Îmânın Gitmesine Sebep Olan
Şeyler
Ve dahî, îmanın, bizde bâkî kalıp
çıkmamasının şartı ve sebebi altıdır:
1-
Biz gâibe îman eyledik. Bizim îmanımız gâibedir, zâhire değildir. Zîrâ biz,
Allahü azîm-üş-şânı, gözümüzle göremedik. Lâkin görmüş gibi inandık, îman
ettik. Bundan aslâ şüphemiz yoktur.
2- Yerde ve gökte, insanda ve cinde ve meleklerde ve
Peygamberlerde, gâibi bilen yoktur. Gâibi ancak Allahü azîm-üş-şân bilir ve
dilediklerini dilediklerine bildirir. [Gâib demek, duygu organları ile veya
hesap, tecrübe ile anlaşılmıyan demektir. Gâibi ancak Onun bildirdikleri bilir.]
3- Haramı haram bilip, îtikat etmek.
4- Helâlı helâl bilip, böyle îtikat etmek.
5- Allahü azîm-üş-şânın azâbından emîn olmayıp, dâimâ
korkmak.
6- Her ne kadar günahkâr olsa da, Allahü azîm-üş-şânın
rahmetinden Ümit kesmemek.
Bu altı şeyden birisi, bir kimsede bulunmasa da, beşi
bulunsa, yâhut birisi bulunsa da, beşi bulunmasa, o kimsenin îmanı ve islâmı
sahih değildir.
Şimdi îmanı olduğu hâlde, ileride îmanının gitmesine
sebep olan şeyler kırk [40] kadardır:
1- Bid’at sahibi olmak. Yâni îtikadı bozuk olmak.
[Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiği doğru îtikattan çok az da olsa ayrılan,
sapık veya kâfir olur. İnanması zarûrî olan şeye inanmazsa, hemen kâfir olur.
İnanması zarûrî olmayan şeyi inkâr etmek (Bid’at) veya (Dalâlet) olur. Son
nefeste îmansız gitmeye sebep olur.]
2- Zayıf [şüpheli olan] îman.
3- Dokuz azasını doğru yoldan çıkarmak.
4- Büyük günah işlemeye devam etmek. [Bunun için, içki
içmemeli, müslüman hanımları ve kızları, baş, saç, baldır ve bileklerini
yabancı erkeklere göstermemelidir.]
5- Ni’met-i islâma şükrünü kesmek.
6- Âhırete îmansız gitmekten korkmamak.
7- Haksız yere zulmetmek.
8- Sünnet üzere okunan ezan-ı Muhammedîyi dinlememek.
[Böyle okunan ezana kıymet vermezse hemen kâfir olur.]
9- Anaya babaya âsî olmak. Onların islâmiyete uygun
olan, mubâh olan emirlerini sert sözle red etmek.
10- Doğru olsa bile, çok yemin etmek.
11- Namazda, rükû’da, kavmede, iki secdede ve celsede,
tâdîl-i erkânı terk etmek. Tâdîl-i erkân, tumânînet ile, yâni hiç hareket
etmeden sübhânallah diyecek kadar durmaktır.
12- Namazı önemsiz sanıp, öğrenmesine ve çoluk çocuğuna
öğretmeye önem [önem] vermemek ve namaz kılanlara mani olmak.
13- Hamr [şarap] ve fazlası sarhoş eden her içkiyi, az
da olsa, içmek. [Bira içmek de haramdır.]
14- Müminlere eziyyet etmek.
15- Yalan yere evliyâlık ve din bilgisi satmak. [Böyle,
uydurma din kitaplarını okumamalıdır.]
16- Günahını unutmak, küçük görmek.
17- Kibrli olmak, yâni kendisini beğenmek.
18- Ucb, yâni ilim ve amelim çoktur demek.
19- Münâfıklık, iki yüzlülük.
20- Haset etmek, din kardeşini çekememek.
21- Hükümetin ve üstâdının islâmiyete muhâlif olmayan
sözünü yapmamak. Muhâlif olan emirlerine karşı gelmek.
