorsun. Beni, senden uzak olan düşmanlara mı bırakıyorsun? Eğer bana kızmamışsan, hiç önemli değil, çektiklerim bana hiç dokunmaz. Ben Sana, Senin nuruna sığınırım. Bana gazap etmenden korkarım. Senin af ve merhametin benim için çok geniştir. Her şey Senin rızan içindir. Bütün güç kuvvet Senin elindedir." (Köksal, 5/66-71)

 

İşte o sırada kendisine gelen ve eğer istersen bu toplumu helâk edelim diyen meleğe Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle karşılık vermiştir:

 

"Hayır, hayır. Ben onların helâk edilmelerini istemiyorum. Aksine Allah'ın onların soyundan, yalnız Allah'a ibadet edecek, O'na hiçbir şeyi ortak koşmayacak kuşaklar çıkarmasını diliyorum!" (Köksal, 5/76)

 

Uhud savaşında yaralanıp dişi kırılınca, O, "Müşriklere beddua etseniz!" diyenlere;

 

"Ben lânetçi olarak gönderilmedim. Ya Rab! Kavmime hidâyet nasip et, çünkü onlar bilmiyorlar."(Buhari, Enbiya, 37)

 

diye dua etmişti. Kısaca O, insanlığa sevdalı, bütün varlığını insanlığın kurtuluşuna adamış bir sevgi ve merhamet peygamberiydi.. Ona göre, bir kişinin hidâyete ermesi, yani gerçekle tanışması, tüm dünya ve içindekilerden çok daha hayırlıydı.

 

Hicretin sekizinci yılında Mekke fethedilmişti. 53 yıllık baba ocağını Peygamberimiz (s.a.s)’e ve O'nunla beraber inananlara dar eden, onlara olmadık işkence ve eziyeti reva gören, onları Mekke'den sürüp çıkaran, bununla da kalmayıp onları Medine'de bile rahat bırakmayan, defalarca Medine'ye saldırılar düzenleyen Mekkeliler Hz. Muhammed (s.a.s.) komutasında Mekke'ye giren on bin kişilik orduya beyaz bayrak kaldırıp teslim olmuşlardı. Tüm Mekkelilerin biraz heyecan ve biraz da korkuyla bekledikleri bir sırada Hz. Muhammed (s.a.s.), onlara karşı, sevgi, merhamet ve hoşgörüyü zirvede temsil eden insan olarak

 

"Size bugün hiçbir şekilde başa kakma ve kınama yok. Allah sizi yarlıgasın. O, esirgeyicilerin en esirgeyicisidir. Gidiniz, hepiniz serbestsiniz!" (Köksal, 15/288-289)

 

diyerek şanına yaraşanı yapmıştır.

 

Allah Resûlü'nün Kur'ân âyetlerinde ve kendi sözlerinde geçen pek çok ismi ve sıfatı, bizim O'nu doğru olarak tanımamızda oldukça önemlidir.

 

O Rahmet Peygamberidir (Rasülü'r-Rahme, Nebiyyü'l-Merhame). O, belli bir kesime değil, tüm âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir.

 

O, Müjdeci ve Uyarıcıdır (el-Mübeşşir, el-Beşîr; el-Münzir, en-Nezîr)

 

O, apaçık gerçektir (el-Hakku'l-Mübîn).

 

O, tutunulacak en sağlam kulptur (el-Urvetü'l-Vüskâ).

 

O, dosdoğru yoldur (es-Sırâtü'l-Müstakîm)

 

O, ışığıyla etrafını aydınlatan parlak bir yıldızdır (en-Necmü's-Sâkıb).

 

O, aydınlatan bir kandildir (en-Nûr, es-Sirâcü'l-Münîr).

 

O, Allah'a çağıran bir davetçidir (Dâi ilâllah).

 

O, şefaati makbul bir şefaatçidir (eş-Şefî', el-Müşeffe').

 

O, ıslahatçıdır (el-Muslih).

 

O, Allah'ın sevgilisi ve dostudur (Habîbullah, Halîlürrahman).

 

O, güçlü delil ve kanıt sahibidir (Sâhıbü'l-Hucce ve'l-Bürhân).

 

O, Allah'ın seçtiği seçkin kişidir (el-Mustafa, el-Müctebâ, el-Muhtâr).

 

O, övülmüş, övülmeye lâyık kişidir (Muhammed, Ahmed, Mahmûd, Hâmid).

 

O, Güvenilir Muhammed'dir (Muhammedü'l-Emîn).

 

O, peygamberlerin sonuncusudur (Hâtemü'n-Nebiyyîn) (Kadı Iyaz, 189-195).

 

İşte O, sevgi yumağı, güven ve dürüstlük âbidesi seçilmiş, gaye insanı anlamak, her şeyden önce O'nu tanımak, O'nun gibi olmakla ve O'nu sevmekle mümkündür. Zaten O'nu anlamanın anlamı da budur. Nitekim O,

 

"Benim sünnetimi izleyen bendendir, ondan yüz çeviren ise benden değildir." (Ma'mer ibn Raşid, 11/291)

 

buyurarak, bu gerçeğin altını çizmiştir. Kısaca söylemek gerekirse Peygamber Efendimiz (s.a.s)’i anlamak ve sevmek, her yönüyle O'nu doğru bir biçimde tanımak, O'na uymak, O'nun adını çokça anmak, O'nun ismine ve bize bıraktığı evrensel değerlere saygı duymak, O'nun sevdiklerini sevip, sevmediklerinden uzak olmak, O'nun ahlâkı olan Kur'ân ahlâkıyla ahlâklanmakla olur.

 

Peygamberimiz’in Hayatından Sevgi Tabloları

 

Şimdi Allah Resûlü'nün hayatından sevgi tabloları sunmak istiyoruz:

 

1. Allah Sevgisi: Allah Resûlü (s.a.s.), sürekli Allah'ın gözetimi altında bir kul olduğunun şuurundaydı. O'na karşı kulluk görevlerini aksatmadan ve kendine yaraşır bir biçimde yerine getirmeye gayret ediyordu. Bu konuda O'nun hedefi, "Şükreden bir kul olmaktı" (Buharî, "Münafikun," 79) Peygamberimiz (s.a.s), Allah'ı en iyi bilendi. O'nunla irtibat hâlindeydi. O'nun hoşnutluğunu kazanmak tek derdiydi. Ölüm, onun için O'na kavuşmaktı. Nitekim O’nun pek çok sözünde Allah sevgisi, Allah için sevmek ana tema olarak işlenmiştir. Zaten O’nun bir sevgi yumağı oluşunun temelinde de, sevgi kaynağı olan Yüce Allah'a olan bu yakınlık ve irtibatı yatmaktadır.

 

2. Çocuk Sevgisi: Peygamber Efendimiz (s.a.s.), çocukları kucağına alır, öper okşardı. (Buharî, "Edeb", 22) On tane çocuğu olduğu halde hiç birisini alıp öpmediğini söyleyen birisine, "Merhamet etmeyene merhamet edilmez. Allah kalbinden merhameti söküp almışsa ben ne yapabilirim!" (a.y.) buyurmuştu. Çocuklarla ilgilendiği gibi gençlerle de özellikle ilgilenmiş, onları ciddiye almış, onlara değer vermiştir. O'na ilk inananlar arasında gençlerin ayrı ve önemli bir yeri vardı. O, liyakatli gençleri çok büyük sahabilerinin de içinde bulunduğu ordulara kumandan tayin ederek onları taltif etmiştir. O, Tebûk gazvesinde Neccaroğulları sancağını henüz yirmi yaşındaki Zeyd b. Sabit'e vermiş; Bedir savaşında yirmi bir yaşlarındaki Hz. Ali'yi sancaktar tayin etmiş; Kudâaoğulları üzerine gönderilen kırk bin kişilik ordunun başına on sekiz yaşındaki Üsame b. Zeyd'i geçirmiş; yirmi bir yaşındaki Muaz b. Cebel'i Yemen'e vali olarak göndermişti.(Doğuştan Günümüze…, 1:391-392)

 

3. Aile ve Akraba Sevgisi: Ailesine düşkün bir ev reisiydi. Ev işlerinde onlara yardım etmekten asla çekinmezdi. Yeri gelince et doğrar, kabak doğrar, sökük dikerdi. Aile bireylerinin Allah'a karşı görevlerini yerine getirme konusunda da onlara çok düşkündü. Çünkü O,

 

"Ailene namazı emret; kendin de ona sabırla devam et. Senden rızık istemiyoruz; (aksine) Biz seni rızıklandırıyoruz. Güzel sonuç, takvâ iledir." (Tâhâ, 20/132)

 

emrinin muhatabıydı. O, davetine önce akrabalarından başlamıştı. Çünkü Allah öyle buyurmuştu:

 

"(Önce) en yakın akrabanı uyar." (Şuara, 26/214)

 

Akrabalık ilişkilerini her zaman sürdürmüş ve yakınlarından da bunu istemişti. O, anne baba sevgisi üzerinde ısrarla durmuş, süt annesini, süt kardeşini, baba dostunu sevmeyi ısrarla istemiş, kendisi de onlara gereken ilgiyi göstererek en güzel misali sunmuştu.

 

4. Arkadaş Sevgisi: Peygamberimiz (s.a.s.), cahiliye döneminin karanlıklarında yaşayan insanları her türlü sıkıntıya cefaya katlanarak insanlık tarihinin en mükemmel insanları seviyesine yükseltmiştir. Bir zamanlar kendisine olmadık işkence ve eziyeti yapmış olanları af ve onore etmiştir.

 

"And olsun size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, mü’minlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir." (Tevbe, 9/128)

 

"Mü’minlere kol kanat ger, onları şefkatle koru!" (Hıcr, 15/88)

 

"Sana tâbi olan mü’minlere kol kanat ger..." (Şuara, 26/215)

 

5. Ümmet Sevgisi: Hayatını ümmetine adadığı gibi, ahirette de, peygamberlerin bile kendi derdine düşeceği anda O (s.a.s.), "Ümmetî, ümmetî! Allah'ım, ümmetimi isterim ümmetimi!" (Ebu Avâne, Müsned, 1:158) diyecektir.

 

6. İnsan Sevgisi: O, bütün âlemlere rahmet olarak gönderilmiş bir peygamberdir (Enbiya, 21/107). Ne kadar kötü de olsa herkesi davetine muhatap olarak kabul eden bir peygamber. İnsanları kurtarmak için hiçbir fedakârlıktan kaçınmayan bir peygamber. Ev ev, panayır panayır, şehir şehir dolaşmış, en zor şartlarda ve zamanlarda pek çok yere seferler düzenlemiş bir peygamber. İnanç ayrımı yapmadan konu komşusuna karşı görevlerini yerine getirmiş bir peygamber. Yanlış yere insanların öldürülmesine ve kim olursa olsun onlara eziyet, işkence edilmesine, insanların köleleştirilmesine şiddetle karşı çıkmış bir peygamber. Savaşta bile işkence edilerek insanları öldürmeyi yasaklamış, savaşa katılmayanlara ve Müslüman olduğunu söyleyenlere asla dokunulmamasını emretmiştir. O'nun döneminde yapılan savaşlarda ölen insanların sayısı dört yüzü bulmamaktadır.

