Mevlânâ
Hazretleri anlatır ki:
Meczup tipli bir adam elindeki
feneri yoldan gelip geçenlerin sîmâlarına tuta tuta bağırmaktadır:
“Adam arıyorum!”
“Biz adam değil miyiz?”
“Ben öfkede, şehvette, benlikte
kendini tutabilen adam arıyorum!”
Tasavvuf işte o ideal adamı,
insân-ı kâmili inşa etme sanatı…
Bu sanatın, Mutlak Fail Cenâb-ı
Hak’tan sonra en büyük sanatkârı, Hazret-i Peygamber sallâllâhu aleyhi ve
sellem…
O Hiç İncinmedi ve İncitmedi…
Yalancı dediler, deli dediler,
sihirbaz dediler, kâhin dediler, o hiç incinmedi…
Kafasından aşağıya leşler
döktüler, yollarına dikenler saçtılar, taşladılar, himayesiz bıraktılar, o hiç
incinmedi…
Kızını deveden yuvarladılar,
amcasının cesedine en hunhar şenaatleri işlediler, o hiç incinmedi…
Hanımına iftira ettiler, yemeğine
zehir koydular, o hiç incinmedi…
Sadece ağyardan değil, yardan da
incinmedi…
Sohbetiyle gökteki yıldızlar
seviyesine yükselttiği ashâbı, başlangıçta tabiî olarak edep, ahlâk ve muamelât
açısından çok eksik câhiliyye insanıydı.
Onlardan bilhassa bedevî olanlar;
Mescidine bevl ettiler, hutbede
yalnız bıraktılar, kaba saba hitap ettiler, o hiç incinmedi…
Uhud’dan önce teklifini
dinlemeyenler, geçitte talimatına itaat etmeyenler, Huneyn’de gevşeyenler,
Tebük’te ağırdan alanlar, düşmana mektup atanlar oldu, o hiç incinmedi…
Hiç incinmediği için, hiç de
incitmedi…
Hak için olan ciddiyeti dışında
hiç hiddetlenmedi, hiç intikam duygusuyla hareket etmedi. Hep affetti, rahmete
vesile oldu. Fakat terbiye etti, ıslah etti, güzelleştirdi. O’nu öldürmeye
gelenler, O’nda dirildi. O’nu söndürmeye kalkışanlar, O’nunla nurlandı. O’nu
incitmeye çalışan dikenler, O’nun sayesinde gül oldu, güller açtı.
Yani: Tezkiye etti.
O’nun idarî vazifesini halîfeler;
Kur’ân’ı tebliğ vazifesini
kurrâlar, hâfızlar, hocalar;
Hüküm ve kazâ vazifesini, kadılar;
İslâm’ı talim, muallimlik
vazifesine, takvâlı âlimler mirasçı oldu. Yani o emanetleri, Peygamberimiz
kadar olmasa da omuzladılar, kıyâmete kadar taşıdılar, taşıyacaklar.
İşte o incinmeme ve incitmeme
özelliğini insanlığa öğretmek diyebileceğimiz; nefis tezkiyesini, kalp
tasfiyesini, yani insan terbiyesini de Hak dostları tevârüs etti. Câfer-i
Sâdıklar, Hasen-i Basrîler, Şâh-ı Nakşibendler, Mevlânâlar, Bağdâdîler kervanı
böyle tecellî etti.
“Yemânîler,
Karânîler,
Gazâlîler, Geylânîler,
Hüdâyîler, Rabbânîler…
İrfânında hep Sen varsın…
Hamd ederken Fâtiha’da,
Nur Dağı’nda bir tenhâda,
Tâ Sidretü’l-müntehâ’da,
Hak yanında hep Sen varsın…
Cânansın Allâh’a, cânâ!
Bâğ-ı Hak’da gül-i rânâ,
Muhabbet, mârifet, mânâ
Ummânında hep Sen varsın…”
(Tâlî Radiyallahü Anh)
“Tasavvuf nereden gelmiş, nereden
çıkmış, eskiden var mıymış?” diye soranlar, dînin bu kalbî, bu rûhânî tarafını
henüz fark edememiş kimselerdir...
Sözü uzatırsak onları incitir,
daha ilk dersten kaldığımızı itiraf etmiş oluruz.
Ne mutlu, hiç incinmeyen ve
incitmeyen Rasûlullah Sallâllâhu Aleyhi Vesellem’in bu sünnetini de ihmal
etmeyen mü’minlere…
İslami
Hayat Dergisi
Yorumlar
Yorum Gönder