22- Bir kimseyi tecrübe etmeden, iyi demek.
23- Yalanda ısrâr etmek.
24- Ulemâdan kaçmak. [Ehl-i sünnet âlimlerinin
kitaplarını okumamak.]
25- Bıyıklarını sünnet miktârından ziyâde fazla uzatmak.
26- Erkekler ipek giymek. Sun’î ipek ve atkısı ipek,
çözgüsü pamuk olan câizdir.
27- Gıybet etmekte ısrâr etmek.
28- Kâfir de olsa, komşusuna eziyyet etmek.
29- Dünya umûru için, çok gazaba gelmek, sinirlenmek.
30- Ribâ, fâiz almak ve vermek.
31- Öğünmek için elbisesinin kollarını ve eteklerini
fazla uzatmak.
32- Sihirbazlık, büyü yapmak.
33- Müslüman ve sâlih olan mahrem akrabâyı ziyâreti
terk etmek.
34- Allahü teâlânın sevdiği kimseyi sevmemek ve İslâmiyeti
bozmak için uğraşanları sevmek.
35- Mümin kardeşine üç günden fazla kin tutmak.
36- Zinâya devam etmek.
37- Livâtada bulunup, tevbe etmemek.
38- Ezanı fıkh kitaplarının bildirdikleri vakitlerde ve
sünnete uygun okumamak ve sünnete uygun okunan ezanı işitince saygı göstermemek.
39- Münkeri (haram) işliyeni görüp de, gücü yettiği
hâlde, tatlı dil ile nehy etmemek.
40- Karısının, kızının ve nasihat vermek hakkına sahip
olduğu kadınların başı, kolları, bacakları açık, süslü, kokulu sokağa çıkmasına
ve kötülerle görüşmesine râzı olmak.
Ve dahî, îman ve islâm, ikisi birdir. Resûlullah
efendimizin Allahü azîm-üş-şândan getirdiği şeyleri, dil ile ikrâr ve kalb ile
tasdik etmeye îman denir.
Ve dahî, Din ve Millet, ikisi birdir. Resûlullahın
Allahü azîm-üş-şândan îtikata, yâni inanmaya müteallik getirdiği şeylere din ve
millet derler.
Peygamberimizin
Hak teâlâdan amele, işe müteallik getirdiği şeylere, (şeriat) veya (ahkâm-ı
şer’ıyye) yâhut (ahkâm-ı islâmiyye) denir.
Ve dahî, îman-ı icmâlî, yâni kısaca inanmak kâfîdir.
Tafsîl etmek, îmanı uzun bilmek lâzım değildir. Mukallidin, anlamadan inananın
îmanı sahihdir. Ve bazı yerlerde, tafsîl dahî gereklidir.
Îman üç kısmdır: Îman-ı taklîdi, îman-ı istidlâlî,
îman-ı hakîkî.
Îman-ı taklîdî, farzı, vâcibi, sünneti, müstehabı
bilmez. Anasından, babasından gördüğü gibi, inanır ve yatıp kalkar. Bu
gibilerin îmanından korkulur.
Îman-ı istidlâlî, farzı, vâcibi, sünneti, müstehabı hem
bilir ve hem amel eder. İnanılacak şeyleri hem bilir, hem bildirir. Üstaddan,
ilmihâl kitabından öğrenmiş, bu gibilerin îmanı kuvvetlidir.
Îman-ı hakîkî, cümle âlem bir yere gelse, hepsi Rabbi
inkâr etseler, o etmez. Ve kalbine aslâ şek ve şüphe gelmez. Onun îmanı, enbiyâ
îmanı gibidir. Böyle îman, diğer iki îmandan âlâdır.
Ve dahî, islâmiyet ahkâmı, amele mütealliktir. Îmana
müteallik değildir. Yalnız îman ile Cennete girilir. Fakat, yalnız amel ile,
Cennete girilmez. Amelsiz îman makbûldür. Ammâ, îmansız amel makbûl değildir.