 

Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in sevgi ve şefkati ilâhî kaynaklıydı;

 

"O vakit Allah'tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi. Şu hâlde onları affet; bağışlanmaları için dua et; iş hakkında onlara danış. Kararını verdiğin zaman da artık Allah'a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever." (Âl-i İmran, 3/159)

 

7. Diğer Canlılara ve Çevreye olan Sevgisi: O'nun, insan dışındaki canlılara, hayvan ve bitkilere de büyük değer verdiğini ve temiz bir çevre için elinden gelen her şeyi yaptığını görüyoruz. O,

 

"Yerdekilere merhamet edin ki göktekiler de size merhamet etsin." (Tirmizî, Birr, 16)

 

buyurarak merhamete erişmeyi, tüm yeryüzündeki varlıklara merhamet etmeye endekslemiştir. Bir köpeğe su veren kadının bağışlandığını belirtirken, bir kediye eziyet edip ölümüne sebep olmanın Allah'ın gazabını çektiğini vurgulamıştır. Bir keçiyi sağan adama uğradığında ona şunları söylemiştir:

 

"Sağdığında yavrusu için de süt bırak." (Mecmua'z-Zevaid, 8:196)

 

Kendisine, "Hayvanlara yapılan iyilik için de mükâfat var mı?" diye soranlara şu cevabı vermiştir: "Evet, her canlıya yapılan iyilik için mükafat vardır." (Buhari, Şürb, 9) O, hayvanları bile keserken, bilenmiş bıçakla ve hayvana fazla eziyet çektirilmeden kesilmelerini özellikle emretmiştir. (Müslim, "Sayd". 57)

 

Kendisi bir defasında beş yüz hurma ağacını birden dikmiş (İ. Hanbel, 5:354) ve bu konuda şunları söylemiştir:

 

"Bir Müslüman bir ağaç diker de bunun meyvesinden insan, evcil veya vahşi hayvan, veya bir kuş yiyecek olsa, yenen şey diken için bir sadaka hükmüne geçer." (Müslim, Müsakat, 10)

 

"Kıyamet kopma anında bile olsa, elinde bir ağaç filizi bulunan onu mutlaka diksin." (Buharî, el-Edebü'l-Müfred, 168)

 

Davarları yapraklarını yesin diye, bir ağacı sopayla çırpan adama şöyle müdahalede bulunmuştu:

 

"Biraz ağır ol bakalım, ağaca vurarak, onu kırıp dökerek değil, tatlılıkla sallayarak yaprağını dök!" (Üsdü'l-Ğabe, 3:276)

 

Yüce Allah'ın Mekke'yi Harem bölge yaparak bir anlamda sit alanı ilân etmesi yanında, O da (s.a.s.), Medine ve Taif'i sit alanı ilân etmişti (Bayraktar, 5:223-227)

 

"Yeryüzü bana mescid kılındı, onun toprağı temiz ve temizleyicidir,"

 

buyuran Hz. Peygamber (s.a.s)'in Mekke, Medine, Uhud dağı ve başka yerlerin sevgisini dile getiren pek çok hadisi vardır. O, gök cisimleriyle de ilgilenmiş, onların doğuş ve batışlarını dua fırsatı olarak değerlendirmiştir.

 

Peygamber'i Sevmek

 

Sevgi gönülde yer eden, dış dünyaya söz ve davranışlarla yansıyan bir duygudur. Sevgi bir verme eylemidir. Sevdiğine gönül verme, sevdiği uğruna verilmesini gerekeni vermedir sevgi. Peygamber (s.a.s)'i sevmek, O'na gönül vermek, özveride bulunma, hattâ gerektiğinde O'nun uğruna malını ve canını verme ile olur. Bu ise, O'nu tanımak, O'nu izlemek, O'nun sevdiklerini sevmek, O'nun bize emanetleri olan Kitap ve Sünnet'e saygı duymak ve sahip çıkmak, hiçbir konuda O'nun önüne geçmemekle gerçekleşir.

 

Bilgi olmadan sevgi olmaz. Bu yüzden, O'nu doğru bir şekilde tanımadan lâyıkıyla sevemeyiz. O'nun sevgisini sadece adını taşımak ve adını saygıyla anmak, O'nun özel eşyalarına (Mukaddes Emanetler) saygı duymakla sınırlamak doğru değildir. O'nu sevmek demek, O'nu saygıyla ve çokça anmak demektir. Tevhidi okurken, ona salâvat getirirken, ezan-ı Muhammedî okurken-dinlerken, namazda tahıyyatta "Allah'ın selâmı, rahmet ve bereketi senin üzerine olsun ey Nebî!" derken, salli-bârik dualarını okurken O'nu andığımızın farkında olmaktır.

 

Sevilmek için sevmek gerekir. Sevgiyi hak etmek, sevmek ve sevilmek için ise sevgi kaynağı Yüce Allah ile bağlantılı olmakla mümkündür.

 

"İman edip, makbul ve güzel işler yapanları Rahman, (hem Allah, hem de mahluklar nezdinde) sevgili kılacaktır..." (Meryem, 19/96)

 

Sevginin kaynağı, bir adı da Vedûd olan Allah'tır.

 

"De ki: 'Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah, son derece bağışlayıcı ve merhamet edicidir. De ki: Allah'a ve peygamberine itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki, Allah kâfirleri sevmez." (Âl-i İmran, 3/31-32)

 

Anadoluda Peygamber Sevgisinin Tezahürleri

 

O'nun ismi ve O'nu hatırlatan isimler: Muhammed, Ahmed, Mustafa,.. Gül, Güllü, Güldane, Gülber,.. Her Türk küçük Muhammed, yani bir Mehmetçiktir. Ehl-i Beytinin isimleri: Hasan, Hüseyin, Ali, Fatma, Ayşe, Hatice,.. Her Türk kızı bir küçük Ayşe'dir, Fatma'dır.

 

Sırf O'nun ismine saygısızlık olmasın diye, O'nun ismini taşıyan bir kişi bir yaramazlık yapınca adının başına kötü bir ek alır da yanlış anlaşılmalara sebep olur diye, 'Muhammed' ile aynı şekilde yazılan ve fakat 'Mehmed' diye telaffuz edilen isim bize hastır.

 

O'nun en güzel medhiyeleri olan mevlidler, kaside ve natlar ve diğer şiirler, bizim edebiyatımızda büyük bir yer tutar.

 

O'nun adı anılınca, kalbimizdesin anlamına ellerimizi göğsümüze götürürüz. Adını saygı ve salâvatlarla anarız. Mübarek gün ve geceler, düğün, cenaze, asker uğurlama gibi pek çok özel gün, O'nun mevlidi okunarak kutlanır. Mevlidde O'nun doğumunu anlatan dizeler okunurken, sanki O karşımızdaymış gibi ayağa kalkarız. Mescidlerimiz, evlerimiz O'nun adı, şemaili yazılı levhalarla süslüdür.

 

O (s.a.s.), Allah'ın sevgilisi (Habîbullah) dir.

 

O'ndan bize kadar gelen özel eşyaları, tarih boyunca bizim onurumuz ve gururumuz olmuştur.

 

Şairlerimiz saba rüzgarlarıyla, akan sularla, hacca giden insanlarla, çocuklarımız hacı leyleklerle hep ona selâm göndermişlerdir.

 

Ama O sevgi odağına karşı sorumluluklarımız bunlarla sınırlı kalmamalıdır. O'nu bütünüyle ve sağlıklı bir biçimde tanıyarak, O'nu izlemeli ve O'na yaraşır Müslümanlar olmaya gayret etmeliyiz.

 

Kaynaklar:

 

Asım Köksal, İslâm Tarihi; Buharî, el-Edebü'l-Müfred; Doğuştan Günümüze İslâm Tarihi; Ebû Avâne, Müsned; İbn Hişam, es-Sîratü'n-Nebeviyye; İbnü'l-Arabî, İlâhî Aşk, (Çev. Mahmut Kanık), İstanbul, 1998; Kâdî Iyâz, Kitâbü'ş-Şifâ; Ma'mer b. Raşid, el-Cami'; Mehmet Bayraktar, "Asr-ı Saadette Çevre Bilinci", Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet'te İslâm; Muhammed Hamidullah, Hz. Peygamberin Savaşları; Münavî, Feyzu'l-Kadîr; Taberî, Tefsîr; İbn Kesîr, Tefsîr; Râzî, Tefsîr; Kurtubî, Tefsîr.

 

Selam ve dua ile...

Sorularla İslamiyet

Şefkat ve merhamet yorgunluğu

 

Zekeriya Erdim

 

Varlık âleminin ortak dili, sevgi ve ilgidir. Duygu, düşünce, davranış kalıpları içinde hayata geçerek kendisini göstermeli, hale dönüştüğünü belli etmelidir.

Şüphesiz, biz yarattığı herkes ve her şey için "şefkatlilerin en şefkatlisi, merhametlilerin en merhametlisi" olan Allah'ın kullarıyız. Millet olarak, ümmet olarak insanlar, hayvanlar, bitkiler, canlı ve cansız tüm varlıklar için "şefkat ve merhamet elçisi" olarak gönderilen peygamberlerin izinden giden bir ecdadın torunlarıyız.

Yaradan'ın rızası için yaratılanlara merhamet etmezsek, O'nun da bize merhamet etmeyeceğine inanırız. Komşumuz açken biz tok yatıp, dışlananlardan olmayalım diye elimizde fileler, sırtımızda koliler ile köşe bucak dolanırız.

Ancak Allah'ın gücü ve imkânı sınırsız, kulların gücü ve imkânı sınırlıdır. Kaldırma kabiliyetinin ve kapasitesinin üstünde yük yüklenen kişilerin, kurumların, ülkelerin, toplumların; nefesi kesilir, dizi bükülür, beli kırılır.

Sosyologlar, psikologlar, davranış bilimi uzmanları buna "şefkat ve merhamet yorgunluğu" diyorlar. İyilik ve yardımda aşırı gitmenin, herkesin derdini kendisine dert etmenin belirli bir noktadan sonra bitmeye, tükenmeye, tıkanmaya yol açtığını söylüyorlar.

Doktorlarda, hemşirelerde, psikologlarda, psikiyatristlerde, iyilik ve yardım çalışmalarına katılan gönüllülerde; bu hal daha çok görülüyor. Şefkate ve merhamete muhtaç olan muhatapların durumları içselleştirilip duygusal olarak, onların kalıplarına giriliyor.

Din-devlet-vatan-millet savunması için seferber olan, uzun süre sosyal ve siyasal mücadelelerin içinde bulunan kimseler arasında da çok sık rastlıyoruz. Şefkat ve merhamet yorgunluğu yüzünden, zayıf düşüp kenara çekildiklerinde; değiştiklerini, dönüştüklerini, dertlerinden ve davalarından vazgeçtiklerini sanıyoruz.

 

Merhametten maraz doğduğuna dair örnekler ve öyküler var. Bazı tembeller, avareler, asalaklar; iyi niyetleri istismar ediyor, fedakârlıkları sömürüyorlar.

Bunu organize iş haline getirenler bile oluyor. Dilenciliği meslek edinenler yüzünden, gerçek ihtiyaç sahipleri gölgede kalıyor.

Ülke ve toplum olarak da şefkat ve merhamet yorgunluğu yaşıyoruz. Yıllardır, hatta asırlardır; Türk ve İslam dünyasının yükünü taşıyoruz.

Şüphesiz, Peygamber Efendimizin Sallallahü Aleyhi Vesellem’in beyan ettiği gibi "Veren el, alan elden hayırlıdır". İyilik etmek, yardım yapmak; dostluk ve kardeşlik hukukunu geliştirir, ahiret azığımızı artırır, güç ve itibar kazandırır.

Ancak, kendimize sormamız ve cevabını vermemiz gereken bir soru var. "Kime, ne zaman, nasıl, ne kadar, nereye kadar?".

İlkesiz, ölçüsüz, kontrolsüz, kesintisiz yapılan iyilik ve yardımlar; "gönüllü" olmaktan çıkıp, "görev" oluyor. Tutan elin tutma kabiliyeti ve kapasitesi kayboluyor; "kendisi himmete muhtaç bir dede, nerde kaldı gayrıya himmet ede" denecek hale geliyor.

Bu yolda ve yolculukta; nikâhlı eşini, nüfusuna kayıtlı çocuklarını, ekmek kapısı olan işini, tanımlanmış sorumluluklarını ihmal ederek dışarıda "hizmet" için koşturan kimseler görüyoruz.

Takati kesildiğinde, gücü ve imkânı sona erdiğinde; kendisinin ve yakınlarının, perişan durumlara düştüklerine şahit oluyoruz.

Böyle örnekler ve öyküler sebebiyle, edinilen tecrübelerin sonucu olarak; atalarımız, "Eve lazım olan, camiye caiz değildir" demişler. Sevginin, ilginin, iyiliğin, yardımın; öncelik ve önem sırasına göre, yakından uzağa doğru dağıtılması gerektiğini söylemişler.

Ayrıca birilerinin sırtına binmeye alışanlar, yürümeyi unutuyorlar. Kendi ayakları üzerinde durma kabiliyetini ve kapasitesini kaybedip; giderek "kötürüm" oluyorlar.

Onun için; "ihtiyaç sahibi kimselere sürekli balık ikram etmek yerine, balık tutmayı öğretmek" bir ilke haline getirilmiş. Tamamen aciz duruma düşenlerin dışındaki herkesin; "tüketici" olmaktan kurtarılıp, "üretici" hale getirilmesi tavsiye edilmiş.

Şefkat ve merhamet yorgunluğu içine düşen kişilerin ve kurumların, ülkelerin ve toplumların; eğer bu durumdan kurtulup eski performanslarını yeniden yakalamak istiyorlarsa, üç aşamalı bir uygulama yapmaları gerekiyor. Gündemlerine giren, maddi ya da manevi yük haline gelen konuları öncelik ve önem sırasına koyup; lüzumsuz angarya olanları "siyah" alana atmaları, bir

nebze lazım olanları "gri" alanda tutmaları, kayıtsız şartsız elzem olanları "beyaz" alana istif etmeleri icap ediyor.