Îmanı olmıyanların yaptıkları ibâdetler, hayrlı işler, sadakalar, kıyâmette hiç
bir işe yaramaz. Îman başkasına hediye verilmez, ammâ amelin sevabı verilir.
Îman vasıyet edilmez. Ammâ, kendi için amel yapılması, vasıyet edilir. Ameli
terk eden, kâfir olmaz, lâkin îmanı terk eden ve amele kıymet vermiyen kâfir
olur. Özrü olandan, âciz olandan amel affolunur. Îman, kimseden affolunmaz.
Cemî’ Nebîlerin ümmetlerine bildirdikleri îman birdir.
Ancak, ahkâmlarında, dinlerinde ihtilâf, ayrılık vardır.
Ve dahî, îman iki nev’dir. Biri, îman-ı hılkî ve biri
de, îman-ı kesbî.
Îman-ı hılkî, ahd-i mîsâk vaktinde, kulların BELÂ
(Evet) demeleridir.
Îman-ı kesbî, bulûğdan sonra edilen îmandır. Cemî’
müminlerin îmanı birdir. Amelleri bir değildir.
Îman, farz-ı dâimdir. Amel, vakti gelince farz olur.
Îman, kâfire ve müslime farzdır. Amel yalnız müslime
farzdır.
Ve dahî, îman sekiz nev’dir:
Îman-ı metbû, melekler îmanıdır.
Îman-ı mâsum, Nebîler îmanıdır.
Îman-ı makbûl, müminler îmanıdır.
Îman-ı mevkûf, ehl-i bid’atin bozuk îmanıdır.
Îman-ı merdûd, münâfıkların izhâr ettikleri yalan
îmandır.
Îman-ı taklîdî, anasından ve babasından görüp, üstâddan
öğrenmemiş olan kimsenin îmanıdır. Bu gibilerin îmanından korkulur.
Îman-ı istidlâlî, Mevlâ-ı müteâliyi, delîl ile
anlayarak bilendir. Onun îmanı kuvvetlidir.
Îman-ı hakîkî, cümle âlem bir yere gelse ve Rabbini
inkâr etseler, o inkâr etmez ve kalbine aslâ şek ve şüphe gelmez. İşte bunun,
cümleden âlâ olduğunu yukarıda bildirmiştik.
Îmanın hükmü üçtür:
Evvelkisi, boynu kılıçtan kurtulur.
İkincisi, malı cizyeden ve haraçtan kurtulur.
Üçüncüsü, cesedi Cehennemde -muhalled- (devamlı olarak)
yanmaktan kurtulur.
(Âmentü
billâhi…) buna, sıfât-ı îman ve mü’menün bih ve zat-i îman ve asl-ı îman da
denilir. Ululuğuna binâen ve şerefine binâen.
Ve dahî, îmanın medârı, yâni îman etmenin lâzım olduğu
zaman ikidir: Âkil olmak ve bâliğ olmak.
Ve îmanın sebebi ikidir: Âlemin yaratılması ve Kur’an-ı
azîm-üş-şânın inmesi.
Ve dahî, delîl ikidir: Delîl-i aklî ve delîl-i naklî.
Ve dahî, îmanın rüknü, aslı ikidir: İkrârün bil-lisan
ve tastîkun bil-cenândır. Bunların da şartı ikidir:
Kalbin şartı, şek olmamak, dilin şartı, ne söylediğini
bilmektir.
Ve dahî, îman mahlûk mudur? Allahü azîm-üş-şânın
hidâyeti olması haysiyyetinden, gayrı mahlûktur. Ammâ, kulun tasdik ve ikrâr
etmesi ciheti ile mahlûktur.
Îman; cemî’ midir, bir bütün müdür, tefrîk, dağınık
mıdır?
Kalbde cemî’dir ve azâda tefrîktir.
Yakîn, Allahü azîm-üş-şânın zâtını, kemâliyle bilmektir.
Havf, Allahü azîm-üş-şândan korkmaktır.
Recâ, Allahü azîm-üş-şânın rahmetinden Ümidini
kesmemektir.
Muhabbetullah, Allaha ve Resûlüne ve dîn-i islâma ve
müminlere muhabbet etmektir.
Hayâ, Allahdan ve Resûlünden utanmaktır.
Tevekkül, cemî’ işlerini Allahü teâlâya ısmarlamaktır.
Bir işe başlarken Ona güvenmektir.
Ve dahî, îman ve islâm ve ihsân neye derler?
Îman, Muhammed aleyhisselâmın bildirdiklerine inanmaya
derler.
İslâm, Allahü azîm-üş-şânın emirlerini tutmaya ve
nehyinden ictinâb etmeye, sakınmaya derler.
İhsân, Allahü azîm-üş-şânı görür gibi, ibâdet etmeye
derler.
Îman, lügatta mutlak tasdik etmeye derler. İslâmiyette
altı şeyi tasdik etmeye, inanmaya derler.
Marifet, Allahü azîm-üş-şânı, kemâl sıfatlariyle
muttasıf ve noksan sıfatlardan berî bilmektir.
Tevhîd, Allahü azîm-üş-şânı birlemektir. Ona kimseyi
ortak etmemektir.
İslâmiyet, (Ahkâm-ı islâmiyye), yâni Allahü
azîm-üş-şânın emirleri ve nehyleri [yasakları] demektir.
Din ve millet, inanılması lâzım olan şeylerde ölünceye
kadar sebât etmektir.
Ve dahî, îman beş kal’anın içinde hıfz olunur.
1- Yakîn.
2- İhlâs.
3- Farzları edâ ve haramlardan ictinâb.
4- Sünnete yapışmak.
5- Edebi hıfz etmek, gözetmektir.
Her kim, bu beş şeyi hıfz ederse, îmanını hıfz etmiş
olur. Bunlardan, velev birini terk ederse, düşman gâlib olur. Îmanın düşmanı
dörttür: Sağda kötü arkadaş, solda nefsin hevâsı [istekleri], önde dünyaya
düşkün olmak ve arkada şeytan, îmanı almak dilerler. Kötü arkadaş, yalnız
insanın malını, parasını çalmak, dünyasını almak için aldatanlar değildir.
Arkadaşların en kötüsü, en zararlısı insanın dînini, îmanını, edebini,
hayâsını, ahlâkını bozmaya uğraşanlar, böylece dünyasına ve âhıretine, ebedî
saadetine saldıranlardır. Îmanımızı, Allahü teâlâ bu düşmanların şerrinden ve
islâm düşmanlarının aldatmalarından emîn eyleye.
(Kelime-i
Tevhîd)in, yâni Lâ ilâhe illallah demenin mânay-ı şerifi, ibâdete lâyık ve
müstehak, Allahü azîm-üş-şândan gayri, bir zat yoktur. Ancak, Allahü
azîm-üş-şândır. O, hep vardır ve birdir. Şerîki [ortağı] ve nazîri [benzeri]
yoktur. Zamansız ve mekânsızdır.
Muhammedün resûlullah, demenin mânası, Hz. Muhammed
Mustafâ Allahü azîm-üş-şânın kulu ve hak resûlüdür. Biz dahî Onun ümmetiyiz,
elhamdülillah.
Ve dahî, kelime-i tevhîdin sekiz ismi vardır.
1- Kelime-i şehâdettir.
2- Kelime-i tevhîd.
3- Kelime-i ihlâstır.
4- Kelime-i takvâ.
5- Kelime-i tayyibe.
6- Davetül-hak.
7- Urvetülvüskâ.
8- Kelime-i semeret-ül-Cennettir.
Ve dahî, ihlâsın şartı, niyet etmek ve mânasını bilmek
ve tâzîm ile okumaktır.
Ve zikreden kimsenin dört şeye ihtiyacı vardır: Tasdik,
tâzîm, halâvet, hurmet.