Bunun bir başka ifadesi; en kolay ve en fazla "değer" üretebilecekleri alanlara, konulara yönelmek. Çok şeyi, yarım yamalak yapmak yerine; az şeyi, en güzel şekilde yapacak hale gelmek.

Unutmayalım ki; âlemlerin ve içindekilerin sahibi Allah'tır. Bizim yetişemediğimiz yerlere; başka kullarını istihdam ederek, O el atacaktır.

Biz O'ndan daha güçlü, daha şefkatli, daha merhametli değiliz. Sorumluluklarımızla birlikte, sınırlarımızı da iyi bilmeliyiz.

 

Ölçü İmandandır…

 

Allah’ü Teâlâ’ya düşman insanları sevmek imanı bir meseledir.

 

·        Sevgi sınırlı; şefkat ve merhamet sınırsızdır.

·        Hoşgörü sınırlı; saygı sınırsızdır.

·        Fikirler sınırlı; anlayış sınırsızdır.

 

Kâfir, Allah Düşmanı ve Gayri Müslim’e sevgi yok… Onlarla dünyalık işlerde işbirliği yap ama sakın onları dost edinme.

 

Allah’ü Teâlâ’nın koyduğu ölçülere rağmen; Allah’ü Teâlâ düşmanı, imansız birisine “Sevgi beslemek” küfürdür. Bu yüzden günah işlerken dikkatli olalım. İşlediğimiz günahı savunmayalım! Günahlar davranışlarda kalmalı; fikre taşınmamalı. Yüce İslâmiyet bizim oyuncağımız değil, kurtuluşumuzdur.

 

Cihadın Önemi

 

Cihad, İslâm'ın yükselmesi, korunması ve yayılması için her türlü çalışmada bulunmak, uğraşmak, cehd ve gayret sarf etmek ve bu yolda sıcak ve soğuk savaşa girmektir. Başka bir ifade ile Allah Teâlâ tarafından kullarına verilmiş olan bedenî, malî ve zihinsel düşünceleri Allah yolunda kullanmak, o yolda feda etmektir. İnsanın maddî-manevî bütün varlığını Allah yolunda ortaya koyarak Hakk'ın düşmanlarını yola getirmek için gayret göstermesi "cihad" dır. Cihadı yapan kişi de “mücahit”tir.

 

İslâm'da cihad farzdır. Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyuruyor: "Hoşunuza gitmese de düşmanla savaşmak üzerinize farz kılındı!" (el-Bakara, 2/216)

 

"Herhangi bir fitne kalmayıncaya ve din yalnız Allah'ın oluncaya kadar onlarla çarpışın!" (el-Bakara, 2/193).

 

Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi Vesellem de "Cihad kıyamete kadar devam edecek bir farzdır!" (Ebû Davûd, el-Cihad, 33) buyurmuştur.

 

Bu farziyet bazı hallerde farz-ı ayın, bazı hallerde ise farz-ı kifaye olur. Müslümanlar içinden sadece bir grup cihadın gayesini gerçekleştirebiliyor; Müslümanların yurt, mal, ırz, namus ve haysiyetlerini düşmanlara karşı koruyabiliyorsa o takdirde cihad farz-ı kifaye olmuş olur ve diğer Müslümanların üzerinden sorumluluk kalkar. Şayet fert fert gücü yeten her Müslümanın düşmana karşı koyma gereği varsa o zaman farz-ı ayın olur; herkesin bizzat cihâd etmesi gerekir.

 

İslam’da cihadın gayesi, yukarıda zikredilen ayette de belirtildiği gibi yeryüzünden fitneyi kaldırmak ve hakkı yüceltmektir. İslâm'da savaş, intikam, öldürme, yağma, baskı ve zulüm yapmak için değil; bunları ortadan kaldırmak için yapılır. Müslüman olmayanları zorla İslâm'a sokmak yoktur. Cihad'dan maksat, insanları baskılardan kurtarmak, İslâm'ın yüce gerçeklerini onlara duyurmak ve kendi rızalarıyla Müslüman olabilecekleri ortamları hazırlamaktır.

 

İslâm'ın gayesi toprak ele geçirmek değildir. O yalnız bir bölge ve kıta ile yetinmez. İslâm bütün dünyanın saadet ve refahını düşünür. Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi Veselleme, hangi amelin daha faziletli olduğu sorulduğunda, "İman ve Allah yolunda cihad'dır." (Tecrîd-î Sarîh Tercümesi, VII, 445), buyurarak cihadın imandan hemen sonra geldiğine, imanın cihadla varlığını sürdüreceğine işaret etmişlerdir. Ayrıca Allah yolunda savaşanları, gazilik ve şehitlik rütbesine erenleri öven ve onlar için büyük nimetler ve dereceler bulunduğunu haber veren birçok ayet ve hadis vardır.

 

Müslümanlar savaşı istemezler. Ama savaş vukû bulunca sabır ve metanetle savaşırlar. Zira Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi Vesellem: "Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyiniz. Fakat düşmanla karşı karşıya gelirseniz sabrediniz, direniniz. " (Buharî, Cihad, 112, 156, Müslim, Cihad 19, 20; Ebû Davud, Cihad, 89) buyurmuştur. Müslümanlar savaş anında Allah'a güvenir ve Allah'ın kendileriyle beraber olduğunu bilirler. Onun şu buyruğunu hiç akıllarından çıkarmazlar. "Ey peygamber; sana da sana tâbi olan müminlere de Allah yeter. " (el-Enfâl, 8/64)

 

Ebu Hureyre radıyallahu anhden şöyle rivayet edilmiştir:

“Bir kere Rasulullah Sallallahü Aleyhi Veselleme bir kişi geldi:

“Ya Rasulallah! Bana cihada eş bir ibadet gösterir misiniz?” dedi. Rasulullah Sallallahü Aleyhi Vesellem:

“Cihad değerinde bir ibadet bulmuş değilim ki!” buyurdu. Ve devam ederek:

“Sana sorarım, gücün yetişir mi ki, mücahid sefere çıktığı sıra sen de mescide girip, o dönünceye kadar namaz kılasın da hiç usanmayasın. Ve oruç tutasın da iftar etmeyesin” diye sordu. O kişi:

“Buna kimin gücü yeter ki?” diye cevap verdi.”(Buhari)

 

İslâmiyet'e göre cihad, bize harp açanlara (Bakara, 2/190) verdikleri sözü tutmayıp tekrar dinimize saldıranlara (Tevbe, 9/12-13), Allah'a ve ahiret gününe inanmayarak, Allah ve Peygamberin haram kıldığı şeyleri haram kabul etmeyenlere karşı (Tevbe, 9/29), yeryüzünde fitneyi söküp atmak ve Allah'ın dinini hâkim kılmak (Bakara 2/19) gayesi ile meşrû kılınmıştır.

 

Müslümanlar savaş için düşman memleketine girip bir şehri veya bir kaleyi muhasara ettikleri zaman, önce onları İslâm'a davet ederler. Kabul ederlerse kendileriyle savaşmazlar. Şayet İslâm'ı kabul etmezlerse İslâm devletine cizye vergisi vermesini isterler. Verirlerse mal ve can güvenliğini elde ederler. Bunu da kabul etmezlerse geriye savaşmak kalır.

 

Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi Vesellem ise: "Müşriklerle mallarınızla, canlarınızla ve dillerinizle cihad ediniz."

 

 Yine; “Allah benden evvel hiç bir ümmete bir nebi göndermemiştir ki, ümmet içinde kendisine yardımcı olan havârîlere, yerleştirdiği geleneklere göre hareket eden arkadaşlara ve emirlerine itaat eden dostlara sahip olmamış olsun. Sonra bunları bir nesil takip eder. Onlar yapmadıklarını söyler, emredilmeyen işleri yaparlar. Bunlarla eli ile fiilen mücadele eden mümindir, dili ile mücadele eden mümindir, kalbi ile mücahede eden mümindir. Bunun dışında kalanların hardal tanesi kadar da olsa imanları yoktur" (Müslim, İman 20)  buyurmuşlardır.

 

Cihad için, Allah’ın dinini hâkim kılmak için yapılacak en ufak bir çalışma, bu yolda duyulacak en ufak bir eziyet, netice itibariyle dünyadan ve dünya içindeki her şeyden daha değerli, daha üstündür. Çünkü mücahid için Allah’ın rızası ve cennet vardır. Çünkü mücahid cihada, Allah’ın dinini hâkim kılmak için mücadeleye girişirken eziyetleri, ızdırapları, işkenceleri ve ölümü göze almıştır. Çünkü bu yolda ölüm, ölüm değildir. Bu yolda ölmek, yeni ve ebedi bir hayata geçiştir. Bu yolda ölmek şehadettir. Allah yolunda ölmek, ölmek değil dirilmektir. Çok ama çok karlı bir alışverişin yapılmasıdır, Allah yolunda ölüm. Şehadet; Yüce Rabbin hiçbir karşılık istemeden verdiği can ve malı, , cennet karşılığında kulundan satın alışıdır. Bu muamele, hem karlıdır, hem de garantilidir. Allah’ın garantisi altındadır. Karşılığı; ya zafer ya ganimet, ya cennet ya da şehadet yani kurtuluştur. Mü’min kul bilir ki, cihad yolu ve şehadet yolu Rabbinin rızasını kazanmada en emin, en sağlam yoldur.

 

Şehidlerin günahlarının af olunacağı, Kur’an-ı Kerim’de müjdelenmiştir:

 

“Rabb'leri onlara karşılık verdi: Ben, sizden erkek, kadın, hiç bir çalışanın işini zâyi etmeyeceğim. Hep birbirinizdensiniz. Göç edenler yurtlarından çıkarılanlar, yolumda işkence edilenler... Elbette onların kötülüklerini örteceğim ve onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacağım. (Yaptıklarına), Allah katında bir karşılık olarak (bu nimetleri vereceğim). Şüphesiz karşılıkların en güzeli Allah katındadır" (Âli İmran, 3/195).

 

Hz. Muhammed Sallallahü Aleyhi Vesellem’in, şehîd olmanın fazileti hakkında söylemiş olduğu iki hadisin meali de şöyledir:

 

"Cennete giren hiç bir kimse, dünya üzerindeki her şey kendisine verilse bile, dünyaya dönmek istemez. Ancak şehid müstesnadır. O, göreceği ikramdan dolayı tekrar dünyaya dönüp on defa daha öldürülmeyi (şehid olmayı) temenni eder" (Buhârî, Cihâd 6; Müslim, İmâre,108,109; Neseî, Cihâd 33).

 

"Muhammed'in nefsi, elinin kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, Allah yolunda savaşmak ve öldürülmek, sonra savaşmak ve yine öldürülmek, sonra yine savaşmak ve öldürülmek isterdim" (Buhâri, İman, 26; Müslim, İmâre,103,107; Neseî, Cihad, 37).

 

Rasûlullah şöyle buyurdu:

 

“Öylesi bir zaman gelecek ki, aç insanların yemek kabı üzerine üşüştükleri gibi yabancı milletler de sizin başınıza üşüşeceklerdir!”

 

 Ashab Radiyallahü Anhum: “Ey Allah’ın Rasulü! O gün bizim azlığımızdan mı bu olacaktır?” diye sorunca,

 

 Resulullah Sallallahü Aleyhi Vesellem: “Hayır, bilakis sizler çok olacaksınız, fakat sel üzerindeki çer-çöp gibi olacaksınız. Allah, düşmanlarınızın kalbinden sizden çekinme duygusunu çekip alacak sizin kalbinize ise acziyet sokacaktır.”

 

 Ashab : “Ey Allah’ın Resulü! Acziyet nedir?” deyince,

 

Rasulullah Sallallahü Aleyhi Vesellem: “Dünyayı sevmek ve ölümden nefret etmektir!” buyurmuştur. (Süneni Ebu Davud)

 

İslam ümmetine ölümsüz bir hayatın çığırını açan, izzetle yaşamanın sürûrunu tattıran ve bu yolda önümüzde nur olup ışık saçan ümmetin TÜM ŞEHİDLERİNE SELÂM VE İHTİRAM OLSUN, minnet ve şükranlarımız onların aziz ruhlarınadır. Ruhları şâd olsun…

Xxxx

 

 

Bir Hasrettir Anne Baba Acısı…

 

Gelsem şimdi eve, çalsam zili, kapıyı annem açsa...