Tastîki terk eden, münâfıktır. Tâzîmi terk eden, bid’at
sahibidir. Halâveti terk eden, mürâîdir, gösteriş yapar. Hurmeti terk eden
fâsıktır. Eğer, inkâr ederse, kâfir olur.
Ve dahî, zikir üç nev’dir:
1- Zikr-i avâm.
2- Zikr-i havâs.
3- Zikr-i ehastır.
Zikr-i avâm, câhillerin zikri. Zikr-i havâs âlimlerin
zikri ve zikr-i ehas, enbiyâ zikridir.
Ve dahî, zikredecek âza üçtür:
1- Lisan ile zikir ki, kelime-i şehâdet söylemektir.
2- Tevhîd ve tesbîh ve Kur’an-ı kerim okumaktır.
3- Kalb ile zikirdir.
Kalbin zikri üç nev’dir:
1- Allahü azîm-üş-şânın sıfatlarına delâlet eden
delîlleri, alâmetleri tefekkür etmek.
2- Ahkâm-ı şer’ıyyenin delîllerini tefekkür etmek.
3- Mahlûkların sırrını tefekkür etmek.
Tefsîr âlimleri, Bekara sûresinin yüzelliikinci âyet-i
kerimesini tefsîr ederek, Allahü azîm-üş-şân, (Kullarım! Siz beni tâat ile
zikrederseniz, ben de sizi rahmet ile zikrederim. Ve eğer siz beni duâ ile
zikrederseniz, ben de sizi icâbet ile zikrederim. Ve eğer siz beni tâat ile
zikrederseniz, ben de sizi na’îmim [Cennetim] ile zikrederim. Ve eğer siz beni,
tenhâlarda zikrederseniz, ben de sizi Cemiyet-i kübrâda [mahşerde] zikrederim.
Ve eğer siz beni, yoklukta zikrederseniz, ben de sizi yardımım ile zikrederim.
Ve eğer siz beni icâbetle zikrederseniz, ben de sizi hidâyetle zikrederim. Ve
eğer siz beni, sıdk ve ihlâs ile zikrederseniz, ben de sizi halâs ve necât
[kurtulmak] ile zikrederim. Ve eğer siz beni, fâtiha-i şerife ile ve fâtiha-i
şerifenin içindeki rübûbiyyet ile zikrederseniz, ben de sizi rahmetim ile
zikrederim) buyurur dediler.
Ve dahî, zikretmenin yüz kadar faydasını, ulemâ beyan
etmiştir. Biz bazısını bildirelim:
Zikredenden, Allahü azîm-üş-şân râzı olur. Melekler
râzı olur. Şeytan, gamlanır. Kalbi rakîk ve yumuşak olur. İbâdete istekli ve
gayretli olur. Kalbinden gamı giderir. Kalbini ferahlandırır. Yüzünü
nûrlandırır. Şecâ’at sahibi olur. Muhabbetullaha vâsıl olur. Ona
marifetullahdan bir kapı açılır. Evliyâdan feyz alır. Seksen kadar ahlâk-ı
hamîdeyi cem’ etmiş olur.
(Eşhedü enne
Muhammeden abdühü ve Resûlüh) demenin mânay-ı şerifi dahî budur ki, âhır zaman
Peygamberi Muhammed Mustafâ hazretleri Allahü azîm-üş-şânın hem kulu, hem
Resûlüdür.
Yidi ve içti ve hâtunları nikâhladı. Oğulları ve
kızları oldu. Cümlesi Hz. Hadîceden olmuştur. Yalnız İbrâhîm, Mâriye adlı
câriyeden olmuştur. Ve memeden kesilmeden vefât etmiştir. Fâtımadan gayri cümle
evlatları kendinden evvel vefât etmiştir. Onu Hz. Aliye tezvîc etmiştir. Hz.
Hasen ve Hz. Hüseyn, Hz. Alînin ve Hz. Fâtımanın çocuklarıdır. Ve cümle
kızlarının içinde, Hz. Fâtıma eftaldir. Ve Resûlullah hazretlerinin
sevgilisidir.