Bir özlemdir anne...

 

Şefkat...

 

Merhamet...

 

Sımsıcak sinesine yaslansam ve bir kez daha annem diyebilen,

 

   O da şefkat ve merhamet ile sinesine "evladıııım!" diye alsa, sarsa sarmalasa...

 

   Annenize iyi bakın...

 

Çünkü o gittiğinde her oda da onu ve hatıralarını anacağınız acı çok büyüktür. Zira o gittikten sonra ANNE, ANNECİĞİM demeyi çok ama çok özlersiniz.

 

   Lâkin giden bir kez gitmiştir ve artık;

 

Sarılacak...

 

Dertlesecek...

 

Şefkat ve merhamet timsali o yüreğine başınızı koyacak bir anneniz ol(a)mayacak...

 

   Yoksa, hayatta iken boynuna sarılamadığınız koca yürekli annenizin öldükten sonra toprağına mı sarılacaksınız?

 

Heyhat...

 

   Şairin dediği gibi;

 

 

 

Gelsem şimdi eve...

 

Çalsam zili...

 

Kapıyı annen açsa...

 

Kim geldi diyen de Babam olsa...

 

   Demeden bir kez daha anneniz ve babanız ile olan olması gereken EVLAT konumunuzu gözden geçirin.

 

 

 

Sağlık mutluluk ve huzur içinde

 

 

 

Nesibe Tükel Bir özlemdir anne…

Şefkat…

Merhamet…

Sımsıcak sinesine yaslansam ve bir kez daha annem diyebilen,

O da şefkat ve merhamet ile sinesine “evladıııım!” diye alsa, sarsa sarmalasa…

Annenize iyi bakın…

Çünkü o gittiğinde her oda da onu ve hatıralarını anacağınız acı çok büyüktür. Zira o gittikten sonra ANNE, ANNECİĞİM demeyi çok ama çok özlersiniz.

Lâkin giden bir kez gitmiştir ve artık;

Sarılacak…

Dertlesecek…

Şefkat ve merhamet timsali o yüreğine başınızı koyacak bir anneniz ol(a)mayacak…

Yoksa, hayatta iken boynuna sarılamadığınız koca yürekli annenizin öldükten sonra toprağına mı sarılacaksınız?

Heyhat…

Şairin dediği gibi;

 

Gelsem şimdi eve…

Çalsam zili…

Kapıyı annen açsa…

Kim geldi diyen de Babam olsa…

Demeden bir kez daha anneniz ve babanız ile olan olması gereken EVLAT konumunuzu gözden geçirin.

 

Sağlık mutluluk ve huzur içinde

Kapıyı çalsam, annem açsa, babam “Hanım kim geldi” diye sorsa, annem Tevfiğimiz geldi” dese

..Kapıyı çalsam, annem açsa, babam içeriden seslense..

 

“Hanım kim geldi” diye sorsa, annem Tevfiğimiz geldi” dese…

 

Alttaki mecazı isimsiz olarak buldum. Çok etkilendim. Paylaşmak istedim. Babamı 31 Aralık1955’te annemi 1999’da kaybettim.

 

Bu mecaz bu nedenle beni duygulandırdı. Hayatımız böyleydi demek istemedim, “Ah keşke sağolsalardı” özlemimi iyice kabarttı…

 

Sizlerin sağ olan yakınlarınıza Allah ömür versin, vefat edenlere Allah rahmet eylesin.

 

 

Gelsem şimdi eve...
Çalsam zili...
Kapıyı Annem açsa...
Kim geldi hanım diyen de Babam olsa

Tevfik Yener

Gelsem şimdi eve... Çalsam zili... Kapıyı Annem açsa... Kim geldi hanım diyen de Babam olsa

https://www.haber7.com/yazarlar/ferman-karacam/3330668-rehavet-ehliyet-ve-liyakat

Ekonomi düzelmeden hiç bir şey düzelmez. Düşük faiz diye diye Türk Lirası çöp oldu. Ekonomi bilim işidir. Arz talep dengesine dayanır. Sen kaliteli üretim yapmadan, denk bütçe yapmadan, cari açığı kapatmadan ne faizi, ne dövizi zorla düşüremezsin. Bütçen fazla versin bakalım döviz faiz artıyor mu?

 

 

Zzz

Ey hayran bırakan güzellikleri yaratıp yeryüzüne yayan güzel Rabbim! Senin rızana kavuşmak

 

Ekke ile Medine İki Eşsiz Hazine

 

Geçtiğiniz yollara

Bizden selam götürün

Hak dost diyen dillere

Bizden selam götürün

 

Kutlu hicaz çölüne

Hakkın solmaz gülüne

O müminler seline

Bizden selam götürün

 

Mekke ile medine

İki eşsiz hazine

Cariyari güzine

Bizden silem götürün

 

Lailaheillallah

Muhammed rasulallah

Lailahe illallah

Aleyhi salatullah

 

Müzdelife mineye

Çek cefayı sineye

Günahlara tövbeye

Geldik ya rasulallah

Kavrulan açık başa

Öpülen siyah taşa

Gözlerden akan yaşa

Bizden selam götürün

Yağan nuru hüdaya

Merve ile safaya

Muhammed mustafaya

Bizden selam götürün

Yalvarıp rabbimize

Dualar edin bize

Muazzam kabe mize

Bizden silam götürün

Girenler dost bağına

Düşmez küfrün ağına

Mübarek nur dağı na

Bizden selam götürün

Her yönelen allah a

Çıkar nurlu sabaha

Ali rasulullaha

Bizden selam götürün

Lebbeyk deyip boyuna

Koşun zemzem suyuna

Beni hasiş soyuna

Bizden selam götürün

Tekbir alan ihvana

Kesilen her kurbana

Bütün ehli imana

Bizden selam götürün

Girersiniz ihrama

El sürmeden harama

Sahabei kirama

Bizden selam götürün

Yetişir cemal gayri

Çık sözün yoktur hayrı

Hüccaca ayrı ayrı

Bizden selam götürün

Xxxxxxx

DİNİMİZ İSLAM

 Bütün Dini Konular Menkıbe ve hikmetli sözlerKâbusnâme [Çok kıymetli nasihatler]

Kâbusnâme [Çok kıymetli nasihatler]

Kâbusnâme, 1082 yılında Kûhistan sultanı İskender bin Kâbus’un, oğlu Gilan Şah’a nasihatleridir. Tarih boyunca pek çok padişah, sultan ve devlet adamı tarafından birçok dillere çevrilir, birçok edebî, tarihî ve ahlâkî eserlere kaynak teşkil eder.

----------------   K â b u s n â m e   ----------------

Ey oğul, artık ben kocadım. Zayıf ve azıksız olarak yol ağzına kadar geldim. Ölüm mektubunu elime verdiler. O mektup, sakalın ağarmasıdır.

Şimdi ey oğul, tecrübelerle elde ettiğim birkaç öğüt sana yadigâr olsun. Bu öğütlere uyarak hareket edersen, her muradına erersin, zamanın elinden sille yemezsin. Çünkü baba şefkati, oğlunun azarlanmasını bile istemez. Öyleyse sen de kulağını bu öğütler için açık tut, sonra pişman olmayasın.

Gençler kendi bilgilerini yaşlıların bilgisinden üstün görürler. Bunu bildiğim halde, sana yol göstermek için susarsam doğru olmaz. Bütün tecrübelerimi az ve öz olarak yazdım. Her şeyin azı ve özü faydalıdır.

Değerli mal, değerli insana vermek için saklanır. Benim de en değerli şeyim bu öğütlerdir ve en değerli kimsem de sensin. Bu öğütleri hor görme, bu sözlerden hem hikmet, hem saltanat kokusu gelir. Çünkü bu sözler hem padişahların sözüdür, hem de hukemanın sözüdür. Öyleyse yaşlılığında başına bir iş gelirse sıkıntı çekmemek için, bu sözleri gençlik çağında öğren. Çünkü yaşlılar çok yaşadıkları için çok tecrübe elde ederler, sıkıntılı anlarda bunların faydası olur.

***

Akıllı ol ve kendi soyunun itibarını iyi gözet, tâ ki, şerefsizlerden olmayasın. Akıllı ve kabiliyetlisin, ama öğüt de aklın süsüdür, benim vereceğim şeyle aklını süsle. Süslemezsen yine sen kaybedersin.

Benim ölümüm yakındır, senin de yerime gelmen yakındır. Öyle çalış ki bu dünyada bir azık hazırlayasın, o yolda sana yardımcı olsun. Çünkü, (Dünya ahiretin tarlasıdır) buyurulmuştur. Kendini öyle ver ki, senin yerine başka biri ekmesin.

***

Ölümsüz diyarı, bu ölümlü diyar ile değiştirmeye kalkma. İyiler aslana, kötüler ite benzer. Çünkü it bulursa bulduğu yerde yer; aslan ise kendi inine götürür, sonra yer. Bu şu demektir: İt nefsinin esiridir, bulduğunu burada yer, aslan zekidir, ne bulursa, ne avlarsa o öteki diyara götürür. Gayret et, senin de avın iyilik olsun, öteki diyarda lazım olur. İyilikten murat, ibadettir. Kul için ibadetten daha iyi av yoktur. Çünkü ibadet eden ateşe benzer. Ateş ne kadar alçak yerde yansa da, alevi yükselir. İbadet etmeyenler de, suya benzer, su ne kadar yukarı akıtılsa da, aşağı düşer, göklere yükselmez. Boynumuzun borcu olan ibadet ateşini öyle kuvvetli yak ki, alevi göklere yükselsin.

***

Allahü Teâlâ’nın emrine uygun şükredersen, azı çok yerine geçer. Allahü Teâlâ’ da çok değil, sadece beş türlü ibadet emretti. Çok olsa idi yapmaktan âciz kalırdık. Bunlardan biri Allah'ın birliğini ve Muhammed aleyhisselamın peygamberliğini dil ile söylemek ve kalb ile tasdik etmektir. Diğeri namaz ve oruçtur. Zenginlere farz olan hac ve zekât da vardır.

Kelime-i şehadet, batıllardan Allahü Teâlâ’ya sığınmaktır. Namaz o kabullenişin hakikatini kulluğunda uygulamaktır. Oruç, o kabullenişin ve kulluğun hakikatini Allah'a bildirmektir. Madem ki Allah’ın kuluyuz, öyleyse o kullukta sağlam durmak gerektir. Namaz ve oruç Allahü Teâlâ’nın has nimetidir, onları has kullarına nasip kılmıştır. Kötü kimseler bu nimetlerden uzak kalır. Eğer bu iki nimette kusur edersen seçkinlerden olamazsın, ayak takımından olursun.

Zekâtını severek ver. Zekât malın kiridir. Kirli malla iş yaparsan temiz işlerin de kirlenir. Ömürde bir kere hac yap. Hac, günahları temizler. Bir farz hac, yirmi kez Allah yolunda savaşmaktan daha sevaptır.

Namazda maddi faydalar da vardır. Her şeyden önce, namaz kılanın bedeni ve elbisesi devamlı temizdir. Namaz kılan kişide büyüklenme olmaz, çünkü namazın aslı tevazudur. Kendini tevazuya alıştırırsan, bedenin de sana uyar, tevazu kazanır. Sen tevazuyu gözetince, Allahü Teâlâ’ makamını yüceltir.

Oruç tutmak yılda bir aydır. Yılda bir ay olan kulluğu dahi eksiklikle geçiren namert olur, aklı olan namertliği kendine reva görmez.

Oruç tutmakta fitneci olma. Kadı gibi şehrin ileri gelenleri ne zaman oruç tutarlarsa, sen de o zaman tut; onlar ne zaman yerse sen de ye, cahillerin sözüne uyarak bir gün önce tutma.

Oruçla kulun ağzı mühürlenir. Sen bu mührü bütün bedenine, diline, gözüne, ayağına, eteğine de vurmalısın ki oruç senden razı olsun.

***

Şahsiyetini ana babanın verdiği adla değil de, kendi gayretinle kazanmaya çalış. Çünkü anan ve baban sana Ahmet, Mehmet gibi bir ad verdi. Oysa senin kazandığın ad, ya âlim, ya hâkim, ya doktor, ya öğretmen veya sanatkâr olacaktır. Bu adlar halk arasında makbul olduğunu gösterir.

***

Tatlı dille konuşmayı alışkanlık haline getir. (Dili tatlı olanın dostları çok olur) demişlerdir. Ne kadar tatlı söylersen söyle, sözün yerini bilmedikçe söyleme. Çünkü yerinde söylenmeyen söz, tatlı ve güzel de olsa acı ve çirkin görünür.

Kendini sıkıntıya sokacak sözü söyleme. Bu durumda susmak daha iyidir. Güzel söz söyleyen güzel cevap işitir. İstediğini söyleyen istemediğini işitir. (Kötü söz insanı dinden, tatlı dil yılanı ininden çıkarır) derler.

***

Birine gelen belaya sevinmezsen, sana gelen belaya da kimse sevinmez. Senden zayıf olana zulmetme, böylece sen de, senden kuvvetli olanlardan zulüm görmezsin.

Çorak yere tohum eken ürün alamaz. Nanköre iyilik eden, çorak toprağa tohum eken gibidir, fayda görmediği gibi zarar da görebilir. Fakat iyiliği, lâyık olandan esirgeme.

Elinden iyilik etmek gelmezse, bari halkı iyiliğe yönelt. Çünkü (Eddâllü alel-hayri kefâilihî), yani (Hayra yönlendiren, o hayrı işlemiş gibi olur) buyurmuşlardır.

Yaptığın iyilikten dolayı pişman olma ve kötülükten çok sakın. Çünkü iyiliğin ve kötülüğün karşılığı ölmeden sana erişir. İyilik ettiğin kişinin gönlü ne kadar rahat olursa, senin de gönlüne o kadar rahat erer. Kötülük ettiğin kişinin gönlüne ne kadar sıkıntı gelirse, senin de gönlüne o kadar sıkıntı gelir, belki de sen daha çok sıkıntı çekersin.

İki yüzlü olma, buğday gösterip arpa satma, halka kendini iyi gösterip gizlice kötü işler yapma, bu riya nişanıdır. Riyakârlıktan çok sakın.

***

İnsan iki hâl üzeredir: Sevinç ve keder. İster kederli, ister sevinçli ol, kederini ve sevincini öyle birine söyle ki, üzüldüğün zaman o da seninle birlikte üzülsün, sevindiğin zaman o da seninle birlikte sevinsin.

İyiliğe ve kötülüğe çabuk sevinme ve üzülme, bu çocukların işidir. Olmayacak şey için kendinden geçme, yani olur olmaz şey için kendi durumunu değiştirme. Çünkü akıllı kişiler, olur olmaz şey için kendilerinden geçmezler ve değme yel ile deprenmezler.

Sevinçli iken bir musibet gelince kederlenme, refaha kavuşunca da hemen sevinme. Akıllı kişiler bunları hoş görmezler. Her yokuşun bir inişi, her zorluğun bir ferahlığı vardır. Sevinmenin sonunda bir üzüntü, üzülmenin sonunda bir sevinç vardır.

Ummadığın bir yerden ümidini temelli kesme ve bir şey umduğun yerden de sakın çok ümitli olma. Çünkü genelde nasip, umduğu yerden değil, ummadığı yerden gelir.

İyiye iyi, kötüye kötü de, hakkı inkâr etme. Yani sevmediğin bir kişi bile, bir şeye iyi diyorsa, o şey gerçekten de iyi ise, ona sakın kötü deme. Kötü derlerse, sen de kötü olduğunu biliyorsan; ona iyi deme. Hakkı kabul etmenin, hakkı inkâr etmekten iyi olduğunu unutma.

***

Öfkelenme. Biri sana öfkelenip sert söylerse sen ona yumuşaklıkla cevap ver. Ama ahmaklara susmaktan başka çare yoktur. Nitekim (Ve ma cevab-ül ahmak-ı illes-sükut), yani (Ahmağa verilecek en güzel cevap ancak susmaktır) demişlerdir.

Senin üzerinde emeği olanın emeğini boşa çıkarma. Eğer o emeğin karşılığını ödemiyorsan bari nankör olma. Senin için emek çeken düşmanın ise, ona da elinden gelen her iyiliği, ihsanı yap. Çünkü insan ihsanın kuludur.

Bazı iyi işler vardır, onları âdet edinen hem halk katında, hem de Hak katında itibar görür. Bunlar, ilim, edeb, tevazu, zühd, doğruluk, iffet, kimseyi incitmemek ve halka kolaylık göstermektir. Bunların hepsinin sermayesi hayadır. Nitekim Peygamber efendimiz (El hayâü minel iman) yani (Haya, imandandır) buyuruyor. Haya varsa iman da var. İman varsa, o iyi işlerin hepsi de hâsıl olur.

***

Cahili, beceriksizi, insan yerine sayma, bunlarla beraber oturma, hele kendini âlim sayan cahilden, aslandan kaçar gibi kaç. Cahille sohbet etme, iyilerle sohbet et. Çünkü, iyilerin sohbeti yüzünden senin adın da iyi olur.

Şırlağan susam yağıdır, ne zaman gülle sohbet eder, hemhâl olur, artık ona susam yağı demezler, gül yağı derler, menekşeyle hemhâl olursa menekşe yağıdır derler. Gül ve menekşe gibi güzel çiçeklerin hassaları, rayihaları yüzünden, onlarla kırk gün düşüp kalkınca, susamın adı unutuldu, gül ve menekşe ile anılır oldu. Hatta bu durumu hiç bilmeyen onu gül yağı menekşe yağı sandı. Onun için Peygamber efendimiz, (Bir kavimle kırk gün düşüp kalkan, onlardan olur) ve (Kişinin dini, arkadaşının dini gibidir) buyurdu. Demek ki iyilerle veya kötülerle beraber olan onlar gibi olur.

***

Sana yapılan iyilikleri asla unutma. Senden bir şey bekleyene, sitemle "Benden bir şeyler umuyorsun galiba" diyerek başına kakma; çünkü senden bir şey bekleyene sitem etmek "ben de bir menfaat bekliyorum" demek olur ki, bu da himmetsizliktir. İyi huyu ve iyi kişiliği meslek edin, kötü huylardan uzak ol. Kimseye zararın, azarın ve nazarın değmesin. Zarar verici olmak iyi değildir; çünkü zarardan eksiklik doğar, eksiklikten ise şerefsizlik. Öyleyse halk içinde şerefsiz olmak iyi değildir.

Seni akıllı kişiler övsün, cahil kişiler övmesin. Çünkü akıllılar ileri gelenlerdir, cahiller ayak takımıdır. Bu iki grup birbirinin zıddıdır. Akıllının bilgilice işini cahil beğenmez, cahilin bilgisizce işini akıllı zaten beğenmez. Çünkü akıllı olan kendi mizacına uygun olarak bilgilice iş görür, seni onun için beğenir; cahil de kendi mizacına uygun olarak iş görür, seni onun için över. Cahilin övdüğü işten sakınmak gerek, tâ ki akıllıların eğlencesi olmayasın; çünkü sıradan kişilerin katında övülen insan, ileri gelenlere maskara olur.

***

Kimseyi incitme. Biri seni incitse de, sen onu incitme ki, büyüklüğün nişanı budur.

Tecrübeli, şefkatli dostların sana öğüt verirlerse, öğütlerine kulak ver. Öğüt veren böylesi dostların yanına yalnız olarak git ve öğütlerinden nasibini al. Çünkü faydalı öğüt yalnızken verilir, halk arasında verilen öğüt kulağa girmez olur, hem de sitem gibi olur.

Bir konuda bilgin tam olsa da bilginle gururlanma. Ne zaman sana bir iş düşse, iyice bilsen ki sen o işi başarabilirsin, buna güvenme, bir akıllı kişiye danışmadıkça o işe başlama. Kendi görüşünü beğenenlerden olma.

Bir bilene akıl danışmayı ayıp sanma, "Doğru görüş benim görüşümdür, başkası bana elverişli olanı ne bilir" deme, kendi bildiğine gitme. Çünkü kendi görüşüyle iş tutan kişi, pişman olur. Akıllı yaşlılarla ve şefkatli insanlarla yani o işin ehli ile istişare et, sonra o işe el at.

Nasıl bir gözle görmek, iki gözle görmek gibi olmazsa, iki kişinin görüşü de bir kişinin görüşü gibi değildir. Ehli olan çok kişi ile istişare daha iyidir. Bir doktor hastalansa kendi kendini ameliyat edebilir mi? İhtiyaç sahibi biri senin yanına gelecek olsa, onun için çalış, çabala; emeğini ondan esirgeme. Bu, düşmanın veya seni çekemeyen biri olsa da, farklı davranma. Ola ki o düşmanlık dostluğa dönüşe.

Sözden anlayan kişiler sana gelecek olsalar, onlara hürmet et ve iyi davran. Çünkü onların sana gelmeleri seni ağırladıkları yani sana kıymet verdikleri içindir. Sen de onları ağırlarsan yani onlara kıymet verirsen, bu kez sana gelmeye daha istekli olurlar. Şahsiyetsiz kişinin yanına, kimse gelmek istemez.

***

Doğru konuş, sakın yalan söyleme ve yalana benzeyen gerçeği de söyleme. Çünkü bir gerçek ki yalana benzer, o da yalan olmuş olur. Hep sözünün doğruluğuyla tanınmış biri olarak bilinmeye çalış.

Sözü yerine uygun olarak söyle, uygunsuz söz söyleme. Çünkü beğenilen sözün hem söyleyene yararı var, hem de işitene. Uygunsuz sözün zararı ise, söyleyene de, işitene de olur.

Sözünün başına ve sonuna dikkat et. Birine bir şey söyleyecek olursan yüzüne karşı söyle, arkasından konuşma. Böylece sözü bilerek söyleyenlerden olursun. Çünkü lafını bilmeden konuşan kişi, açık ve anlaşılır konuşan papağana benzer. Papağan sarf ettiği sözden habersizdir. Papağan gibi olanlara, "konuşur ama konuşmasını bilir" demezler. Öyleyse konuşan ve konuşmasını bilen odur ki, konuştuğu zaman kim olursa olsun ondan bir şey anlayabilmeli. Böyle olmayana insan demezler, çünkü böyleleri insan suretinde hayvandır.

Söz yüce bir şeydir, sen de sözü yüce bil. Çünkü söz en yüksek yerden gelmiştir, onun için azizdir. Bu aziz sözün yerini bulunca bildiğinden sakınma. Ve yeri değilse sözü harcama, tâ ki sözün zayıf olmasın, aklına ve bilgine zarar gelmesin.

***

Yok yere, anlamsız iddiada bulunma. Bir ilimden habersizsen, o ilimle ilgili iddiayı bırak. Dilediğini, o bilmediğin ilimle elde edemezsin, ama bildiğin ilimle ne gerekirse elde edersin.

Sana faydası veya zararı olmayan sırrı öğrenmeye heveslenme ve sırrını kimseye söyleme. Birkaç kişi bir yere toplanıp otursa, orada biriyle fısıldaşma. İyi dahi konuşsan halk kötüye yorar: "Kim bilir ne uygunsuz söz ki, fısıltıyla söylüyor" der. Çünkü halkın birbirine olan şüphesi kötüdür, öyleyse sözü açık söyle, ama ne söylersen kendi değerince söyle, kendinden büyük söyleme.

Birinden işittiğin sözü dinle, fakat o sözle çabuk hareket etme. Ne söylesen, önce düşün, sonra söyle, tâ ki sonra o sözünden pişman olmayasın; çünkü derhal söylemenin bir şekli var: Ya yarar, ya zarar. Ama düşünüp söylemek iki şekildir:

1- O sözün zararlıysa düşünmekle anlarsın, o zararlı işten sakınırsın.

2- Yararlısını doğru bilirsin, çekinmeden o yararlı şeyi elde etmeye gayret edersin.

Nerede olursan çok bilgili ve az sözlü ol. Susmak ikinci sağlıktır. Çünkü çok kişi sağlıklı iken, sözü yüzünden hasta olur. Az söylemek ve öz söylemek akıl nişanıdır. Çok söylemek bilgisizlik nişanıdır. Çünkü bir kişi ne kadar akıllı ve kâmil olsa da, ne zaman çok sözlü olursa -sözleri hep yerinde olsa bile- ayak takımı arasında adı beyinsiz olur. Eğer cahil ve sıradan biri de olsa, ne zaman susmuştur ve konuşmaz, sıradan kişiler onu akıllı ve hünerli kişilerden sayarlar.

***

Ne kadar temiz gönüllü, ne kadar iyi kalbli olsan da, kendini övücü olma. Kişi kendine iyiyim diye şahitlik ederse şahitliği geçmez. Çünkü şahitliği kendin için yaparsan onu dinlemezler. Çalış ki, seni başkaları övsün. Kendi kendini övme.