Resûl-i ekremin onbir hâtunu vardır: Hz. Hadîce, Sevde,
Âişe, Hafsa, Ümm-i Seleme, Ümm-ı Habîbe, Zeyneb bint-i Cahş, Zeyneb bint-i
Huzeyme, Meymûne, Cüveyriyye, Safiyye.
İnsanla cinne, hak ile bâtılı ve haram ile helâli,
dünyanın fânî ve âhıretin bâkî olduğunu, dînin ilmihâlini talim için gelmiş,
hak Peygamberdir.
(Edille-i
şer’ıyye) dörttür: Kitap, Sünnet, İcmâ-i ümmet, Kıyâs-ı müctehid. Âlimler din
bilgilerini bu dört kaynaktan almıştır. Kitap, Allahü azîm-üş-şânın kelâmına
denir. Sünnet, kavl-i Resûl, fi’l-i Resûl, takrîr-i Resûldür. İcmâ-i Ümmet, bir
asırda bulunan müctehidlerin, meselâ Eshâb-ı kirâmın veya dört
mezhebin bir konuda sözbirliği yapmasıdır. Kıyâs, Müctehidlerin, bir şeyi,
başka bir şeye benzetmesine denir.
Ve dahî, mezhep, lügatta yola derler. Bizim iki yolumuz
vardır: Biri, îtikat yolu ve biri de, amel (iş) yolu.
Îtikat yolunda imamımız, yâni kılavuzumuz, Ebû Mansûr
Mâtürîdîdir. Bunun yoluna (Ehl-i sünnet) denir. Amel yolunda, kılavuzumuz,
imam-ı a’zam Ebû Hanîfedir. Bunun yoluna (Hanefî Mezhebi) denir.
Ebû Mansûr-i Mâtürîdînin adı, Muhammed ve babasının
adı, Muhammed ve dedesinin adı Muhammed ve hocasının adı, Ebû Nasr-ı İyâdîdir.
Ebû Nasr-ı İyâdînin hocasının ismi, Ebû Bekr-i Cürcânî
ve onun hocasının ismi, Ebû Süleymân Cürcânî ve Ebû Süleymân Cürcânînin
hocasının ismi, Ebû Yûsüf ve imam-ı Muhammed Şeybânîdir. Bu ikisinin hocası da
imam-ı a’zam Ebû Hanîfedir. Görülüyor ki, îtikatta mezhebimizin başı da, amelde
mezhebimizin başı da, hep İmâm-ı a’zamdır.
Cümle nâsın, üç imamı vardır ki, bunları bilmek
farzdır. Emirleri ve nehyleri veren imamımız, Kur’an-ı azîm-üş-şândır. Bunları,
yâni islâmiyeti bildiren imamımız, Resûlullah hazretleridir. Bunları zor ile
yaptıran imamımız, Resûlullahı temsil etmekte olan devlet reîsidir.
İmâm-ı a’zamın hocasının ismi, Hammâd ve Hammâdın
hocasının ismi, İbrâhîm-i Neha’î ve onun hocasının ismi Alkama bin Kaystir ve
dayısıdır. Onun hocasının ismi, Abdüllah ibni Mes’ûddur. Bu dahî, Resûlullahdan
ahz eylemiştir, almıştır.
Resûlullah dahî, Cebrâîldan ahz etmiştir. Ve Cebrâîla,
Allahü sübhânehü ve teâlâ hazretleri emreylemiştir.
Allahü azîm-üş-şân, Âdem oğluna dört cevher vermiştir:
Akıl, Îman, Hayâ ve fiil, yâni amel-i sâlih.
Ve dahî, duâların ve herhangi bir amelin kabûl
olunmasının şartı ve sebebi beştir: Îman, İlm, Niyet, Hulûs, yâni ihlâs. Kul
hakkı. Önce, Ehl-i sünnet îtikatında olmak, sonra yapılacak ibâdetin sıhhatinin
şartlarını bilmek lâzımdır.