Gücün yettikçe söz dinlemekten ürkme. Çünkü insan söz dinlemekle söz ehli olur. Buna delil şudur: Bir çocuk doğunca yer altında bir kubbede besleseler, süt emzirseler ve anasıyla dadısı yanında hiç konuşmasalar, o çocuk büyüdüğü zaman dilsiz olur. Ama orada iki çocuk olsa ve hiçbir söz işitmeseler, ikisi birbiriyle konuşmakla bir dil oluştururlar ve o dili de ancak ikisi bilir, başkaları bilmez. Öyleyse halkın sözünü işit ve kabul et. Özellikle geçmiş beylerin ve âlimlerin sözlerini can kulağıyla dinlemek ve itimat etmek gerek.

***

Âdil hükümdar Nuşirvan'dan altın öğütler

* Gece ve gündüzün birbiri ardınca gelip gittiğini gören insan, halden hale dönmesine üzülmesin. Yani sevinç gidip üzüntü gelirse, üzüntü gidip sevinç gelirse, önem vermesin.

* Beceriksizle dost olma, beceriksiz ne dostluğa yarar, ne düşmanlığa.

* Bir işi yapıp pişman olan, bir daha o işi yapmasın.

* Dostlarına düşman olan birine dost denmez.

* Kendini bilgili sanan cahilden sakın.

* Düşmanının sırrını bilmesini istemiyorsan, dostuna da sırrını söyleme.

* Büyüklere küçük gözüyle bakma, çünkü büyükleri küçük görmek büyük ziyan getirir.

* Yakın arkadaşlarından bir şey ummaktansa, ölümü yeğ gör.

* Himmetsiz kişinin ekmeğini yemektense, aç öl.

* Şüphenin yolunu yüz yerden bağlayacak olsan da, tecrübe etmediğin kişiye güvenme.

* Kendinden aşağı akrabalarına muhtaç olmaktan büyük dert yoktur.

* Bilmediği şeyi iddia edip, iddiasını başaramayarak yalancı çıkmaktan büyük ayıp yoktur.

* Elinden geldiği halde, kendisinden istenen bir işi bitirmeyen kişiden daha cimri kimse yoktur.

* Bir kişi senin aleyhinde bir söz söylese ve biri de dostum diye o sözü sana yetiştirse, sen bunu ötekinden beter düşman bil. Çünkü o düşman, arkandan konuşur, dostun ise yüzüne karşı söyler.

* Lüzumsuz yerlere göz dikmekten ve kulak vermekten daha büyük dert olmaz.

* İnsan her şeyi cahillerin şerrinden saklayabilir, ama bilgisini kendi şerrinden saklayamaz.

* Halkın, senin iyiliğini söylemesini istiyorsan, kimsenin kötülüğünü söyleme.

* Dostlarının az olmasını istemiyorsan kindâr olma.

* Zahmet çekmeden kolaylıkla ömür sürmek istersen, kendi işine bak, başkasının işine karışma.

* Deli denmesini istemiyorsan, ele geçmeyecek bir şeyi isteme.

* Daima alnın ak, yüzün pak olmayı istersen, utanmayı iş edin.

* Aldanmamak istiyorsan, tecrübe edilmiş işleri bırakıp tecrübe edilmemiş olanlara yapışma.

* Mahcup olmak istemiyorsan, katkın olmayan yerden bir şey götürme.

* Perdem yırtılmasın diyorsan, kimsenin perdesini yırtma.

* Arkamdan gülünmesin diyorsan, elinin altındakileri iyi besle.

* Pişman olmak istemiyorsan, nefsin arzusuna uyma.

* Zeki kimse kendini başkasının aynasında görür. Yani bir kişinin yaşayışına bak, işleri iyi mi, kötü mü? Eğer ondaki kötü bir iş sende de varsa, bu işlediğin iş kötüdür ve ondaki iyi bir iş sende de varsa, bu işlediğin iş iyidir. Böylece işinin iyisini kötüsünü göstermek için o kişi sana ayna olmuş olur.

* Korkusuz olmak istersen, halkla kavga etme, onları inciticilerden olma.

* Kendine hürmet edilmesini istersen, başkalarına hürmeti gözet.

* Sözüm dinlensin dersen, önce kendin o sözü uygula. Yani yapmadığın iyi işleri başkasına emretme, sakınmadığın kötü işleri de başkasına yasaklama.

* Herkesin iltifatını kazanmak istiyorsan, elin açık olsun, nimetini herkese saç. (Tuzunun, ekmeğinin hakkı var) diyenleri çoğalt.

* Eğer bütün gönüllerde yer etmek istersen, sözünü herkese hoş gelecek şekilde söyle.

* Kâmil insan olmak istersen, kendine lâyık görmediğin bir işi başkasına da lâyık görme.

* Eğer yüreğine iyileşmesi mümkün olmayan bir yara açmak istemiyorsan, cahillerle tartışma.

* Halkın iyisi olmayı istersen, varını halktan esirgeme.

***

Gerçi gençsin, ama yaşlılar gibi akıllı ve temkinli ol. Birdenbire gençliği bırak demiyorum. Tembel gençlerden olma, neşeli ol. Çünkü gençler neşeli olursa hoş olur. Delilik çeşitlidir. Bir çeşidi de gençliktir. Ama cahil gençlerden olma. Belâ cahillerden kopar. Ömrünün faydalı lezzetini gençlik çağında al, yaşlılıkta bu lezzeti bulamazsın, bulsan da faydası olmaz. Ne olursa olsun gençlikte Allahü Teâlâ’yı unutma ve ölümden emin olma; çünkü ölüm gelince genç yaşlı demez. Öyleyse bilmiş ol ki, doğan ölür ve dünyaya gelen gider.

Yaşlılara çok hürmet et ve onlarla rastgele konuşma ve onların sözüne hemen cevap verme. O meseleyi bilsen bile, (Cevabını yine siz buyurun) diyesin ve susasın. Çünkü en güzel cevap, onları dinleyip susmaktır. Yoksa onların vereceği cevaptan utanılacak bir duruma düşersin. Yaşlıların bilgi ve tecrübesi gençlerinkinden fazladır. Ama bu dediğim yaşlılar, saçını başını büyüklerin sohbetinde ağartmış olanlardır. Din gayreti olan, büyükleri seven, onların kitaplarını okuyan yaşlılardır, diğer yaşlı kimseler değildir. Çünkü gelişigüzel büyümüş yaşlıdan, büyüklerin sohbetini dinlemiş toy gençlerin sözleri daha iyidir.

Gençliğini rastgele geçirme, tâ ki yaşlılıkta bilgisiz kalmayasın. Yaşlılar gibi olmaya, onların yanında bulunmaya dikkat et. Atalarımız, (Öküz olacak tosun, öküzlerin yanında yatar) demişlerdir.

Ne zaman ki gençlik çağı geçip ihtiyarlık çağı gelse, artık gençlikteki dinçliği bekleme. Gençler gibi giyinme, gençler gibi yaşamaya özenme. Çünkü yaşlı, genç gibi zevk ve şehvet peşinde olursa, halk arasında rezil olur. Öyleyse insan yerini yurdunu iyi bilsin. Gençlikte genç olsun, kocalıkta gençlik evinden ihtiyarlık evine göçsün, yoksa, su üstüne yazı yazmaya kalkan ve deniz üstüne saray yapmaya kalkışan kimseye benzer.

***

Yaşlandığında bir yerde yerleşmeye çalış, çünkü yaşlılıkta yolculuk yapmak akıl kârı değildir. Hele yoksul ise daha zordur. Çünkü yaşlılık bir düşman, yoksulluk başka bir düşman; bu iki düşmanla, mecbur kalmadıkça, yola çıkmak akıllıca bir iş değildir. Eğer Allahü Teâlâ’, o yolculukta sana yardım ederse ve nimete kavuşursan, evine dönmeyi arzu etme ki, bir evden ötürü yine yolculuk zahmetini çekmeyesin. Çünkü kişinin geçimi nerede iyiyse evinin orada olması uygundur. (Doğduğum yerde yaşlanmam ve hep orada kalmam gerekir) demek yanlış olur. Onun için atalarımız, (Doğduğun yerde değil, doyduğun yerde kal) demişlerdir. Vatan ikinci anadır; çünkü anayı sevmek imandan olduğu gibi, vatanını sevmek de imandandır. İçinde aç, müflis oturmak imandan olmaz. O halde işin nerede gelişmişse orayı vatan edin. Çünkü, (Kazancı nerede ise o yerde olmak saadet belirtisidir) demişlerdir. Bahtsızlık alameti şudur ki, aç ve dinç otursun, kıtlık çeksin, bu vatanımdır, terk etmem desin. Bu ahmaklıktır. Görmez misin, Resulullah efendimiz Mekke'de doğdu, Mekke’yi fethetmesine rağmen, tebliğ görevini Medine'de daha rahat yaptığı için artık Medine’den ayrılmadı.

Sen de yararlı bir yer bulunca oradan ayrılmamaya çalış, orada ayak direyesin. Sakın filan yerde fayda daha çoktur, diyerek başıboş varmayasın, burada olan zararı orada kötü kılarsın ve orada daha zararlı olursun. Çünkü (İyi bir yeri bırakıp daha iyisini bulayım deme, bu hayal ile onu bulamazsın ve olanı da elden çıkarırsın) demişlerdir. [Dimyata pirince giderken, evdeki bulgurdan da olursun]

***

Eğer dosta ve düşmana iyi görünmek istersen ömrünü düzensiz geçirme, boş yere harcama. Ömrü boşa geçen, avamdan sayılır. Öyleyse kendi işinin düzenini iyi koru.

Çok şakalaşma. (Şaka şerrin kılavuzudur, savaş şakadan kopar) derler. Ama iyi şakalar yapabilirsen yap, iyi şaka yapmak ayıp ve günah değildir. Şaka iyidir, ama saçma sapan şaka yapma. Şakayı senden aşağı kişilerle yapma, tâ ki itibarın eksilmesin. Çok şaka yapan hafife alınır, şakanın fazlası, insanın değerlerini giderir ve kötüleri, aleyhine cesaretlendirir. Şakalaşmayı o derece ayarla ki, yemeğe atılan tuz gibi olsun. Yemeğe atılan tuz, çok olunca yemeğin lezzetini nasıl giderirse, şaka da öyledir. Azı karar, çoğu zarar. Çok az olursa gönlümüzün neşesi yerine gelmez. Şaka, gönüldeki donukluğu ve o işe karşı doğan bıkkınlığı giderecek kadar olmalı.

Eğer şakayı terk edemiyorsan bari kendi akranınla yap, tâ ki onların sözü sana ağır gelmesin. Çok şaka insanın bütün hünerini hor eyler, kişi ne kadar ağır başlı ve hünerli olursa olsun, adi mizahla uğraşırsa, hafif ve itibarsız olur. Çünkü sen ne söylersen, ister istemez cevabını işitirsin. Sen başkasına ne yüklersen, sana da o kadar yük gelir.

***

Ne kazanırsan doğru ve uygun yerden kazanmaya çalış, tâ ki oradan kazandığın içine sinsin. Kazancını telef etme, dağıtma; yani olur olmaz yere harcama. Malı saklamak kazanmaktan daha güçtür. Çünkü parayı çok kişi kazanır, ancak saklamasını, harcamasını bilmediği için yine de cimrilikten kurtulamaz. Çalış, dünyalık biriktir. Eğer bir gün ihtiyacın olursa, toplayıp biriktirdiğinle istediğini satın alırsın. Sonra çalış ki, o harcadığın kadarını yerine koyasın. Eğer hep keseden yersen, aldığınca yerine koymazsan, Karun kadar malın olsa da çabucak yok olur.

Gönlünü bir şeye sımsıkı bağlama. Eğer o şey ansızın elinden giderse üzülmezsin. Yani zenginliğe büsbütün "Bana kalsın" diye gönül bağlama. Eğer başına yoksulluk gelirse, üzülüp gönlün daralmasın. Eğer malın çok olursa, bir gün yoksul olacağını düşün, o malı ihtiyatla, ölçülü harca. Çünkü ölçülü harcayınca mal ne kadar az olsa da sonunda bir şey kalır, ama ölçüsüz harcayınca mal ne kadar çok olursa olsun sonunda hiçbir şey kalmaz. (Zahmetle saklamak, zahmetle istemekten iyidir) demişlerdir. Eline değeri az olan bir şey geçerse, bundan ne olur deme, onu saklamaya çalış. Çünkü değeri az olan şeyi saklayamayan değeri çok olanı hiç saklayamaz.

***

Hangi işi yaparsan yap, tembel davranma. Tembellikten utan, tembellik bahtsızlığın başıdır. Her işe emek ver. Emek verilen işin sonu, tembellikten iyi olur. Çünkü emek vermekle elde edilen, ne kadar çok olursa, tembellikte de o kadar eksilir. Yazık değil mi, bir anlık emek yüzünden elde edilecek şeyi tembellik yüzünden yitiresin. Öyleyse geri durmak akıllıca bir iş değildir; yoksa muhtaç olarak yaşarsın. Bilmiş ol ki, muhtaç olduktan sonra, (Ah n'olaydı emek çekseydim, tembellik etmeseydim, şimdi lazım olan şeyi elde etseydim) demenin, pişman olmanın faydası olmaz.

Çalış ki emeğinin neticesini yine sen yiyesin, tâ ki emeğin boşa gitmesin. Sende değerli bir şey varsa ve biri o sevdiğin şeyi senden isterse, eğer lâyıksa ondan esirgeme. Çünkü ne olursa olsun, kişi mezarına bir şey götüremez. Harcamanı gelirine göre yap, tâ ki yoksulluk ateşi sana yol bulamasın. Elinde olanla yetin, çünkü kanaat ikinci zenginliktir. Sakın açgözlü olma. Çünkü sana yük olacak şey nerede olsa yetişir.

***

İsraf etme. İsrafı hoş görme, kötü bil. Çünkü israf Allahü Teâlâ’nın sevmediği şeydir. Onun sevmediği şey kullar için uğursuzdur. Allahü Teâlâ’ (İsraf etmeyin, Allah israf edenleri sevmez) buyuruyor. Madem ki Allahü Teâlâ’ müsrifi sevmiyor, sen de israfı sevme. Her felaket bir sebepten dolayı gelir. Yoksulluk da bir felakettir ve onun sebebi israftır. İsrafın fakirlikten başka sonucu yoktur. İnsanın kendi ihtiyacı için harcadığı şey israf değildir. İsraf, gereksiz yerlere harcanan şeydir; ne dünyasına, ne de ahiretine yaramayan şeydir. Sözde, sohbette, yemekte, içmekte ve her bir işte israf iyi değildir. Çünkü israf, teni eritir, nefsi incitir, canı daraltır ve diri insanı öldürür. Devamlı israf ederek rızkının kapısını üstüne kapama. Gücün yettiğince kendini hoş tut, kendi işin için gerekli harcamadan kaçınma. Bir şey senin için ne kadar aziz olsa da, kendi canından daha aziz olmasın. Kısacası, elde ettiğini ölçüyle harcamaya çalış.

***

Dünyada iki şey vardır: Halk birinden kaçar, öbürünü sever. Biri zahmet, diğeri rahatlıktır. Ama ikisi de insana gereklidir. Çünkü zahmet çeken rahata erer, rahat yaşayan zahmete ermedikçe olmaz. Bugünkü zahmet yarının rahatıdır, yarınki rahatlık da önceki günün zahmetidir. Ne elde edersen, ikisini harca, ikisini sakla. Ne kadar ihtiyacın olursa olsun bundan fazlasını harcama, zamanla birikir, bir zaruret anında ihtiyaç olur. İşte o her gün artanı biriktir ve küçük bir ihtiyaç için ona dokunma, onu unut. Biriktirince böyle biriktirmek gerekir. Eğer yaşlanmadan ölürsen "Hayırlı kişiydi, mirasçısına bu kadar miras bıraktı" derler. Yaşlanırsan zaten işten güçten kalırsın, o zaman bu biriktirdiğin sana destek olur.

Borç edinme, bir şeyini rehine koyma. Buna benzer işlerden dolayı halk içinde hor ve itibarsız görülürsün. Öyleyse bu işleri kendine büyük günah bilmelisin. Bir dostuna ödünç vermişsen, artık ona malımdır deme, o parayı o dosta bağışladın farz et. O dostun kendiliğinden vermedikçe isteme, tâ ki gecikmesi sebebiyle dostluk bozulup kesilmesin. Çünkü borcun gecikmesi, dostu çabuk düşman eder, ama düşmanı dost etmek güçtür. Düşmanı ve dostu bilmemek çocukların işidir. Dostu düşmandan ayırmak ve akıllıca davranmak gün görmüş yaşlıların işidir. Elinde olandan ihtiyaç sahiplerine vermeyi esirgeme. Kimsenin malına da tamah etme ki, halkın gözünde büyüyesin. Kendi malını kendinin, elin malını da elin bil.

***

Doğru için de olsa, yemin edici olma, çok yemin edici olarak tanınma, tâ ki mecbur kalıp da yemin edersen yeminine inansınlar. Her ne kadar zengin olsan da güvenilir, doğru sözlü ve iyi isim yapmış olmazsan kendini yoksul bil. Çünkü yalan söyleyenlerin ve kötü isim yapmış olanların sonu yoksulluktur. Kimseyi aldatmamaya çalış ve sakın aldanma, hele alış ve verişte. Çünkü insan alışverişte çabuk aldanır.

Bütün işlerde sabırlı ol, aceleci olma. (Sabretmek ikinci akıllılıktır) demişler. Yani bir kişinin ne kadar aklı olursa ve bir işini sabırla işlerse, aklı o kadar çok olur.

Her işte kendi işinden habersiz olma, gafillik ikinci ahmaklıktır. Yani gafil olan kişi ne kadar akılsızsa, ahmaklığı ve akılsızlığı bir o kadar daha artar. Sonra her işte bezgin olma, bezginlik ikinci cahilliktir. Eğer sana iş ve güç kapansa, tezce işini açmaya çalış, işin düzelmeye yüz tutuncaya kadar sabret, çünkü hiç bir iş aceleyle iyi olmaz.

***

Eğer ev almak istersen öyle bir yerden satın al ki, o mahallenin halkı iyi kişiler olsun. Önce komşularına bak evini al, (Önce komşu, sonra ev) demişlerdir. Evi alınca komşuna çok hürmet et. Mahalle halkıyla iyi geçin, hastalarını sor, ölüsü olana başsağlığı dile, cenaze merasimine katıl. Komşunun sevinilecek bir işi olursa sen de birlikte sevin, eğer üzülecek bir işi varsa sen de birlikte üzül. İmkânın ölçüsünde komşuna hediye ver, yiyecek giyecek gibi... Çünkü sen komşularınla iyi geçinecek olursan, o mahallenin ileri gelenlerinden olursun. Komşunun çocuğunu görünce sev, okşa, mahallenin yaşlılarını ağırla ve hürmet et.

***

Dostsuz olma. Kim dostlarının işiyle ilgilenirse, dostları da onun işiyle ilgilenirler. Eğer o ilgilenmezse dostlar da ilgilenmezler. Öyleyse dostunun işini düşünüp ilgilenmeyen kişiye hiç kimse dost olmaz. Her an bir dost edinmeyi âdet haline getir, tâ ki dostların çok olsun. Çünkü çok dost arasında kişinin birçok ayıpları örtülür ve çok hüneri açılır. Bundan dolayı kişinin dostunun çok olması gerekir. Ama yeni dost tutunca eski dostlarından da yüzünü çevirme.

Dostlarının dostlarını da düşün, onlar da senin dostlarındır. Düşmanlarınla dost olan dosttan da çekin. Ayrıca dostuna düşman olan dosttan da sakın. Önüne kim gelirse sebepsiz yere seni şikayet eden dostlardan uzak dur. Böyle kişiden dostluk bekleme ve dünyada hiç kimseyi ayıpsız sanma.

İyilerle kötüleri birbirinden ayırt et. İyilerle gönülden dost ol, kötülerle dil ucuyla dostluğun olsun. Çünkü kişinin daima iyilere işi düşmez. Eğer bir kötü kişiye işin düşerse dostluğun sebebiyle elde edersin. Öyleyse kötülerle de düşmanlık etme.

Kimseye düşman olmamaya çalış. Eğer bir kimse sana düşman olursa korkma ve önem verme. Çünkü, (Düşmanı olmayan kişi, düşmanın eğlencesi olur) demişlerdir. Gizli ve açık, düşmanın işinden habersiz olma. Çünkü o daima kötü planlarla seni aldatma hesapları peşindedir. Sen de bir an bile onun kötü oyunlarından kendini güvende sanmayasın.

Düşmanının tasarladığı oyunları her an sora dur, tâ ki düşmanın belâsına uğramayasın. Sonra, fırsat düşmedikçe düşmanlığını belli etme ve düşmanına karşı ne kadar büyüklük taslarsan tasla, kendini düşmana büyük göster. Ne kadar düşmüş olsan da ona durumunu alçak gösterme.

Düşmanının güler yüz göstermesine, tatlı sözüne aldanıp gönül bağlama ve inanma. Eğer düşman sana şeker gösterse, sen onu acı bir şey san. Düşmanın ne kadar küçük olsa da, onu hor görme.

Bir düşmanın senden aman dilerse, ne kadar düşmanın olsa da ve sana ne kadar eziyet etmişse de sen ona aman ver ve düşmanın aman dilemesini çok büyük bir nimet yerine say. Çünkü düşmanın yenilmesi, kaçması ve ölmesi nasılsa, aman dilemesi de öyledir. Düşmanını güçsüz gördüğünde birden emin olup oturma, onu arada sırada gözetleyedur.

***

Önce işi yapmaya; sonra yaptığını söylemeye gayret et. Başkasının sana dil uzatmasını istemiyorsan, sen de kimseye dil uzatma.

Asla ikiyüzlülük etme ve ikiyüzlülerden uzak ol. Yedi başlı ejderhadan korkma, ama "evet" deyiciden kork. Çünkü onun söz götürüp getirmekten bir anda yırttığını sen bir yılda dikemezsin.

Biri senin bir ayıbını yakalasa, o ayıbı hemen kendinden uzaklaştır.

Çok itibarlı bir yere geçme, tâ ki o yerden aşağı düşmeyesin. Yüksekten düşmenin acısı fazla olur.

Olur olmaz her suç için kimseyi cezalandırmayı düşünme. Eğer biri bir suç işlerse, büyüklük göster ve ondan özür dilemesini iste. Çünkü o suçlu da insandır. Küçük bir suç için kimseyi suçlama, tâ ki seni de başkaları yok yere suçlamasınlar. Yani "keşke böyle yapmasaydı" diye suçlamasınlar.

Yok yere öfkelenme, kızgınlığını yutmayı alışkanlık haline getir. Biri senin yanında hata yapsa, sonra da dönüp af dilese, o hatayı bağışlamayı boynunun borcu bil. Çok büyük bir suç olsa da affetmek güzeldir. Her işlenen hataya ceza verecek olsan büyüklüğün nerede kalır?

Sonra özür dilememek için hata yapmamaya çalış. Birine karşı aniden hata işlersen özür dilemekten utanma. Senden de suçlular af isterse sen de bağışla, dileklerini kabul et.

***

Eğer birinden bir şey istemeyi düşünürsen, önce onu dene, gör; o kişi cömert mi, yoksa cimri mi? Cömertse ihtiyacını dile getir, ama dilek vaktini de gözet. Yani o kişinin gönlü dar veya aç olduğu vakit dileğini dileme ki umduğundan mahrum kalmayasın. Sonra dilersen mümkün olanı dile, ele geçmesi mümkün olmayan şeyi dileme, tâ ki elde edebilesin.

Bir istekte bulunmaya gittiğin vakit önce iyi sözler tasarla ve hoş bir edep ve usûlle ortaya uygun bir söz at, sonra buna uygun bir davranışla sözü maksadına getir ve hacetini dile. Söylediğin sözlerle ona lütuf göster, (Hacet vaktinde lütuf göstermek ikinci aracıdır) demişler, yani lütuf, sözü geçen kişi gibidir. Lütuf göstermenin, ona en yakınının söylemesi kadar yardımı vardır. Öyleyse bir dilekte bulunduğun kimsenin katında kendini bir aciz kul yerinde görmelisin, (insan iyiliğe kuldur).

Bir şey istedin ve isteğin kabul edildi mi, o kişiye teşekkürünü yerine getir, onu hoşnut et. Böylece dileğin artarak devam eder. Nitekim Allahü Teâlâ’, (Şükür, nimetin çoğalmasına sebep olur) buyurur. Hem, önceki istek kabul olunca teşekkür etmek, ikinci isteğin kabul olunmasının da umududur.