[Bir amelin,
ibâdetin sahih olması başkadır, kabûl olması başkadır. İbâdetlerin sahih
olmaları için, kendilerine mahsûs şartları, farzları vardır. Bunlardan biri
noksan olursa, o ibâdet sahih olmaz. O ibâdet yapılmamış olur. Cezâsından,
azâbından kurtulamaz. Sahih olup da, kabûl olmıyan ibâdet için azâb yapılmaz
ise de, o ibâdetin sevabına kavuşamaz. İbâdetin kabûl olması için, önce sahih
olması, sonra yukarıda yazılı beş şartın bulunması da lâzımdır. Kul hakkı da bu
şartlara dahildir]. İmâm-ı Rabbânî, ikinci cildin seksenyedinci mektûbunda
diyor ki, (Bir kimse, Peygamberin ameli gibi amel yapsa, fakat üzerinde yarım
dank [yâni çok az] kul borcu olsa, bunu ödemedikce Cennete giremez). [Duâları
da kabûl olmaz.]
İbni Hacer-i Mekkî, (Zevâcir) kitabında, yüzseksenyedinci
günahı anlatırken diyor ki: Bekâra sûresi yüzseksensekizinci âyetinde meâlen,
(Ey müminler! Birbirinizin mallarını bâtıl yoldan yimeyiniz!) buyuruldu. Bâtıl
yol, fâiz, kumar, gasb, sirkat, hîle, hiyânet, yalancı şâhitlik, yalan yemin
ederek aldatmaktır. Hadis-i şeriflerde, (Helâl yiyen, farzları yapıp,
haramlardan sakınan ve insanlara zarar vermiyen bir müslüman Cennete
gidecektir) ve (Haram ile beslenen beden, ateşte yanar) ve (Şerrinden,
zararından emîn olunmayan kimsenin, dîni, namazları, zekâtları, kendisine fayda
vermez) ve (Üzerindeki cilbâbı haramdan gelmiş olan adamın namazları kabûl
olmaz) buyuruldu. [Cilbâb, kadınların geniş baş örtüsü demektir. Erkeklerin
uzun gömleğine de denir. Cilbâb, kadınların iki parçadan giydikleri çarşaf
demektir diyenlere göre, hadis-i şerifte, erkeklerin de bu çarşafı giydikleri
bildirilmiş oluyor. Böyle söylemenin doğru olmadığı, câhilce ve gülünç bir
inanış olduğu meydandadır.] İkiyüzüncü günahı anlatırken bildirdiği hadis-i
şerifte, (Hîleli mal satan, bizden değildir. Gideceği yer Cehennemdir)
buyuruldu. İkiyüzonuncu günahtaki hadiste, (Çok namaz kılan, oruç tutan, sadaka
veren, fakat dili ile komşularını incitenin gideceği yer Cehennemdir)
buyuruldu. Kâfir olan komşuyu da incitmemek, ona da iyilik yapmak, ihsân etmek
lâzımdır. Üçyüzonüçüncü günahtaki hadiste, (Sulh zamanında bir kâfiri haksız
öldüren, Cennete girmiyecektir) ve (İki müslüman, dünya çıkarları için
döğüşünce, ölen de öldüren de Cehenneme gidecektir) ve üçyüzonyedinci günahtaki
hadiste, (İnsanlara zulmeden, Kıyâmette bunun azâbını çekecektir) buyuruldu.
Gayri müslimlere zulüm yapmak da böyledir. Üçyüzellinci günahtaki hadiste, (Üç
kimsenin duâsı muhakkak kabûl olur: Mazlumun, misafirin ve ana babanın) ve
(Kâfir olsa da, mazlumun bed duâsı red edilmez) ve dörtyüzikinci günahtaki
hadiste, (Kâfir olan arkadaşını öldüren de bizden değildir) ve dörtyüzdokuzuncu
günahtaki hadiste, (Günahlar içinde, azâbı en çabuk verilecek olanı, hükümetine
isyân etmektir) buyuruldu. (Zevâcir)den tercüme tamam oldu. Ey müslüman! Allahü
teâlânın rızasına kavuşmağı ve amellerinin kabûl olmasını istiyorsan, yukarıda
bildirilen hadis-i şerifleri kalbine yaz! Müslüman olsun, kâfir olsun, kimsenin
malına, canına, ırzına saldırma! Kimseyi incitme! Herkesin hakkını öde!
Boşadığı kadına mehr parasını ödemesi de kul hakkıdır. Ödemezse, dünyada ve
âhırette cezâsı çok şiddetlidir. Kul hakkının en önemlisi ve azâbı en çok olanı
akrabâsına ve emri altında olanlara din bilgisi öğretmeyi terk etmektir.
Onların ve bütün insanların din bilgisi öğrenmelerine ve ibâdetlerini
yapmalarına, işkence ederek veya aldatarak mani olanın kâfir olduğu, islâm
düşmanı olduğu anlaşılır. Bid’at sahiplerinin, mezhepsizlerin, sözleri ile,
yazıları ile Ehl-i sünnet bilgilerini değiştirmeleri, dîni, îmanı bozmaları da
böyledir. Hükümete, kanûnlara karşı gelme. Vergilerini öde. Hükümet zâlim,
fâsık olsa bile, hükümete isyân etmenin günah olduğu, (Berîka)da yazılıdır.
Dâr-ül-harbde, yâni kâfir memleketlerinde de, kanûnlara, emirlere karşı gelme!
Fitne çıkarma! İslâma saldıranlarla ve bid’at sahipleri ile ve mezhepsizlerle
arkadaşlık etme! Onların kitaplarını, gazetelerini okuma! Radyolarını,
televizyonlarını evine sokma! Sözünü dinleyenlere, (Emr-i mâruf) yap! Yâni,
güler yüzle, tatlı dil ile nasihat eyle! Kimse ile münâkaşa etme! Güzel ahlâkın
ile, islâm dîninin şânını, şerefini herkese göster!
İbni Âbidîn, birinci ciltte diyor ki, (Sev’eteyn, yâni
kubul ve dübür, dört mezhepte de galîz yâni kaba avrettir. Bunları örtmek
sözbirliği ile farzdır. Örtmeye önem vermiyen kâfir olur. Dizi açık olan
erkeğe, bunu örtmesi için, Emr-i mâruf yapılır. Yâni, tatlı sözle nasihat
edilir. İnâd ederse, susulur. Uylukları açık olan inat ederse, sert söylenir.
Sev’eteyni açık olan, inat ederse, hâkime söyleyerek, zor ile [döğerek, habs ederek]
örttürülür. Başka erkeğin avret yerine bakmanın günahı da bu sıra ile artar.)
Kadınların, ellerinden ve yüzlerinden başka, bütün vücûdlarını, bacaklarını,
kollarını, saçlarını yabancı erkeklere ve kâfir kadınlara göstermemeleri dört
mezhepte de farzdır. Şâfi’îde, yüzlerini de göstermemeleri farzdır. Kendileri
ve babaları veya kocaları buna önem vermezse, kâfir olurlar. Oğlanların,
baldırları, bacakları açık, kızların da, başları, kolları açık top oynamaları
ve bunları seyr etmek, büyük günahtır. Müslüman, serbest zamanlarını oyun ile,
faydasız şeylerle ziyân etmemeli, ilim öğrenmekle, namaz kılmakla
kıymetlendirmelidir. (Kimyâ-i saadet)de diyor ki, (Kadınların, kızların, başı,
saçı, kolları, bacakları açık sokağa çıkmaları haram olduğu gibi, ince, süslü,
dar, hoş kokulu elbise ile örtülü çıkmaları da haramdır. Böyle çıkmalarına izin
veren, râzı olan, beğenen anası, babası, zevci ve kardeşi de, onun günahına ve
azâbına ortak olurlar.) Yâni, Cehennemde birlikte yanacaklardır. Eğer tevbe
ederlerse, affolunur, yakılmazlar. Allahü teâlâ tevbe edenleri sever.
Yorumlar
Yorum Gönder