Birinden bir istekte bulundun, fakat isteğin kabul edilmedi; bunu da kendi talihinden bil. Varıp o kişiyi halka şikayet etme, "Hacetimi bitirmedi" deme. Çünkü o senin halka şikayet etmene önem verseydi, hacetini bitirirdi.

***

Bütün ilimlerin içinde din ilminden büyük ilim yoktur. Bütün faydalı ilimler dinin bir koludur. Din, kökü birlik olan bir ağaçtır, dalları dinin hükümleridir ve bunları birbirinden ayıran dünya menfaatidir.

Gücün yettiği kadar din ilmine çalış, din ilmini bilenlerin etrafında dolaş, tâ ki hem dünyayı elde edesin, hem de ahireti ele geçiresin. Allah nasip ederse önce din ilmine yapış, çünkü o gövdedir, kalanı daldır. Gövdesiz dal istemek sapıklık nişanıdır.

Eğer bu dediğim işlerden ilmi istersen kanaatkâr ol, yani helâli ve haramı seçici ol, açgözlü olma. Gönlünde ilim sevgisini sağlamlaştır, dünya sevgisini gider. Şöyle ki: İlme dost olmalısın, dünyaya düşman. Cefaya ve zahmete dayanıklı ol. Gece uyumayı ve erken uyanmayı huy edin.

Yazmaya ve okumaya karşı çok hırslı ol, yani yazmaktan ve okumaktan başka hiçbir şeye isteğin olmasın. Gayet alçakgönüllü ol, burnu büyük olma. Okumaktan üşenme, faydalı ne okursan ezberle ve ezberini tekrarla.

Âlimleri sev ve daima ilim ehline yakınlaş, onların katında saygılı ol, edepsiz olma. İlim öğrenmekte hırslı ol, unutkan olma. Ama hocana ve her iyilik gördüğüne karşı haktanır ol. Yanından kitap, kalem eksik olmasın, gönlün bunlardan başka şeylerle dolmasın.

Ne işitirsen aklında tutmaya çalış. Sözü az söyle, ileri görüşlü ve ince fikirli ve kusursuz ol, kusurluluğa razı olma. Çünkü bir ilim talibi bu dediğim gibi olursa, çok süre geçmeden benzeri bulunmayan bir âlim olur.

Eğer çalışıp âlim olursan, gayet dindar olmalısın. İbadette, namaz, oruç ve taat bucağına komşu ol, elbiseni daima temiz tut ve hazır cevap ol. Sana sorulan her türlü meselede düşünmeden cevap verme. Uygunsuz hareketlerin hoşuna gitmesin. Başkasının uygunsuz sözüyle hareket etme. Kendi görüşünü başkasının görüşünden üstün tutmamaya çalış. Zayıf bir mesele için, (Bu meselenin iki yüzü ve iki söylenişi vardır) gibi uygunsuz şeyler söyleme

Konuşma sırasında kaskatı kesilip durma. Karşına, sağına soluna bakarak konuş ve hararetli hararetli konuşurken, sözü çevirip gevşek konuşma. Toplulukta seni dinleyen halkı her an kontrol et. İnce görüşlülükle iyiden iyiye bak, eğer ağır nükteler hoşlarına gidiyorsa güzel nükteler yap. Yok, eğer amiyane nükteler istiyorlarsa sen de amiyane konuş. Toplulukta söylediğin her sözü unutma, çünkü başka bir zaman aynı toplulukta onu tekrar etmeyesin.

***

Her an açık yüzlü ol, asık yüzlü olma. Üstünü başını daima temiz tut, dinimizin yasakladığı her kötülükten kaç, emrettiği her ibadeti de yapmaya çalış.

https://video.haber7.com/video-galeri/239126-hdpli-kemal-bulbulden-darbe-tehdidi-bu-gidisat-darbe-dahil-her-seye-aciktir

Garip Yolcu

Cennet’e Kalpleri Saf Olanlar Girecektir…

İki cihan güneşi sevgili peygamberimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem buyuruyor ki:

“Cennete girecek olan topluluklardan öyleleri vardır ki, kalpleri kuş kalbi gibidir.” (Müslim, Cennet, 27; Ahmed b. Hanbel, 2/331)

 

Ya Rabbi bizlere de Cennetine girmeyi, nur cemalini görmeyi, sevgili Rasûlün Muhammed Aleyhisselâm’a komşu olmayı nasip eyle!

xxxx

 “Hakiki müminler ancak o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir, karşılarında O’nun ayetleri okunduğu zaman imanlarını artırır ve (onlar yalnız) Rablerine tevekkül ederler (O’na güvenip dayanırlar). (Enfal, 8/2)

“Eğer siz gerçek manada Allah’a tevekkül etseydiniz, sabahleyin aç gidip akşamleyin tok olarak (yuvalarına) dönen kuşları rızıklandırdığı gibi sizi (de) muhakkak rızıklandırırdı.” (İbn Mace, Zühd, 14.)

Elhamdü lillâhi Rabbil âlemin, vessalâtü vesselâmü alâ Rasülüne Muhammedin ve alâ alâhî eshabihî ecmaîn! Ya Rabbi Eş Şafi ismi şerifin hürmetine, Arşı âlâ hürmetine, Muhammed Sallallahü Aleyhi Vesellem hürmetine Elif Sare kızımıza ve şifa bekleyen hastalarımıza şifa ver. Âmîn velhamdü lillâhi Rabbil âlemin!

Kardeş sizi; Sonsuz Mutluluk İçin; Yolumuz Allah Yoludur... gurubumuza bekliyoruz…

https://www.facebook.com/groups/346732276551963

 

Maşallah, maşallah, nazar değmez inşallah! Döktürmüşsün, maşallah!

 

Âmîn, sizler de Allah'ü Teâlâ’'ya emanet olun!

 

 

Allah'ü Teâlâ’ rahmet eylesin! Mekânı Cennet, makamı âli olsun!

 

Allah’ü Teâlâ’ uzun ömürler versin! Verdiği ömrü en güzel değerlendirmeyi nasip etsin. Ailenizle ömür boyu mutlu bir hayat geçirmenizi temenni ederim!

 

Rabbim razı olsun! Sizlerin de ömrünüz uzun ve bereketli olsun!

Allah'ü Teâlâ’ rahmet eylesin, mekânı Cennet olsun!

Ekrem hocam! Başınız sağ olsun! Allah'ü Teâlâ’ rahmet eylesin, makamı Cennet olsun!

 

Allah'ü Teâlâ’ rahmet eylesin, mekânı Cennet olsun!

 

Allah'ü Teâlâ’ rahmet eylesin, mekânları Cennet olsun!

 

Günaydın Mesajları

Allah'ın rahmet kapısı hiç kapanmaz, el açan mahrum kalmaz, Hayırlı bir gün geçirmeniz dileğiyle. Günaydınlar…

Güne nasıl başlarsan öyle devam eder. Güzel bir gün hayır duaları ile başlar.

Allah hayırlı, huzurlu, sağlıklı güzel bir gün nasip etsin cümlemize. Hayırlı sabahlar…

 

Dua ibadetin özüdür bol dualı bir gün dileğiyle günümüz aydın kazancımız bereketli olsun, cümleten hayırlı sabahlar…

 

Bugün bir günümüzü daha aydınlatan Allah'a (c.c) şükürler olsun. Cümleten hayırlı sabahlar. 2014-02-13    günaydınmesajları.com

 

Her sabaha ALLAH'u Teala'nın adıyla uyanmak sanki yeniden doğmak gibi... Hayırlı Sabahlar…

 

Her türlü sıkıntıdan uzak, huzurun gölgesinde geçireceğiniz kıymetli günlerin ömrünüze yayılması dileğiyle hayırlı sabahlar..

 

Allahü teala'nın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun, Rabbim hayırlı, huzurlu, sağlık huzurlu bir gün nasip etsin…

 

Gözlerinizi bu sabah mucizelere açmanız dileğiyle, hayırlı günler dilerim…

 

Dualarımın gözü yüksekte, lakin haddimin boynu hakkın karşısında eğilmekte. Rabbim; hakkımızda hayırlı olan neyse ihsan eyle... Âmin. Hayırlı günler, günaydın…

 

Günaydın! Evinizden bereket, dilinizden dua, kalbinizden Rahman ve Resul aşkı eksik olmasın. Mutlu ve huzurlu günler dilerim…

 

Günaydın, zifiri karanlık geceyi aydınlık güne çeviren rabbim sizlerin sıkıntılarını da feraha çıkarması dileği ile hayırlı bol kazançlı günler….

 

Rabbim, en sevdiğini en sevdiğim eyle ve değmesin sana yaklaşmayacak sevgi yüreğime. Eğlenceli bir gün geçirmeniz dileğiyle hayırlı sabahlar…

 

Bismillah her doğan güneşe şükür olsun, rabbime gökler inler yerde Allahu ekber diyen Muhammediler hayırlı sabahlar…

 

Sağanak sağanak rahmet yağsın hayatına, her gün Rasûlallah Sallallahü Aleyhi Vessellem girsin rüyana, melekler amin desin dualarına, kalbine nur, hanene huzur dolsun. Hayırlı sabahlar…

 

Hayırlı ve güzel sabahlar... Bugünün ve gönlün hep mutluluk dolsun...

 

Güzel bir gün hayır duaları ile başlar... Hayırlı ve mutlu sabahlarınız olsun…

 

Herkese mutlu sabahlar diliyorum... Hayırlı ve mutlu bir güne başlamanız dileğiyle günaydın...

 

Rabbim bizleri gecenin karanlığından gündüzün aydınlığına çıkardığı gibi günümüzü de hayırlı kılsın inşallah. Hayırlı Sabahlar…

Allah'ın rahmeti ve bereketi her daim üzerinize olsun, evinizden huzur, yüzünüzden tebessüm eksik olmasın. Hayırlı Sabahlar…

Allah Sevgisiyle kalpleri dolu gönül dostları. Allah'ın Rahmeti, bereketi üzerinize olsun inşallah. Hayırlı Sabahlar…

 

İyi ve güzel bir gün için hayırlı sabahlar diliyorum arkadaşlar…

 

Selâmün Aleyküm ve Rahmetullah ve Berakâtühü. Allah Celle Celâlüh’ün rahmeti, Efendimiz Sallallahü Aleyhi Vessellem’in şefaati cümlemizin üzerinde olsun, hayırlı sabahlar...

 

Hayır dileyelim Mevlâ’dan, günümüz uzak olsun belâdan, hayırlı ve güzel sabahlar…

 

Sabah seheriyle gününüz aydınlandığı gibi gönlünüzde aydınlık olsun. Melekler duacınız olsun, hayırlı sabahlar olsun…

xxxx

 

Elhamdü lillâhi Rabbil âlemin, vessalâtü vesselâmü alâ Rasülüne Muhammedin ve alâ alâhî eshabihî ecmaîn! Ya Rabbi Eş Şafi ismi şerifin hürmetine, Arşı âlâ hürmetine, Muhammed Sallallahü Aleyhi Vesellem hürmetine Elif Sare kızımıza ve şifa bekleyen hastalarımıza şifa ver. Âmîn velhamdü lillâhi Rabbil âlemin!

 

Kardeş sizi; Sonsuz Mutluluk İçin; Yolumuz Allah Yoludur... gurubumuza bekliyoruz…

https://www.facebook.com/groups/346732276551963

 

Maşallah, maşallah, nazar değmez inşallah! Döktürmüşsün, maşallah!

 

Âmîn, sizler de Allah'ü Teâlâ’'ya emanet olun!

 

 

Allah'ü Teâlâ’ rahmet eylesin! Mekânı Cennet, makamı âli olsun!

 

Allah’ü Teâlâ’ uzun ömürler versin! Verdiği ömrü en güzel değerlendirmeyi nasip etsin. Ailenizle ömür boyu mutlu bir hayat geçirmenizi temenni ederim!

 

Rabbim razı olsun! Sizlerin de ömrünüz uzun ve bereketli olsun!

Allah'ü Teâlâ’ rahmet eylesin, mekânı Cennet olsun!

Ekrem hocam! Başınız sağ olsun! Allah'ü Teâlâ’ rahmet eylesin, makamı Cennet olsun!

 

Allah'ü Teâlâ’ rahmet eylesin, mekânı Cennet olsun!

 

Allah'ü Teâlâ’ rahmet eylesin, mekânları Cennet olsun!

 

 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Esmaül Hüsna (Arapça- Türkçe) دُعٰٓاءُ اَسْمٰٓاءُ الْحُسْنٰى

Uzun Ömür İçin Dua

Şifa Salavâtı (Salavâtı Tıbbil Kulubi/Salâvatı Tıbbiye)